Haftalardır süren dedikodular, kulisler, itham ve iddiaların sonuna gelindi ve CHP Kurultayı’nın Genel Başkan denklemi çözüldü. Neredeyse ilk turda seçimi kazanabilecek kadar oy toplayan Özgür Özel, “değişim” talebinin ve kazanma ihtimalinin açıkça görünmesinin ardından, 274 oy farkla Genel Başkan seçildi. Elbette başa baş ve nefes nefese süren bu mücadelenin salon dışına taşan bir heyecan yaratamadığı, yeterince ilgi uyandırmadığı söylenebilir. Kurultayla sınırlı olmayan daha köklü ve hayli eski bir bozulmanın gölgesi hala çok koyu. Seçimden sonra özellikle muhalefet kamuoyunun siyasete ilgisizleştiği, umutsuzluk ve bıkkınlığın arttığı gözleniyor ve bu hadisenin her şeyi “değiştirmesi” kolay değil. Ancak bahsedilen ilgisizliğin mağduru olan dar siyaset, zaten ilgiyi bu kadar hak edecek bir sahne haline gelmemeliydi. Aynı şeyi yapmak için birbirleriyle itişen siyasi aktörlerin kötü performansları, sürekli tazelenen “kritik eşik” kampanyalarıyla hep ekstra izleyici toparlayarak idare etti. Seçimden sonra iyice daralmış siyasi ilgi, “CHP’de olacaklar” parantezinde fazla şahsileştirilerek tatsızlaşmıştı. Kurultay salonuna bu hava hakim görünüyordu. Eğer Kılıçdaroğlu tekrar kazansaydı, kronik bir hal alması da kaçınılmazdı. Şimdi başka türlü konuşmayı ve gündemi genişletmeyi önermenin karşısına, “küsme” bahanesinin çıkartılması biraz daha zor. Kurultay sonucunu “değişim oldu işte” denecek bir final tablosu olarak okumak yerine, dar siyasetten uzaklaşmanın, içerik tazelemesinin ve tartışmayı genişletmenin başlangıcı yapmak için fırsat saymak önemli.
Kısaca Kurultay’ın ilk raunt seyrine bakınca, Kılıçdaroğlu’nun seçimden bu yana sürdürdüğü yanlışlar zincirinin devam ettiğini gördük. Son derece yadırgatıcı açılış konuşması, kişiselleşen ve içerikten uzaklaşan atmosferi tırmandırdı. Bunun mevcut statüko lehine olması arzu edildi ama tam tersi gerçekleşti. Seçimden bu yana, Meral Akşener başta olmak üzere, neredeyse bütün siyasi aktörlerin kendi durumlarını izah ve suçlu tespiti çabalarına geç ama yüksek bir giriş yapan Kılıçdaroğlu, istediği etkiyi yaratamadı. Kılıçdaroğlu’nun ittifak ortaklarını ve partideki bazı isimleri sırtından hançerlemekle suçlaması, ikinci konuşmasında da ısrarı sürdürmesi, vefa takviyesi yerine, “kişisel direnç” görüntüsünü pekiştirdi. İkinci tur öncesi gündeme gelen “çekilme” hamlesini yapmakta tereddüt göstermesi ise hem kendi siyasi hikayesi hem CHP’de sonradan gündeme gelecek tartışmalar açısından olumsuzdu. Kılıçdaroğlu’nun, hançer çıkışının gölgesinde kalan konuşmasında, neyin ve nasıl başarıldığı konusundaki görüşleri daha sıkıntılıydı aslında. CHP’nin ve sistemi sorun etmekte ayak direyen bütün muhalefetin en önemli sorunlarından birini, Kılıçdaroğlu “değişim” ve başarı olarak algılıyordu. Başardığını sandığı şey de, başarmasının gerekçesi sandığı şey de isabetsizdi. (Seçimden sonraki performansıyla uyumlu) Özgür Özel ise konuşmasının ağırlığını iç meselelere fazla yığmış ve kişiselleştirmeden kaçınamamış olmakla birlikte, konuşmasına siyasete ve sokağa açık imalar ekleyebildi.
Haftalardır -tıpkı seçmen gruplarına yapıldığı gibi- sadece aritmetik bir değişken muamelesi gören delegelerle ilgili çok spekülasyon yapıldı. Delegelerin birkaç kişi tarafından yönlendirildiği söylendi, pazarlık, baskı ve manipülasyon hatta usulsüzlük girişimleri iddiaları ortaya atıldı. (İki oylama arasındaki sayısal değişim, bu iddiaların tamamen yersiz olmadığını gösteriyor) Ancak -yine tıpkı seçmen gibi- delegelerin kendi iradeleri olduğunu düşünmenin mümkün olduğu da herhalde görülmüştür. Değişim taraftarlarının bir kısmının dahi Kılıçdaroğlu’nun seçilme ihtimalini yüksek görmesini sağlayan genel kanı, ilk tur mesajıyla geçersizleşti. “Kazanma” ihtimali göründüğünde ise “değişim” seçeneğine yanaşmak için serbest kalan delege, sonucu belirledi. Şimdi bu sonucun üreteceği tartışmaların yine dar siyasetin çukurlarına yuvarlanması, gündemin bu başlıklarla tırmanması ihtimali hiç küçük değil. Özellikle Kılıçdaroğlu’nun hançer çıkışı, her iki tarafça tekraren dolaşıma sokulabilir. Özgür Özel’i seçmiş ve “değişimcilerin” takdirini almış delegeler, yenilenlerce vefasızlıkla veya başka partilerin dizayn aparatı olmakla suçlanabilir. Kılıçdaroğlu’nun kazandığı durumda aynı delegeler, iradesiz, baskıya boyun eğen veya satın alınan insanlar olarak etiketlenecekti. Bu yüzden ne seçmenleri ne de delegeleri, peşin olarak dar siyasete rehin vermek yanlış. Elbette siyasetin asıl öznesi olması gereken insanların da, dar siyasetin yalan ve yavan sahnesine seyirci olmakta ısrar etmekten vazgeçmesi gerek.
Kırk yıl önce dünya sisteminin (çarkların) toparlanması, krizini atlatması için yürürlüğe konulmuş iktisadi planın siyasi mimarisi, siyasetsizleştirme veya siyasetin içerik kaybını sistemli bir faaliyete dönüştürdü. AKP iktidarının, -dünyadaki yeni trendle uyumlu- kutuplaştırma ve popülist otoriterlik stratejisi ise bunu daha da derinleştirdi. Yani mesele, bir dünya meselesiydi ama bizim memleket meselemiz haline gelmesi de çok kolay oldu. Ancak asıl büyük sorun, bu işleyişin karşısında yer alabilecek kesimlerin -ve özellikle onları temsil iddiasındaki kurumsal aktörlerin- baş etme -veya uyumlanma- sürecinde ortaya çıktı. Tarihin sonunun geldiği, başkaldırı ve sınıflara veda edildiği, sağ-sol’un anlamsız hale geldiği tartışılmaz hakikatler olarak sunuluyordu. Siyasetin halkın elinden çıkıp teknik bir faaliyete indirgenmesi, muhalefet “aklını” değiştirmişti. Tony Blair’in “Üçüncü Yol”undan, bugün hala revaçtaki “geniş ittifak” teorilerine kadar, çeşit çeşit değişim formülleri icat edildi. Gelen dalga öylesine güçlüydü ki, sel suyunun üstünde kalan her kütük, her içi boş fıçı, sihirli kurtarıcı gibi görüldü. Hala aynı sel suyunda sürükleniyoruz ve doğru hedefe ulaştıracağını vaat edenler veya uygun sandalı (salı) bulduğunu iddia edenler var. (Kılıçdaroğlu’nun kaptan liman metaforu bugün itibarıyla gündemden çıktı) “Yoga eğitmeni önerisi” olarak sayılmayacaksa, sürüklenenlerin üzerine binerek suyun üstünde kalmaya çalışmak yerine yüzmek de bir kurtulma yöntemi olabilir.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Muhalefetin ama aslında bütün toplumun politik enerjisini emen, örgütlenme ve dayanışma zeminini imha eden akıl yürütme biçimi her alanda galebe çaldı. Kültür dünyasından akademiye, siyasi partilerden sendikalara kadar. Mücadele etmek yerine, rakibine benzemenin reçetelerini arayan, kazanmanın anahtarını kazanmış olandan -parça kopartarak- temin etmeye çalışan akıl da muhalefete hakim oldu. Dünya performans sahnesine dönüşürken, muhalefetin itiraz vasfı güdükleşip sadece kazanma alternatifi haline gelmesi sağlandı. Kılıçdaroğlu’nun Kurultay’da “asıl değişimi biz yaptık” demesine yol açan, işte bu akıldı. “Sağ ve sol bitti artık anlamsız ve eski yüzyılların kavramları “ diyerek sağdan transfer ve ortak arayışının en acayip pratikleri buradan çıktı. “Sağa kayma” olmadığını söyleyen Kılıçdaroğlu, sağdan yaptığı kaydırmaların “değişim” olduğu iddiasında. Yanlış sağcıyla/sağcılıkla ve sorunlu yöntemlerle ittifak yaptığı için Kılıçdaroğlu’nu eleştirenler açısından da tablo farklı değil. Sağ tarafından bir kültürel kimlik olarak tarif edilen “milletle uzak sol” etiketini kompleksli bir deli gömleği gibi giyenler ile “gömlek çıkartmanın” çare olacağına inananlar, üç aşağı beş yukarı aynı avluya sadece başka pencerelerden bakıyorlar. Şimdi ilgisini kaybetmişleri tekrar seyirci koltuklarını toplamak yerine, asıl oyunculara sahneyi açmak veya siyaseti ait olduğu alana taşımak için muhtevaya dönmek lazım. Bir şeyin değişip değişmediği, değişip değişmeyeceği o zaman anlaşılacak.