Değişim tartışmaları sürerken, CHP’li önemli birçok ismin katıldığı kapalı bir zoom toplantısı kaydı, sosyal medyaya sızdı veya sızdırıldı. Ekrem İmamoğlu’nun yönettiği toplantının en dikkat çeken tarafı, yakın zamana kadar Kılıçdaroğlu ile çok yakın olan ve CHP’nin yönetiminde etkili isimlerin de toplantıda boy göstermesiydi. Ancak yapılan haberlerde, toplantının etiketi kolay bir ezberden geldi ve hemen yapıştırıldı: “Değişim toplantısı”. Sızmanın CHP Genel Merkezi ve Kemal Kılıçdaroğlu tarafından “ihanet” olarak tanımlanacağı beklentisi ise aslında pek karşılık bulmadı. Dün yapılan Kılıçdaroğlu-İmamoğlu görüşmesi ve bugün yapılan Parti Meclisi toplantısının hemen öncesinde gündeme düşen olay, “hadise çıkma” ihtimalini yükseltmiş görünüyordu ama en azından tartışmalar fazla gürültülü olmadı veya uzamadı. Kimse bunu istemedi galiba.
Bazı cılız açıklamalar ve rahatsızlık imâlarından ileri giden bir reaksiyon görülmedi, sızıntı gündemden çabuk düştü. İmamoğlu da, benzeri pek çok toplantı yaptıklarını söyleyerek, durumun gayet normal olduğunu söyledi. Fakat sert tepkiler, gürültülü atışmalar olmamasına rağmen, “değişim toplantısı” şeklindeki aceleci etiket, toplantının içeriği ve katılımcılarıyla ilgili “garipliğin” konuşulmasını geciktirecek bir etki yaratmaya yetti. Birkaç haftadır tartışmaya çalıştığım “değişim” meselesindeki belirsizlik, yerli yerinde duruyor hatta daha da artmış görünüyor. “Buradaki değişim nedir ve ‘değişim enerjisi’ kimleri içeriyor?” Bu pencereden bakınca; taraf değiştirmeler dışında yeni bir şey öğrenmediğimiz toplantıyı tanımlayan asıl başlık; “değişimi durdurmak için acele değiştirelim” olabilir belki. Çünkü değişimin gerekli olduğu her şeyin doğrudan sorumlusu veya en azından parçası olanlar, toplantıdaki belirleyici çoğunluk.
CHP ve hatta Kılıçdaroğlu’nun uzun süredir yürüttüğü siyasi rotada pay sahibi olanların, “belirleyici” çoğunluk gibi görünmesi, sayısal bir mesele değil aslında. Belki bu sızmanın da gerekçelerinden biri olan, güç değişimiyle daha ilgili. Yıllardır değişmemeyi beceren, değişimin önünde direnenler, şimdi taraf değiştirmiş olarak yeniden pozisyon alıyorlar. Değişmeyip, değişmemek için yer değiştirmişler. Bu haliyle, en yakınındakileri kaybetmiş Kılıçdaroğlu portresine, bu isimleri karşısına sıralamış bir İmamoğlu resmi konuluyor. Belki bu yüzden, İmamoğlu için hiç de rahatsız olunmayacak hatta hem statü hem güç toparlanması anlamında memnun kalınacak bir tablo söz konusu. Fakat meselenin rahatsız edici hale gelebilecek tarafı, beklenen “değişim” fikrinin, vitriniyle uyumsuzluktan doğan sorular nedeniyle yön değiştirmesi. Eğer yine “kazanacak aday” olmak yeterli sayılacaksa, o kadar da önemli değildir belki.
Haksızlık etmeyelim, sızma haberinin aceleci yorumları sonrasında, -bu toplantı vesilesiyle- “değişim” ve “değişimi yapacak takım” konusunda bazı sorular tamamen gündemden düşmedi hatta daha fazla sorulmaya başlandı. Bu yüzden mi bilinmez ama İmamoğlu, yakında değişimle ilgili bir manifesto açıklayacağını söyledi. Daha önce başlatılan “dijital focus grup” sitesi ve uzunca bir süredir çeşitli başlıklarda çalıştırılan ekiplerin ve araştırma gruplarının hazırlıkları biliniyor. Ancak iyi hazırlanmış, epey ayrıntılı metinlerin, program önerilerinin, kendiliğinden çok etki yaratmadığını en çarpıcı biçimde Altılı Masa dokümanlarının işlevinde gördük. Politik pozisyonlar, özellikle de değişim iddiasının liderliği, muhayyel “toplumsal karşılık” vehminden ve en genel ortalamanın, en az itirazla makul bulacağı çerçeveden fazlasını bekliyor.
CHP elitlerinin kapalı zoom toplantısının sızmasına ilişkin tartışmalar, eş zamanlı -ve belki bunun da etkisiyle- iki gelişmenin sonrasında biraz geride kaldı. Ümit Özdağ tarafından ifşa edilen “gizli protokol” ve bu protokole bağlı mevki vaatleri ve Kılıçdaroğlu’nun her konuştuğunda öfke dalgalarına yol açan açıklamaları. Özdağ, Kılıçdaroğlu’nun “iki kişinin namusuna emanet” edildiğini söylediği protokolde, İçişleri Bakanlığı’nın ve MİT Müsteşarlığı’nın kendilerine verileceğini söyledi. Önce -sonradan anladığımıza göre zaten bilgi sahibi olmayan- bazı CHP yetkilileri iddiayı yalanladı ama sonra Kılıçdaroğlu, gizli protokolün varlığını kabul etti. Panik içinde, açık olan kısmı bile sorunlu bir protokol imzalanması yetmemiş, bir de kimsenin haberi olmayan gizli protokol yapılmış, mevkiler dağıtılmış. Diklenmeyi hak edip etmedikleri tartışmalı başka parti sözcülerinin, “İyi ki kaybetmişiz” sınırına taşıdığı tepkiler gecikmedi elbette.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Üzerine söylenecek fazla söz yok. Neredeyse seriye bağlanmış hatalar zinciri ve bunun her aşamasının dar-kapalı bir çevrede ve tamamen keyfi olarak yaşanması, izaha alan bırakmayacak kadar vahim. Zaten olup biteni -daha önce de karşısında yer aldığını söyleyenler de dahil- izah etmeye niyet eden kimse de ortada yok. Ümit Özdağ, partisine oy vermiş her seçmenle özel protokol imzalamış olsa bile, sonuca etkisi tartışmalı bir hamlenin “kişilerin namusuna” emanet edilmiş olması ise ayrı bir garabet. Bu vesileyle, ilkelerden her bahsedildiğinde “ahlak sinyalleme” etiketini kullananların şimdi tartışmayı tamamen ahlaki zaaflar üzerine kuruyor olması da dikkate değer. Siyasilerin ahlaki vasıfları -herkesin olduğu gibi- elbette önemlidir. Ancak siyasi ilkeler (tercihler), kişilerin namusuna emanet konular değil. Bir başka söyleyişle, bir siyasetçi veya genel olarak siyasetçiler hakkında hakaretamiz sıfatlar kullanmak, rahatlatıcı olabilir ama aslında siyasi problemi saklayan bir örtü. Enflasyonun sebebi ahlaksızlar olmadığı gibi, kötü siyasetin nedeni de sadece “liyakat” değil.
Gelelim Kılıçdaroğlu’nun seçimden sonra her ortaya çıkışında, her sosyal medya paylaşımında, her röportajında, saç yolduran performansına: Geçen hafta Sözcü’deki söyleşiye değinmiştim, bu hafta ona rahmet okutan bir HaberTürk yayını oldu. Panik, gerçeklik yitimi ve galiba ağır bir yalnızlık hissi, siyasi zaafın iyice başıboş kalmasıyla sonuçlanıyor. (“Ama sen onun adaylığını desteklemiştin” demeye hazırlanan yorum sahiplerini yormayayım. Evet biraz daha önceden alıp kronolojiyi şöyle sıralayayım: Kılıçdaroğlu’nun seçimden önce geliştirdiği siyasi stratejiyi ve bunu dayandırdığı “karşıdan oy kapmak” önceliğini doğru bulmadım. Sonunda kendisi de bunun kurbanı oldu. Bu stratejinin uzantısı olarak; siyaseti, seçime indirgeyen, daraltan ve adeta erteleyen tutumu hep eleştirdim. Seçim sırasında ise Kılıçdaroğlu’nun -kendi fıtratına uygun olsun olmasın- çizdiği tavır farkı, söyledikleri ve ona yapıştırılan etiketler açısından, Erdoğan’ın gerçek yenilgisi için daha uygun aday olduğunu düşündüm. Yani neredeyse aynı gerekçelerle, önce yaptıklarını yanlış, sonra söylediklerini doğru buldum. Seçimden sonra ise hem yaptıkları hem söyledikleri yanlış. Üç aşamada da, düşüncelerimin onun vasıflarıyla bir ilgisi ve aramızda bir protokol yok.)