Golani ve HTŞ Suriye’de başarılı olabilir mi? Suriye’de son durumlar ne? Türkiye’yi neler bekliyor? Ruşen Çakır Suriye’deki son gelişmelerle yorumladı.
Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderliğindeki cihatçılar, 27 Kasım’da Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad destekli güçlere karşı “Saldırganlığı Caydırma Operasyonu”na başladı. Cihatçılar 12 gün içerisinde önce Halep, sonra Hama, ardından Humus ve en son da başkent Şam’ı ele geçirdi. Beşar Esad’ın Moskova’ya kaçmasının ardından Suriye’de geçiş hükümeti için çalışmalara başlandı.
HTŞ lideri Muhammed Golani, İdlib’deki Suriye Kurtuluş Hükümeti’nin başbakanı Muhammed el-Beşir’in Suriye’nin geçici başbakanı olacağını duyurdu. Geçici hükümetin Mart 2025’e kadar görevde kalması planlanıyor. HTŞ, Mart 2025’ten sonra ülkede neler yapılacağına dair bir açıklama yapmadı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Suriye herkesin gündeminde. Nasıl bir gelecek bekliyor Suriye’yi? Şu ana kadarki gelişmeler bize ne gösteriyor? Pozitif olarak, olumlu olarak bakabilir miyiz, yoksa Suriye’de yeni bir kargaşa mı önümüzdeki günlerde karşımıza çıkacak? Çok faktör var işin içerisinde, çok aktör var, çok bilinmeyen bir olay. Ama ben bugün bir yere odaklanmak istiyorum, o da Muhammed el-Golani ya da gerçek adıyla Ahmed eş-Şara ve onun örgütü HTŞ yani Hey’etu Tahriri’ş-Şam, Şam Kurtuluş Heyeti başarılı olabilir mi? Şu haliyle bakıldığı zaman Suriye’nin merkezinde, Şam’da HTŞ iş başında ve HTŞ’nin de başında Golani olarak bildiğimiz, gerçek adı Ahmed eş-Şara olan kişi var. Bunlar Suriye’yi yeniden inşa edebilirler mi? Suriye’yi bir arada tutabilirler mi? Ve, nasıl söyleyelim, yepyeni bir ülke inşa edebilirler mi kalıntıların üzerinden? Olayın çok boyutu var tabii ki. Ekonomik, demografik, stratejik birçok yönü var. Ben daha çok işin İslami hareket bağlamındaki yönünü ele almak istiyorum. Malum, Arap Baharı’ndan sonra birçok ülkede İslami hareketler rejimlerin devrilmesinde önemli rol oynadılar ve bunların bazıları yeni dönemde iktidara geldiler. Ama şu ana kadar başarılı olabilene rastlamadık. İki tane çarpıcı örnek var önümüzde. Birisi çok daha yakından bildiğimiz Mısır. Mısır’da Müslüman Kardeşler hareketi, Özgürlük ve Adalet Partisi adı altında, devrimden sonra, Mübarek rejiminin yıkılmasından sonra, Haziran 2012’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi adayları, Muhammed Mursi’nin Cumhurbaşkanı seçilmesini sağladı. İlk turda Mursi %25.5 oy almıştı, ikinci turda %51.7 ile seçildi. Bu rakamlar da bize aslında Müslüman Kardeşler’in ülkenin en önemli siyasi gücü olduğunu ama toplumun yarısını bile kapsayamadığını gösteriyor. Buna rağmen yıllar sonra bir otoriter rejimden yeni bir seçimli bir sisteme geçildiğinde ülkeyi tek başına yönetme şansına kavuştu Müslüman Kardeşler ve daha yolun başında bir yıl içerisinde çok güvendikleri Genelkurmay Başkanı Sisi tarafından devrildiler. Yani Haziran’da iş başına geliyor, 3 Temmuz 2013’te, bir yıl sonra devriliyor ve daha sonra da biliyoruz, 6 yıl sonra cezaevinde Muhammed Mursi kalp krizinden öldü. Mursi, Müslüman Kardeşler’in en tepesindeki isim değildi ama Cumhurbaşkanı olarak gösterilen isimdi, üst düzey yöneticilerinden birisiydi ve askeri darbe ile beraber Müslüman Kardeşler çok ciddi darbeler aldı. Çok kişi öldürüldü, idam edildi, hapislere atıldı, ülkeyi terk etti. Ve dünyada İslami hareketler denince ilk akla gelen Müslüman Kardeşler, İhvan-ı Müslimin – ki merkezi Mısır’dır ve tüm Arap ülkelerinde vardır, Suriye de bunlara dahil – çok büyük bir darbe yedi. Ve orada Müslüman Kardeşler iktidara gelerek aslında kendi sonlarının ya da son olmasa bile kendi büyük hüsranlarının kapısını aralamış oldular. O tarihlerde, Müslüman Kardeşler’in iktidara geldiği tarihlerde Erdoğan’ın – ki o zaman Başbakan’dı Türkiye’de – Müslüman Kardeşler’e laiklik telkin ettiğini biliyoruz, duyduk, okuduk; ama Müslüman Kardeşler buna çok fazla itibar etmediler ve kendi bildikleri gibi yönetmeye kalktılar. O yönetim şekli toplumun önemli bir kesimi tarafından benimsenmedi. Askerler de Sisi de bunu bahane ederek, vesile ederek iktidarı aldı. O gün bugündür, Sisi ülkeyi tek başına yönetiyor. Tabii ki üniformayı çıkarttı vesaire ama ülkeyi tek başına yönetiyor, otoriter bir sistemle. Yeni bir Mübarek oldu yani.
Tunus da bence çok daha önemli bir örnektir. Tunus’ta dünya İslami hareketleri içerisinde, özellikle Arap dünyasındaki İslami hareketler içerisinde demokrasiye en yakın bilinen hareket iktidara geldi. Bu hareket, 1981’de İslami Yöneliş Hareketi diye ortaya çıktı ama uzun bir süre yasa dışı kaldı. Lideri Raşid El Gannuşi İngiltere’de yaşadı ağırlıklı olarak, yani sürgündeydi. Ve bu hareket daha sonra bir parti kurdu 1989’da; En-Nahda, Yeniden Doğuş Hareketi’ni kurdu, En-Nahda olarak biliniyor. Ama seçimlere girmesine izin verilmedi. Fakat ‘‘Yasemin Devrimi’’ diye adlandırılan Arap Baharı, biliyorsunuz Tunus’ta başladı, 2011’de Mart ayında. Rejim değişince, Bin Ali gidince, yapılan seçimlerde Nahda çok şaşırtıcı bir şekilde — aslında çok ilginç, o tarihlerde Arap dünyasındaki en zayıf İslami hareket olarak biliniyordu Nahda — girdiği ilk seçimde, 24 Ekim 2011’de %40 oy aldı. Müslüman Kardeşler’in adayının Mısır’da ilk turda %25 aldığı bir yerde, Nahda’nın %40 alması çok büyük bir başarıydı. Ama Gannuşi ne olur ne olmaz diyerek, iktidarı tek başına güçlü bir şekilde elinde tutmak yerine, diğer hareketlerle, özellikle merkez sol hareketlerle ortak bir iktidar şekillendirdi. Kendisi hiçbir resmi görev üstlenmedi ama Nahda hareketinin lideri olarak bilindi, bir tür her şeyin üzerinde mentor olarak gözüktü. Buna rağmen işler iyi yürümedi. Bir sonraki seçimde Nahda ikinci parti oldu. Daha sonra da ülke bir sivil darbe yaşadı ve Nahda hareketi iyice kriminalize edildi ve Raşid El Gannuşi de bir tür yasaklı kılındı. Orada da bir büyük başarısızlık var. Bir yanda toplumun diğer kesimlerini, diğer görüşleri dışlamaya eğilimli Mısır’daki Müslüman Kardeşler hareketi askeri darbeyle yıkıldı; diğer yanda, diğer kesimleri kapsama iddiasıyla adımlar atan, şeriat istemediğini, hilafet istemediğini ısrarla vurgulayan, ‘‘Camiye siyaset girmemeli’’ diyen, ‘‘Demokrasi’’ diyen bir hareket de sivil bir darbeyle tasfiye edildi, etkisizleştirildi en azından.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Önümüzde bir Suriye örneği var. Suriye örneği bunların hiçbirisine benzemiyor. Bir kere, Hey’etu Tahriri’ş-Şam hareketi ya da grubu bu hareketlerin hiçbirisi kadar eski değil ve güçlü değil. Tabii ki bu HTŞ’nin gücü daha çok iç savaş döneminde var kalmasıyla alakalı bir şey, o anlamda bir direnci var, eyvallah. Ama hiçbir zaman Tunus’taki Nahda ya da Mısır’daki Müslüman Kardeşler gibi bir hareket değil. Kaldı ki Suriye’de çok güçlü, geleneksel olarak çok güçlü İslami hareketler var. Bunların başında da yine Müslüman Kardeşler var. Dönem dönem çok büyük darbeler yeseler de çok daha geniş toplumsal kesimlere hitap eden bir hareket. HTŞ ise bunlardan çok farklı, aşırı radikal diyelim, radikal kelimesi yetmez, cihatçı bir örgütlenme. El-Kaide’nin devamı, El-Kaide’den türemiş. Önce Nusra Cephesi adını almış El-Kaide’den ayrıldıktan sonra. Koptuğunu söylüyor, birçok kişi inanmadığı El-Kaide’den koptuğunu söylüyor; ama daha sonra HTŞ adını alarak, bazı diğer radikal İslamcı gruplarla birleşerek HTŞ adına aldığında, El-Kaide ile gerçek anlamda koptu. El-Kaide Merkezi onları tekfir etti ve El-Kaide’nin Suriye’deki yapılanmasıyla da çatıştılar. Böyle bir husus var. Ama bir, bu hareket köklü bir hareket değil; iki, cihatçı bir gelenekten geliyor, El-Kaide’den geliyor. Gelenek diyorum ama El-Kaide’nin de öyle çok eski bir tarihi yok. Bu hareket geldi, iktidarı kucağında buldu sonuçta. Yani İdlib’de tam anlamıyla bir kapana kısılmış şekilde var kalma mücadelesi veren bir hareket, birdenbire 12 gün içerisinde nasıl olduysa oldu ve 12 gün içerisinde iktidarı ele aldı. Tunus’ta, Mısır’da yılların deneyimli hareketlerinin başaramadığını, İslamcı hareketlerin başaramadığını ve İslamcı liderlerin, bir Gannuşi’nin yapamadığını, Golani yapabilir mi? Yani iktidarda kalabilir mi, toplumun tamamını sahiplenebilir mi? İlk günlerden itibaren birtakım şeyler görüyoruz. Olayın bir kere bir pazarlanması var. Golani, belli bir aşamadan itibaren o eski savaşçı kimliğinden daha sivil bir kimliğe büründü. Bu aslında son, önce Halep, sonra Hama ve Şam’ı alma ile beraber değil, çok daha öncesinde İdlib’teyken olan bir şey. Birtakım televizyon röportajları verdi. Kılık kıyafetini daha kabullenebilir kıldı. Uzun bir süre suratı filan pek bilinen birisi değildi ama sonra kendi görünür kıldı, ulaşılır kıldı. Ve görüyoruz ki, kravat takmasa bile takım elbiseyle, ceketle, pantolonla ve herkesle konuşan birisi olmaya özen gösteriyor; sırayla Birleşmiş Milletler Özel Temsilcisi, Birleşik Krallık temsilcileri vesaire herkesle. Bu arada kullandığı arabayla, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ı ve Katar İstihbarat Başkanı’nı Emevi Camii’ne götürecek kadar da bu tür ilişkiler kuran birisi. Ve tabii ki yabancı medyaya, Batı medyasına özellikle sürekli röportajlar veriyor. CNN‘e verdi, ilk daha Şam düşmeden. Daha sonra İngiliz Sky News vesaire. Türkiye’den de bir gazeteci en azından kendisiyle konuştu, Kemal Öztürk. Ulaşılabilen birisi ve verdiği mesajlar da şu ana kadar hep uyumlu mesajlar. Çünkü kendisine Batı dünyası özellikle, Avrupa Birliği mesela ve diğer yerler, herhalde Birleşmiş Milletler temsilcisi de ya da Birleşik Krallık temsilcisi de aynı şeyi söylüyordur: Azınlıkların haklarına saygı, riayet etmek ve özellikle de kadın hakları meselesi. Çünkü İslamcı, sert İslamcı bir yapılanma söz konusu ve bu yapılanmanın dünyada değişik örnekleri olduğu gibi gündelik hayata müdahale ihtimali ve bunu engellemeyi kendilerine öncelikli görev addeden güçler var. Suriye çünkü baktığımız zaman nüfusunun yaklaşık yarısı Sünni Arap olan ama çok ciddi bir şekilde, %15 civarında diye biliyorum, Arap Alevisi olan, %10 civarı Kürt olan ama onun dışında da Hristiyanlar, Süryaniler, Ermeniler, Çerkesler gibi değişik gruplardan, topluluklardan, dini ve etnik gruplardan oluşan çok karmaşık bir ülke.
Öyle bir hava yaşandı ki iç savaş sırasında, Suriye’nin ezici bir çoğunluğu Sünni Arapmış gibi ama öyle değil, yaklaşık yarısı öyle. Bir de kaldı ki Sünni Arapların da ezici bir çoğunluğu İslamcı falan değil. Çok ciddi bir orta ve üst sınıf var, seküler hayat tarzını benimseyen çok geniş kitleler var. Şam başta olmak üzere, özellikle Şam’da çok ciddi bir sosyal hayat vardı en azından. Bütün bunları HTŞ ne yapacak, Arap Alevilerinin geleceği ne olacak? Normal şartlarda genellikle İslami rejimler — mesela İran’daki rejimde böyledir — gayrimüslimlere karşı çok daha anlayışlı olurlar; ama kendileri gibi düşünmeyen diğer Müslümanlara karşı daha sert olurlar. Mesela İran’da gayrimüslimler içki içebilir evlerinde, ama Müslüman kökenli olanlar ya da Müslüman olanlar içemezler. Bu anlamda özellikle Suriye’de HTŞ’nin ve Golani’nin ya da Ahmed eş-Şara’nın Arap Alevilerine ve Kürtlere ve diğer Müslüman azınlıklara karşı, tabii ki Hristiyanlara da karşı tavrının ne olacağı çok önemli. Ama bütün bunların ötesinde kadınlara yönelik tavrının ne olacağı önemli. Şimdiden birtakım laflar ortaya atılıyor ama henüz şu anda fiiliyatta bir engelleme çok net bir şekilde gözükmüyor. Burada ilk akla gelen Golani’nin ve HTŞ’nin bu hassas konularda dikkatli olup hem Suriye toplumunu, kendileri gibi olmayan toplumun diğer kesimlerini hem de uluslararası camiayı, özellikle Batı camiasını rahatsız etmemeye özen gösterecekleri yolunda, eyvallah. Ama şunu da unutmamak lazım; bu hareket çok sert bir İslamcı gelenekten geliyor ve iddiaları hala böyle. Dolayısıyla kendi içerisinde de çok ciddi tartışmalar olacaktır bu konularda. Mesela Esad rejimiyle iş yapmış kişilerin durumu konusunda bir rövanşizm mi hakim olacak? Bunu bilemiyoruz. Şu anda olmayacakmış gibi gözüküyor. Ya da birtakım mal varlıkları aynı şekilde; eski rejimin iş birlikçileri, mal varlıkları ne olacak, bilinmiyor. Şu anda bir şey olmayacakmış gibi gözüküyor ama bunların hepsi zamanla anlaşılacak ve ama en önemlisi tabii ki kendileri gibi olmayan kesimlere karşı ne yapacakları meselesi. Eğer bu ılımlı gibi gözüken, hatta ılımlının da ötesinde, neredeyse İslamcılıktan iyice arınmış gibi gözüken bu durumun çok uzun sürmesi ihtimalini ben açıkçası görmüyorum. Kendi içerisinde çok ciddi tartışmalara yol açabilir ve buna bağlı olarak da birtakım şeyleri zamanla yapmak isteyebilirler. Fakat bunun, Tunus’ta ve Mısır’da başarılamayanın, özellikle Tunus’ta o kadar dikkat edilmiş olmasına rağmen başarılamayanın Suriye’de HTŞ’nin ve Golani’nin başarabilmesi bana çok mümkün gelmiyor açıkçası. Yanılıyor olabilirim, ama çok ciddi bir sınav var önlerinde. Aslında bu sınav tüm İslamcılar için bir sınav. Dünyada İslamcılık denince akla IŞİD, El-Kaide gibi yapılar geliyor ve çok büyük bir tedirginlik var Batı dünyasında özellikle. Şu anda Suriye’de çok ilginç bir fırsat yakalamış durumda. Eğer Suriye’deki yeni yönetime gelen kesimler Batı’yı rahatsız etmeden bir şeyler yapabilirlerse, bu aslında tüm İslamcı hareketler için yeni bir kapının açılabilmesi anlamına gelecek. Ama burada da bir başarısızlık olursa, o zaman artık bu defter iyice kapanmış olacak. Yani bir anlamda bunu İslamcı hareketlerin Ortadoğu’daki en son şansı olarak görmek mümkün.
Bunu nasıl başarabilirler? İşte burada Ankara karşımıza çıkıyor. Başından itibaren HTŞ’nin en büyük destekçisi Ankara, bunu artık Trump da söyledi, İran’da Hamaney de söyledi, doğrudan adını vermese de hepimiz biliyoruz. Ama her şey bir yana, ilk günden itibaren İbrahim Kalın, Hakan Fidan oraya giderek bunu da gösterdiler ve Hakan Fidan’ın en son cuma akşamı NTV‘de verdiği şeyde de çok açık bir şekilde Türkiye, Suriye’de Suriye’yi yönetenlerle beraber konuşan bir ülke olarak karşımıza çıkıyor, güç olarak karşımıza çıkıyor ve bu anlamda HTŞ’nin önünün Türkiye’nin yardımıyla biraz açık olacağını düşünebiliriz. Eğer Türkiye’deki birtakım kurumlar, kişiler onlara daha serinkanlı bir şekilde, uzun vadeli bir şekilde yol yürümelerini gösterirlerse böyle bir şansları olabilir. Fakat unutmamak lazım ki kimse Suriye’yi sadece Türkiye’ye bırakmak istemeyecektir; mesela İsrail, mesela İran, bir şekilde Rusya. Dolayısıyla bu güçlerin hepsinin bir şekilde, hemen olmasa bile zaman içerisinde Suriye’ye yönelik birtakım faaliyetlerinin olacağını kesinlikle söylemek mümkün. Ve bu arada İsrail’in Suriye’nin altyapısını, özellikle altyapısını büyük ölçüde ortadan kaldırmış olduğunu da akıllardan çıkartmamak lazım. Suriye denince eskiden iyi kötü, hele yıllar önce Hafız Esad döneminde falan güçlü bir ordusu olan bir ülke gelirdi akla. Daha sonra bu ordu iç savaş sırasında çok büyük darbeler yedi ama gerek Rusya gerek İran’ın katkısıyla ayakta durabildi. Ama şu anda bir Suriye ordusundan bahsetmek çok mümkün değil ve yeni yönetimin böyle bir orduyu inşa edebilmesi de başlı başına çok büyük bir iş olacak. Çünkü altyapısı büyük ölçüde yok edilmiş bir ülke var, askeri altyapısı. Uçak alacak, büyük silahlar edinecek vesaire ve ortada çok büyük bir ekonomik imkanlar da yok, yıkılmış bir ülke var. Ülkenin yeniden inşası gibi bir mesele var. Dolayısıyla Suriye’de İslamcı yönetim, şu andaki HTŞ yönetimi çok zor bir sınavla karşı karşıya. Bunu nasıl aşabilir? Bunu aşabilmenin yolu, toplumun tüm kesimlerini bir şekilde güçleri oranında, en azından sayıları oranında yönetime dahil etmesiyle olur, ki bu İslamcı hareketin doğasına pek uyan bir şey değil. Şu anda verilen mesajlarda genellikle, mesela Kürtlerle ilgili verdiği mesajlarda bu tür şeyler söylüyor Golani, ama genellikle orada da büyük ihtimalle şöyle bir hava hakim olacak: ‘‘Evet, Kürtlerin haklarını, hukuklarını gözetiyoruz ama biz bunu onlardan daha iyi biliriz, merak etmesinler, kendileri bize bağlı olsunlar. Biz onları gözetiriz’’ şeklinde. Yani ‘‘Hak alınmaz, verilir’’ perspektifiyle hareket edecektir. Yani ancak kendisinin istediği ölçülerde diğer kesimlerin haklarını gözetecek bir rejim bekliyorum ben. Doğrudan katılım, doğrudan insanların haklarını kendilerinin alacağı bir rejime, İslamcılık, hele El-Kaide türevi bir İslamcılık kolay kolay izin vermez. Onu verdiği andan itibaren de artık oradan uzaklaşmış olur. HTŞ oradan uzaklaşacak mı, o çizgiden uzaklaşacak mı, yani geçmişinden tam anlamıyla kopacak mı? Bu başlı başına önemli bir soru. Ben kopacağını düşünmüyorum. Bir diğer husus da HTŞ’nin dışında, demin de bahsettim, Müslüman Kardeşler gibi ama bu Selefi cihatçı örgütlerden tamamen farklı birtakım tasavvuf hareketlerinin de Suriye’de olduğunu biliyoruz. Yani İslami hareket sadece HTŞ’den ibaret değil. Öte yandan, IŞİD’in hala bir şekilde varlığını sürdürdüğünü ve yeni durumda yeni rejimin zaaflarını, eksiklerini değerlendirmeye çalışacağını da biliyoruz. Bir IŞİD potansiyeli de var. Başka radikal birtakım gruplar da var, ama en önemlisi IŞİD. Radikalliğin ötesinde daha ılımlı yapılar var. Bunları da kapsayabilmesi lazım. Ama İslamcıları kapsamasının ötesinde, İslamcı olmayan, İslamcılıkla sorunu olan ve zaten İslam olmayan, yani kendisi Müslüman olmayan toplulukları, bir de tabii ki Arap olmayan toplulukları kapsayacak bir perspektife sahip olması lazım. Şu aşamada bunun sözleri veriliyor ama fiiliyatta bunu gerçekleştirebilmesi hiç de kolay olmayacak ve buradan HTŞ ve Golani yönetiminin Suriye’de başarı şansının çok da yüksek olmadığı sonucuna varıyorum. Tabii ki çok aktör ve faktör var, bütün bunların yönetilebilmesi var. Bir mucize buradan çıkar mı? Olabilir ama bu olsa olsa bir mucize olur, tekrar onu söyleyeyim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.