“Türkiye, tarihinin en ağır ‘ekonomik krizi’ne sürüklendi. Türkiye ekonomisi küçüldü. Türk Lirası, pul oldu. Binlerce işyeri kapandı. Onbinlercesi işini kaybetti. Geleceğe yönelik umutlar yitirildi. Krizin bedelini, bunda sorumluluğu olmayan tüm ülke halkı, yoksullaşarak ödedi.”
Bu satırları okuyup da itiraz eden var mı?
Türkiye, 14 Mayıs’ta tarihi bir seçime gitmeye hazırlanırken yukarıdaki satırlara muhalif kesimden de iktidar seçmeninden de itiraz edecek kimse olduğunu düşünmüyorum. Ancak mesele şu ki bu tablo tam 22 yıl öncesine ait. 19 Şubat 2001’de patlak veren ekonomik kriz sonrası ortaya çıkan bu tablo, o tarihte siyaset sahnesindeki aktörlerin ve ana akım medyanın görmezden geldiği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyken hüküm giyen Tayyip Erdoğan’ı, siyasi yasağına rağmen sessiz sedasız iktidara taşıdı.
Seçmen güvensizlik ve istikrarsızlığa verdiği oylarla “dur” dedi.
Siirt’te yaptığı konuşma sonrası 1999 yılında hüküm giyip 4 ay 10 gün kaldığı Pınarhisar Cezaevi’nden çıktıktan sonra hızla parti kurma çalışmalarına başladı. Bunu yaparken de ülkeyi karış karış gezdi. 2000’li yıllara gelindiğinde ülkenin neresine giderse gitsin kalabalıkların yoğun ilgisiyle karşılanıyordu. Kriz patlak verdiğinde de Erdoğan gittiği her yerde coşkulu kalabalıklar tarafından “İstanbul’u kurtardı, bizi de kurtaracak” diyerek kucaklandı.
Umudunu yitiren kim varsa Erdoğan’a bel bağlamıştı.
Yine o tarihte ana akım medya Erdoğan’ın ne mitinglerine yer veriyordu ne de gittiği yerlerde yaptığı konuşmalara.
Hatta o günlerde Erdoğan’ı adım adım takip eden bir gazeteci olarak CNN Türk’te çalışırken Alucra Yaylası’nda gördüğüm kalabalık karşısında şaşırmış, editörleri arayıp, “Burada farklı bir şey oluyor, binlerce insan Erdoğan’ın yolunu kesiyor” demiştim. Aldığım cevap esprili bir dille olsa da “Uzun yıllar Erdoğan’ı izledin ve artık etkisinde kalmaya başladın. Biraz da başka partileri izlemelisin” olmuştu.
22 yıl sonra bugün tarih tekerrür ediyor
Türkiye, 22 yıl sonra aynı eşikten geçiyor. Ağır ekonomik krizin bedelini ödeyenler yine maaşlara birbiri ardına yapılan zamlara rağmen günden güne yoksullaşıyor. Siyasetin gündemini soğan, et, süt fiyatları belirliyor. Ve yıllar sonra bu kez “Bay Kemal” gittiği her yerde coşkulu kalabalıklar tarafından karşılanıyor. Van’da otobüsün önünü kesen, kente girişinde yol boyu ona eşlik eden kalabalık sadece görenleri değil Kılıçdaroğlu’nun kendisini bile şaşırtıyor.
Üstelik ilginin odağındaki tek isim Kılıçdaroğlu da değil. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da gittiği her şehirde aynı ilgiyle karşılanıyor. Hatta 2002 öncesinde MHP’nin, sonrasında da AKP’nin kalelerinden biri olarak görülen Erzurum’da bile taşlı saldırı düzenlenmesine rağmen meydanda hatırı sayılır bir kalabalık toplanıyor. Saldırı sonrası Erzurumlular İmamoğlu’na sahip çıkıyor.
İmamoğlu’nun gittiği hemen her ilde çok yoğun bir ilgiyle karşılandığı da ayrı bir gerçek. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın mesafeli ve durağan konuşması sırasında bile alanlardaki coşku dinmiyor, İYİ Parti lideri Meral Akşener özellikle sağ seçmenin kalesi gibi görülen illerde geniş kalabalıklar tarafından karşılanıyor. Dahası Millet İttifakı bileşenleri aynı anda birden çok ilde seçmenle buluşuyor. Her biri bir günde en az iki kentte miting düzenliyor.
Muhalefet 22 yıl önce de ekranda yoktu şimdi de yok
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Ancak 2002 seçimleri öncesinde Erdoğan’ın başına gelen bu kez onların başına geliyor. Ana akım medya o mitingleri de coşkuyu da görmezden geliyor. Bazı kanallar ekranda Kılıçdaroğlu’nun konuşmasına “bizi görmedi” denilmesinin önüne geçecek kadar yer verse de, ittifakın miting meydanlarında belirgin bir şekilde ele geçirdiği üstünlüğü ekranlarda ya da gazete manşetlerinde görmek çok mümkün değil. Bu tablo da tıpkı ekonomik krizde olduğu gibi baştan sona 2002 yılında Erdoğan’ı iktidara taşıyan tablo ile birebir örtüşüyor.
Cumhur İttifakı’na gelince… İttifakın yegane temsilcisi Erdoğan. Bakanlar da sahada olsa da onları daha çok esnaf ziyareti yaparken görmek mümkün. Ve Erdoğan da arada miting düzenliyor olsa da ağırlıklı olarak miting meydanına çevirdiği açılışlar, temel atma törenleri ve teslim törenlerinde konuşuyor; o konuştuğunda ekranlar aynı anda canlı yayın yapmaya başlıyor, bir anlamda en büyük mitingleri televizyon ekranlarından yapıyor… Her konuşmaya damgasını vuran muhalefeti hedefe koyan söylemler oluyor.
14 Mayıs seçimine giderken ekranlarda konuşan 10 kişinin sesi, -ekranda kendisine yer bulamadığı için- suskun görünen 10 binlerce kişiden daha gür çıkıyor gibi görünse de, meydanlara bakıldığında suskun olmadıkları çok açık. Ama o meydanlarda öfkenin yerini belirgin bir şekilde sükûnet, nefret ve öfkenin yerini umut alıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinin iptal edilmesi üzerine iki kez kazanılmasıyla başka bir zemine evrilen “Seçimi alamayız, alsak da vermezler” anlayışı yerini seçimin kazanılacağına duyulan güçlü bir inanca bırakıyor.
Toplumsal fay hattı
Millet İttifakı’nın İstanbul-Maltepe’de, Cumhur İttifakı’nın Atatürk Havalimanı’nda düzenlediği dev mitingler iki tarafın da sesini var gücüyle duyurmaya çalıştığı birer sembol olarak kabul edilecek olursa, iki meydanın da birbirine sağır olduğunu söylemek çok da abartılı olmaz.. İki meydan arasında derin bir toplumsal fay hattı var. O hatta da 22 yıldır biriken bir enerji…
Soru ise şu: 14 Mayıs’ta yapılacak seçimde açığa çıkacak olan enerji kaç büyüklüğünde bir siyasi depreme yol açacak, siyasi yıkımın boyutu ne olacak?