Senelerdir hiç bitmeyen bir tartışma var gündemimizde: “Yarattığı bütün sorunlara ve sergilediği seri beceriksizliklere rağmen, bu iktidar nasıl ayakta kalıyor?” En azından muhalefetteki herkesin içini rahatlatacak bitirici seçmen erozyonu, neden bir türlü yaşanmıyor? Her sorun başlığında tekrar eden bu tuhaf sorular, deprem dolayısıyla yeniden karşımızda. Yetmezmiş gibi, enkazın altında kaldığı açık olan ve bu devasa sorunla baş etmesi imkansız görünen iktidarın, depremi merkeze alan bir stratejiyle seçime gitmeye hazırlandığı haberleri geliyor. İktidar, daha önce de gördüğümüz gibi -iddiaların aksine- sorunları konuşturmamak yerine nasıl konuşulacağını belirleyerek ilerlemeye hazırlanıyor.
Erdoğan, yirmi küsur yıllık iktidarının özellikle ikinci yarısında pek çok olayda benzer biçimde davrandı ve çoğunda benzer sonuçlar aldı. Ortadoğu pastasından büyük dilim hevesiyle çıkılan yolda, içine düşülen bataklık bunlardan biri. Herkesi hizaya dizip, yeni ortağı milliyetçiliği ayaklar altına alarak başlanan çözüm sürecinden yıkıcı geri dönüş ikincisi. Her şeyi birlikte yaptığı ortağıyla çıkan kavganın neticesinde yaşanan Allah’ın lütfu darbe girişimi üçüncüsü. Akıl almaz iddialarla yürürlüğe konan ekonomik adımların getirdiği katlanılmaz kriz tablosu dördüncüsü. Şimdi de ülkenin üzerine beton dökerek uyguladığı büyüme stratejisi. Bir değil birkaç iktidarın sonunu getirebilecek büyüklükte sorunlar bunlar.
Bu olaylar yaşanırken muhalif kamuoyu ve muhalefet siyasetçileri, sorunların kendiliğinden sonuç yaratacağı inancına her seferinde fazla prim verdiler. Hatta başka mevzulara değinmeyi “gündem değiştirme” tuzağı saydılar. Fakat iktidar, kendisi için zararlı konuşmaları engellemekle yetinmeyip, yarattığı bu sorunları fırsata çevirme yollarını hep aradı, denedi, zorladı. Önceki ortağının kendi açtığı yoldan yürüyüp darbe yapacak güce erişmesini “Allah affetsin aldatıldık” diyerek geçip, karşısındaki herkesi ezme fırsatına dönüştürebilmesi gibi. Ekonomik kriz sürecinde, sorunu bilerek imal edip, bundan büyük bir servet transferi imkanı yaratıktan sonra “ben çözerim” iddiası devşirebilmesi de aynı tür anormallik.
Muhalif çoğunluğu endişelere sevk eden bu anormallik için- bazıları haklı gerekçelere dayanan- hazır ezberler var. Türkiye siyasetini etkileyen kültürel hatlar, kimlik havuzları ve kutuplaştırmanın imkanları açıklayıcı olarak kullanılıyor. Değişmesi beklendiği için daha inatçı hale gelen veya endişelenen hareketsiz -iradesiz- “sosyolojilerden” söz açılıyor. Siyasi kanaatlerin, sorunlar, sorumluları ve onlarla nasıl ilişki kurulduğu düzleminde oluşmadığı söyleniyor. Neden sonuç ilişkisi kurmaya nazlı çoğunluğa bunlardan bahsetmenin, hayata dokunmayan boş çabalar olduğu anlatılıyor. Bir şeyin kolay ezber haline gelmesi elbette onun yanlış olduğu anlamına gelmez elbette ama hakikatin tamamı da sayılamaz.
İktidarın böylesi sorunlar ve kolayca altında kalabileceği krizler karşısındaki tutumunu, gerçeklikten kopmak veya akıl tutulması olarak görmek elbette mümkün. İktidarın attığı her adımı çaresizlikten yapılmış saymak da yanlış olmayabilir. Ancak iktidarın, sonunu getireceği iddia edilen sorunlarda benzer refleksler vermesi ve daha önemlisi yakın sonuçlar alabilmiş olmasındaki sürekliliğe bir bakmak gerekir. Böyle söyleyince “iktidarın gücünü abartmak” veya “Erdoğan’a yüksek siyasi zeka atfetmek” eleştirisi geliyor. Oysa bunun güç veya zekayla ilgisi yok. Deprem enkazını yaratan aklın, aynı aklı kullanarak çözüm vaat etmesinden sonuç almayı umması kendi ezberi.
Depremle oluşan enkaz, ekonomik, toplumsal ve siyasal iş ve güç birliğinin mahsulü. İktidarın yaptığı, geniş bir kalabalığın keşfettiği bu talan işbirliğini, geniş bir suç ortaklığına dönüştürebilmiş, tabana yayabilmiş olması. İnşaat, basit ve verimsiz birikim aracı olmakla birlikte, hızlı ekonomik büyüme yanılsaması, kolay ve güvensiz istihdam ve adaleti önemsizleştiren yaygın paylaşıma müsait bir siyasal enstrüman haline getirildi. Kalitesiz büyümenin, siyasal tıkanmanın ve toplumsal uyuşmanın nedeni sadece katı kimlik havuzları, kültürel fay hatları değil, senelerdir herkesin bir ucundan faydalandığı bir zihniyet ortaklığı. Sorunların bizzat onu yaratan akılla çözülebileceğinin ikna edici bulunmasında bu akrabalığın payı büyük.
Bu zemini AKP imal etmedi ama onu en başarılı biçimde kullanan oldu. İnşaat, kestirme arayanlar için “sihirli” imkanlar açan ekonomik, siyasi bir devridaim makinesi gibi işledi. Erdoğan’ın yirmi yıllık iktidarını borçlu olduğu bu “sihirli” araç çöktüğünde, kendisi için çıkışın yine burada olduğunu düşünmesinde şaşırtıcı bir taraf yok. Ancak bunun başkaları tarafından da ikna edici bulunacağına inanması, yıllardır edindiği deneyimle ve kurabildiği büyük talan işbirliğine inancıyla ilgili. Kaynakları hakça dağıtmak, sorunlara çözüm üretmek yerine fırsatlar uydurmak daha kârlı. AB, çözüm süreci veya Suriye savaşı hatta pandemi bile -ideolojik ambalajlar yanında- fırsatlarla pazarlandı. Şimdi de aynısı geliyor.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Prof. Dr. Öner Günçavdı, Medyascope’daki “Taş-toprak siyaseti” başlıklı yazısında şöyle diyor: “Tam iktidarın bir hikâyesi kalmadı derken, depremle birlikte iktidar eski hikâyesini tekrar vizyona koydu. Seçimlere giderken depremin yaralarını inşaatla sarmaya ve bu şekilde tüm Türkiye’ye ne kadar becerikli olduğunu ispatlamaya hazırlanıyor. Dahası ‘benimleyseniz kazanırsınız’ diyerek, insanları yanına çekmeyi planlıyor. Hatta bu şekilde güven tazeleyebileceğini düşünüyor.” Yetmiyor, gece yarısı kararnamesiyle ormanlara, meralara beton dökme yetkisi alıyor ve yine yetmiyor buna itirazın önünü kesiyor. Yine yetmiyor, Çiğdem Toker’in söylediğine göre iki gün içinde 6 milyar liralık ihale dağıtıyor ve çok daha fazlası için iştah kabartıcı imalarda bulunuyor.
Bütün sağ iktidarların ve kuvvetli siyasal destek temin etmeyi başarmış “efsane” sağ politikacıların (Demirel, Özal, Erdoğan) inşaat ile özel ilişkileri olması rastlantısal değil. İnşaat, insanların kolayca dahil olabildikleri ve dahil olurken haklarından (veya alabileceklerinden) daha fazlasını sağlayan (sağlayabilecek) bir otoriteyle ortak olduklarını düşündükleri bir ilişki zemini sağlıyor. İş bulmasının garantisi olarak gören inşaat işçisinden başlayarak, artık üretemeyen küçük üreticiden zanaatkarlara, alt taşeronlardan en tepedeki uluslararası dev sermaye gruplarına kadar uzanan bir zincir. Felaketlerin hemen ardından fırsatlardan bahsedilebilmesinin rahatsız edici bulunmaması da bu sağlam zincir yüzünden.
İktidar, yirmi yıldır kendisini taşıyan ama aynı zamanda sonunu getirebilecek makineyi, kurtuluşu için yeniden çalıştırmaya niyetli. Kamu baskısı hatta serbest piyasanın kurallarını takmadan yürüyebileceği olağanüstülük patikasını avantaj sayıyor. Kriz anlarında statükoya sığınma ihtiyacı bu ülkeye has değil. İnsanların acil sorunlarına yetişebilecek ilk adres olarak otoriteyi görmelerinde anlaşılmaz bir durum yok. Bundan büyük bir kaygı üretmek, değişimin zorluğu (imkansızlığı) sonucu çıkartmak lüzumsuz. Fakat yaşananın nedenleri ve sorumlularına odaklanan perspektifi kaybetmenin, “Öfke ikna edici olmuyor” veya “Paradigma değişiminin (mükemmelin) zamanı değil” demenin telafisi zor bir siyasi maliyeti olabilir.