Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ekonomi Tıkırında (20): Krizin faturasını kim ödeyecek?

Ekonomi Tıkırında’nın 20. bölümünde Sedat Pişirici, ekonomik veriler ışığında Erdoğan-TÜSİAD gerilimini değerlendirip, ekonomik krizin faturasını kimin ödeyeceğini sordu.

Yayına hazırlayan: Ömer Tülünay

İyi günler. 

Ekonomi Tıkırında’nın 20. programında karşınızdayım. Zannediyorum bu günler Timur Selçuk’un meşhur “Ekonomi tıkırında” şarkısındaki “Kriz var, kriz var, bunalım var” günleri. Önce bir göstergelere bakalım ondan sonra olup bitenlere ayrıca bir göz atalım.

Ne diyor göstergeler bize? Enflasyon nisan ayında üretici fiyatlarında %30, tüketici fiyatlarında %20, gıda fiyatlarında %32 seviyesinde. İşsizlik -ki birazdan ayrıntısı bakacağız- Ocak 2019’da %14,7-15 seviyesinde, 4 milyon 668 bin civarında işsizimiz var. Kişi başı yıllık gelir 10 bin doların altında. Gösterge faiz %25,77 düzeyinde. Biraz önce baktığımda gördüğüm 600 milyar liradan fazla iç borcumuz, 446 milyar dolar mertebesinde bir dış borcumuz var. Akaryakıtın litresi 7 lira, dolar 6 lira 01-02 kuruş, Euro 6 lira 71 kuruş düzeyinde. Bankalardaki mevduatın yarısı döviz. Türkiye’nin risk primi 490. 

Geçen hafta neler oldu? Önce Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı verilere hemen bir göz atalım. 14 Mayıs Salı günü sanayi üretim endeksinin Mart 2019 verileri geldi. Sanayi üretimi bir önceki yılın aynı ayına göre %2,2 oranında azalmış ama aramalı üretimi daha fena, oradaki daralma %5,6 oranında. Sermaye malı üretiminde gerileme söz konusu, %3,2 oranında. Türkiye İstatistik Kurumu aynı gün tarım ürünleri enflasyonunda Nisan 2019 verilerini açıkladı. Tarım ürünlerinde yıllık enflasyon oranı %30,75.

Türkiye İstatistik Kurumu, 15 Mayıs Çarşamba gününe ise işsizlik verilerini açıklayarak başladı. Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2019 yılı şubat ayında, geçen yılın aynı ayına göre 1 milyon 376 bin kişi artmış, 4 milyon 730 bin kişi olmuş, işsizlik oranı ise 4,1 puanlık artışla %14,7. Esasen ocak ve şubat arasında işsizlik oranında bir değişiklik yok ama işsiz sayısı artmış durumda, 62 bin kişilik bir artış var. Buraya kadar söylediğim verilere manşet işsizlik de deniyor. Aynı dönemde tarım dışı işsizlik oranı manşet işsizlikten biraz daha yüksek %16,9. Genç nüfusun işsizlik oranı ise %26,1. 15-64 yaş grubunda yani çalışma çağındaki insanlarımızda işsizlik oranı da %15. Bir başka veri, istihdam oranı %44,8. 27 milyon 355 bin kişi. Ama önceki yılın aynı dönemine göre 811 bin kişi azalmış. Tarım sektöründe çalışanların sayısı 296 bin, tarım dışı sektörlerde çalışan sayısı 514 bin kişi azalmış. 

İstihdam edilenlerin verisi enteresan. Türkiye’de istihdam edilen insanların yani bir iş bulup çalışan, resmen “çalışan insan” olarak kayda girebilen insanlarımızın %58’i hizmet sektöründe çalışıyor. Geri kalanların %19,7’si sanayide, %17,5’u tarımda, %5,4’ü ise inşaatta istihdam edilmiş durumda. Kayıtdışı çalışanlarımızın oranı %33,30, bir yılda 1,3 puan artmış. 

Geçen hafta Türkiye İstatistik Kurumu, Mart 2019 dönemine ait perakende satış ve sanayi, inşaat, ticaret, hizmet sektörlerinde ciro endekslerini açıkladı. Yani iki farklı alanda ciro endeksi açıkladı. Perakende satışta hacim, bir önceki yılın aynı ayına göre %3,8 oranında azalırken, ciro %16,3 oranında artmış. Sanayi, ticaret, hizmet sektörlerinde ise toplam ciro %20,8 oranında yükselmiş. Cirodaki bu artışlar, bu sektörlerdeki fiyatların arttığına işaret ediyor. Sizin anlayacağınız zamlar ciroları patlatmış ama hacme bakarsak satışlar daralmış, alışveriş azalmış. 

Geçen haftanın bir diğer gelişmesi de Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının 2008 yılında kaldırdığı kambiyo vergisini geri getirmesi oldu. Oran binde bir. Hükümet paraya sıkışmış olacak ki döviz satışından vergi almaya karar verdiler. Cumhurbaşkanı kararının ayrıntılarına baktığımızda gördüğümüz şu: Bankalarla yetkili kuruluşların birbirlerine yaptıkları ve hazineye yapılan kambiyo satışlarıyla döviz kredisinin ödenmesi için krediyi veren banka tarafından krediyi alana yapılan kambiyo satışları dışında kalan kambiyo muamelelerinde, satış tutarı üzerinden binde bir oranında banka ve sigorta muameleleri vergisi alınacak. Değişikliğin bir amacının döviz alım satımındaki işlem hacmini düşürmek, yani döviz talebini azaltmak olduğu söylenebilir ama binde birlik oranın çok da caydırıcı olmayacağı görünüyor. Dolayısıyla döviz almaktan caydırmaktansa, alınan dövizden vergi alarak bir gelir elde etmek hedeflendiği anlaşılıyor. 

Bu ahval ve şerait içinde memleket pazar günü 19 Mayıs Pazar günü Gençlik ve Spor Bayramı’nı idrak etti. 15-24 yaş aralığındaki insanları genç olarak tanımlıyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2018 yılı sonu itibariyle Türkiye’nin 12 milyon 971 bin 396 genci var. Genç nüfusun genel nüfusa oranı %15,8. Gençlerimizin %51’i erkek, %49’u kadın ve ne yazık ki gençlerimizin %18’i işsiz, yüzde 25’i hem işsiz hem eğitim dışında. Bu arada gençlerimizin neredeyse tamamı internet kullanıyor. O da enteresan, oran %93. 

Hal böyleyken memlekette geçen hafta TÜSİAD ile Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında bir gerilim çıkıverdi. Yönetim kurulu, 1 Mayıs’ta İşçi Bayramı günü Ankara’ya giderek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ziyaret etmişti. TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Konseyi bu ziyaretten 14 gün sonra 15 Mayıs’ta İstanbul toplandı. Konseyin  başkanının, Tuncay Özilhan’ın orada yaptığı konuşma Erdoğan’ı rahatsız etmiş, o da 16 Mayıs akşamı İstanbul’da polis ve jandarmaya verdiği iftar yemeğinde TÜSİAD’a verdi veriştirdi. Erdoğan’ın dedikleri de bir göz atalım, diyor ki:

“Ben sizin 17 yıl önceki durumunuzu biliyorum. Bugünkü durumunuzu da biliyorum. Yeri gelirse bunları teşir ederim. Ama şunu bilin ki Türkiye’yi dışarıdan vuranlar vurmaya çalışıyor, içeriden vuranlara bunun hesabını da sormasını da bilirim. Zira biz TÜSİAD’ın kasıtlı olarak Türkiye’yi alt sıralarda gösteren istatistiklerin illüzyonuna sığınmak yerine, mesela başlattığımız 2,5 milyonluk istihdam seferberliğine niçin destek vermiyor da bunu kendilerine hatırlatırım.’’  

Erdoğan da TÜSİAD’ın 1 Mayıs’taki ziyaretine değiniyor ve diyor ki: “Sizlerle biz neleri konuştuk o gün, bir hafta geçmeden yaptıkları açıklamalarla bak.’’

Sonra 15 Mayıs’ta Tuncay Özilhan ne demiş bir ona bakalım. Özilhan’ın konuşmasının Erdoğan’ın en çok tepki gösterdiği bölümü, biraz önce okudum, TÜSİAD’ın kasıtlı olarak Türkiye’yi alt sıralarda gösteren istatistiklerin illüzyonuna sığınması. Neymiş o istatistikler? Diyor ki Özilhan: “Küresel Rekabet Endeksi’ne göre 140 ülke arasında makroekonomik ortam açısından 116. sıradayız; enflasyonda 121, işgücü piyasası verimliliğinde 111. sıradayız;  yargının bağımsızlığında 111, kamu düzenlemelerine karşı yargıda hak aramada 109, basın özgürlüğünde 129. sıradayız; öğretimde eleştirel düşünme de 133, mesleki eğitim kalitesinde 132, dijital becerilerde 118, beceri sahibi çalışan bulma kolaylığında 117 sıradayız.’’ 

Peki bunlar yalan mı? Küresel Rekabet Endeksi, Dünya Ekonomik Forumu tarafından hazırlanıyor. Hani her yıl ocak ayında İsviçre’nin Davos kasabasında toplantı düzenleyen Dünya Ekonomik Forumu. Hani Tayyip Erdoğan’ın bundan 10 yıl önce İsrail Cumhurbaşkanı’na “One minute” dediği Davos Zirvesi’ni hazırlayan Dünya Ekonomik Forumu, hani Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın daha bu ocak ayında gidip finans çevrelerinden, iş çevrelerinden Türkiye’ye doğrudan ya da dolaylı yatırım yapmalarını talep ettiği Davos Zirvesi’ni düzenleyen Dünya Ekonomik Forumu. Dünya Ekonomik Forumu’nun hazırladığı Küresel Rekabet Endeksi’nin faktörler bölümünü okuyor 15 Mayıs’ta TÜSİAD yüksek istişare Konseyi toplantısında Konsey Başkanı Tuncay Özilhan. Dolayısıyla hadise yine bir Nasrettin Hoca fıkrasına benziyor. Kazanın doğurduğuna inanır gibi Davos Zirvesi’ne gidiyorsunuz, orada para ve itibar arıyorsunuz ama zirveyi düzenleyen kurumun hazırladığı endekste sınıfta kalınca, kazanın öldüğüne inanmıyorsunuz. 

Başka ne diyor Tuncay Özilhan 15 Mayıstaki Yüksek İstişare Konseyi toplantısında TÜSİAD’ın: “Göstergelerdeki kötüleşme bir alandan diğerine giderek ekonominin tamamına yayılıyor. İç ve dış borç göstergeleri kötüleşiyor. Bütçe dengeleri bozuluyor. İhracat artışı duraklıyor. İşsiz sayısı artıyor, sanayi üretimi durağanlaşıyor. Dolar cinsinden kişi başı gayrisafi yurtiçi hasıla rakamları geriliyor, rezervler eriyor, enflasyon yükseliyor, halkın alım gücü düşüyor, faiz oranları artıyor, Türk vatandaşı Türk Lirası’ndan kaçıyor. Uluslararası ilişkilerdeki gerilimler Türk Lirası’nın değerinde sert düşüşlere neden oluyor, bu sert düşüş reel sektörde maliyet artışına yol açıyor, üretim ve yatırım kararlarını bozuyor, şirketleri mali olarak zayıflatıyor, iflaslara yol açıyor.” TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı, toplantıda bunları söylüyor. 

Yine Özilhan’a göre, biraz önce onun ağzından aktardığım bu sıkıntı yeni de değil. Diyor ki Özilhan, “Makroekonomik dengelerde uzun süredir devam eden bir bozulma var. Bu bozulma 2007’de başlıyor, küresel kriz derinleşiyor sonra kısa bir toparlanma ardından tekrar bozulma. Üretim alanında başlayan bozulma finansal alana geliyor, oradan kamu maliyesine etkiliyor ve dönüp tekrar reel sektöre geri geliyor. Türkiye 2002-2007 dönemindeki parlak günlerine bir türlü dönemiyor.”

Özilhan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin iptaline de değiniyor o konuşmasında ve ardından ekliyor, “Unutmayalım, hukukun üstünlüğü ve demokrasi olmadan hiçbir şey olmaz. Ne ekonomi olur? Ne de başka bir şey.”

Şimdi, doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar mı? Şimdi, bunları söyleyene “Patrondur, TÜSİAD’çıdır” diye kızacak mıyız? Hadi biz kızdık diyelim, Erdoğan’ın kızmaya hakkı var mıdır? Bence yok. Hadi ekonomik kriz nedeniyle biz vatandaşlar sızlanıyoruz diyelim, TÜSİAD’ın Erdoğan’a sızlanmayı hakkı var mıdır? Bence o da yok. Neden mi? Bakınız, Erdoğan 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi, sonra Siirt’te yaptığı konuşma nedeniyle yargılandı, 10 ay hapis cezasına çarptırıldı, 26 Mart 1999’da cezaevine girdi, 4 ay 10 gün kaldıktan sonra, 24 Temmuz 1996’da tahliye edildi. Tahliyeden sonra artık o bir beldiye başkanı değildi.

Bu tahliyeden üç ay sonra Hürriyet Gazetesi’nin 28 Ekim 1999 tarihli haberine göre, dönemin TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Bülent Eczacıbaşı, Yeniköy’deki evinde Erdoğan’a bir yemek verdi. Hürriyet Gazetesi’nin haberi diyor ki “Tamamı TÜSİAD üyesi olan sekiz işadamı ile gerçekleşen yemekle ilgili ilk teklif birkaç ay önce Recep Tayyip Erdoğan’dan geldi. Erdoğan’a bu yemek için Münci İnci ile Cüneyt Zapsu aracılık etti. Eczacıbaşı özellikle Zapsu’nun çok ısrar etmesi üzerine bu daveti gerçekleştirmeye karar verdi. Erdoğan önceki akşam aralarında Can Paker, Tuncay Özilhan, Cüneyt Zapsu, Erdoğan Gönül, Kaya Turgut, Sezgin Bayraktar ve Avukat Münci İnci’nin bulunduğu işadamları ile bir araya gelerek yepyeni bir Tayyip Erdoğan’a destek çağrısında bulundu.”

Bu yemeğe katılanlara bakalım, kim kimdir? Dediğim gibi Bülent Eczacıbaşı yemeğin ev sahibi, dönemin TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı. Cüneyt Zapsu, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iki numaralı kurucusu. Avukat Münci İnci de Tayyip Erdoğan’ın avukatı. Can Paker öteden beri Tayyip Erdoğan’ı destekleyen bir işadamı. Erdoğan Gönül o tarihte Vehbi Koç’un damadı. Kaya Turgut o dönem Fako İlaç’ın şimdi Turgut İlaç’ın patronu. Sezgin Bayraktar, Eczacıbaşı Genel Koordinatörü. Tuncay Özilhan, şu andaki TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı.

Habere göre, ev sahibi Bülent Eczacıbaşı yemek sonrası yaptığı açıklamada, “Recep Tayyip Erdoğan bize görüşlerini açıklamak istedi, bu görüşme kendisine bir destek anlamına gelmiyor” demiş. Tayyip Erdoğan da “Daha önceden tanıştığım dostlarımla birlikte olduk, ülkenin son zamanlarda yaşadığı gelişmeleri beraberce tahlil ettik. Bu verimli toplantıda asgari müştereklerimizin oluştuğunu gördüm. Çok mutlu oldum” demiş.

Soru sormuş gazeteciler, cevap vermiş Erdoğan: “Türkiye’nin bütün bu gerginliklerinden kurtuluşunun, Türkiye’nin bütününü kucaklayacak geniş tabanlı bir anlayışın oluşması ile mümkün olacağını söyledim” demiş. Kime söylemiş? İşadamlarına söylemiş. 

Efendim aslında olan biten apaçık ortada. 20 yıl önce iktidar yürüyüşüne başlamadan önce TÜSİAD’a görüşlerini anlatmak isteyen Erdoğan, iktidara kavuştuktan 20 yıl sonra, o yemekteki dostlarından Tuncay Özilhan görüşlerini açıklayınca küplere biniyor. Ya da 20 yıl önce Erdoğan’ı dinleyip ikna olan, ona destek verip önünü açan TÜSİAD, 20 yıl sonra memleket otobüsünü ekonomik kriz virajında deviren Erdoğan’a, usturubunca “Direksiyonu bırak” diyor. 

Öyle ya da böyle, 20 yıl önce yenen yemeğin faturası masaya şimdi geliyor. 

Şimdi soru şu: Erdoğan bu faturayı öder mi?

Asıl soru da şu: TÜSİAD’ı bile yıldıran bu ekonomik krizin faturasını kim ödeyecek?

Cevap sizde efendim, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.