Her siyasal iktidar, sürdürülebilir bir meşruiyet inşa etmek için salt yönetmekle yetinmez; yönetilenlerin tahayyül dünyasına da nüfuz etmeye çalışır. Çünkü egemenlik, yalnızca yasalarla değil; imgelerle, simgelerle, anlatılarla ve duygulanımlarla da kurulur. Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramı bu yüzden zorun çok ötesine taşar: Bir onay üretimidir, rızanın kültürel dokuda örgütlenmesidir. Fakat tam da bu noktada, Türkiye’nin son yirmi yılına damgasını vuran AKP iktidarı, iktidarın sürekliliğini sağlama konusunda gösterdiği pragmatik mahareti, kültürel hegemonya üretiminde sergileyememiştir. Bu bir istisna değil; yapısal bir yetersizliktir.
AKP, iktidarı büyük ölçüde negatif birlik zemininde inşa etti. Yani bir neye karşı olduğumuz duygusunu canlı tutarak, bir kültürel ortak özne yaratma çabasında değil; kültürel bir ötekinin sürekli olarak yeniden inşa edilmesi üzerinden siyasal alanı tahkim etti. Bu, kültürel hegemonya kurmak için yetersiz bir stratejidir. Zira hegemonya, salt karşıtlığı değil; olumlu bir yaşam dünyasını, müşterek bir tahayyülü gerektirir. “AKP’nin dilinde ise biz kimiz?” sorusu hiçbir zaman derinlikli bir kültürel karşılık bulamadı; daha çok, “Onlar kimdir?” sorusunun parazitik yankısı içinde sürdürüldü.
Bu yapısal eksiklik üç düzlemde belirginleşir:
1. Anlamın parçalı üretimi:
AKP, popüler kültüre çeşitli düzeylerde sızmış olsa da bunu bütünlüklü bir kültürel vizyon olarak kurgulamadı. Dizi sektörü, medya aygıtları, dini anlatılar gibi alanlarda yaygın bir içerik üretimi sağlandı. Fakat bu içerikler, bir tinsel dünya inşa etmedi; dağınık, eklektik, yüzeysel bir anlam ekonomisi yarattı. Gramsci’nin hegemonya için şart koştuğu organik aydınlar burada ortaya çıkmadı. Bu iktidarın etrafında organik bir kültürel sınıf değil; rant ve çıkar eksenli taşra entelijansiyası oluştu.
2. Estetik yetersizlik:
Hegemonya, estetik olanı dönüştürme gücünü de içerir. AKP estetik sahaya damgasını vurabilecek özgün imgeler, simgeler ve anlatılar üretemedi. Barok bir kitsch estetik, inşa edilen camilerin, törenlerin, anıtların ve mimarinin ortak dili hâline geldi. Bu dil, yeni bir kültürel aidiyet doğurmak şöyle dursun; hem seküler hem dindar kesimlerde bir güvensizlik estetiği üretti. Üretilemeyen bu estetik, hegemonya projesinin derinleşmesini de engelledi.
3. Zorun kültürel alanı istila etmesi:
Kültürel hegemonya, rızayı üreten ince örgülerle dokunmuş bir anlam alanını gerektirir; zora başvuran değil, öznenin dünya tasavvuruna sızan bir imgelem kudretidir. Oysa AKP’nin kültür politikaları, bu nüfuz edici kudreti inşa etmek yerine, devletin aygıtsal uzanımları üzerinden kültürel alanı belirlemeye yöneldi. Böylece kültür, kendiliğinden çoğalan bir anlam evreni değil; merkezi müdahaleyle dizayn edilen bir alan hâline getirildi. Üniversitelerde kurulan yeni kurumsal mimariler, medyada oluşturulan temsil rejimleri, sanat üretiminde tesis edilen ödül ve teşvik mekanizmaları hepsi kültürün içkin çoğulluğunu sınırlayan düzenekler olarak işledi. Bu düzenekler, kültürel akışkanlığı bir formasyon makinesine dönüştürürken; anlamın organik üretimini de önceden çizilmiş hatlar üzerinde ilerlemeye zorladı.
Oysa hegemonya, anlamın içkin hareketinden, kültürel bir çoğulluktan ve estetik üretimin süreksiz deviniminden beslenir. Zorun müdahalesi, bu devinimi bir disiplin alanına çevirdiği ölçüde, kültürel yaşam da bir çeşit programlanmış tekrar rejimi içinde döngüye girdi. Burada inşa edilen, rızaya dayalı bir anlam dünyası değil; temsilin sürekli olarak yeniden kodlandığı ve dağıtıldığı bir prosedürel kültür makinesidir. Bu nedenle, kültürün söylemsel düzlemi genişlemekten çok, belirli normatif matrislerin içine çekildi ve kültürel özne, bir yaratıcı fail olarak değil; temsil edilebilir ve öngörülebilir figür olarak konumlandırıldı.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
AKP döneminde kültürel hegemonya
Hegemonya, anlamın zorlanmadan dolaştığı bir mecrayı gerektirir. Zorun diline maruz kalan kültür, kendini üreten değil; kendisine dayatılan imgeleri yeniden dolaşıma sokan bir ara yüz işlevi görür. Burada üretim yoktur; yalnızca yeniden biçimlendirilmiş yansımalar vardır. Kültürel hegemonya, böylesi bir yankı mekaniği üzerinden doğmaz; çünkü hegemonya, anlamın içkin çoğalmasıyla kurulabilir.
AKP’nin kültürel hegemonya kuramamasının temel nedeni, kendi siyasal varoluşunun doğasıyla ilgilidir. Bu yapı, proje partisi değil; tepkisel koalisyon mantığıyla çalıştı. Kendi kültürünü yaratmak için gerekli olan ideolojik derinlik, felsefi omurga ve estetik cesaret hiçbir zaman geliştirilemedi. Sonuçta da AKP iktidarı, sürekli muhafazakâr kültürel devrim söylemini dillendirse de, bunu bir anlam evrenine dönüştürecek tarihsel kudreti gösteremedi.
Bugün Türkiye’nin kültürel alanı, iktidarın arzuladığı türde bir kültürel birlik değil; çatallanmış anlam boşlukları ile doludur. Bu boşlukların temelinde ise, kültürel hegemonya kurma kapasitesinin eksikliği yatar. Çünkü hegemonya, rıza ile tahakkümün estetik bir sentezini gerektirir. Rıza inşa edemeyen tahakküm, en fazla kültürel travma üretir. Travmadan hegemonya doğmaz.