Toplumsal, siyasal ve hatta uluslararası düzlemde son yıllarda “kimlik” kavramının belirleyici rolü giderek daha tartışmasız hale gelmiştir. Bu kavram, bireyler ve kapalı gruplar bağlamında ele alındığında, Maslow’un “kendini gerçekleştirme” düzeyi ya da Fukuyama’nın Identity (Kimlik) kitabında kullandığı “Thymos” — yani tanınma, onaylanma ve değerli bulunma arzusu — ile örtüşmektedir. Varlığının tanınması isteği, rasyonel çıkarların ötesine geçerek, bireyin duygusal varoluşunu temellendiren irrasyonel bir takipçiliğe dönüşmektedir. Belki de “post-truth” (hakikatin itibarsızlaştığı) çağda insan zihninin bu bilişsel çelişkisini tam da bu düzlemde değerlendirmek gerekir.
Neden dizi oyuncusu olmak isterler?
Bu yazının temel çıkış noktası, bizzat tanık olduğum bir olaydır: Ekonomik, kültürel ve sosyal sermayesi yüksek, kariyer sahibi, eğitimli, tanınmış ve çoğu muhafazakâr mahalleye mensup çoğunlukla kadınların, kariyerlerini bırakarak popüler TV dizilerinde oyuncu olma arzusuyla hareket etmeleri. Öncelikle çoğunun da bu iş için özel tiyatro ve oyunculuk eğitimini kariyerlerini sonlandırarak aldıklarını hatırlatayım. Bu gözlemimin derinleşmesinde yapımcı Faruk Turgut ile kurduğum dostluğun etkisi büyük oldu. Ben yalnızca birkaç kişiye tanıklık etmişken, Faruk Bey’in yüzlerce benzer başvuruya şahit olması bu eğilimin genişliğini ortaya koymaktadır. Bunda muhtemelen Faruk Bey’in yapım şirketinin güvenilirliği ve kalitesinin de rolü vardır. Kendisi, yurtdışından gelen, profesör düzeyinde, ekonomik ya da sosyal kazanç beklentisi olmayan kadınların bile bu alana yönelmek için araya tanıdıklar koyduğunu bana aktarmıştı.
Temel soru şu: Bu insanlar neden sanki içsel bir yangından kaçarmışçasına film setlerine sığınmak istiyorlar? 1990’lı yıllarda gençler tanınmak için topçu ya da popçu olmayı düşlerdi; bugün neden yetişkin, yerleşik ve başarılı kadınlar dizi oyunculuğunu arzuluyor? Dizilerin artık duygu dünyamızda temsil fonksiyonlarının tartışılmazlığından mı bahsedebiliriz?
Dizilerin popülerliği
İlk elde akla gelen yanıtlar; yeterince tanınmama hissi, yalnızlık kaygısı, değersizlik duygusu ve bu duygular karşısında ifade edilmeyi bekleyen öfke olabilir. Ancak olguya yalnızca bireysel psikoloji penceresinden değil, aynı zamanda dizilerin taşıdığı kültürel popülerlik üzerinden de bakmak gerekir. İran seyahatimde karşılaştığım bir örnek çok çarpıcıydı: Fasih İstanbul Türkçesi konuşan Farisiler, bu dili Türkiye’den gelen diziler sayesinde öğrendiklerini söylemişlerdi. Bu dizilerin içeriği ise genellikle toplumsal eleştiriden uzak, güzel kadınlar, yakışıklı erkekler ve estetik mekanlar etrafında şekilleniyor.
Şu soruyu da sormak gerekir: Bu kadınlar, popüler diziler aracılığıyla göremedikleri sevgiyi kamuoyunun beğenisine sunarak telafi mi etmeye çalışıyor? Ya da unutulmamak, hafızalarda yer etmek, bir tür “duygusal ölümsüzlük” mü arıyorlar?
Bu durumu analiz eden bazı sosyal teorik yaklaşımlar şunları öne çıkarır:
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
- Gösteri toplumu bağlamında (Guy Debord), modern dünyada “gerçek başarı”dan çok “görünürlük” ön plandadır. Televizyon dizileri, bu görünürlüğü sağlamanın en kısa ve etkili yollarından biridir.
- Kamusal meşruiyet açısından diziler, toplum tarafından onaylanmış bir vitrindir. Burada rol almak, estetik bir çerçevede “değerli” ve “var” sayılmanın yeni biçimi haline gelmiştir.
- Jungyen psikolojiye göre, oyunculuk, bireyin persona (toplumsal maske) aracılığıyla gölge yönleriyle temas etmesini ve öz benliğini yeniden şekillendirmesini mümkün kılabilir. Bu, terapötik bir süreç olarak da okunabilir.
- Türkiye’de kamusal alan hâlâ büyük ölçüde eril kodlarla biçimlendiği için, oyunculuk kadına bu alanda var olma, anlatma, temsil edilme ve hikâye kurma imkânı tanır.
Yalnızca kişisel tercih değil
Sonuç olarak, kariyer ve ekonomik bağımsızlık elde etmiş kadınların dizi oyunculuğuna yönelimi yalnızca kişisel bir tercihin değil, daha derin kültürel, psikolojik ve toplumsal dönüşümlerin bir yansımasıdır. Bu yönelim, hem içsel boşluklara dair bir yüzleşme hem de kamusal alanda duyulma, görünme ve hatırlanma arzusunun yeni biçimleridir. Dizi oyunculuğu, artık yalnızca bir meslek değil; bir varlık beyanı, bir modern kimlik stratejisi haline gelmiştir.
Keşke dizilerin toplumsal ve politik özgürlük alanı genişleseydi de temsil de ifade de yerini tam bulabilseydi.