CHP’ye kayyum atanması olasılığı, hukuksal bir sürecin ötesinde; siyasal meşruiyetin sınırlarını, partilerin kurumsal özerkliğini ve muhalefetin yapısal kırılganlığını görünür kılan kritik bir eşiği işaret eder. Bu eşik, iktidarın salt rakiplerini baskılamakla kalmadığını, aynı zamanda muhalefeti kendi içinden çözen, yönetsel bir tahakküm teknolojisine dönüştüğünü de gösterir…
Kayyum uygulamaları, başlangıçta yerel yönetimlerle sınırlıydı; ancak zamanla siyasal partilerin iç organizasyonuna, kongre işleyişine ve temsil mekanizmalarına dolaylı biçimde etki eden bir müdahale biçimine evrilmiştir. Bu pratik biçimi, biçimsel olarak yargı süreçleriyle ilerlese de, bu tür uygulamaların siyasal alan üzerindeki etkileri, hukuksal sınırların ötesinde tartışmalara zemin hazırlamıştır.
“CHP’ye kayyum atama” ihtimali
Ancak meselenin asıl trajik yanı, bu dışsal müdahalenin içeride yarattığı boşluklar, krizler, hizip savaşları ve meşruiyet kayıplarının mümkün hâle gelmesidir. CHP’nin bugünkü krizi, sadece mevcut iktidarın otoriter pratikleri arasında doğrudan yer aldığı söylenemez; aynı zamanda partinin yıllar içinde kendi iç demokratik reflekslerini tüketmiş olduğunun da semptomudur.
Kayyum pratiği, ilk aşamada yerel yönetimlere dönük olarak, güvenlik odaklı bir söylemin gölgesinde devreye sokuldu ve zamanla bu uygulama, siyasal meşruiyet tartışmalarının sınırlarında işleyen bir siyasi pratik modeline dönüştü. Ancak bu mekanizma artık partiler arası rekabeti yeniden biçimlendiren bir vesayet aygıtına dönüşmüştür. CHP’ye dair yürütülen iptal ve kayyum tartışmaları, iktidarın yalnızca devleti değil, muhalefeti de nasıl yöneteceğini belirlediği bir aşamayı simgeler.
Yargı süreçleri temel alınarak ortaya çıkan bu tür tasarruflar, seçimle oluşan siyasal irade ile kurumsal denetim arasındaki sınırların giderek muğlaklaştığı bir yönetim pratiğine işaret etmektedir. Fakat daha da derin bir mesele şudur: CHP’nin içinden gelen kimi söylemler bu kayyum ihtimalini “kaçınılmaz” ya da “daha az kötü” gibi sunarak meşrulaştırmakta, böylece vesayet dilini içselleştirmektedir.
“Siyasal boyun eğmek”
Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Ben kabul etmesem de kayyum gelecek, partimi kayyuma mı bırakayım?” minvalindeki açıklaması, siyasal rıza ile yönetsel zorunluluk arasında sıkışmış bir irade beyanıdır. Bu cümlede iki temel sorun mevcuttur:
Birincisi, siyasi normların muğlaklaştığı bu süreçte direnç geliştirmektense, ona rasyonel bir zemin arama çabasıdır bu. Yani siyasi norm dışı bir duruma “meşru bir neden” sunarak, aslında o siyasi yeniden üretmektir.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
İkincisi, “partimi kayyuma bırakmamak” gibi olumlu bir niyet ifadesi, aslında fiili bir teslimiyeti maskelemenin aracı olmak demektir. Bu türden beyanlar, siyasal önderliği değil; siyasal boyun eğmeyi temsil eder.
Partideki yönetsel kriz
Eğer bir parti kendi iç meselesini çözemeyip yargının kararına ve devletin atamasına sığınır hâle gelmişse, bu o partinin yalnızca yönetsel bir kriz yaşadığını aynı zamanda varoluşsal bir çöküş içinde olduğunu gösterir.
CHP, 100 yıllık bir geleneği temsil eden bir yapı olarak, kendi geleceğini yargı aygıtının inisiyatifine bıraktığı her anda, yalnızca kurumsal bütünlüğünü yitirme riskiyle karşı karşıya kalmaz; aynı zamanda muhalefetin ortak siyasal ufkunu da derin bir erozyona uğratır. Çünkü bir partinin iç işleyişine yönelik hukuki müdahaleler, teknik sınırları aşarak temsil ilkesini zedeleyici siyasal sonuçlar doğurur. Bu durum, bir parti içi kriz olmanın ötesine geçerek, Türkiye’de siyasal muhalefetin yönelimini, direnç kapasitesini ve toplumsal meşruiyetini etkileyen tarihsel bir eşik hâline gelir. Kurumsal zemin kaybı, yalnızca o partinin değil; muhalefet adı altında örgütlenmiş tüm siyasal öznelerin ortak zeminini de çözülebilir hâle getirir.
Kılıçdaroğlu’nun vereceği karar kamu vicdanını şekillendirecek
Tam da bu nedenle, böyle kırılma anlarında siyasal aktörlerin sergileyeceği tutum, yalnızca partisel bir tercih değildir; daha geniş bir demokratik yönelimin biçimlenmesinde belirleyici bir rol üstlenir. Siyasal liderlik, özellikle belirsizlik ve baskının yoğunlaştığı dönemlerde, sergilenen ilkesel yaklaşımla anlam kazanır. Bu çerçevede, kayyum gibi pratik biçimlerine karşı alınacak tutum, hem mevcut uygulamalara yönelik bir değerlendirme hem de toplumsal muhalefetin hafızasında yer edebilecek, geleceğe dönük bir siyasal duruşun ifadesi olabilir. Kılıçdaroğlu gibi bir figürün bu tür durumlarda vereceği karar, partisel sorumluluğun ötesine geçerek, kamu vicdanının nasıl şekilleneceğine dair bir göstergedir. Çünkü bazı anlar, kazanmanın ötesinde; nasıl bir siyasal iklimin inşa edileceğine ilişkin bir yön tayini anlamı taşır.