Düşman hukuku nereye kadar? Ruşen Çakır yorumladı

Ruşen Çakır yorumladı | Düşman hukuku: Nereye kadar?

İBB’ye yönelik operasyonlar hukuk sınırlarını zorluyor. Ruşen Çakır bu süreci “düşman ceza hukuku” kavramıyla ele aldı. Mehmet Pehlivan’ın tutuklanmasını bir kırılma anı olarak yorumlayan Çakır, yaşananların sadece yargı değil, vicdan sınırlarını da aştığını söyledi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik yürütülen soruşturmalarda son haftalarda dikkat çekici gelişmeler yaşanıyor. Avukat Mehmet Pehlivan’ın tutuklanmasıyla birlikte, kamuoyunun “hukuk devleti”ne olan güveni bir kez daha tartışmaya açıldı. Süreci değerlendiren Ruşen Çakır, “Bu yaşananlar, CHP’li isimlerin de dile getirdiği gibi düşman ceza hukuku uygulamasına dönüşmüş durumda” dedi.

Pehlivan’a yöneltilen suçlamaların esasen mesleğini yapmasından ibaret olduğunu vurgulayan Çakır, “Kendisine yöneltilen ithamların büyük kısmı, Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının savunmasını organize etmesiyle ilgili. Yani aslında iyi avukatlık yapması nedeniyle tutuklanıyor” ifadelerini kullandı.

Psikolojik savaşın aracı: Etkin pişmanlık iddiaları

İktidara yakın medya organlarında Murat Ongun ve Fatih Keleş’in etkin pişmanlıktan yararlandığı yönünde dolaşıma sokulan bilgiler, bizzat kendileri tarafından kısa sürede yalanlandı. Çakır, bu süreçte kamuoyunun yanıltıldığını ve dezenformasyon yoluyla davanın yönlendirilmek istendiğini söyledi. “Bunlar bir tür psikolojik savaş. O iki ismi ve davanın diğer sanıklarını baskı altına almayı hedefliyorlar” diyen Çakır, iddiaların ardından gelen yalanlamalara rağmen, iftira kampanyasının sürdüğünü hatırlattı.

Gözaltıların ardından yayımlanan bazı görüntülerin ise bu psikolojik baskının bir parçası olduğunu vurgulayan Çakır, “Toplama kampına götürülen esirler gibi bir görüntüydü. Asla unutulmayacak bir sahneydi” dedi. Çakır’a göre hukuki sürecin sınırlarını çoktan aşan bu uygulamalar, hem adalet duygusunu hem de kamu vicdanını derinden yaralıyor.

Pehlivan örneği: Bir avukatı susturma girişimi mi?

Pehlivan’ın İstanbul yerine Çorlu Cezaevi’ne gönderilmesi ise Çakır’a göre “sürgün” niteliğinde. “Bunun düşman hukuku uygulamasının bir başka örneği olduğu çok açık” diyen Çakır, sürecin hukuki bir yargılama değil, siyasi bir tasfiye operasyonu olduğunu vurguladı.

“Bu Türkiye’ye yakışmıyor” diyerek yayını bitiren Çakır, utanması gerekenin bu uygulamalara imza atanlar olduğunu belirterek yayını tutuklu avukat Mehmet Pehlivan’a ithaf etti.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Bir hafta önce akşam saatlerinde sosyal medyada bir kasırga gibi bir haber yayıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik operasyonun önemli isimlerinden ikisi; birisi Murat Ongun, diğeri Fatih Keleş, bu ikisi de Ekrem İmamoğlu’na en yakın isimlerden olarak biliniyorlar. Etkin pişmanlıktan yararlandıkları söylendi ve dediler ki; ‘‘Fatih Keleş 120 sayfalık ifade verdi, Murat Ongun 7 saat boyunca 400 sayfalık ifade verdi ama bitmedi, ertesi gün devam edecek’’ diye. Bu hemen yayıldı. İktidar yanlısı birtakım kişiler bunları açık açık söylediler, yaydılar ama sonra, kısa bir süre sonra her ikisi de, Fatih Keleş de Murat Ongun da bu söylenenleri yalanladı. İddia diyemiyorum, tam anlamıyla dezenformasyon. Neden böyle yapıldı? Birçok neden olabilir ama burada psikolojik bir savaş yürütülüyor. Ya o iki ismi ve onların yakınlarını etkilemek istiyorlar, ama daha önemlisi davada yargılanan diğer kişiler ve onların yakınlarını etkilemek istiyorlar herhalde ve de tabii ki genel kamuoyuna bu olayın çorap söküğü gibi çözüldüğünü göstermek istiyorlar. Her hâlükarda bu yapılanın gayriahlaki bir şey olduğu muhakkak. İsimler veriliyor, saatler söyleniyor, sayfalar söyleniyor ama hepsi yalan. Bunu yayanlardan bir tanesi, ki geçmişte kendisi Balyoz-Ergenekon süreçlerinde Fethullahçıların tetikçisiydi, sonra hiçbir şey olmamış gibi şimdi bu dönemde de aynı şeyi üstlendi. Başına hiçbir şey gelmedi tabii bu arada. Kendi hâlinde Bank Asya’da küçücük parası olanlar hapislere girerken, Bank Asya’dan çok büyük krediler alan ve Zekeriya Öz’ün ya da Ali Fuat Yılmazer’in, polis şefiydi o da, tetikçiliğini yapan bu şahsa mesela hiçbir şey olmadı nedense. Ve ardından tabii önce dediler ki, ‘‘Durun bakalım, bildiğiniz gibi değil, doğru çıkacak’’ falan. Çıkmayınca da avukatları hedef gösterdiler, dediler ki, ‘‘Bu olayı avukatlar engelledi.’’ Ve nitekim ne gördük? Avukatı, Ekrem İmamoğlu’nun avukat grubunun en önemli, en kritik, en etkili ismi Mehmet Pehlivan, etkin pişmanlıktan yararlanan bir şoförün sözleriyle gözaltına alındı. Dün Gökhan Günaydın’a aktarmış, kendisini ziyarete giden Gökhan Günaydın’a. Savcı kendisine doğrudan ‘‘Seni tutuklayacağız’’ demiş. Normalde biliyorsunuz yargı sisteminde savcı tutuklama ister, sonra yargıç karar verir ama bizde böyle olmadığı için her şey zaten hukuka aykırı bir şekilde gelişiyor. Mehmet Pehlivan olayının ardından da Fatih Keleş’in oğlu ve yeğeni gözaltına alındı. Bunların üzerine önce Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu ayrı ayrı açıklamalar yaptılar. Ekrem İmamoğlu’nun son yaptığı açıklamada, özellikle belli ki Fatih Keleş’in çocuğunun ve yeğeninin alınması nedeniyle yaptığı açıklamada şöyle bir cümle var, çok çarpıcı: “Hiçbirinizin çocuğunun hayatı benim özgürlüğümden önemsiz değil. İftiranameleri imzalayın, merak etmeyin bana bir şey olmaz” minvalinde bir şey söyledi. Şimdi bu davanın başladığı andan itibaren, Türkiye’de zaten hukuk devleti yok, zaten tarafsız bağımsız yargı yok ama burada artık yaşananlar CHP yetkililerinin de telaffuz ettiği gibi ‘‘düşman ceza hukuku’’ gibi bir şeye geldi. Zaten hatırlayın en son 5. dalganın gözaltına alınan isimlerinin polisten hastaneye götürülüşlerinin görüntülerini. Bunlar çekildi ve servis edildi. Orada da ne geldi ilk aklımıza; ‘‘Toplama kampına götürülen esirler gibi’’ dedik. Gerçekten çok çarpıcıydı, asla unutulmayacak, ben şahsen unutmayacağım, böyle bir görüntüydü bu. Bu süreç içerisinde bunun birçok örneğini duyduk, şikayetler dile getirildi çok açık bir şekilde. Avukatlar söylediler, aileler söylediler. Tutuklu sanıkların, tutukluların adliyeye götürülüp avukatları olmadan kendilerine etkin pişmanlıktan yararlanmaları için baskı yapıldığı ile ilgili çok sayıda öykü anlatıldı. Özgür Özel bunları dillendirdi, birçok vesileyle dillendirdi. Hatta bir tanesinde, Düzce mitingindeydi hatırlıyorum, bizzat onun anlattığı şeyi de dinledim. İstanbul dışındaki bir cezaevinden getiriliyor Çağlayan’a. Bu arada galiba bir milletvekili onu ziyarete gidiyor, ‘‘Cezaevinde yok, götürüldü’’ diyorlar. Nereye götürüldü? Avukatını arıyor, avukatının haberi yok. Ve sonra o kişi kabul etmiyor, kendisine yönelik teklifleri diyeyim, kabul etmiyor ve gerisin geri cezaevine götürülüyor. Bu arada şunu da unutmayalım; Silivri dışındaki ya da İstanbul dışındaki cezaevlerine yollanan çok sayıda kişi var bu davada tutuklu olan. Kadınlar, mesela bir tanesi Elif Atayman Afyon’a gitti ve onun anlattıklarını, ailesinin anlattıklarını hep duyduk. Bir insan niye bunu yapar? Yani bu kişi bir zamanlar Medya AŞ’nin genel müdürlüğünü yapmış, eğitimli bir kişi, kendisi benim eski bir arkadaşımın, rahmetli Ersin’in, Ersin Çakır CNN Türk‘te kamera şefiydi, onun eski eşiydi, oradan da biliyorum. Böyle birisini niye böyle süründürürler, niye bu kadar kötü şartlar, bunlar niye yapılır? İşte burada bir şey var; bu bir adalet arayışı, bir yolsuzluğun üzerine gitmek, şunun bunun çok ötesinde bir olay yaşıyoruz. 19 Mart’tan bu yana bir siyasi tasfiye operasyonu gerçekleştirilmek isteniyor ama ilk andan itibaren bu operasyon siyasi iktidarın arzuladığı bir şekilde gelişmedi. Yani operasyon yapıldı, çok kişi tutuklandı; ama kamuoyunu ikna edici, ‘‘hadi ya!’’ dedirtici bir şeyler çıkarılamadı. Üstüne yeni operasyonlar, 2. dalga, 3. dalga, 4. dalga, 5. dalga, pişmanlıktan yararlanan iş insanları şunlar bunlar, onların ifadeleri; ama sonuçta baktığımız zaman hala dişe gelir pek bir şey yok ve büyük bir fiyasko söz konusu burada. Böyle olunca da iyice öfkelenmiş bir mekanizma çalışıyor ve normal şartlarda bir hukuk devletinde asla uygulanmayacak yöntemlerle bu kişiler tutuklanıyorlar, cezaevlerinde kötü şartlarda tutuluyorlar, kendilerine sürekli bir baskı uygulanıyor, şu oluyor bu oluyor. Bunun son örneği işte Mehmet Pehlivan. Baktığımız zaman kendisine yönelik suçlamaların büyük bir çoğunluğu avukatlığını yapması, daha doğrusu Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının savunma olayının organizasyonunu yapması ve iyi yapması üzerinden suçlamalar var. Bu arada işte bir şoför, ki kendisi reddediyor, ‘‘Tehditvari şeyler söyledi bana telefonda’’ diyor, bunun üzerine tutuklanıyor. Böyle bir durum… Hep aynı olay oluyor. Bunları ne kadar sürdürecekler? Nereye kadar gidecek? Bu acımasızlık nereye kadar gidecek? Bu insanlar il belediye başkanı, ilçe belediye başkanları, halkın oyuyla seçilmiş, bayağı yüksek oylarla seçilmiş insanlar. Çalışanların, görevlilerin çoğu CV’leri çok parlak isimler ve yaptıkları icraat da bugüne kadar, halkın çok da fazla şikayetine neden olmamış, tam tersine genellikle memnuniyetle karşılanan insanlar; ama bir düşman gibi muamele görüyorlar. Şimdi söyleyeceğim çok naif kaçacak ama hakikaten böyle; bu, Türkiye’ye hiç yakışmıyor. Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak beni utandırıyor, ama utanması gereken esas kişinin ben olmadığımı pekala siz de takdir edersiniz.

Bu yayını tabii ki Mehmet Pehlivan’a ithaf etmek istiyorum. Kendisiyle tanıştım mı emin değilim, galiba tanıştım ama öyle bir konuşmuşluğum olduğunu falan hatırlamıyorum. İlginçtir, gözaltına alınmasından bir gün önce yanılmıyorsam, kendisine ulaşmaya çalıştım ama ulaşamadım, çok yoğun olduğu için herhalde. Gazeteci olarak kendisine bir şeyler sormak istiyordum, ardından bu operasyon oldu. Şimdi orada neden içeri alındığını hepimiz tahmin ediyoruz ama verdiği ifadeyi okudum, gerçekten çok takdir ettim. Söylediği birçok şey… Yani mesela diyor ki, ‘‘Ben avukatlığın nasıl yapılacağını savcılıktan öğrenecek değilim’’ diyor ya da ‘‘Sizlerden tutuklu yargılanmama talep edecek,’’ şimdi cümle tam aklımda değil ama ‘‘onuruma yediremem’’ anlamında bir şey söylüyor. Tabii ki ne oldu; onu da apar topar Silivri’ye değil Çorlu’ya yanılmıyorsam, Çorlu’ya sürdüler diyeceğim çünkü normalde İstanbul’da ve Silivri’de olması lazım, Çorlu’ya sürdüler. Yani tekrar düşman hukuku uygulamasının bir başka örneği olarak onu da gösterebiliriz. Gerçekten Mehmet Pehlivan belli ki 19 Mart sürecinde gösterdiği performans nedeniyle kara listeye alınmış ama orada mesleğine ve müvekkillerine ve tabii ki öncelikle de kendi onuruna sahip çıkan birisi olarak en azından benim takdirimi hak ettiğini düşünüyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.