Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yorum: Kadri Gürsel (1): Fırat’ın doğusu için ABD’yle pazarlık – Ankara’nın planı ne kadar gerçekçi?

Gazeteci Kadri Gürsel, Medyascope’taki ilk yorum programında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “hareketa hazırız” sözleri kapsamında Ankara’nın Fırat’ın doğusuna ilişkin planını değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Merhabalar bundan böyle her hafta, mümkünse salı günü, Medyascope’ta birlikte olacağız. Güncel gelişmeleri yorumlayacağım. Bugün konusu; “Fırat’ın doğusu için ABD ile pazarlık, Ankara’nın planı ne kadar gerçekçi?” başlığı altında takdim edilmişti ama Ankara’da meydana gelen gelişmeler bu başlığın ötesine geçti. Bunları kısaca özetlemek lazım. Neler oldu, neler oluyor?

Biliyorsunuz ABD Başkanı Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton Ankara’ya geldi. Yanındaki heyette de önemli kişiler yer alıyordu. Joseph Dunford, Genel Kurmay Başkanı ve Suriye Özel Temsilcisi olarak konumu özetleyebileceğim James Jeffrey. Bu üçlü, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İbrahim Kalın ile görüştü. Ardından da Bolton’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeden Ankara’dan ayrılacağı şeklinde bir haber geldi. Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri takip etti. Dedi ki cumhurbaşkanı, “Bolton (YPG’yle ilgili sözleri nedeniyle – Editörün notu) büyük bir hata yapmıştır. Kendisiyle görüşmeye lüzum görmüyorum. Benim muhatabım değildir. Muhatabı İbrahim Kalın’dır. Harekat her an başlayabilir.” Hareket olarak bahsettiği Suriye’ye yönelik harekattı. Tabi bu harekatın nereden başlayacağını görmek için beklemek gerekiyor. Münbiç mi olacak, nasıl bir harekat olacak? Bu bir zaman meselesi. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın harekat her an başlayabilir demesi New York Times’ta dün cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla yayınlanan bir makalenin henüz daha 24 saat sonrasına rastlıyordu. Makalenin başlığı; “Trump Suriye’de haklıdır, Türkiye bu işin yapılmasını üstlenebilir”. İş nedir? İş Suriye’den Amerika’nın çekilmesi idi. Çekilme sürecinde aslında ortağınız biz olalım diye bir teklif sunulan bir makale idi bu. Bu makalede özellikle Türkiye’nin tutumu Suriye’de ortaklarıyla birlikte hareket etme olarak çerçeve içine alınıyordu. Yani Türkiye’nin tek taraflı hareketler içine girmeyeceği yönünde Amerikan yönetimine kamu diplomasisi yoluyla bir mesaj veriliyordu. Ama sadece Amerika da değil Rusya da vurgulanıyordu. Rusya ile de birlikte hareket edebiliyordu Türkiye, Recep Tayyip Erdoğan imzalı bu makalede (yazılana) göre. (Türkiye) Bölgede bunu yapabilen tek ülke olarak gösteriliyordu. Eğer şimdi Türkiye, Suriye’ye yönelik bir harekat başlatacak olursa demek ki tek taraflı hareket eden bir ülke durumunda olacak ve çeşitli risklerle karşı karşıya kalacak. Tabi ki bu riskler herhalde hesaplanmıştır, öngörülmüştür. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York Times’a yazdığı makaledeki tutum alışı ise şu açıdan ilginç: Fırat’ın doğusunda kalan bütün toprakların, IŞİD ve YPG’den boşalacak olan toprakların -burada YPG’nin de tasfiye edilmesinin öngörüldüğü, istendiği, arzulandığı da görülüyor en azından makale okunduğunda-, bütün bu arazinin Türkiye’nin gözetimi altına alınmasını öneriyor, Amerika’nın mutabakatı ve oluruyla. Bunun anlamı şu: Hal-i hazırda Suriye topraklarının yüzde 27.3’ü Suriye Demokratik Güçleri adı altında hareket eden YGP ağırlıklı gücün elinde. Bu 51 bin kilometrakare. Buna bir de Türkiye’nin Afrin ve El Bab’da denetlediği toprakları katarsak ve İdlib’te de yine kendi gözetiminde olan unsurların denetimindeki arazileri  katarsak ülkenin yüzde 35’ine varan bir bölgenin Türkiye tarafından üstlenilmesi öneriliyor. Sadece bununla da kalınmıyor, belediye, sağlık, eğitim, acil hizmetler gibi pek çok alanda Türkiye’nin gözetimi ve yardımı öneriliyor. 

Bölgenin, YPG ve PKK’ya karşı ciddi güvenlik soruşturmalarından sonra bu teröristlerden temizlenmesinin ardından, bölge halkından oluşan unsurlar arasından seçimle belirlenecek konseyler tarafından yönetilmesi söz konusu olacak bu plana göre. Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapılıyor. Burada anlaşılamayan, belirsiz kalan nokta bu çerçevede Rusya ile nasıl bir ilişki içinde olunacağı. 

Şimdi, acaba başa mı dönüyoruz diye sormak lazım. Amerika 19 Aralık 2018’de Trump’ın attığı o tweetten öğrendiğimiz Amerika’nın çekilmesi şimdilik askıya alınmış gibi. Gerektiği kadar kalacağız mesajı veriliyor, acil bir çekilme yok. Yani “çekileceğiz ama gerektiği kadar kaldıktan sonra çekileceğiz”e döndü. Bolton ve Trump’ın demeçleri Trump’ın dün attığı tweetler yine bu yönde. Bugün ise şöyle bir tablo var; Türkiye eğer ABD’nin, Rusya’nın mutabakatını almadan, bölgedeki güçlerle birlikte hareket etmeden bir harekata başlarsa, bu tabii Türkiye’nin bölgede karşı karşıya kalacağı riskleri önemli ölçüde artıracaktır. ABD eğer Suriye’nin topal ördeği ise burada Rusya ile birlikte hareket etmesi, eğer gerçekten Suriye’nin toprak bütünlüğünü muhafaza etmek gibi bir gaye güdülüyorsa Suriye’deki rejimle de ilişkilerin dolaylı yollardan başlatılması ve sürdürülmesi, geliştirilmesi gibi bir hedefin gözetilmesi gerekiyor, fakat Erdoğan tarafından imzalanan bu makaleden de anlaşıldığı gibi bu noktalardan henüz çok uzakta olduğu anlaşılıyor Türkiye’nin. 

Makalede bir güven artırma arzusu göze çarpıyordu. Güven artırma arzusu özellikle IŞİD ile mücadele konusunda Türkiye’nin verdiği taahhüt ile ifadesini buluyordu. Saydım, makalenin yarısından çoğunda IŞİD geçiyor, IŞİD’e karşı Türkiye’nin ne kadar etkili mücadele ettiği, edeceği konusunda taahhütleri içeriyor. Toplam yedi, sekiz paragraf IŞİD’e ayrılmış omdan sonra da PKK ve YPG’ye geliyoruz. Fevkalade ılımlı bir ton seziliyor. Savaş koşulları altında çok sayıda genç Suriyeli’nin PYD ve YPG’ye katılmaktan başka bir seçenek bulamadığını ve burada PYD/YPG’nin PKK’nın Suriye’deki şubesi olduğundan bahsediliyor. Ardından da PYD/YPG’nin çocuk savaşçıları saflarına kattığı, bunun da bir suç olduğu vurgulandıktan sonra Türkiye’nin gözetiminde bir istikrar gücü kurulması öneriliyor. Bölgedeki bütün unsurları içine alacak bir istikrar gücü. Tabii istikrar gücü denildiğinde akla Türkiye’nin Afrin ve El Bab harekat bölgelerindeki ve İdlib’teki müttefikleri geliyor. Buna benzer bir güç söz konusu olduğunda rejim ve Rusya’nın tepkisinin ne olacağı da ister istemez hesaba katılması gereken konuların başında. 

Toparlayacak olursak, Türkiye’nin gerek ABD’ye önerdiği işbirliği pozisyonu gerekse de tek taraflı hareket etme eğilimi, -ki bunlar çelişkili eğilimler, gerçekçi değil-, Türkiye’nin bölgedeki taraflarla ve özellikle iki büyük güçle birlikte hareket etmekten uzaklaşarak tek yanlı eylemlere girişmesi halinde öngörülmesi zor risklerle karşı karşıya kalması muhtemel. Amerika ile birlikte hareket ederek, Amerika’nın çekilmesi sonucu orada doğacak boşluğu doldurması gibi bir opsiyon söz konusu olursa, bu Rusya ile ilişkileri bozacağından pek gerçekçi değil. Ayrıca İdlib’teki statükonun da buna bağlı olarak risk altına gireceğini öngörmek gerekiyor.

Burada bir parantez açıp İdlib’teki son gelişmelere de değinmek lazım. Fırat’ın doğusu ya da Münbiç’e harekat için İdlib’ten kaydırılan ÖSO güçlerinin boşalttığı alanlar sayesinde El Nusra (HTŞ) Halep’in batısında harekat başlattı ve burada Türkiyenin desteklediği güçleri bölgeden çıkarttı. Bu da İdlib’in aslında ne kadar kırılgan bir bölge olduğunu gösteren bir gelişme idi. Bu hareket sürer ve El Nusra güneye yönelirse daha da olumsuz bir durum ortaya çıkacak Türkiye açısından. Türkiye’nin İdlib’te istikrarı sağlayamadığı ve desteklediği unsurlarla HTŞ’ye karşı etkili olamadığı yönündeki Rus ve rejimin öne sürdüğü tezler destek bulacak.

İkincisi, ABD ile Türkiye arasında ciddi bir güven bunalımı var. Bu güven bunalımı aşılmadan Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna tek taraflı harekatı ya da ABD ile birlikte herhangi bir eylemde bulunması kolay değil. Öncelikle Türkiye ile ABD arasındaki güven bunalımının sahada alınacak somut önlemlerle ve eylem birlikteliği ile aşılması lazım. Türkiye’nin talip olduğu görev, (mevcut) kapasitesinin çok ötesinde. Aşırı iddialı bir görev. Suriye’nin Fırat’ın doğusundaki alanının tanzim edilmesi, burada bir istikrar gücünün kurulması… 52 bin kilometrelik bir alandan bahsediyoruz burada. Hayli güç görünüyor. Dolayısıyla yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakal gibi bir vaziyet var. 

Ne yapılması lazım? Bence iki şey yapılması lazım. Türkiye’nin bölgedeki ortaklarından bağımsız olarak tek yanlı eylemlere tevessül ederek karşı karşıya kalacağı riskleri büyütmemesi gerekiyor. Daima ortaklarla beraber ittifak halinde hareket etmesi gerekiyor. Ki bugüne kadar böyle yaptı Türkiye. El Bab harekatında da böyle oldu, Afrin’de de böyle oldu. Aslında İdlib’te de Astana süreci çerçevesinde böyle olmuştu. Bir de tabii Türkiye’nin alması gereken bir tutum, Suriye politikasını kendi iç politikasından, seçim takviminden tamamen ayrıştırarak, başlı başına bir ulusal güvenlik meselesi şeklinde değerlendirmesi, bunu bir iç politika aracı olarak kullanmamasıdır. Bu her şeyden önemli. Çünkü yaklaşan yerel seçimler öncesinde, böyle bir araçsallaştırma yönüne gidilecekse, şu an şartların pek de Türkiye’nin lehine olmadığı görülüyor. (Şartlar) Bunun pek de akılcı bir tercih olmadığını gösteriyor. Eğer Türkiye’ye yönelik acil, hemen önlenmesi gereken somut bir terör tehdidi yok ise Türkiye’nin şu an seçim öncesinde bugünkü olumsuz şartlar altında iç politik amaçlarla bir harekata kalkışması ulusal güvenlik menfaatleri açısından hayli risklidir diye düşünüyorum.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.