Gürkan Çakıroğlu yazdı: Kırmızı perşembe

Yaşanacağını hepimizin içten içe bildiği bir çatışmaya şahit oluyoruz. Üç günde gelmedik bugüne. Bu anın bir gün geleceğini bilerek harcadık akıp giden zamanı. Kimse sağa sola bakarak suçlu aramasın. İlla bulmak isteyenler varsa, gidip aynaya baksınlar önce. Zira hiç kimse, hiçbir parti masum değil bu süreçte.

Değerler ve ilkeler dediler, demokrasi dediler, uzlaşı dediler, oybirliği ile adaya karar vereceğiz dediler ama bunların hiçbirine riayet etmediler. Kimileri kişisel menfaatlerin peşinde sürüklenirken kimileri de gelecekte kendi tonunun baskın olmasını istedi. Oysa bizim yaşadığımız adaletsizliklerin ve sefaletin kaynağı tam olarak da bu değil miydi? Bir kişinin kişisel çıkarı uğruna ve bir kesimin geri kalan her kesimi bastırmasından dolayı yaşanmadı mı bunca acı?

Bu sürecin muhalefet adına bir numaralı sorumlusu hiç tartışmasız Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Neden mi? Üç yıl ilmek ilmek ördüğü, sonunda helalleşme ile ete kemiğe büründürdüğü siyaset dilini üç ayda yerle yeksan ettiği için. Oysa her kesimle diyalog geliştirmeye çalışarak ve tezkereye hayır diyerek rejime meydan okuyabileceğini göstermişti herkese. Lakin adaylık gömleğini giydiği anda tüm bu söylemleri bir kenara bıraktı ve “Miras” derdine düştü. “Bizi” unuttu “Ben” oluverdi. “Uzlaşı” ile çıktığı yolculuk tarihin gördüğü en kötü “dayatmalardan” birisi ile son buldu. Aylarca aday konuşmadıktan sonra daha ilk toplantıda “Ya benimdir bu adaylık ya kara toprağın” dili uzlaşı veya demokrasi ile açıklanabilir mi? Meğer Kemal Bey için uzlaşı, adaylığına hizmet ettiği sürece mübahmış. Görev ve yetkileri kısıtlanacak denilen bir makama karşı bu yakıcı hırsını anlamak mümkün değil.

İki numaralı sorumlu ise muhalefetin gelişime ve diyaloğa en kapalı ismi olan Meral Akşener’dir. 2016’daki isyanı, sonrasındaki yürüyüşü ve iktidarın tüm saldırılarına rağmen zerre geri adım atmamasıyla nasıl da umut olmuştu. Lakin Gara’daki tavrı hariç ilk çıktığı günün ötesine hiçbir zaman geçemedi. İçine doğup büyüdüğü rejimin konforlu gölgesinden çıkıp ona meydan okuma cesareti gösteremedi. Ezberlerini bozamadı, prangalarını kıramadı. Siyaset yapamadığı için anketörlere hapsoldu ve apolitik bir söylem olan “kazanacak aday” saçmalığını bir türlü aşamadı. Haklı olan itirazını haksız bir biçimde ifade etti. Nihayetinde az gitti uz gitti dere tepe düz gitti ve bir de dönüp baktık ki bir arpa boyu yol alamamış. Büyük hayal kırıklığı Akşener.

Üç numaralı sorumlu muhalefetin en politik ve en mağdur kesimi HDP-Demirtaş ekseni. Adaylığı henüz içinde bulunduğu ittifak tarafından dahi ilan edilmemiş Kılıçdaroğlu’na “açık senet” vererek hem Kemal Bey’in raydan çıkmasını kolaylaştırdılar hem de Altılı Masa’nın tartışma zeminini kaydırdılar. Bilerek yaptılarsa yazık ettiler, bilmeyerek yaptılarsa amatörlük ettiler.

Gelelim mahşerin dördüncü atlısına, onlar makamları büyük ama siyasetleri küçük Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan. Birisi başbakanlık diğeri ise uzun yıllar bakanlık yapmış bu iki isim siyasetten ne kadar uzak olduklarını gösterdiler. İlki hocalığı ikincisi ise teknokratlığı aşamadı. Acaba oyları yüzde 5 bandına gelseydi yine diz çökecekler miydi Kemal Bey’in dayatmaları karşısında? Değdi mi 3-5 vekil için boyun eğmeye Ahmet Bey? Hiç konuşmamak için mi siyasete girdiniz Ali Bey? Yazıklar olsun.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Tüm bu olan bitenden sonra her şey bitti mi? Elbette hayır. Altılı Masa fabrika ayarlarına geri dönerek kuruluş felsefesine ve ruhuna uygun davranmalı. Masa nicelikten bağımsız nitelik temelinde ve eşitler arasında kuruldu. En azından Masa’nın paydaşları böyle anlattılar hikâyelerini topluma. Peki eşitler arasında birince seçmek geri kalan liderleri kadük hale getirmez mi? Kararlar oybirliği ile alınacak dendi ki bu çok haklı ve doğru bir ilke idi. Bu ilke ile hem aday teklifinde bulunma hakları hem de teklif edileni veto etme hakları olacaktı. Bu da uzlaşı ile karara varmanın yolunu açıyordu. HDP’nin Yavaş’ı veto etme hakkı varsa, ki var, o vakit Kılıçdaroğlu’nun da İmamoğlu’nu veto etme hakkı vardır. Peki herkes için hak olan bu veto müessesesi neden Akşener ve İYİ Parti’ye hak değil?

Ben bu satıları yazarken “Beşli Masa” toplantısı yeni bitti. Akşener’e uzatılan bir zeytin dalı yoktu metinde. Akşener cephesinden gelen açıklamalarda da iyi sinyaller yok. Yazık ediyorsunuz bu millete. Ortak bir yol bulun. Unutmayın muhalefet aynı anda hem parlamento hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmak zorunda. Öfkenin, kinin ve ihtirasın vakti değil. Her adımı toplumu düşünerek atmak zorundayız.

Arzuladığımız değil ihtiyaç duyduğumuz adayı aramalı, makulün peşinde koşmalıyız. Ama hâlâ geç değil, hep birlikte bir adım atmak için her birimiz bir adım geri çekilmeliyiz. Bir kesimin çok sevdiği değil her kesimi en az rahatsız edecek kişi üzerinde uzlaşı sağlanabilir. Diğer türlü itiraz edecek birileri her zaman olacaktır. Herkesin kazanacağı ama hiç kimsenin kaybetmeyeceği bir dil geliştirilmeli. Zaman kısa, şartlar çetin ama henüz hiçbir şey için geç değil!