Nuray Mert yazdı: “Normalleşme sürecini tehlikeye atanlar” kim? 

“Normalleşme” adı verilen süreci beğenmeyenler, farklı açılardan eleştirenler veya siyasi çıkarlarına uygun bulmayanlar olabilir. Ama sonuç itibarıyla olay, iktidar ile ana muhalefetin liderlerinin birbiri ile görüşmeye başlaması ve hakaretlerin, gerilimli söylemlerin yerini sıradan nezaket kurallarının almaya başlamasından ibaret. Fena mı? Ardında nasıl hesapların olduğu tartışılabilir, ama “daha yolun başındayız” diye biraz daha sakin olunamaz mı? Belli ki olunamıyor, bir yandan muhalefet adına ortaya ip atanlar var. Diğer yanda ise, muhalefete “fazla şımardınız” havasında çıkışmalar.

Öncelikle, iktidar partisi lideri, muhalefetle müzakere sürecini, bir lütuf olarak başlatmış değil. Tam tersine, bu süreç ana muhalefet partisinin, yerel seçim zaferini büyük bir olgunluk ve kapsayıcılık üslubu ile karşıladığı, Cumhurbaşkanı’nın da bu tavra olumlu karşılık vermesinin sonucu. Aslında, şımarmış olanlar, başta iktidar gazetecileri bugüne kadar tek parti yönetimine sırtını dayayanlar. Bunlardan biri, Özgür Özel’in bazı çıkışlarını “acemilik” olarak tanımlayıp, “Normalleşme sürecine zarar vereceği ‘uyarısında’ bulundum” diyor.  Gazeteci ve/veya siyaset yorumcusu destekler, eleştirir, beğenir, beğenmez, ama “uyarıda” bulunmaz. “Acemilik” tabirine gelince, özellikle yıllarca alın aklığı ile siyaset yapmış, sonra ana muhalefet partisi genel başkanı olmuş birine karşı kullanıldığında fazlasıyla üst perdeden bir üslubun yansımasından başka bir şey değil. Bu kadarı bile, demokratik siyaset anlayışı ve üslubundan ne denli uzağa düşmüş olduğumuzun göstergesi.

Yıllar önce akademik bir çalışma için, kırklı yıllarda tek partiden çok partili hayata geçiş sürecinde tek partinin yayın organlarından Ulus gazetesini taramış, muhalefete karşı kullanılan üstenci dile dikkat çekmiştim. Ama, inanın o dönem kullanılan dil bile, şimdiki ile kıyaslanacak üslupta değildi. En kötüsü, sözünü ettiğim gazeteci, pek çoklarına göre üstelik ‘ılımlı’ bir isim. Tam da bu nedenle, daha da yadırgatıcı ve tedirgin edici. İktidar ve çevresindekiler, “aleme nizam vermeye” o kadar alışmış ki, beğenmediklerini eleştirmiyor, “uyarıyor”. Normalleşme sürecine halel gelmesinden korkuyorlarsa işe kendilerinden başlasalar iyi olur, zira bu kafada gidilirse gerçekten de ne normalleşme adı verilen nezaket ve müzakere siyaseti bir adım daha öteye gidemez.

Muhalefet adına bu sürece karşı çıkanlara gelince, bir kez daha tekrar edeyim, iktidarın da muhalefetin de sonuna kadar eleştirilmesi yadırganacak bir şey olamaz. Ama ben de bu çerçevede, kendi görüşümü söyleyeyim. Türkiye’nin otoriter siyaset tablosundan çıkış imkanı açısından, CHP içinde taht kavgası felakete giden bir yol olur. Diğer taraftan, “iktidar partisinden öç alınmayacak mı?” diye kazan kaldıranların baskısı, sadece ve sadece muhalefeti zayıflatır. 

CHP dışı muhalefete gelince, Kürt siyasetinin öteden beri dönüp dolaşıp “bu işi Erdoğan çözer” noktasına geldiği ortada. Bu koşullar altında, ana muhalefetin müzakere siyasetini desteklemeleri beklenir. İYİ Parti’nin eski lideri Meral Akşener, Erdoğan ile mahiyetini açıklamaktan imtina ettiği bir görüşme yapmış olmasına karşın, onu lider belleyenlerin, CHP’yi AK Partiye karşı taviz vermekle itham etmesi ciddiye alınabilecek bir itiraz olamaz. Hal böyle iken, CHP’ye yakın diye bilinen medyada en çok sesi çıkanlar olmaya devam ediyorlar. Yok, muhalefet medyası da, iktidar medyası gibi sansürcülük yapsın demiyorum, ama zaten onların da kendi sansür sistemleri olmadığı söylenemez. Asıl önemlisi, demokratik alanda seçmenin itibar etmediği aktörleri baş tacı etmenin aslında demokratik siyaset anlayışı ile çok da bağdaşmaması. 

 Tabi ki, her şey seçim kazanmak veya çok oy almak değil, tüm görüşler ifade alanı bulabilmeli. Ancak, toplumsal karşılığı iyice daralmış aktörlerin, ‘Türkiye’ye nizam vermeye’ kalkması da oldukça yadırgatıcı. Ayrıca, seçim kazandıkları tek il merkezi olan Nevşehir’de bir meydana, yetmişli yıllarda yaşanan Bahçelievler katliamı zanlısı, karanlıklar prensi Abdullah Çatlı’nın ismini vermiş bir partiden söz ediyoruz. Türkiye’de demokratik siyaset açısından onlara ilişkin tek iyi haber, seçmen tabanlarının daralmış olması. 

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Bu arada, sadece İYİ Parti’den söz etmiyorum. Altılı masa döneminden itibaren kimi, neyi temsil ettiğini hala anlamadığım, belli ki kimse de anlamadığı için seçmen tabanı olmayan Demokrat Parti başta olmak üzere, sadece iktidar partisi ve liderine bağırıp çağırdıkları için, muhalefet aktörü sayılanların Türkiye’nin geleceği konusunda üst perdeden tiratlarına neden maruz kalıyoruz acaba? Siyasi tartışma alanında, Erdoğan’ın sevdiği bir ifade ile, “üç koyun güdemeyecek adamlar”ın esip gürlemesi alışıldık bir durum ama Türkiye’nin içinde olduğu darboğazda, münazara kahramanlarına tahammülümüz azaldı demek isterim. Madem normalleşme sürecine karşı baskı oluşturanlar var, benim gibi düşünenler varsa, biz de onlara karşı kamuoyu baskısı oluşturalım diyorum. 

Not: Her Kurban Bayramı, “kurban”ın, varoluşumuza dair trajediyi hatırlatma olarak idrak edilmesini umduğumu söylüyorum. Varlığımızı sürdürmek için, başka canlıları yiyen yaratıklarız, gözlerinin içine baksak et yiyemeyiz, yemesek çiçek de koparamayız, sebze de yiyemeyiz. Sadece, kendimize ve diğer canlılara bu ölçü ile bakarsak, hayata bakışımız farklı olur diye hatırlatmak istiyorum.