Seçimden sonra, siyasete ilgisizliğinin yanına, gündem başlıklarının ve heyecan uyandıracağı varsayılan hamlelerin sıkıcılığı eklendi. Hayal kırıklığı ve öfke yaratan tavırlara ek olarak, umut tazeleme iddiasındakiler de enerji emen bir tekrarın içine girdi, gündemi de kendilerine doğru çekiyorlar. Kullanılan kavramların epey bayat, “yenilik” iddiasında olanların da içeriklerinin boşluğu, bıktırıcılıkta önemli etken. Bir süredir -ağırlıklı CHP civarında- çok kullanılan “değişim” meselesi hakkında birkaç haftadır yazıyorum. Bazıları yeniden ısıtılan, bazıları da hararetle tedavüle sürülen başka kavramlar ve iddiaları da bu pakete eklemek gerek. Bunların çoğunun birbirleriyle yakın ilgisi veya ortak tarlanın mahsulü olma gibi ortak yönleri var. Mesela on yıllardır hiç tükenmeyen “merkez sağ” toparlanması hikayesi bunlardan biri. “Siyaset niye yapılır” ve “organik siyasetçi” meselesi de bir diğeri.
Yakın zamana kadar, ilkelerden, tercihlerden veya sahici değişimden bahsedilmesini, -küçümseme sıfatı olarak düşündükleri- romantiklikle etiketleyen, “ahlak sinyalleme” suçlamasını uluorta kullanan, rasyonelliği tekellerinde sananlar, şimdilerde her durumu ahlaki gerekçelerle açıklama gayretinde. Bütün mesele, ahlaki zaaflarına esir düşmüş bir takım aktörlerin marifetiymiş, onlar değişmeden bir şey olmaz, onlar gidince her şey düzelirmiş. Gelmelerinin veya dönüşmelerinin sebeplerine, gitmemelerinin nedenlerine kafa yormadan üstelik. Hemen karşısına, -kerameti henüz ölçülmemiş- mucize “organik siyasetçiler” yerleştirilince mesela kapanıyor nasılsa. “Seçmenle doğrudan temas kurabilen” , kazanmak için yaratılmış ve fıtraten siyasetçiler hepimize yeter. Bir de “müstakil siyaset” meselesi ile davetlerle ve reddiyeler eşliğinde yeniden hareketlenen ittifak siyaseti gündemi eklendi şimdi.
Merkez sağ meselesine çok yararlı bir yazıyı önererek gireyim. Tanıl Bora’nın Merkez Sağ hayaleti yazısı, Thomas Biebricher’in “Orta Sağ” kitabından yaptığı çarpıcı alıntılarla; senelerdir çare diye anlatılan merkez sağ hikayesinin, aslında “Türkiye’ye mahsus değil, beynelmilel” bir kriz olduğunu anlatıyor: “Merkez sağ, liberal-muhafazakâr siyaset hattı, ancak yeniden inşası halinde varolabilir. ‘Merkez sağdaki boşluk’ kalıbı, biraz obruğu çağrıştırıyor insana; obruk, yani birden beliriveren, ‘doğal’ bir boşluk. Emin Alper’in Kurak Günler’ine selamla, yeraltı sularının çekilmesiyle oluşan, tehlikeli çukurlardır, obruklar. Merkez sağda doldurulmayı bekleyen ‘doğal’ bir boşluk yok, obrukların çöküntüsü var olsa olsa.” Siyasetin eksiği sayılan bu boşluk, kendi yarattığı hiçlik çaresizliğine harici suçlu arıyor.
Senelerdir siyasi tıkanmanın sonunu getirecek hadise olarak, merkez sağın toparlanmasından bahsedildi. Daha eskisi de var -neredeyse otuz yıllık mevzu- ama AKP iktidarının tamamında bunu dinledik. Bu misyona kendini öneren lider ve parti sayısı da öyle böyle değil. Yenileri yolda. Hikayedeki yeniden toparlanacak merkez sağ seçmen, bir tür kayıp kabile gibi bir şey. Çobanını kaybetmiş sürü gibi bir yerlerde bekleşiyorlar sanki. “Yabancı” (alerjik” biriyle yanına gidildiği için ürküp kaçmışlar. Oysa Tanıl’ın “obruk” benzetmesindeki gibi, merkez sağ (hatta merkez) boşluğu, aslında -kelimenin ilk anlamıyla- bildiğiniz bomboş. Orda bekleşen kimse yok ve üstelik bekleyip gelen olmayınca veya tedirgin olup gitmediler, bir şey bulamadıkları için çok uzun süre önce orayı boşalttılar. Aksi hiçbir işaret vermemesine rağmen bu hikaye, hala canlı tutuluyor, alıcı da buluyor. Hatta ana muhalefet partisi, bu muhayyel toparlanmaya ortak edilecek kıvama getirilmeye uğraşılıyor.
Sınıftan söz etmeyi veya sağdan ya da soldan bahsetmeyi, küflenmiş düşüncelerin mahsulü veya “ideolojik takıntı” sayan zevat, kendi tezleri için lazım olduğunda aynı kavramlara sarılmakta beis görmüyorlar: Mesela, her şeyin merkezi ve en önemli sınıf olan “orta sınıf”. Ya da sağcıların sola barajlarını anlatmak için müracaat ettikleri, memleketin hakikati sosyoloji. Bir de bu “sosyolojinin” “makul” kesiminin, makul kalmak için “cesaretlendirilmesi” gereğinden veya eksiğinden bahsediliyor. Makul ve ılımlı olanlar veya olabilecekler, kendilikleri cesaret göstermek zorunda değilmiş, sürekli alkış ve takdir ile teşvik edilmelilermiş. Kendilerini bir imkan olarak ileri sürenler, bu imkanın kanıtlarını ortaya koymak yerine, bu imkana karşılıksız iman talep ediyor.
Bir siyasetçi, çok iddialı olduğunu düşündüğü şöyle bir cümle kuruyor ve alkış bekliyor: “Eğer milletin tercihinden bir siyasetçi şikayet edip onu sorguluyorsa, derhal emekli olup evine gitmelidir.” Oysa seçmenin yanlış tercihleri veya seçeneksizlikleri üzerine düşünmek ve bunu sorgulamak, değiştirmeyi istemek, emeklilik sebebi değil siyasete girme mecburiyetini tarif ediyor. Gelelim, merkez sağ ve organik güçlü lider meseleleriyle doğrudan bağlı, “orta sınıf” konusuna. Yine Tanıl’ın yazısına müracaat edelim: “Neoliberalizmin sosyal refah devletini dağıtan, deregülasyona uğratan siyasetine ister yarı gönüllü ister can-ı gönülden uyarlandıkça, kendi mezarını da kazdı. Merkez sağın çöküşü, sadece Biebricher’in değil umum siyaset biliminin nazarında, (aslında olmayan) orta sınıfın erimesine koşuttur.” Yani imal ettiği gibi imha da ettiği tabanını veya üzerindeyken kesmiş olduğu dalı arayan bir hayalet.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Biebricher’in daha önceki Neoliberalizmin Siyasal Teorisi kitabında ortaya koyduğu çerçeve, bugün yaşanan krizi ve çıkış diye önerilenlerinin bizzat krizin kendisi olduğunu işaret ediyor. Ekonomik örgütlenmeyi ve tercih setlerini, teknokratik ve hegemonik cendereye sokan neoliberalizm, siyaset mimarisine de aynı zorlayıcı müdahalede bulundu. Bu zorlama karşısında sendikalardan partilere kadar bütün siyasal örgütlenme alanları, organik ilişki ağları, temas kanalları, kurumsal-kavramsal müktesebat aşınmaya maruz kaldı. “Parti yapısının değişmesi ile kişiselleşme etmenleri, doğrudan iç içe geçiyor. Partilerin had safhada lider-merkezli hale gelmesi, kadroların, delegelerin, parti ortamının, bütünüyle aracı kademelerin önemsizleşmesi, demokratik teamüllerle beraber ‘ılımlandırma’ mekanizmalarının da altını oydu.”
Siyaset sentetikleşti, toplumsal dinamiklerle bağını kaybetti, bir süre sonra toplumsal dinamikler de kendi örgütlenme kabiliyetlerini yitirdi. Siyaset esnafı bu global siyasi krizle ortaya çıkmadı elbette ama bu zeminde başka bir şeye dönüştü, serpildi, itibar verip daha fazla iktidar aldı. İş bu olunca, bu işe uygun profesyoneller yükseldi, siyaseti ele geçirdi. Bütün hayatiyet kaynaklarını birer birer tüketen siyaset, tanımını bozduğu işi sentetikleştirdikçe, işi iyi yapacak olan “organik” liderler aramaya başladı. (Akıl almaz yöntemlerle doğayı talan ettikten sonra, organik pazarlarla sağlık ticaretine giren ve oradan kar arayan sistem gibi) En iyi satış yapabileceğine inanılan esnaf, “toplumla doğrudan bağı olan organik lider” oluveriyor. İş buysa bunu yapacak insanı bulmak yerine, işi değiştirmek üzerine düşünmek çok mu lüzumsuz? Çünkü iş bu olmaya devam ettiği sürece, bulunan bütün organik yetenekler kendi sınırlarını çizecek.