Dr. Hakan Şahin ile Türkiye muhtemel bir saldırıya hazır mı?

İsrail’in 13 Haziran’da İran’ın nükleer tesislerine ve füze üslerine düzenlediği kapsamlı saldırıların ardından başlayan gerilim sürüyor. Türkiye muhtemel bir saldırıya hazır mı? Ruşen Çakır’ın konuğu Dr. Hakan Şahin anlattı. Şahin Türkiye’nin askeri ve kurumsal durumunu değerlendirdi.

İsrail ile İran arasındaki savaş altıncı gününe girerken, çatışmalar hava saldırıları, füzeler, tahliye çağrıları ve karşılıklı tehditlerle şiddetlenerek sürüyor. 18 Haziran sabahının erken saatlerinde İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Tahran’daki hedeflere yönelik yeni bir saldırı dalgası başlattığını duyurdu. IDF, Tahran’ın 18. bölgesindeki sivillerden bölgeyi derhal tahliye etmelerini istedi. Sosyal medya üzerinden yapılan Farsça açıklamada, “Hayatınızı riske atmayın, bölgeyi acilen terk edin” ifadeleri kullanıldı.

İsrail’in saldırılarına karşılık olarak İran, Tel Aviv başta olmak üzere birçok İsrail kentini hedef alan füze saldırıları düzenledi. İran Devrim Muhafızları, saldırılarda ilk kez “Fettah-1” hipersonik füzelerinin kullanıldığını açıkladı. 

“Türkiye, İran’dan farklı bir pozisyonda”

Şahin videoda, “Türkiye bu konuda İran’dan epey farklı bir pozisyonda. NATO üyesi olması, Batı’yla Amerika Birleşik Devletleri’yle İngiltere’yle gelişkin ilişkilere sahip olması, aynı zamanda İsrail’le de birçok konuda işbirliklerinin olması bakımından Türkiye’nin İran gibi yakın görünür gelecekte böyle bir tehditle karşılaşacağını zannetmiyorum. İsrail’in Türkiye’ye, İran’a yaptığı gibi bir saldırıda bulunması küresel ölçekte çok farklı sonuçlara yol açacaktır. Dolayısıyla böyle bir
ihtimal yakın gelecekte görmüyorum ama bunun sıfır olduğunu da iddia etmek müneccimlik
olur. Birkaç sene sonra ne olacağını bugünden öngörmemiz mümkün olmaz diye düşünüyorum.” dedi.

Dr. Hakan Şahin ile Türkiye muhtemel bir saldırıya hazır mı?
Dr. Hakan Şahin ile Türkiye muhtemel bir saldırıya hazır mı?

Şahin, “Anladığım kadarıyla Erdoğan, Türkiye’nin son yıllarda çeşitli biçimlerde eksikliğini hissettiği, bir kısmı da kendi hatalarından kaynaklanan, özellikle hava savunması ve savaş uçağı konusundaki eksiklerden söz ediyor. Kastettiğim şey S-400’lerin Rusya’dan satın alınması sonrası F-35 projesinden Türkiye’nin çıkartılması. Dolayısıyla Türkiye şu anda stratejik seviyede hava savunma bakımından büyük bir eksiklik içinde. Onu kastediyor muhtemelen. Bir diğer eksikliği de savaş uçağı konusunda” dedi.


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Dr. Hakan Şahin ile Türkiye muhtemel bir saldırıya hazır mı?

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Çok önemli bir soru var önümüzde, bu soru: Muhtemel bir savaşa ya da saldırıya Türkiye hazır mı? Malum, İsrail’in İran’a saldırısından sonra bu ihtimal Türkiye’nin gündeminde var. Ülkeyi yönetenler, İran’dan sonra sıranın Türkiye’ye gelebileceğini aylardır söylüyorlardı. Şimdi İran’a saldırı oldu ve bu olay gündemde. Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerekse Devlet Bahçeli bu konuyu sürekli gündemde tutuyorlar. Peki Türkiye buna ne derece hazır? İşte bunu konunun uzmanı, emekli yarbay ama aynı zamanda Siyaset Bilimi Doktoru Hakan Şahin’le konuşacağız. Merhaba Hakan.

Hakan Şahin: Merhaba Ruşen abi.

Ruşen Çakır: Şimdi soru çok kötü bir soru aslında, yani zor bir soru ama bu soruyu sormamız gerekiyor. Çünkü bunu 2024’te Meclis’in açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan söyledi, hatırlayacaksın. Dedi ki, “İsrail’in hedefindeyiz” yani İran’dan sonra hedefindeyiz. Bunu Devlet Bahçeli defalarca söyledi ve İran’a saldırı olduktan sonra da bunu açık ya da örtülü bir şekilde dile getirdiler. Öncelikle dün ben Cengiz Çandar’la yaptığım yayında Cengiz Çandar net bir şekilde, ‘‘Türkiye NATO üyesidir, asla böyle bir şey olamaz’’ dedi. İkincisi de İran’ın İsrail’e karşı hasmane tavrının, yani İsrail’e yönelik değişik şekillerdeki aldığı pozisyonların Türkiye için geçerli olmadığını, dolayısıyla Türkiye ile İran’ın benzetilemeyeceğini söyledi. Öyle başlayalım. Bu hakikaten %0 bir ihtimal mi?

Hakan Şahin: Şöyle, Cengiz Bey’e büyük ölçüde katılıyorum aslına bakarsanız. Türkiye bu konuda İran’dan epey farklı bir pozisyonda. NATO üyesi olması, Batı’yla, Amerika Birleşik Devletleri’yle, İngiltere’yle gelişkin ilişkilere sahip olması, aynı zamanda İsrail’le de birçok konuda iş birliklerinin olması bakımından Türkiye’nin İran gibi yakın görünür gelecekte böyle bir tehditle karşılaşacağını ben de zannetmiyorum. İsrail’in Türkiye’ye, İran’a yaptığı gibi bir saldırıda bulunması çok farklı sonuçlara yol açacaktır küresel ölçekte. Dolayısıyla böyle bir ihtimal yakın gelecekte görmüyorum ama bunun sıfır olduğunu da iddia etmek müneccimlik olur. Bir sene sonra, iki sene sonra, üç sene sonra ne olacağını bugünden öngörmemiz mümkün olmaz diye düşünüyorum şimdiden.

Ruşen Çakır: O zaman diyelim ki varsayalım ki böyle bir ihtimal var. Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen kabine toplantısından sonra, bugün de Meclis Grup Toplantısı’nda savunma sanayii üzerine çok yoğunlaştı. Videolar izletiyor ve bu konuda çok ciddi atılımlar yaptıklarını söylüyor. Fakat özellikle kabine toplantısı sonrasında hala birtakım ciddi eksikliklerin olduğunu yumuşak bir şekilde söyledi ve milletten bir anlamda sabır da istedi dikkat ettiysen. Burada neyi tam olarak kastediyor? Yani Türkiye’nin şu anda savunma sanayii bu kadar ilerleme katetmişken hala çok ciddi kritik eksikleri var mı?

Hakan Şahin: Şöyle, şimdi herhangi bir ülkenin savunması, bu ister Türkiye olsun ister başka bir ülke olsun, savunması ve güvenliğini sağlayan temel mekanizma onun ordusu. Ordunun elinde de bu işlevi yerine getirmek için kullanacağı iki ana enstrüman var: Bir tanesi savunma sanayii, kendisinin veya dışarıdan satın aldığı, diğeri de bu silah sistemlerini, harp silah araç ve gereçlerini kullanacak olan insan unsuru ve onların örgütlenmesi, örgütlenme biçimi. Şimdi Erdoğan anladığım kadarıyla daha ziyade özellikle işte Türkiye’nin son yıllarda çeşitli biçimlerde eksikliğini hissettiği, bir kısmı kendi hatalarından kaynaklanan, özellikle hava savunma konusunda ve savaş uçağı konusundaki eksikliklerden söz ediyor anladığım kadarıyla. Kastettiğim şey S-400’lerin Rusya’dan satın alınması sonrası F-35 projesinden Türkiye’nin çıkartılması. Dolayısıyla Türkiye şu anda stratejik seviyede hava savunma bakımından büyük bir eksiklik içinde. Onu kastediyor muhtemelen. Bir diğer eksikliği de savaş uçağı konusunda. Bu sorunuzu şöyle geliştirerek cevap vermek istiyorum: Şimdi bu İsrail saldırılara başladığı ilk gün, sayısının 200 kadar olduğu söylenen, içinde F-35’lerin de olduğu savaş uçaklarıyla İsrail’den kalkarak Ürdün’ü, Suriye’yi, Irak’ı aşarak İran’ın birkaç yüz kilometre içine kadar girecek şekilde 200 savaş uçaklık bir hava saldırısı gerçekleştirdi bildiğiniz gibi. Üç ülke aşarak yaptı bunu eş zamanlı olarak. Bu hava saldırılarıyla eş zamanlı olarak yine çok bence üzerinde düşünülmesi gerekecek, endişe duymamıza yol açacak kadar başarılı bir şekilde bu hava harekâtlarıyla koordineli, tırnak içinde adına ‘‘suikast harekâtı’’ diyebileceğimiz, ülkenin, İran ülkesinin ordusunun üst düzey komuta heyetini öldürdü. Genelkurmay Başkanı’nı, Devrim Muhafızları Komutanı’nı, Genelkurmay İstihbarat Başkanı’nın da arasında bulunduğu 8 generali, işte bu atom enerjisiyle ilgilenen bazı bilim insanlarını eş zamanlı olarak öldürdü. Bir kısmını karargâhlarında, bir kısmını kendi evlerinde öldürdü. Hatta bunların fotoğrafları yayınlandı, görmüşsünüzdür. İşte 8-9 katlı bir apartmanın sadece o generalin, o asker kişinin yaşadığı evin penceresinden içeriye girmiş bir füzeyle vuruldu. Şimdi burada İsrail’in gerçekleştirdiği bu askeri harekâtı ben çok başarılı bir askeri harekât olarak görüyorum. En başta bunu söylememiz lazım. Burada İsrail övücülüğü falan yapma adına değil, karşı karşıya bulunduğumuz gerçeğin tam olarak içeriğini tespit etme adına söylüyorum bunu. Dolayısıyla karşımızda şöyle bir askeri güç var: Eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da söylediği gibi İsrail bizim için bir tehditse, bu tehdidin askeri boyutunun tam olarak ne olduğunu tanımlamaya çalışacağım; benim gördüğüm kadarıyla hava kuvvetleri çok başarılı bir askeri güç var karşımızda. Özel kuvvetleri, gayrinizami harp unsurları ve başka ülkelerin içlerinde yoğun bir biçimde iş görebilen istihbarat elemanlarının ve oranın yerel halkından muhtemelen, belki resmi kurumlarının – ki buna ordu da dahil olabilir – içerisinden devşirdiği, müzahir hale getirdiği çeşitli sivil veya resmi elemanların bulunduğu ve bundan daha da ötesi, daha da önemlisi belki bunların hepsini zaman ve mekan bakımından çok usta bir biçimde, mükemmel denebilecek bir biçimde senkronize edebilen, koordine edebilen, eş güdümleyebilen bir askeri güç var. Şöyle açıklamaya çalışayım bu eş güdümün ne demek olduğunu. Gündelik hayattan bir örnek vereyim. Örneğin dört arkadaşla İstanbul’da Taksim’de bir yerde buluşmaya karar verdiğinizi düşünün veya 10-15 kişinin katılacağı bir etkinlik yaptığınızı düşünün. Birçok aklınıza gelmeyecek, öngöremeyeceğiniz aksiliğin ortaya çıktığını, arkadaşlardan birisinin cep telefonunun şarjının bittiğini, öbürünün başka bir şey olduğunu, odanın kapısını açacak görevlilerin gelmediğini vesaire yaşamışızdır. Dolayısıyla gündelik hayat içerisinde bile birkaç kişinin belli bir yer ve zamanda buluşmasının bile bu kadar zor olabildiği bir yerde, bir başka ülkenin topraklarında böylesine kapsamlı, çok boyutlu, birçok alanda, askeri alanın birçok farklı alanında gerçekleştirmek ve bunları eş güdümleyebilmek… Şöyle düşünün: Muhtemelen o generalin evini gözetleyen birisi var. O gözetleyen kişinin rapor ettiği bir İsrailli asker veya istihbarat elemanı yetkili var. O yetkilinin İsrail’e bunu rapor ettiği bir kanal var, haberleşme kanalı. Bu kanal İran’ın tespit edemeyeceği, içine giremeyeceği bir kanal. İsrail bunu aldıktan sonra uçaklara bunu bildirmesi var. Yer değişikliği söz konusuysa havadayken bunun pilota bildirilmesi var. O uçakların dönüşte işte Körfez üzerinde veya Suriye’de veya Ürdün’de yakıt ikmallerinin yapılması gibi çok boyutlu bir askeri harekât var. Karşımızdaki tehdit böyle bir tehdit, önce bunu tanımlayalım. Şimdi böyle bir tehdide karşı ülke olarak Türkiye’nin yapması gereken iki şey var. Bir, caydırıcı olabilmek, yani onun şöyle düşünmesine yol açmak: “Türkiye İran gibi bir ülke değil, saldırırsak sonuçları şöyle olur” demek, caydırıcılık sağlayarak saldırmamasını sağlamak. İkinci aşama, ola ki saldırırsa ona aynı ölçüde, aynı askeri beceri ve yeteneklerle karşılık verebilecek durumda olmak. Birinci gün sonrası gördüğüm bu manzara karşısında şunu düşündüm: ‘‘Türkiye bu güce karşı aynı ustalıkla, aynı askeri becerilerle karşılık verebilecek durumda mı? Değilse önündeki engeller nedir?’’ Bunu düşündüğümde benim aklıma ilk gelen Türkiye’nin işte hava savunma sistemi, F-35’in olmamasından daha ziyade bence maliyet de gerektirmeyen, finansman da gerektirmeyen, zaman bakımından bir beklemeye de ihtiyaç olmayan birkaç nokta var askeri örgütlenme ile ilgili. O konularda bir düzeltme yaptığı takdirde Türkiye’nin savunmasını birkaç kat artırabileceğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Bu söylediğin çok ilginç. Evet, bu çok ilginç çünkü biz genellikle şöyle bakıyoruz; şimdi bu yaşanan olaya baktığımız zaman, İran-İsrail meselesine baktığımız zaman bir tarafta İsrail’in anlattığın gibi çok acayip bir hava gücü var, F-35’ler filan, bunlar bizde yok. Öteki taraftan İsrail’in her ne kadar tam başarılı olamasa da Demir Kubbe diye bir füze saldırılarına karşı vereceği bir cevap var.

Hakan Şahin: Hava savunma sistemi var, evet.

Ruşen Çakır: Hava savunma sistemi var, bu da bizde yok. S-400’ler vardı, onlar hangarda şu bu. Bir diğer husus İran’ın kullandığı füzeler var, o konuda da Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni yaptığı açıklamada eksikleri olduğunu söyledi Türkiye’nin. Yani şimdi şu anda baktığımız zaman bunların hepsinde, yani izlediğimiz savaşta öne çıkan unsurların hepsinde Türkiye’nin bir eksiği olduğunu görüyoruz. Ama sen diyorsun ki: bambaşka bir şeyler de bu olabilir. Nedir onlar?

Hakan Şahin: Evet, evet, onlar şunlar. Üç ana başlıkta ben toparlamak istiyorum bunları. Aslında bunlar, dediğim gibi vurgulamak istiyorum, kesinlikle maliyet gerektirmeyen, sadece örgütlenmeyle, teşkilatlanmayla düzeltilebilecek, giderilebilecek bir şey. Şimdi birincisi, az önce şunu vurgulamaya çalışmıştım: Evet, İsrail’in elinde teknolojik ve askeri üstünlük var; fakat bundan daha önemlisi İsrail ordusu bu yeteneklerin hepsini senkronize, eş güdümlü bir şekilde kullanabilecek bir askeri örgütlenmeye de sahip. Peki Türkiye sahip mi? Türkiye maalesef şu anda değil, 2018’den beri değil, 6 yıldır. Neyi kastediyorum? Şunu kastediyorum: 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtikten sonra Türkiye, Cumhurbaşkanlığı’nın yayınladığı 1 no’lu bir kararname var, epey uzun bir kararname. Burada Cumhurbaşkanlığı’na bağlı temel devlet kurumlarının birbirlerine bağlılık ilişkilerini, görev ve yetkilerini düzenleyen birtakım maddeler var. Bu kararnamenin 338-339. maddelerinde Genelkurmay Başkanlığı’nın ve Kuvvet Komutanlıkları’nın, Kara, Hava, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın ve Milli Savunma Bakanlığı’nın hem Cumhurbaşkanlığı’yla hem de birbirleri arasındaki emir komuta ilişkilerini düzenliyor. Ve şimdi bu yayına katılmadan önce yanlış bir şey söylememek için tekrar baktım, aynen şöyle diyor: “Genelkurmay Başkanlığı ve Kara, Hava, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Milli Savunma Bakanlığı’na karşı ayrı ayrı sorumludur.” Kararnamede geçen cümleyi söylüyorum. İkincisi, ‘‘Genelkurmay Başkanlığı ve Kara, Hava, Deniz Kuvvetleri Komutanlıkları işte üzerindeki şey yetkisi Milli Savunma Bakanlığı’ndadır’’ gibi. Dolayısıyla şimdi bu madde çok önemli bir madde. Bu maddeyle örneğin Hava Kuvvetleri Komutanının askeri, personel, lojistik, harekât, istihbaratla ilgili herhangi bir konuda Genelkurmay Başkanı ile emir komuta ilişkisi konusunda bir belirsizlik yaratılmış oluyor. Yani diyor ki Hava Kuvvetleri Komutanına bu kararname: “Senin birincil amirin Milli Savunma Bakanıdır” diyor. Peki, o zaman Genelkurmay Başkanıyla ilişkisi nedir Hava Kuvvetleri Komutanının veya Deniz Kuvvetleri Komutanının? Bu konuda bir belirsizlik var. Peki anayasamız ne diyor? Anayasa diyor ki, ‘‘Başkomutanlık Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin manevi şahsına aittir. Barış zamanında bunun temsilcisi Cumhurbaşkanıdır, savaş zamanında Genelkurmay Başkanıdır.’’ Şimdi o zaman sadece birazcık okuryazar, düşünme kabiliyeti olan birisi olarak düşünüyorum. Askerlik bilmeye vesaireye gerek yok, birazcık işletme bilimi okumuş olmak yeterli. Öyle bir Genelkurmay Başkanı var ki şu an karşımızda yasal düzenleme açısından, savaş zamanında emir vereceği Deniz Kuvvetleri Komutanı üzerinde şu an bugün barış zamanında emretme yetkisine sahip değil. Birazcık daha devam ediyorum şimdi. Milli Savunma Bakanlığı’nın internet sayfasını açıp izleyiciler, dinleyiciler, siz boş bir zamanınızda oradaki teşkilat şemasına bir bakın. Orada Milli Savunma Bakanlığı teşkilat şeması gösterilmiş bir grafik şeklinde. Şimdi Türkiye’nin az önce söylediğim bu işte hava kuvvetlerinin, yerdeki kara unsurlarının, özel kuvvetler unsurlarının, istihbaratının tek bir merkezden kontrol edileceği yer olan Milli Savunma Bakanlığı’nda dört tane bakan yardımcılığı var. Az önce bahsettiğim yerlerden sorumlu bir bakan yardımcılığının altında personel ve harekât konularından sorumlu iki tane tümgeneral var. Bunlar bir bakan yardımcısına bağlı. Peki, bakan yardımcısı kim diye merak edip baktım, şu an bugün itibarıyla, bakan yardımcısı, ismini hatırlamıyorum şu an, yani geçmişi nedir diye baktım. Geçmişi şu açıdan önemli. Varsayalım ki Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın bir harekât ihtiyacı var, bir malzeme ihtiyacı veya bir teşkilatlanma ihtiyacı. Benzer biçimde diyelim ki Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın da uçaklarında kullanacağı bir radarla ilgili bir önerisi, bir teklifi var. Bunları birleştirip Milli Savunma Bakanlığı’nda hakkında karar verecek kişi bu bakan yardımcısı. Bu bakan yardımcısı 1995 ile 2015 yılları arasında vergi hakimliği yapmış birisi, askeri hiçbir geçmişi olmayan, en son Ankara İdare Mahkemesi başkanlığı yapmış, sonrasında Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı yapmış, geçtiğimiz yıl da Cumhurbaşkanı tarafından Milli Savunma Bakan Yardımcısı olarak atanmış birisi. Dolayısıyla böyle bir yapı içerisinde İsrail’in gösterdiği bu askeri uzmanlık, askeri yeteneklerin en etkin biçimde kullanılmasını bekleyebiliriz. Birincisi bu. Dolayısıyla Milli Savunma Bakanlığı ile Kuvvet Komutanlıkları ve Genelkurmay Başkanlığı arasında flulaştırılmış olan ilişkinin çok net, eskiden olduğu gibi kesin çizgilerle tekrar açıklığa kavuşturulması ve Genelkurmay Başkanının ve karargâhının, Kuvvet Komutanlıkları ve karargâhları üzerindeki yetkilerinin artırılması gerekir diye düşünüyorum ben.

Ruşen Çakır: Tabii şöyle, bunun bir geçmişi var. Malum, ‘‘Genelkurmay, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlansın, sivil yönetimin altında olsun’’ talebinin yerine getirilmesi bağlamında yapılmış bir düzenleme olduğunu görüyoruz. Ama ilginç olan şu ki Milli Savunma Bakanlarının hepsi de eski Genelkurmay Başkanlarından oldu. Yani şimdi verdiğin örnekte mesela askerlikle ilişkisi olmayan birisi bakan yardımcısı oluyor, ama bakanların hepsi de Genelkurmay Başkanlığından geliyor. Peki, ‘‘Bu çok ciddi bir koordinasyonu da sorunlu kılıyor’’ dedin. İkinci nokta nedir?

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Hakan Şahin: İkinci nokta benim değinmek istediğim ve hayati olduğunu düşündüğüm şey, birincisiyle ilişkili sayılabilir. Sizinle daha önceki yayınlarımızda da konuşmuştuk bunu; harp okulları, bu subay yetiştiren okullar konusu. Ama ondan önce deminki konuyu vurgulama açısından bir iki noktasına daha değinmek istiyorum, bu Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları ve Milli Savunma Bakanı konusu. Neyse ki dediğiniz gibi şansımızdan Hulusi Akar ve Yaşar Güler eski askerler. Dolayısıyla az önce bahsettiğim o bakan yardımcısının askeri geçmişinin olmamasından kaynaklanabilecek birtakım eksikleri muhtemelen onlar kapatıyorlardır. Muhtemelen diyorum çünkü kapatıp kapatmadıklarını tam olarak bilemiyoruz. Birincisi bu. İkincisi, ikinci konuya değineyim ondan sonra söyleyeceğim şeyi söyleyeyim.

Ruşen Çakır: Tabii, tabii.

Hakan Şahin: İkinci konu, Harp Okullarının Milli Savunma Üniversitesi’ne bağlanması konusu. Şöyle düşünün yine, bir Deniz Kuvvetleri Komutanı var veya Hava Kuvvetleri Komutanı. Deniz Harp Okulu’ndan yetişen bir denizci teğmeni dört yıl içerisinde hiçbir biçimde gözlemleyemiyor. Belki gözlemliyorsa Harp Okulu’na çay içmeye giderek gözlemleyebiliyordur. Çünkü Harp Okulu üzerinde hiçbir emir komuta ilişkisi yok Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın, Deniz Harp Okulu üzerinde. Kara Kuvvetleri Komutanı’nın da hemen karargahına bir kilometre mesafedeki Kara Harp Okulu üzerinde okula bir misafir, bir gözlemci olarak gitmek dışında, bugün itibarıyla söylüyorum ve abartmadan söylüyorum bunu, yasal mevzuat böyle olduğu için söylüyorum, hiçbir emir komuta yetkisi yok. Ve ihtiyaç duyduğu bir topçu teğmenin, bir piyade teğmenin, bir hava savunma teğmeninin nitelikleri, ne şekilde bir eğitim verilmesi konusunda veya verilmekte olan eğitimin işte güncel tehdit durumu vesaire doğrultusunda ne ölçüde hangi yönde güncellenmesi gerektiği ile ilgili hiçbir girdi yapamayacak durumda. Çünkü Milli Savunma Bakanı’na doğrudan bağlı bir Milli Savunma Üniversitesi rektörü var, Harp Okullarının tamamı ona bağlı. Bir ikincisi bu bağlılığın ötesinde, şimdi şöyle düşünün, siz bir kurum yönetiyorsunuz şu anda, bir habercilik organizasyonu. Orada kararları veren, kiminle ne zaman hangi saatte görüşüleceğine, hangi muhabirin nereye gideceğine karar veren bir kişi var. Eş yetkilere sahip iki kişinin olduğunu düşünebiliyor musunuz? Siz diyorsunuz ki, ‘‘Yayını 15.00’te yapalım’’, öbürü diyor ki, ‘’16.00’da yapalım.’’ 15.00’te mi yapacağız, 16.00’da mı yapacağız? Şu an Harp Okullarında tam olarak bu var, en olmayacak yerde, yani iki başlılığı en kaldırmayacak örgütlenme olan askeriyede ve subayların yetiştirildiği yerde eş yetkilere sahip, eş başkan falan diyebileceğimiz biçimde bir tane Harp Okulu Komutanı var, işte Kara Harp Okulu Komutanı diyelim ki, onunla eş yetkiye, eş koltuğa sahip bir de dekan var, sivil bir kişi. Birisi diyor ki örneğin, ‘‘Yarın saat 16.00’da şu konferansı düzenleyeceğiz’’ diyor, öbürü de diyor ki, ‘‘Yarın 16.15’te başka bir etkinliğimiz var.’’ Bunu diyordur herhalde, böyle şeyler oluyordur, kulağıma geldiği için söylüyorum. Dolayısıyla ikincisi, maliyetsiz biçimde ve hemen yarın düzeltilebilecek bir diğer şey bu Harp Okullarının eskiden olduğu gibi Kuvvet Komutanlıklarına bağlanması meselesi. Şimdi bir ve ikiyi birleştirerek şöyle bir şey söylemek istiyorum: Bir an için şöyle düşünün, diyelim ki Medyascope‘tan veya başka bir kurumdan siyasi iktidar rahatsız oldu ve beni diyelim ki böyle bir kayyum gibi, eş başkan olarak size atadı ve ben habercilikle ilgili hiçbir şey bilmiyorum ve bilmeden sizin birtakım işlerinize karışabilecek yetkilere sahip olduğumu düşünün. Sizi ne kadar rahatsız eder ve oradaki işleyişi nasıl düşürür, tahmin edebiliyorsunuzdur bunu. Mesela size diyorum ki, ‘‘Şu konuğa şu soruyu sor, bunu sorma. Neden onu sordun? Onu sormasan da şunu sorsan iyi olur mu?’’ Dolayısıyla siz belli bir aşamada bütün işinizi gücünüzü bırakıp ya benimle kavga etmeyi göze almanız lazım ya da benimle kavga etmeyecekseniz önce beni yetiştirmeye zaman harcamanız lazım, oradaki işleyişi öğretmeniz için vesaire. Bu örneği şunun için veriyorum; şu an Milli Savunma Bakanlığı’nda ve Harp Okullarında olan aşağı yukarı böyle bir şey. Bir üçüncüsü değinmek istediğim şey, bu askeri hastaneler konusu.

Ruşen Çakır: Bu arada bu söylediğin husus bizim medyada bol miktarda var, merak etme.

Hakan Şahin: Öyle mi? Bilmiyordum.

Ruşen Çakır: Yani böyle özellikle bir zamanlar, hâlâ vardır herhalde, patronajı akrabası, şusu busu falan, böyle bir yerlere paraşütle inen insanların olduğunu gördük, çok duyuyoruz.

Hakan Şahin: O zaman yaşadığınız için ne demek istediğimi çok daha iyi anlamış olmalısınız.

Ruşen Çakır: Evet.

Hakan Şahin: Bir üçüncüsü bu askeri hastaneler, askeri doktorlar, askeri hemşireler meselesi. Madem ki Cumhurbaşkanımızın da söylediği gibi karşımızda böyle yakın addettikleri bir tehdit varsa eğer, işte 2016 yılında kapatılan bu askeri hastaneler, GATA sisteminin hemen yarın, çünkü birkaç sene önce Hulusi Akar bakanken söylemişti bunu, “Bu gündemimizde, çalışıyoruz üzerinde” demişti; ama iki yıl geçti hiçbir şey yok. Bu şu açıdan önemli, yani ne açıdan önemli olduğunu aslında açıklamaya da gerek yok. Yani şu an Türkiye böyle bir coğrafyada, etrafımızda hemen sınırlarımızın ötesinde Suriye’de, Irak’ta, İran’da savaş diyebileceğimiz şeyler sürerken askeri sağlık sistemi olmayan, belli bir ülkenin içerisine gittiğinde oraya askeri uzmanlığa da sahip, ayağında askeri bot olan, selam vermeyi bilen, bir askerin psikolojisinden anlayan, ne bileyim, mayına basmalarda, işte yanık tedavisinde vesairede, füze yanıklarında uzmanlaşmış askeri doktorlardan mahrum sayılı ordular arasında Türk Silahlı Kuvvetleri şu anda. Dolayısıyla hem ülke içerisinde hem de muharebe sahasında kullanılan, açılan bu seyyar cerrahi hastane dediğimiz, sınırı aşan yerlerde sınırlı da olsa cerrahi operasyonları da yapabilecek kapasitede hastane ve doktor, hemşire sisteminin bence ivedilikle tekrar başlatılması gerekiyor diye düşünüyorum. Bu üç şeyi yaparsak, bunlar, bu saydığım üç şey Silahlı Kuvvetlerin lider, yani işte astsubay çavuştan Genelkurmay Başkanı’na kadar hepsini lider olarak sayabiliriz. Şöyle bir şey vardır askerlik biliminde: Liderlik faktörü bir toplama faktör değil, bir çarpan faktörüdür. Yani elinizde 10 birimlik bir askeri kuvvet varsa iyi bir liderlikle bunu 20’ye çıkartabilirsiniz, kötü bir liderlikte bunu eksiye düşürebilirsiniz. Dolayısıyla bu lider, emir komuta, yönetim konularında en azından bir gelişme, iyileştirme sağlayacak şekilde bu düzenlemeleri yaparsak İsrail olur, başka bir şey olur, başka bir ülke olur, bunlara karşı daha hazır hale geliriz diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Bu anlamda bu üç madde de aslında Türkiye’nin bir zamanlar sahip olduğu, sonra şu ya da bu nedenle iptal edilmişlere geri dönülmesi.

Hakan Şahin: Şeyi de anlıyorum tabii, yani karşı argüman olarak gelecek şeyi de biliyorum. O da şu: “Ya kardeşim Türkiye bir zamanlar böyleydi, askerlerin de ne yaptığını biliyoruz.” Evet, bunda bir haklılık payı var; ama bir yanlışı düzeltmenin yolu başka bir yanlışı yapmak değil. Evet, siyasi iktidar Silahlı Kuvvetlere yönelik birtakım adımları atmak konusunda 2016 yılında haklı olabilir. Ama bugün 2025 yılındayız, neredeyse 10 sene geçti ve bu gidişat Silahlı Kuvvetlerin özellikle insan kaynağının bir şekilde, çok nitelikli bir insan kaynağı var fakat bunun bir şekilde fazla sürtünmesine, belli yerlerde patinaj yapmasına yol açıyor. Dolayısıyla bu sürtünmeyi, patinajı ortadan kaldıracak şekilde belli bir denge içerisinde… Evet, bir sivil gözetim elbette gerekli, bütün demokratik ülkelerde gerekli. Bunu en başta savunanlardan birisi benim, muvazzaf subay olarak görevli olduğum zamanlarda bunun üzerine cesaretle doktora tezi yazmış birisi olarak söylüyorum. Elbette Silahlı Kuvvetler siyasi iktidarın talimatlarına tabidir, siyasi direktife tabidir; fakat bu siyasi direktif ve demokratik kontrolün Silahlı Kuvvetlerin işlemez hale getirilmesini sağlayacak, Silahlı Kuvvetler personelinin moralini bozacak, onların bir şekilde hor görülmelerine veya kendilerini hor görmeye yol açacak boyutlara ulaşmaması gerekir. Bunun bir dengesi var, o denge biraz şu an kaçmış durumda. Dengeyi tekrar bir bulmak için üzerine aklıselimle düşünmek lazım.

Ruşen Çakır: Peki, toparlarken şeyi de sormak istiyorum, başta değindik. Olayın çok ciddi bir istihbarat boyutu var ve siber bir boyutu var. Ben şimdi yıllar önce hatırlıyorum, Amerikalı siber güvenlik uzmanlarıyla röportaj yapmıştım, o zaman CNN Türk‘ün ilk yılları, o zaman çalışıyordum. Ne soracağımızı da bilmiyorduk çünkü yeni duyuyorduk. Bir de onlar bunun ne kadar önemli olduğunu falan söylüyorlardı, biz de “Ha öyledir” deyip geçiştiriyorduk. Şimdi tabii aradan çok zaman geçti ve olay çok daha ciddi oldu. Bu konuda şimdi tabii ki istihbarat, özellikle Milli İstihbarat Teşkilatı’nın elinde ama biliyoruz ki Silahlı Kuvvetlerin de kendi istihbarat yapılanması var. Bir de olayın siber boyutu var. Artık anladığım kadarıyla bütün işler bir anlamda siber ortamda yaşanıyor, gerek savunma gerek saldırı. Bu konuda bilgin dahilinde Türk Silahlı Kuvvetleri ve bu anlamda Türkiye’nin yetkinliği nedir?

Hakan Şahin: Bu benim uzman olduğum bir alan değil doğrusu. Yani Silahlı Kuvvetler veya devletin diğer kurumlarının yetkinliği bu konuda nedir bilmiyorum. Ama siz sorunca şimdi zihnimi böyle bir yoklayınca aklıma geldi. Bundan herhalde 2 ay kadar önce verilen bir mahkeme kararını hatırlıyorum. Bir grup böyle 18-20 yaşında genç çocuk diyebileceğimiz hackerlar Türkiye’nin bazı resmi kurumlarının internet ağının içerisine sızmıştı. Bunlardan bir tanesi e-devlet sistemiydi, birisi de Milli Savunma Bakanlığı’ydı. Dolayısıyla 18-20 yaşında insanların sızabildiği… Bundan dolayı ceza aldılar o çocuklar, o yüzden yani, mahkeme tespit etti bunu. Bir rivayet, bir söylentiden bahsetmiyorum. Dolayısıyla burada bir zafiyet olduğu çok açık. Herhalde İsrailli siber güvenlikçiler çok daha kolay bir şekilde girebiliyordur. Ama işte az önce en başta söylediğim İsrail’in birkaç ülke aşarak 1500 km ötede bir başka ülkenin topraklarında gerçekleştirdiği bütün bu operasyonları senkronize edebilmesini sağlayan şey bu haberleşme, telekomünikasyon ağları. Dolayısıyla bu konuda bir eksiklik varsa bunların güvenliği konusunda onun giderilmesi lazım. Bir de şimdi telekomünikasyon, iletişim deyince aklıma gelen bir diğer şeyi vurgulayayım. Sizin de okuduğunuz o yazıda bahsetmiştim. Bu deminden beri söylemeye çalıştığımız senkronizasyon, koordinasyonun işte askerlik biliminde bir şeyi var bu harekât biçiminin, müşterek harekât diyelim buna, joint harekât. İsrail bunun içine şimdi daha zor bir şey olan birkaç başka ülkeyi de dahil etmiş. İşte Amerika var belli ki, işte Ürdün üzerinde bir Alman tanker uçağı transponderını açmış, belki görmüşsünüzdür. Dolayısıyla Alman, Amerikan, belki İngiliz kara, hava, deniz unsurlarının birlikte müşterek icra edilen bir şey. Dolayısıyla o birinci önerime dönersek Silahlı Kuvvetler’de müşterekliği sağlayabilecek yeteneğe sahip kurum Genelkurmay Başkanlığı. Maalesef Milli Savunma Bakanlığı’nın böyle bir yeteneği yok, bu bir gerçek. Dolayısıyla bir yerde bir yetenek var, müşterekliği sağlayabilecek bir yetenek var fakat bir yasal düzenlemeyle bunu kullanmaktan şu an imtina ediyor Türkiye ve bu görevi, müşterekliği sağlama görevini o yeteneğe sahip olmayan Milli Savunma Bakanlığı’na vermiş durumda. Burada bir yetenek var kullanılmıyor, burada yetki var yetenek yok. Dolayısıyla bu çarpıklığın giderilmesi lazım. Tekrar vurgulamam gerekirse bu düzenlemelerin ne için yapıldığını biliyoruz. Türkiye’nin son 10-15 yılını, tarihini az çok biliyoruz. Siyasi iktidarın kaygılarının ne olduğunu biliyoruz. Fakat birçok konuda olduğu gibi bu konuda da Silahlı Kuvvetler’in yönetimi konusunda da tırnak içinde bir normalleşmeye ihtiyaç var bence.

Ruşen Çakır: Evet, çok teşekkürler. Normalleşme derken büyük ölçüde hafıza tazelemek gibi. Yani geçmişin iyi birtakım, zorunlu birtakım şey uygulamalarının yeniden benimsenmesini, tabii ki güncellenerek benimsenmesini kastediyorsun. Evet, çok önemli. Çok teşekkürler.

Hakan Şahin: Rica ederim. Ben teşekkür ederim, sağ olun.

Ruşen Çakır: ‘‘Olası bir saldırıya ya da savaşa Türkiye hazır mı?’’ sorusunun cevabını Hakan Şahin’le aradık. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.