Bu ülkenin hakiki yaşlılarına
Aysun Hanım şaşkın.
“Yok değil,” diyor karşısındaki kadına—en az onun kadar bu dünyadan yorulmuş, belki biraz daha fazla. Behice Hanım bu. Komşusu. Siyatik hastası ama acısını bile gururla taşıyan bir kadın. Kalp, şeker, bir de üstüne “doktorların bile adını ezberleyemediği üçüncü bir şey” paketiyle çıkagelen hayatın daimi abonesi.
“Şaşkın maşkın değilim Behice Hanım,” diyor Aysun.
Behice Hanım, her zamanki edalı, gamzeli gülümsemesiyle, dudaklarının arasından “eski bir radyo paraziti gibi” hışırtılı bir ıslıkla beraber “ilahi Aysun Hanım” diyor. Devamı gelmiyor. Behice Hanım, “Az konuş, çok dinle” felsefesinin yaşayan abidesi. Bir seferinde gençliğinde de böyle olduğunu, “erkekler laf kalabalığından bunalınca beni dinlemeye gelir” diyerek anlatmıştı. Civelek kadındır Behice.
Aysun Hanım, cep telefonuna düşen mesaja “Bu nasıl bir cehennem?” bakışlarıyla bakıyor o sırada. Oğluyla ortak satacağı şu kıytırık arsaya tapudan “aklınız yerinde mi?” raporu istiyorlar. Oğlu—Murat— otuzuna merdiven dayamış ama “anne ben büyüdüm” lafını hâlâ içselleştirememiş, “dışarı çıkarken montumu giydim” diye mesaj atacak kadar annesine bağımlı, “ofiste çay servisini bile abartılı bir özenle yapan” bir mühendis. Boşandı. Bir de kızı var ki dünya tatlısı. Torun sevilmez mi…
Sevilir de şimdi sırası değil. Gözü torun falan görecek halde değil.
“Çıldırdım var mı?” demek istiyor Aysun Hanım. Yıllarca “hocam hocam” diye çağrıldığı saat dilimlerinden bugünlere vardı. “Akıllı mıyım deli miyim devlet bunun kanıtını istiyor,” deyip duruyor sabahtan beri.
O sırada televizyondan geçen “ömürlerini devlet koridorlarında geçirmiş, yüz ifadeleri artık donmuş, gözlerinin dibine bürokratik bir pus oturmuş” moruklara bakıyor. “Bunların da raporu var mı şimdi?” diye soruyor elbette. “Var mı ha?” …
Behice Hanım bu tiz cümleye bu sefer bir kahkaha patlatıyor. “Onlar politikacı diyor. Siyasetçi siyasetçi!”
“Eee…” diye kızgın kızgın susuyor Aysun.
“Baksana,” diyor Behice, “Oğluna vekalet versene…” Sorun çözen kadın Behice. Ölü havada gezinen limon kolonyası.
“Aa bak bu hiç fena fikir değil!”
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Ve dakkasında soluğu iki sokak üstteki noterde alıyor Aysun Hanım. Noter— sanki “buraya gelen herkes biraz aptal olmak zorunda” diye bir kural varmış gibi davranan, “ben sadece kağıt mühürlüyorum ama size hâkim gibi takılacağım” edasıyla, gözlüğünün üzerinden insanı süzen, kalemiyle insanların kaderini belirleyen bir memure hanım, devlet memuresi. İstisnalar kaideyi bozmazcılardan.
Peki.
O sırada Murat da “anne yine ne halt ettin?” bakışlarıyla ittire kaktıra yanına varıyor. “Benim oğlum” diye takdim ediyor Aysun Hanım, “Şu montunu giymeyi unutmayan çocuk.”
Noter hanım, “Hangi konularda vekalet?” diye soruyor mont meselesini tümden atlayarak. Elektrik mi? Su mu? Cep faturası mı? Doğal gaz mı?
Hepsine bir solukta “evet” cevabını yapıştırıyor Aysun Hanım.
Oh bitti işte diye düşünüyor. Noterin biteviye odasının penceresinden gözüken evine bakıyor. “Ey gidi Tepe Apartmanı” diye iç geçiriyor “seninle biz tepetaklak olduk yavrum!”
Sonra hemen o soru yapışıyor kursağına: “Bu olası Marmara depremene dayanır mı dayanmaz mı?”. Bu soruyu hemen kafasından siliyor, silkeliyor. “Şu arsaya odaklan hocam ya!” diyor kendi kendine. “Her şeyin bir sırası var…”
“İyi de,” diyor noter memuresi gözleri başka bir yerlerde ne arıyorsa artık… “Sizin tüm bunlar için aklınızın başınızda olduğuna dair tam teşekküllü bir hastaneden sağlık raporu almanız gerekecek!”
Aysun Hanım, “Yok artık!” diyecek gibi oluyor ama Behice Hanım’ın cilveli kahkahası kulaklarında çınlıyor. “Devlet, senin aklından şüphe ediyorsa, sen de devletin aklından şüphe et Aysun Hanımcım!” diye mırıldanıyor Behice Hanım. “Ama önce noterden çık da, hastanenin yolunu tut…”
Aysun Hanım kimseye teslim olmuyor ve kıytırık arsasını satmaktan vazgeçiyor. Onun yerine kendinden en az on yaş büyük siyasetçileri – şu laflarını sürekli unutan, cümlelerini fütursuzca atmosfere yayan siyasetçileri- dinleyerek “şunun şurasında iki günlük dünya canım” diye eğlenmeye karar veriyor. “Tepetaklak” apartmanında çoğu gitmiş azı kalmış dünyalığında, çıldırmadan yaşamanın sırrı da bu oluyor zaten.