Ruşen Çakır, “her şey çok kötü olacak” karamsarlığının demokratik mücadeleyi zayıflattığını belirtti. Çakır, 19 Mart’tan sonra yaşanan gelişmeler nedeniyle iktidarın geri adım atmak zorunda kaldığını vurguladı.
Ruşen Çakır, muhalefet içerisinde yerleşmiş kötümserliğin demokratik mücadeleyi zayıflattığını belirtti.
Çakır, iyimser görüşler belirttiğinde insanların bunu “gerçekçi olmamakla” eleştirdiğine dikkat çekti, diğer yandan olumlu gelişmelerin mümkün olduğunu söylemenin “iktidar işbirlikçisi” olmakla suçlanmak anlamına geldiğini de vurguladı.
“Bu tür çıkışların insanların mücadele azmini azalttığını söyleyenler var” diyen Çakır, bu yorumların zorlama olduğunu düşünüyor.
Çakır, Türkiye’de Erdoğan yönetiminin ömrünü tükettiğini savundu. Bu durumun 2019 Yerel Seçimleri’nden, hatta 2015 Haziran seçimlerinden beri böyle olduğunu belirtti.
AK Parti’nin 2015’te tek başına iktidarı kaybettiğini, daha sonra terör ortamı, darbe girişimi ve olağanüstü hal gibi gelişmelerle Erdoğan’ın ömrünü uzattığını anlattı.
“2019 aslında bu devrin çoktan kapanmış olduğunun bir göstergesiydi” diyen Çakır, 25 yıl sonra İstanbul ve Ankara’nın kaybedilmesinin büyük bir yıkım olduğunu söyledi.
Çakır, “31 Mart sonuçlarına bakarsanız AK Parti artık ülkede çoğunluk değil” dedi ve CHP’nin birinci parti olduğunu vurguladı.
“İktidar artık muhalefette, muhalefet iktidarda”
Çakır, Devlet Bahçeli’nin “Kürt açılımı” ve “Öcalan açılımı”ndan sonra 19 Mart’ın bir dönüm noktası olduğunu belirtti. Daha sonra Çakır, ilk gün yaşananların karamsarlığa yol açtığını ama İstanbul Üniversitesi’nden gençlerin Saraçhane’ye yürümeye başlamasıyla işlerin değiştiğini anlattı.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Çakır, “Saraçhane’de toplanan insanlar, gösterilen direniş, protesto, boykot ve ön seçime 15 milyonu aşkın insanın katılması bize Türkiye gerçeğini gösterdi” dedi.
Çakır, tüm bu kazanımların insanların mücadeleleriyle elde edildiğini vurguladı. Türkiye’de artık iktidarın aslında muhalefette olduğunu, söylem olarak bu durumun net olduğunu belirtti.
“İktidar sırtını sadece ve sadece devlete dayıyor” diyen Çakır, dinamik olanın muhalefet, savunmada olanın ise iktidar olduğunu söyledi.
Çakır, “Film tamamen tersine döndü” diyerek Erdoğan’ın artık eskiden şikâyet ettiği müesses nizam haline geldiğini belirtti
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi haftalar, iyi sabahlar. Başlık tabii ki o Berkay’a atfedilen “Her şey çok güzel olacak” sloganının terse çevrilmesi. Güzelin karşıtı çirkin ama burada çirkinden ziyade kötü daha iyi uyuyor, daha uygun oluyor. Tırnak içine aldım çünkü bu laf benim değil. Bu lafı kim söylüyor? Aslında alenen kimse söylemiyor. Fakat özellikle “Her şey çok güzel olacak” sloganının cazibesine kapılan insanların içinde, yani muhalefetteki insanların içerisinde, çok yerleşmiş bir kötümserlik var. Bunu şundan söylüyorum: Benim adım iyimsere çıktı, evet iyimserim eyvallah ama iyimserlikten rahatsız olmak bile başlı başına ilginç bir durum. Buna ne diyorlar? ‘‘Öğrenilmiş çaresizlik’’ diyorlar ve bence Türkiye’nin demokratik bir ülke olmasını, bir hukuk devleti olmasını isteyenlerin her şeyden önce arınması gereken husus bu. Şimdi ben mesela dedim ki; Ekrem İmamoğlu’nun çıkacağını düşünüyorum. Elimde herhangi bir şey yok, bir hissiyat ama hissiyatın ötesinde de 19 Mart’tan bu yana yaşananlara baktığımda, nasıl iktidarın geri adım atmak zorunda kaldığını ve toplumsal muhalefetle buluşmuş olan CHP’nin nasıl mevzi kazandığını, inisiyatifi ele geçirdiğini görüyorum ve bunun, bu gidişatın normal şartlarda varacağı yer, olabildiğince erken bir şekilde Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının tahliyesi ve tekrar işlerinin başlarına dönmesi ve Ekrem İmamoğlu’nun da Cumhuriyet Halk Partisi üyelerinin seçtiği gibi cumhurbaşkanı adayı olarak, artık karşısında Recep Tayyip Erdoğan mı olur, başkası mı olur, onunla yarışması. Bunu söylediğiniz zaman hemen birçok yerden birden eleştiriler geliyor, gerçekçi olmamakla eleştirenler oluyor, hatta dalga geçenler oluyor. Ama bir diğer yandan bir de ilginç bir şey var. Bu tür çıkışların, hani “Her şey çok güzel olacak” sloganının kademe kademe birtakım örneklerini söylemeye kalktığınız zaman bu sefer de iktidar iş birlikçisi olmakla suçlanıyorsunuz. Nasıl oluyor o? Bunlar öyle hemen olacak şeyler değil, mücadeleyle olacak şeyler. Ama bunun hızlı bir şekilde olacağını söylemek, muhakkak olacağını söylemek insanların mücadele azmini azaltıyormuş. Çok zorlama yorumlar bunlar. Benim gördüğüm kadarıyla Türkiye’de uzun bir süredir, Erdoğan yönetimi ömrünü tüketti. Bu önceden de böyleydi. 2019 yerel seçimleri aslında bunun ilk ciddi göstergesiydi. Daha da geriye gidebiliriz aslında. 2015 Haziran seçimleri böyle. AK Parti tek başına iktidarı kaybetti ama sonra ülke bir terör ortamına sürüklendi ve Kasım ayında yapılan seçimde başka bir şey oldu. Ardından Fethullahçıların darbe girişimi, sıkıyönetim, sıkıyönetim değil de olağanüstü hal, Cumhur İttifakı falan derken Erdoğan ömrünü uzattı. Başkanlık sistemini yerleştirdi, çok büyük bir baskı dönemi başladı. Buna özellikle Fethullahçılar, bir dönem PKK, daha sonra Fethullahçılar bayağı bir zemin hazırladılar ve buralara kadar geldi. 2019 aslında bu devrin çoktan kapanmış olduğunun bir göstergesiydi; çünkü 25 yıl sonra İstanbul ve Ankara’yı kaybetmişti Erdoğan. Çok büyük bir yıkımdı. 2023 seçimleri, normalde kazanmaması gereken bir seçim, bir şekilde onun birtakım yaptığı düzenlemelerle, montaj videolar vesairelerle ama esas olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun öncülük ettiği muhalefet bloğunun yanlışlarıyla hediye edildi. 2024 yerel seçimi bize bir kere daha Türkiye’nin gerçeğini gösterdi. AK Parti artık ülkede çoğunluk değil, AK Parti artı MHP de çoğunluk değil 31 Mart sonuçlarına bakarsanız. Cumhuriyet Halk Partisi birinci parti. Bu realite üzerinden bir normalleşme, yumuşama dönemi yaşadık. Sonra beklenmedik bir şekilde Devlet Bahçeli’nin Kürt açılımı, Öcalan açılımını yaşadık ve nereye gidiyoruz, ne oluyoruz derken 19 Mart patlak verdi. Ve 19 Mart’ta ilk gün, herkes bir düşünsün, ilk gün ilk yapılanları görsün; alınanlar, gözaltına alınanlar vesaire. Orada tam bir karamsarlık ve ‘‘Bu ülke bitti, artık sandık da yok, Türkiye Rusya gibi oldu, oluyor’’ teorileri aldı başını gitti; ta ki İstanbul Üniversitesi’nden gençler Saraçhane’ye yürümeye başlayana kadar. Ondan sonra işin rengi değişti ve ondan sonra aslında Türkiye’nin gerçeğiyle karşılaştık. O Türkiye’nin gerçeği Saraçhane’de toplanan insanlar, orada gösterilen direniş, orada gösterilen protesto, oradaki söylemler, boykot kararı, boykota insanların sahip çıkması, ön seçime 15 milyonu aşkın insanın katılması… Bütün bunlar bize Türkiye gerçeğini gösterdi. Ve bir baktık ki yapılması garanti gibi görülen birçok şey yapılamadı iktidar tarafından. Örneğin Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atanamadı. Örneğin CHP’ye kayyum atanamadı. Bundan sonra atarlar mı, bilmiyorum ama… Bu arada CHP bir kurultay daha yaptı. Bir iddiaya göre İstanbul Barosu’na da kayyum atamayı düşünüyormuş iktidar, onu da yapamadı. Daha sonra, düşünün, 300’ü aşkın genç tutuklandı ve bayramı cezaevinde geçirdiler ve orada da şöyle bir beklenti vardı: Bu çocuklar cezaevinde çürüyecekler mi? Ama ne oldu sonra? Bayramdan sonra oldu, biraz gecikti ama büyük bir çoğunluğu serbest bırakıldı. Bütün bunların hepsi, yani şöyle söyleyeyim: Belediyeye kayyum atamamak Erdoğan’ın bir lütfu değil, gençlerin serbest bırakılmasının bağımsız yargıyla falan alakası yok ya da birilerinin vicdanının sızlamasıyla alakası yok. Bütün bunlar insanların mücadeleleriyle kazanıldı ve Türkiye’de artık şu aşamada çok net bir şekilde görüyoruz ki iktidar artık aslında muhalefette; hem sayı olarak hem söylem olarak. İktidar sırtını sadece ve sadece devlete dayıyor. Tabii ki bir kitle desteği var, arada sırada ‘‘Sabrımızı taşırmayın’’ gibi şeyler söyleyenler oluyor ama bakmayın onlara. İşte yine Filistin vesilesiyle bir şeyler yapmaya çalışıyorlar ama Filistin meselesinde de nasıl bir ikiyüzlülük olduğunu da biliyoruz. Özellikle bu hicret, Filistin Gazze’dekilerin bir kısmının, önemli bir kısmının Trump’ın beklentisine uygun bir şekilde başka ülkelere yollanması fikrini savunabilecek kadar aslında, nasıl söyleyeyim, Filistin davasından uzak insanlar. Neyse… Ve bakıyoruz; dinamik olan bir kesim, savunmada olan bir başka kesim. Film tamamen tersine döndü. Erdoğan gücünü kendi deyimiyle milletten alırdı ve kendisine karşı establishment‘ın, müesses nizamın, derin devletin, artık ne isterseniz, onun karşısında ona karşı mücadele etme iddiasındaydı. Şimdi müesses nizam Erdoğan oldu, derin devlet Erdoğan oldu. Ve Erdoğan, milletin çoğunluğunun tercih ettiği bir harekete ya da bir adaya… Öyle gözüküyor. Şu anda herhalde kamuoyu araştırmaları da yapılıyordur; Ekrem İmamoğlu herhalde tahmin etmediği kadar, ummadığı kadar oy alıyordur seçmen nezdinde, bir seçim olursa. Ama orada işte şöyle bir husus var: ‘‘Ekrem İmamoğlu’nu aday yapmazlar.’’ Kim yapmaz? ‘‘Erdoğan. Ekrem İmamoğlu’nun zaten diplomasını aldılar, zaten hapiste tutuyorlar…’’ Olayı böyle kurduğunuz zaman işte tekrar o sınırın içerisinde kalıyorsunuz. O sınır ne? Erdoğan’ın otoriter rejiminin çizdiği sınır. Ama 19 Mart’tan itibaren bu sınır genişledi. Artık Erdoğan onu daraltmaya çalışıyor, daraltamıyor ve orada söz konusu olan hususlara cevap yetiştirmeye çalışıyor. Mesela Özgür Özel’in darbe ve cunta suçlamalarını bertaraf etmek için elinden geleni yapıyor; ama o artık yapıştı, kolay kolay çıkmayacak. Çünkü yaptığı aslında 28 Şubat’ın bir tersi. Yani seçimle gelmiş birisini birtakım bahanelerle, yasal olduğu iddia edilen bahanelerle kontrollü bir şekilde devre dışı bırakmak. Kontrol neyin kontrolü? Yargının kontrolü. İşte zamanında Milli Görüş hareketine, ülkenin, devletin sahipleri dediğimiz kişilerin Anayasa Mahkemesi, DGM Başsavcılığı vesaire üzerinden yaptıkları operasyonların bir benzerini bugün AK Parti iktidarı, daha doğrusu Cumhur İttifakı muhalefete yapmaya çalışıyor. Ama o tarihte yapılanların hepsi ters tepti. O tarihte Milli Görüş hareketi pes etmedi. ‘‘Nasıl olsa bunlar bize izin vermiyorlar, bari başka bir şeyler yapalım, sesimizi keselim’’ diyenler oldu ama büyük bir çoğunluk böyle olmadı. Kapatılan partinin yerine yenisini açtılar ve sonra AK Parti olarak iktidara geldiler. Ama burada şimdi bütün bunlar yaşanmamış gibi, ‘‘Erdoğan isterse izin vermez, Erdoğan buna izin vermez, Erdoğan bunu engeller…’’ 2019 İstanbul seçimlerinde görmüştük. Hep bu örneği veriyorum ama çok çarpıcı bir örnektir. Onu en çok yaralayan ilk ciddi olaydır İstanbul’u kaybetmek. Ve tekrarladığı zaman ne dedi bugünün kötümserleri, öyle diyelim, ‘‘Tekrarlatıyorsa vardır bir bildiği ve kazanır’’ dediler. Kazanamadı. Yani Erdoğan’ın bildiği bir şey artık pek yok. 19 Mart’ta bunu çok açık bir şekilde gördük. Bildiğini sandığı her şey boş çıktı. Dün yazdım, ilk anda aklıma gelen 10 bariz hatası: CHP’yi, Özgür Özel’i, Ekrem İmamoğlu’nu, Kürt hareketini, Bahçeli’yi… Yaptığı bütün bu yanlış adımlarla güçlendirdi bütün bu hareketleri, bütün bu şahısları ve hep kendisinden gitti. Şimdi de insanlar, yine bizim ‘‘her şey çok kötü olacakçılar’’ diyorlar ki; ‘‘Yapar bir şey, bulur bir şey, Trump arkasında, şu var bu var…’’ Tabii ki deneyecek, tabii ki Kürt açılımını kullanmak isteyecek, tabii ki başka şeyler yapmak isteyecek. Ama her şey bir yana, ülkede ekonomi çok kötü. Tabanını, kadrolarını kontrol etmeyi sürdürmesi için, kontrolü sürdürebilmesi için ihtiyacı olan olanaklar da iyice azalmış durumda. Dolayısıyla yani bir an önce şu ‘‘her şey çok kötü olacak’’ mantığından, yaklaşımından vazgeçseniz çok iyi olacak. Eğer bundan da vazgeçerseniz bence her şey çok güzel olacak. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.