Abdullah Öcalan realitesini tanımak | Ruşen Çakır değerlendirdi

Abdullah Öcalan realitesini tanımak

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Meclis’in açılış töreninde DEM.Partililer ile el sıkışmasının ardından “yeni çözüm süreci” tartışmaları başladı. Gazeteci Amberin Zaman, Öcalan’ın Kandil’deki PKK liderleriyle görüşmesine izin verildiğini öne sürdü. Zaman ayrıca Öcalan’ın PKK liderlerine “silahları bırakmayı müzakere etmenin zamanı geldi” dediğini aktardı.

Türkiye’de yeniden alevlenen Kürt sorununda çözüm tartışmaları, dikkatleri önceki süreçte neler yapıldığına yeniden çevirdi. Önceki süreç için her ne kadar 2013-2015.arasındaki gelişmeler damga vursa da ilk adımları 2009’da başladı.

Bahçeli, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın tecrit koşullarının kaldırılması ve örgütün tamamen.lağvedildiğini açıklaması halinde, TBMM’de konuşabileceğini ve “Umut Hakkı” kapsamında yasal düzenlemelerden yararlanabileceğini söyledi.

Ruşen Çakır, Abdullah Öcalan realitesini tanımak başlıklı yayınında. Kürt sorununda çözüm tartışmalarını, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın bu süreçte rolünü değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Bir şeyler başladı sanki. Neyle başladı? Devlet Bahçeli’nin DEM Partililerin ellerini sıkmasıyla başladı. “Yeni bir süreç mi?” dendi, “Hayır” dendi, vs.. “Adını ne koyalım?” dendi. Ben şimdilik adını “Bahçeli’nin Öcalan açılımı” olarak koyuyorum. Belki DEM Parti ve Öcalan, ama DEM Parti’yi koyunca biraz zayıflatıyor. Devlet Bahçeli’nin Öcalan açılımı; en azından böyle bir açılım var. Çünkü ilk başta DEM Partililerin elini sıkmakla başladı. “Acaba ne oluyor? Geri adım atar herhalde” denirken, Bahçeli önceki grup toplantısında, yani bu salı değil, dün değil, 8 gün önceki konuşmasında, “teröristbaşı” diye tanımladığı Öcalan’a bir çağrı yaptı. Evet, şimdi bu çıkış bence çok önemli bir çıkıştı. Ama birçok konuştuğum arkadaşım ve meslektaşım, “Ya, Bahçeli arada sırada böyle şeyler yapar” falan dediler. Bence neden önemliydi? Çünkü “teröristbaşı” da dese, “örgütü dağıt” da dese, doğrudan Öcalan’ı muhâtap alan bir Devlet Bahçeli söz konusu. Benim gördüğüm, etkili bir şekilde ilk defa böyle bir çıkış oldu ve bunu Meclis kürsüsünde, canlı yayında yaptı. Herkes buna tanık oldu. Nitekim İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu –ki o da Bahçeli ile aynı yerlerde büyümüş etmiş, ülkücü hareketin içinden gelmiş, ikisi de birbirlerini çok iyi tanıyorlar– hemen “gaflet ve dalâlet” dedi. Olayın önemini ilk kavrayanlardan birisi bence oydu. Ama sanki biraz gürültüye gider gibi oldu — tâ ki dünkü grup toplantısına kadar. Dünkü grup toplantısı gerçekten târihî oldu. Bahçeli ne dedi? “Meclis’e gelsin, grup toplantısında konuşsun” dedi ve umut hakkından yararlanma ihtimâlinden bahsetti. Yani bu, Öcalan’ı bir şekilde salıvermeye kadar gidebilecek bir sürecin Devlet Bahçeli tarafından telaffuz edilmesi; ama tabiî ki en önemlisi, teröristbaşı da dese, Öcalan’a “Gel, Meclis’te konuş” demesi. Ne konuşacak? Tamam, PKK’yı dağıttığını söyleyecek. Hiç önemli değil. Sonuçta yıllarca Türkiye’de milliyetçiliğin ana merkezi olan Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu kadar güçlü bir lideri, adı da Devlet olan bir lideri kalktı, dün Meclis grubunda dedi ki: “Gelsin, burada konuşsun, anlatsın.” Bu gerçekten çok çok önemli bir olay, yani târihî bir olay ve zâten bu dünkü çıkıştan sonra işler iyice karıştı. Şöyle söyleyeyim: Ayarlar bozuldu. Herkes ne diyeceğini şaşırdı. Yani Bahçeli’den nefret edenler, ama Kürt sorununun çözümünü isteyenler ya da Bahçeli’den nefret edip Öcalan’a önem verenler falan… Bir de tabiî ki milliyetçiler, MHP’liler ve diğerleri… Olay iyice karıştı ve yine ilk davranan, aktif bir şekilde davranan İYİ Parti ve İYİ Parti lideri Müsavat Dervişoğlu oldu. Bugünkü grup toplantısında öncelikle sıralara şehitlerin resimlerini koydular ve sonra Müsavat Dervişoğlu, çok sert bir konuşmayla urgan attı. Evet, sonra ne oldu? Bir de bunun devâmı var. Sonra ne oldu? Devlet Bahçeli’nin o ipi odasına asmak için istettiği haberi çıktı. MHP’ye yakın gazeteciler bunu söylediler. Sonra Müsavat Dervişoğlu’nun açıklaması geldi: “O ipi değil de, urganı değil de, benim konuşmamı assın” dedi. Ama en son İYİ Parti’den yapılan açıklama aynen şöyleydi: “Genel Başkanımız Sayın Müsavat Dervişoğlu’nun bugünkü grup toplantısında kullandığı ip, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin isteği üzerine kendisine gönderilmiştir”. Şu anda o ip Bahçeli’de. Muhtemelen Bahçeli ilk fırsatta kapısını açtığında o ipi de birilerine gösterecek, bir yere asmış olacak. Şimdi bütün bunları görünce tabiî insanın aklına o resepsiyonda, Meclis’in açılış resepsiyonunda Bahçeli ile Özgür Özel arasındaki sohbet geliyor. “Ya, birbirimizi kırıyoruz ediyoruz, ama siyâset bu” diye bayağı samîmî bir şekilde konuşmaları. Müsavat Dervişoğlu’yla böyle olur mu bilmiyorum, ama ortada bir olay olduğu gerçek. O da şu: Bahçeli, Milliyetçi Hareket Partisi’nin lideri olarak kritik bir adım attı. Öcalan’ı, her ne kadar ona teröristbaşı dese de, muhâtap aldı. O ip meselesinin referansı da, biliyorsunuz, yıllar önce Bahçeli bir seçim konuşmasında Erzurum’da kürsüden Erdoğan’a atmıştı o ipi: “Siz asmadınız, bırakın biz asalım” diye. Yine kim söz konusuydu? Öcalan söz konusuydu. Tabiî ki Müsavat Dervişoğlu da buna referans yaptı.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Şimdi burada milliyetçiler parçalanır mı? MHP’yi terk eden olur mu? Buradan ne çıkar, bir şey çıkar mı? Bahçeli’nin konuşmasında söylediği ilginç bir husus var tabiî ki: İmralı ve DEM’i bir yana koyuyor, Edirne’yi, yani Selahattin Demirtaş’ı ve Kandil’i, yani PKK’yı diğer bir yana. Yani DEM Parti’yi Öcalan’la berâber iktidârın yanına çekip PKK’yı tasfiye etmek gibi ve bu işin içerisine Demirtaş’ı karıştırmamak gibi bir strateji belirlemiş. Bu ne derece gerçekçi? Bana çok gerçekçi gelmiyor. Birçok nedenle gelmiyor. Bir kere DEM Parti’nin böyle bir gücü yok. Öcalan’ın bir gücü var; ama Öcalan, Kandil’deki kurmay heyete rağmen, onlara zorla istemedikleri bir şeyi dayatabilecek bir durumda değil, dayatmak da istemez. Daha önceki deneyimlerden bunu gördük. Ama şu olur: Öcalan’ın tecrîdi kalkar ve DEM’e de bayağı bir önem atfedilirse, yeni bir süreçte, Meclis merkezli bir süreçte Öcalan’ın yönlendireceği bir şekilde Kürt hareketi silâhları bırakma noktasına belki zaman içerisinde gelir. Böyle bir ihtimal var. Yani sonuçta Bahçeli’nin söylediği gibi Kandil’i ve Selahattin Demirtaş’ı –ki Selahattin Demirtaş konusuna bilâhare geleceğim– bırakıp Öcalan ve DEM Parti ile bir şey yapma stratejisi bana çok yürüyebilir bir strateji gibi gelmiyor. Ama şunun özellikle altını çizmek istiyorum ve bu yayında da esas olarak bunu vurgulamak istiyorum — başlığa da bunun için “Öcalan realitesi” dedim, “Öcalan realitesini tanımak” dedim. Biliyorsunuz bu olay, “Kürt realitesini tanımak” diye başladı Türkiye’de, 80 sonları, 90 başlarında. Daha sonra Kürt realitesini tanıma konusunda merkez partileri birtakım adımlar attı; ama bu bir yerde tıkandı. Çünkü Kürt realitesi ile Kürt hareketi, Kürt siyâsî hareketi ve realitesi arasında çok büyük bir fark kalmamıştı. Çok iç içe geçmişlerdi. Yani PKK’yı, Abdullah Öcalan’ı yok sayarak Kürt sorununu çözmek, istense bile çözmek çok mümkün değildi. Nitekim yıllar sonra Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde bütün bunlar kabullenildi. Hem Öcalan hem Kandil’le, gerek Kandil’le gerek Öcalan’la ayrı ayrı görüşüldü. Daha sonra o dönemdeki siyâsî partinin yöneticileri, milletvekilleri aracılığıyla Kandil’le İmralı arasında Ankara’dan geçen bir hat oluşturuldu. Ve bu, o dönem ülkeyi yönetenlerin bütün bu realitenin tamâmını, Kürt sorununu ve Kürt hareketinin tüm ayaklarını; parti, İmralı ve Kandil ayaklarını tanıma realitesiydi. Ve o tarihte tabiî ki Devlet Bahçeli ve partisi net bir şekilde buna karşı çıktı. Onun ardından, o sürecin yıkılmasının ardından Türkiye’de çok şey değişti ve tekrar Kürt hareketini tanımak, Kürt sorununu, Kürt realitesini tanımak vs. konusunda, bu tür konularda çok ciddî geri adımlar yaşandı ve olay tamâmen kriminalize edildi. Öcalan tecrîde mahkûm edildi, partilerin üzerine sürekli baskılarla gidildi. Yöneticileri Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğerleri çok ciddî bir şekilde yıllardır hapiste tutuluyorlar, kayyumlar atandı vs.. Ve döndük dolaştık, şimdi hiç beklenmedik bir yerde, Kürt sorunu realitesini tanımak tam olmasa bile, Abdullah Öcalan realitesini tanıma olayıyla karşı karşıya kaldık. Bunu Devlet Bahçeli yaptı. Artık Devlet Bahçeli’nin daha ötesinde birisi olamaz. Teröristbaşı da dese, Devlet Bahçeli Öcalan realitesini kabul etmiş durumda ve Öcalan’ın Türkiye’de en azından Bahçeli’nin gözünde terör sorununu sonlandırabilecek bir aktör olarak kabul edildiğini görüyoruz.

Şimdi, Yeni Şafak’ın bugünkü manşetine bir bakalım. Yeni Şafak sözde bir anket yayınlamış. Areda’nın yaptığı ankete göre, halkın %65’i Öcalan’ın Meclis’e getirilip konuşturulmasını yanlış buluyor. Bir günde yapmışlar bunu. Areda’yı ilk defa duyuyorum. Hadi diyelim ki doğrudur, belki de %80’dir. Başlık ne? “Öcalan’ın yeri İmralı’dır”. Şimdi, Yeni Şafak iktidâra yakın… Yakın ne kelime? İktidârın bir parçası olan ve MHP değil de AK Parti ile ilişkisi olan bir gazete. Yazının içerisinde “bölücübaşı”, “bebek katili” falan gibi lâflar var. Ama manşete bakıp da, “Öcalan’ın yeri İmralı’dır” manşetini gördüğünüz zaman, diyorsunuz ki: “Yeni Şafak da çok rahatsız olmuş, ama o da Öcalan realitesini kabul etmiş”. Yani bunu pekâlâ işte, “Teröristbaşının yeri İmralı’dır. Bebek katilinin yeri İmralı’dır” olarak… eskiden olsa böyle çıkardı, ben açıkçası böyle düşünüyorum ve herkes bir şekilde Öcalan realitesini kabul ediyor. Erdoğan daha önce değişik vesîlelerle bunu kabul ettiğini söylemişti zâten. Hattâ bir yerde Selahattin Demirtaş’a kızdığında, mâlûm, demişti ki: “İmralı Edirne’ye haddini bildirir”. Bunu demişliği de vardır. 2019 yerel seçimlerinde İstanbul’da tekrarlanan seçim öncesinde Öcalan’ın mesajını yayınlatmaya çalıştı, oraya bir akademisyen yolladı, Öcalan’dan mesaj getirtmeye çalıştı vs.. Ama orada şöyle bir şey vardı: Öcalan’ı bir şekilde seçim için kullanma gibi bir arayış vardı, pek etkili olmadı. İnsanlara inandırıcı gelmedi. Yani şimdi Öcalan, kendisi değil de birisi üzerinden konuşuyor, o birisi diyor ki: “Öcalan bana şöyle şöyle dedi”. CHP’ye zâten oy vermeyi düşünen o târihteki HDP seçmeni, “Kim bilir? Doğru söylediğini ne bileyim” falan deyip pekâlâ geçiştirebildiler ve hiçbir etkisi olmadı. Ama şimdi iş ciddîye bindi. Çünkü bölgesel anlamda çok ciddî sorunlar var. Tabiî ki Erdoğan’ın yeniden seçilme gibi arayışları da var, onu biliyoruz. Ve bu anlamda DEM Parti milletvekillerinin desteğini aradığı da muhakkak. Ama bana göre burada iç ve dış kaygıların ikisi de belli ölçülerde etkili. Böyle bir yerde, artık bir noktadan başlamaları gerekiyor. Bu başlayacakları noktada karar verilmiş. “Devlet aklı” denen şey her ne ise, karar verilmiş ve o Öcalan oldu. Öcalan oldu ve önümüzdeki günlerde bir şekilde Öcalan’ın devreye girmesine tanık olacağız herhalde.Nitekim dün Hande Fırat bir haber paylaştı; ama sonra yalanlandı: Abdullah Öcalan’ın yeğeni Ömer Öcalan’ın İmralı’yı ziyâretine izin verildiği şeklinde. Bir başvuru var; ama en azından şimdilik gitmediğini biliyoruz. Pekâlâ gidebilir, başkaları da gidebilir, tekrar avukatlar da gidebilir ya da devlet birilerini orada Öcalan’la görüşsün diye yollayabilir. Umarım ki gazetecileri de yollarlar ve bunlardan birisi, hattâ tek gazeteci bile olmak isterim. Gerçekten şu anda Türkiye’de röportaj yapmak için ilk akla gelen isim, bence şu aşamada Abdullah Öcalan’ın kendisidir. Öcalan’ın önünü bir şekilde açacaklar. Buradaki hesap tabiî ki şu: “Biz Öcalan’a bir şeyler veririz, ev hapsi, şu bu vs., ama o da bizim istediğimizi yapar. Çok da abartmaz”. Bunun böyle olacağını, böyle cereyan edeceğini hiç düşünmüyorum. Geçen çözüm sürecinde de bunu böyle düşünenler çok vardı. Öcalan’ın Kandil’e rağmen Kandil’e birçok şeyi dayatacağına inananlar vardı. Ama onunla yapılan görüşme notlarına baktığınızda ya da taraflarla konuştuğunuzda –ki o târihlerde bu işler serbestti, Kandil’e gitme imkânımız vardı, röportaj yapma imkânımız vardı; ben de Duran Kalkan’la, Murat Karayılan’la iki kere, Cemil Bayık’la röportaj yaptım– oralarda benim gördüğüm şuydu: Tabiî ki Öcalan’ı lider olarak görüyorlar; ama onun özgür olmadığını, özgür olmadığı için de bir şekilde bâzı kararlarda ya da önerilerinde yanlış yapabileceğini söylüyorlardı. Yanlış diye söylemiyorlar, ama öyle bir şekilde dile getiriyorlardı. Ve o târihte en büyük talepleri de kendisiyle doğrudan iletişimde olmaktı; aracılarla değil de doğrudan kendileriyle konuşmaktı. Nitekim geçenlerde Amberin Zaman böyle bir haber yaptı. Yalanlandı, ama doğru olma ihtimâli çok yüksek hâlâ. O da, Öcalan’ın Kandil’le görüştüğü ve Kandil’le tartıştığı ve Kandil’dekilerin kendisine, “Peki bizim geleceğimiz ne olacak?” sorusunu sormaları üzerine telefonu suratlarına kapattığı yolunda bir haber de çıktı. Henüz teyit edilmiş bir haber değil. O zaman, olmadıysa bile önümüzdeki günlerde bu görüşmenin olma ihtimâli pekâlâ var.

Geçen çözüm sürecinde de Öcalan, Kandil’e yönelik sözlerini bir tâlîmattan ziyâde öneri olarak dile getiriyordu. Orada çok ince bir şey vardı; dikkatli bir şekilde bakıldığı zaman bunu görmek mümkündü. Dolayısıyla, “Devlet Öcalan’ı bir şekilde avucunun içine aldı ve ona her istediğini yaptıracak” diye düşünenler varsa, bence onlar çok saf. Peki ne olabilir? İşte o zaman, bana göre bunun en kolaylaştırıcı yolu Selahattin Demirtaş olur. Selahattin Demirtaş bir dönem geçen çözüm sürecinde de İmralı’ya ve dolayısıyla Kandil’e de çok giden isimlerden birisiydi ve şu anda çok büyük bir popülaritesi var; Kürt hareketinin tabanında, kadroları nezdinde şu hâliyle bakıldığı zaman. Kimileri Abdullah Öcalan ve Selahattin Demirtaş’ı birbirlerine rakip gibi göstermeye çalışıyor; ama Selahattin Demirtaş özellikle son dönemde yaptığı açıklamalarda buna özellikle dikkat ediyor ve o da kendisinin Öcalan’a olan bağlılığının altını çiziyor ve esas muhâtabın Öcalan olduğunu söylüyor. Belki önümüzdeki dönemde yeni bir şey başlayacaksa bunun en gerçekçi yolu, Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarının serbest bırakılması ve özellikle Selahattin Demirtaş’ın yeni dönemde İmralı’yla ve belki de Kandil’le temasta olarak bu sürecin taşınmasında, eğer bir süreç olacaksa bu sürecin taşınmasında etkin bir rol oynaması olacaktır. Aksi takdirde olayı sâdece Abdullah Öcalan realitesini tanımakla sınırlarsanız, DEM Parti’ye, Selahattin Demirtaş’sız bir DEM Parti’ye çok fazla yük bindirmiş olur ve yine birçok şekilde boşa enerji ve zaman harcamış olursunuz. Ben böyle düşünüyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.