Gürkan Çakıroğlu yazdı | Şeyh Said meselesi: Dün ve bugün

Diyarbakır’da bir bulvara Şeyh Said isminin verilmesi kararı alındı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel meseleye insani yanı güçlü bir anlayışla yaklaştı. İYİ Parti Milletvekili Mehmet Salim Ensarioğlu da Şeyh Said’e sahip çıkan açıklamalar yaptı. Ensarioğlu’nun beyanları İYİ Parti tarafından disipline sevk edilmesine ve sosyal medyada linç edilmesine neden oldu.

Türk milliyetçileri olarak bulvarın adını ve Ensarioğlu’nun demeçlerini dert ettiğimiz kadar Diyarbakır’da ve hatta tüm bölgede aldığımız %1-2 oyu dert etsek keşke. Keşke, burası Türkiye ve biz de Türkler, hatta Türk milliyetçileri olarak çok partili seçim sistemine geçildiği tarihten bu yana bir kerecik bile olsa neden milletin teveccühüne mazhar olup da sandıktan birinci parti çıkamadık diye dertlensek. Korkum o ki bunlar için artık çok geç…

Şeyh Said isyanına dönecek olursak, isyanın kendisinden ziyade öncesi ve sonrasına bakmakta fayda var. İsyanın evveliyatında Albay Cibranlı Halit Bey ve 1. Meclis mebusu Yusuf Ziya Bey var. Halit Bey Birinci Dünya Savaşı’nda, Yusuf Ziya Bey ise İstiklal Harbi’nde memlekete hizmet etmiş şerefli şahsiyetler. Sonrasında ise merkezileşme ve halifeliğin kaldırılması gibi iki temel sebeple; yani yönetim şekline olan itirazları üzerinden isyana giden yolun taşları döşeniyor.

Tıpkı kendisinden önce gelen Mevlâna Halid, Ubeydullah Nehri gibi Nakşibendi olan ve isyana adı verilen Şeyh Said ise bölgede sözü muteber birisi olup herhangi bir aşirete de mensup değil. Aşiretler üstü bir konumu var. Bundan dolayı da aşiretler arası anlaşmazlıklarda kapısı çalınan birisi. Ayrıca Albay Cibranlı Halit’in kız kardeşi ile evli. Onu isyanın önderliğine belki biraz da bu akrabalık bağı götürdü. Tüm bu insanlar hain miydi? Hayır. Kabul ettiğini reddeden, verdiği söze aykırı davranana hain denir. 

İsyan, İslami ilkeleri benimsemekle birlikte milliyetçi duygulara da sahipti ve her şeyden önemlisi bölgede toplumsal karşılığı vardı. İsyanın bir diğer niteliği ise gerek isyan esnasında gerekse de sonrasında bölgede cirit atan İngiltere tarafından destek görmemesi. Zira tıpkı güçlü bir Türkiye gibi bağımsız bir Kürdistan’da İngiltere’nin çıkarlarına uygun değildi. 

İsyanın neticeleri ise; Takrir-i Sükûn, tekke ve zaviyeleri kapatan 677 sayılı kanun, İstiklal Mahkemeleri’nin yeniden kurulması, Şark Islahat Planı’nın devreye sokulması ve nihayetinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılarak muhalefetin topyekûn susturulması oldu. İzole edilen, anti-demokratik bir Cumhuriyet çıktı meydana. Cumhuriyet’in kurucu babalarının 1912-22 arasında yaşadıkları travmalar soğumaya fırsat bulamadan yeniden alevlendi.

Peki kim kazandı? Türkler mi? Hayır. Kürtler mi? Hayır. Peki Cumhuriyet mi kazandı? Hayır. Hepimiz kaybettik. Lozan’da karara bağlanamayan Musul-Kerkük sorunu Türkiye-İngiltere arasındaki görüşmelere bırakılmıştı. İsyandan sonra Cumhuriyet hepten içe kapandı. Kazanan İngiltere oldu. Hem Musul-Kerkük defteri kapandı hem de daha kundaktaki Cumhuriyet bambaşka bir iklime savruldu.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Günümüze gelecek olursak, kayyum uygulamaları ile halkın iradesini gasp eden AK Parti’ye bulvara Şeyh Said ismini verdiren akıl ile 1 yıl önce HÜDAPAR’ın önünü açan akıl aynı. Bilinçli bir politikanın ürünü bu süreç. İyi niyetli de değil. HÜDAPAR’ın kendisini ifade etme fırsatını bulması demokrasinin gereği olmakla birlikte iktidarın burada ki niyeti dini araçsallaştırarak bölgede hizipleşme yaratmak ve DEM Partisi’ni zayıflatmak. Bu tavır Türkiye’nin demokratikleşmesinin aleyhine bir durum.

Hakkı terörize etmek ne kadar kötü ise politize etmek de bir o kadar kötü. Anlamaya çalışmak lazım. Kim olursa olsun galipler tarafından ilan edilen resmi izahların bizleri gerçeğe, doğruya ve sağlıklı bir geleceğe ulaştırması maalesef pek mümkün değil. Mesuliyet almak lazım. Ezberletilen sloganların ötesine geçmek, milletin rızasını aramak, milletin huzur ve refahı, birlik ve beraberliği için yeni şeyler söylemek lazım. Bilmek değil hissetmek lazım.

Misal mecliste Kürtçe, Çerkezce veya Ermenice konuşulması Cumhuriyet’i küçültmez, bilakis büyültür. Cumhuriyet’in anlam ve önemini artırır, onu güçlendirir; dar olan çatısını genişletir. İnsanların kayıplarının gömülü olduğu yeri bilme, bir mezar taşı dikme ve yaslarını tutma haklarına riayet etmektir Türk’ün töresine uygun olan; aksi durum değil.

Ne demişler; kardeş kardeşi atmış da yar başında geri tutmuş. Türk ile Kürt’ü ayrı düşünmek hem Türk’e hem Kürt’e zulüm. Türk için Kürt, Kürt için de Türk öteki olamayacak kadar yakın ve bir. Velhasıl kelam hayalleri olmayan, hakikatten bihaber siyasilerin ve hain olmasa da gafil olan liderlerin boyunduruğundan çıkmamız lazım. Özümüze dönmemiz lazım.