Ruşen Çakır, Fethullahçıların artık kendini feshetmesi gerektiğini söyledi, “Bu yapı yok olmaya mahkum. Ne kadar erken olursa kendileri için de hayırlı olur. Ama en çok sıradan insanlar için hayırlı olur” dedi.
Fethullahçılığı “bitmiş bir film” olarak tanımlayan Ruşen Çakır, “Bunu önce Prof. Gökhan Bacık, eski bir Fethullahçı olarak, ‘artık kendini feshetsin bu yapı, cemaat’ diye tanımladı. Ben de devam ettim, başkaları da dahil oldu ve bu bir tartışma oldu. Ve bu tartışma özellikle yurtdışındaki cemaatin abilerini, lider kadrosunu baya bir rahatsız etti. Niye rahatsız etti? Çünkü bir oyun bozma var” dedi.
Çakır, Türkiye’de yaşayan ve mağdur olan insanlar olduğunu, bunun üzerinden de prim yapan şebekenin olduğuna dikkat çekti, “Ne kadar çok insan acı çekerse, onlar o kadar çok propaganda yapıyorlar. Bir de özellikle yurtdışına ama bu yapıdan kopan ya da kopmak isteyen insanlar var. Onlar da bir anlamda bu yapıdan, yapının cenderesi altındalar. Tam kopamayanlar var. Kopup da özgür bir şekilde hareket edemeyenler var. Bu eleştiriyi açıkça yapamayanlar var” diye konuştu.
“Lider kadrosunun en önemli özelliklerinden birisi yalan”
Çok sayıda e-posta almaya başladığını söyleyen Çakır, şöyle devam etti:
“Bunların bir kısmını yayınladık. İsimlerini değiştirerek, yaşadıkları yerleri değiştirerek yayınladık. Bunların masa başında üretildiğini söylediler, yalan. Çünkü bu e-postaları yollayanlarla bizzat konuştum, kendileriyle temasa geçtim ve öyle yayınladık. Yani öyle bilmediğimiz, anonim bir şey değil. Bu arada benim bunları ya da bizim editör arkadaşlarımızın masa başında ürettiğini söylüyorlarsa o ayrı, onu kanıtlayacak halimiz yok böyle olmadığını. Ama zaten biliyoruz ki bu yapının, lider kadrosunun en önemli özelliklerinden birisi yalan, komplodur.”
Ruşen Çakır, Fethullah Gülen öldükten sonra bu yapının iyice çıkmaza girdiğini gözlemlediğini belirterek, “Fethullah Gülen hayattayken de öyleydi ama onun üzerinden, bir efsane üzerinden bunu sürdürmek mümkündü. Ama şimdi işler iyice sarpa sardı. Nasıl yeniden üreteceksiniz? Bu insanları nasıl kendinize bağlı tutacaksınız?” diye sordu.
Erdoğan’ın, iktidarın Fethullahçılık gibi bir gündemi olmadığını söyleyen Çakır, “Kolay kolay da olacağa benzemiyor sanki. Devletin bunu çok umursadığını sanmıyorum. Bir şekilde haberdardırlar olup bitenden. Keşke, keşke birazcık esnetteler” dedi.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi bayramlar. Evet, bayramda devama devam. Bugün Fethullahçılardan bahsedeceğim. Benden başka bahseden var mı, açıkçası emin değilim. Zaten bahsedenler de FETÖ diye bahsediyor ve birtakım kriminal olaylara referans veriyorlar, operasyon şu bu ya da beğenmediklerini ‘‘FETÖ’cü’’, ‘‘kripto FETÖ’cü’’ falan diye tanımlıyorlar. Ama benim derdim başka ve bu derdim nedeniyle de Fethullahçıları bayağı rahatsız ettiğimin farkındayım. Hiç de rahatsız olmuyorum, onları rahatsız etmekten rahatsız olmuyorum; çünkü artık bitmiş bir film var ve bu filmin bittiğini kabul etmeleri gerekiyor. Bunu önce Profesör Gökhan Bacık, eski bir Fethullahçı olarak, siyaset bilimci, zaten yıllar önce kopmuştu ve alenen söyledi ve dedi ki: ‘‘Artık kendini feshetsin bu yapı.’’ ‘‘Cemaat’’ diye tanımladı. Ben de devam ettim, başkaları da dahil oldu ve bu bir tartışma oldu. Bu tartışma özellikle yurt dışındaki cemaatin abilerini, lider kadrosunu bayağı bir rahatsız etti. Niye rahatsız etti? Çünkü bir oyun bozma var. Buradaki oyun bozma bence şu: Türkiye’deki mağdurlar, Türkiye’de yaşayan ve mağdur olan bir yığın insan var ve bu mağduriyet üzerinden prim yapan bir şebeke var. Bu şebekenin yöneticileri var. Ne kadar çok insan acı çekerse onlar o kadar çok propaganda yapıyorlar. Bir de özellikle bu yazılar ve yayınlardan sonra daha net bir şekilde gördüğüm, yurt dışına gitmiş, şu ya da bu şekilde gitmiş, kaçmış ya da bir şekilde zaten yurt dışındaymış ama bu yapıdan kopan ya da kopmak isteyen insanlar var. Onlar da bir anlamda bu yapının cenderesi altındalar. Tam kopamayanlar var, kopup da özgür bir şekilde hareket edemeyenler var, bu eleştiriyi açıkça yapamayanlar var. İşte bu yayınlardan sonra, yazılar ve yayınlardan sonra bir hareketlilik başladı. Çok sayıda e-posta aldım. Bunların bir kısmını isimlerini değiştirerek, yaşadıkları yerleri değiştirerek yayınladık. Bunların masa başında üretildiğini söylediler. Yalan; çünkü bu e-postaları yollayanlarla bizzat konuştum, kendileriyle temasa geçtim ve öyle yayınladık. Yani öyle bilmediğimiz, anonim bir şey değil. Ha, bu arada benim ya da bizim editör arkadaşlarımızın bunları masa başında ürettiğini söylüyorlarsa o ayrı, onu kanıtlayacak halimiz yok, böyle olmadığını; ama zaten biliyoruz ki bu yapının lider kadrosunun en önemli özelliklerinden birisi yalandır, komplodur, başkalarına komplo kurmaktır ve karşısındaki insanları da kendileri gibi komplocu sanmaktır. Mesela şimdi bakıyorum, yurt dışında birtakım insanlar var. Bu yapının önde gelen isimleri. Bunların sosyal medya hesapları Türkiye’de yasaklı. VPN olmadan göremiyorsunuz ya da birtakım internet siteleri, ulaşması zor ama sağ olsunlar yurt dışında yaşayan birtakım tanıdıklarım bunları bana aktarıyorlar; ekran görüntülerini, şunları bunları. O kadar komik şeyler var ki, insan diyor ki: “Ya bu nasıl bir yapı? Bu kadar zaman nasıl ayakta kalabilmiş? Nasıl uyduruk şeyler?” Yani uyduruk olduğunu nereden biliyorum? Bana yönelik olduğu için biliyorum. Öyle şeyler var ki aslında anlatmak istiyorum ama şimdi anlatırsam bunu üreten tetikçilere bir şekilde prim yaptırmış olurum. Yani şöyle bir şey vardır: “Yayınımız ses getirdi, bak bana cevap verdi.” Yani aslında çok komik, çok uyduruk. Nasıl yaratıyorlar, insan hakikaten şaşırıyor. Bir de nasıl bu kadar — ne denilir, şimdi Fransızcası geldi aklıma — banal, yani sakil şeyler üretebiliyorlar. Ama bir tanesini söyleyeyim. Mesela birisi – ki o hareketin içerisinde önemli yerlerde bulunmuş bir medyacı, gazeteci demiyorum, medyacı – benim hakkımda şöyle bir şey demiş: “İslami kesimlerden gelip 90’lı yıllarda seküler hayatı benimseyen…” Allah için sizler de tanıksınız, ben böyle birisi değilim. Ben kendimi bildim bileli solcuyum. Sekülerse seküler, laikse laik. Bunu bilmeden, yani bunu bilerek yalan söylüyor olamaz, hakikaten bilmiyor. Bu kadar baştan savmalar. Bu aslında şunu gösteriyor: Gerçekten bu hareketin, özellikle Fethullah Gülen’in ölümünden sonra iyice bir çıkmaza girdiğini bize gösteriyor. Fethullah Gülen hayattayken de öyleydi ama onun üzerinden, bir efsane üzerinden bunu sürdürmek mümkündü ama şimdi işler iyice sarpa sardı. Nasıl yeniden üreteceksiniz, bu insanları nasıl kendinize bağlı tutacaksınız? Çünkü bayağı bir paralar akıyor, şu oluyor, bu oluyor, kurumlar var ve normal şartlarda bıraksanız Amerika Birleşik Devletleri’nde kendi başına bir aydan fazla yaşayamayacak olan birtakım insanlar bu hareketin imkanlarıyla bayağı iyi hayatlar sürüyorlar. Tabii bunu biz, yani Gökhan’ın yazısıyla başlayan, benim yazım ve yayınlarla devam eden, birtakım insanların e-postalarla yaptığı katkılarla devam eden, İsa Hafalır mesela, onun yazıları bir şeyi açtı, ne derler, cin şişeden çıktı. Şimdi o cini o şişeye geri koyamıyorlar. Bunun üzerine şöyle şeyler söylüyorlar: “Bu bir operasyon, bir devlet operasyonu, Tayyip Erdoğan operasyonu.” Herhalde Tayyip Erdoğan’ın haberi yoktur, varsa da herhalde o da bundan rahatsız oluyordur çünkü onlar böyle bir şey istemiyorlar. Yani mesela ne deniyor? Ben ne dedim: Sıradan Fethullahçıları, Türkiye’deki işte Bank Asya’ya para yatıran, derneğine, sendikasına üye olan, çocuğunu bunların okuluna yollayan insanları ya da bunlara bağışta bulunan insanları bırakın artık, özgür kılın, üzerlerindeki baskıyı kaldırın; yurt dışında olup da ülkeye gelemeyen ama gelmek isteyen, bu hareketten kopmuş insanların önünü açın. Bu iktidarın böyle bir gündemi yok, kolay kolay da olacağa benzemiyor sanki. Ama yani iktidar böyle bir şey yapmış ve burada da merkez üssü olarak Medyascope‘u seçmiş falan… Yani bunlar tam Fethullahçı palavraları. Hayatları böyle geçmiş bu insanların ve insanları böyle kandırmışlar. İster inansınlar ister inanmasınlar, bu tamamen Gökhan Bacık’ın, benim, başka buna katkı veren insanların, hem benim açımdan hem gazetecilik açısından ama insanlık ve vicdanla ilgili bir mesele. Kendilerinde vicdan olmadığı için bunu anlamayabilirler ama şunu biliyoruz ki, görüyorum ki tam “bir dokun bin ah işit” olayı yaşıyor. Devletin bunu çok umursadığını sanmıyorum. Bir şekilde haberdardırlar olup bitenden. Keşke keşke birazcık esnetseler, keşke birazcık insanları, bu mağdur edilen insanları yeniden topluma kazandırmak için birtakım hamleler yapsalar, bu ‘‘sivil ölüm’’ denen olayı bitirecek birtakım adımlar atsalar. Umarım olur ama şunu söyleyeyim: Bu yapı yok olmaya mahkum. Ne kadar erken olursa kendileri için de hayırlı olur ama en çok sıradan insanlar için hayırlı olur ve ben şahsen bu hareketle, gazeteciliğe başladığımdan beri bu hareketle ilgilenen, takip etmeye çalışan, yazan… Mesela “Ayet ve Slogan” 1990’da çıktı, bunun içerisinde önemli bir bölüm Fethullahçılar üzerindedir ve bu kitabı yazana kadar, 90 yılında yazana kadar tek bir Fethullahçı ile bile görüşemedim çünkü tamamen kapalı kutuydular. Sonra görüştüm, ne oldu, çok şey öğrendim tabii, çok tartışmalarımız da oldu. Ama başından itibaren, ki 90 yılındaki yazının sonu da budur, yani metnin sonu da budur, devleti ele geçirme stratejisini daha o zaman yazmış birisiyim. Askeri okullardaki operasyonları, bunların askeri okullara sızma girişimlerini Nokta dergisinde başka arkadaşlarla birlikte yazmış birisiyim. Bu olayın, Fethullahçılığın aslında Türkiye’de bir İslami cemaat olmanın ötesinde bir yapı olduğunu baştan sona gören birisiyim. Şöyle bir şey söyleyeyim, iki husus, bana arkadaşlarım hep şunu sorardı: “Bunlar takiye mi yapıyor?” diye. Ben bunun iyi bir konu olmadığını, yani iyi bir tartışma olmadığını söylerdim ama derdim ki: “Eğer illaki takiye yaptığını söyleyen bir yer soruyorsanız Fethullahçılıktır” derdim. Bunun tanıkları yakın çevremde çok insan vardır. Hiçbir zaman güven vermeyen bir yapı olmuştur. Bir diğer husus da, 15 Temmuz sonrasında yapılan operasyonların bir yerinde Fethullah Gülen’in el yazısıyla çıkan dökümanlardan birisinde benim hakkımda “hizmetin en büyük düşmanıdır” diye bir notu var. Bunu bir eski asker, bu davaları yakından takip eden eski asker bir tanıdığım bana yollamıştı. Çok çarpıcıydı ama hiç şaşırmadım. Ama şunu söyleyeyim: Kimsenin düşmanı değilim. Onlar bana düşman olabilir ama ben kimsenin düşmanı değilim. Ben bu ülkenin iyiliğini isteyen birisiyim ve bu ülkenin tüm vatandaşlarının, Fethullahçılıkla bir şekilde ilişkisi olmuş olan insanların da iyiliğini istiyorum ve dolayısıyla benden çekmeye devam edeceksiniz. Elimden geldiği kadar bu işi sürdüreceğim.
Peki bu yayını kime ithaf ediyorum? Tabii ki Profesör Şerif Mardin’e, Şerif Hoca’ya. Çok sevdiğim dostumdu, ondan çok şey öğrendim. İslamcılık çalışmaya başladığım ilk andan beri kısa bir süre sonra tanıştık ve bu fotoğraf ilk kendisiyle Cumhuriyet gazetesi için yaptığım röportajın fotoğrafı. O zamanlar ben de gençmişim. Şerif Hoca’yla çok iyi bir dostluğumuz oldu, çok tartıştık, bana çok şey öğretti, çok iyilik yaptı gerçekten. 2017’de kaybettik kendisini, bir Eylül ayında. Maalesef biz Müge ile oğlumuzun yanına Kanada’ya gitmiştik, o okurken ve maalesef cenazesine katılamadım. Çok üzüntü oldu benim için. Şimdi bakıyorum birileri Şerif Hoca’ya laf ediyorlar. Sağlığında, o yaşarken de edenler vardı, ona bir yığın engel çıkartanlar vardı ve ama şimdi çok daha fazlalaştığını görüyorum. Onlar adına üzgünüm, Şerif Hoca’yı tanımıyorlar herhalde ya da tanısalar bile sevmiyorlar. Bu onların kaybı. Şerif Hoca gerçekten Türkiye’de sosyal bilimlerde çığır açmış bir isimdir. Bunun ötesinde çok çok iyi bir insandı. Ben ona tanıklık ederim. Nur içinde yatsın. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.