Ömer Çeşit yazdı | Sessizlikte yankılanan şarkılar: Kambur Balinanın Şarkıları

Yazarın kendi sessizliğini duymaya çalıştığı yerde başlar edebiyat. Jodi Picoult’nun ilk dönem eserlerinden biri olan Kambur Balinanın Şarkıları (Songs of the Humpback Whale), tam da bu cümlenin vücut bulmuş hâli gibi! Bir kadının sessizliğinden, bir kız çocuğunun büyüme sancısından ve kırılmış bir ailenin yankılarından beslenen roman; sadece bir kaçış hikâyesi değil, aynı zamanda içe dönüş, bastırılmışın dile gelişi ve bireysel “şarkıların” çatıştığı bir duygusal topografya sunuyor okurlara.

Kambur Balinanın Şarkıları (Songs of the Humpback Whale)
Kambur Balinanın Şarkıları (Songs of the Humpback Whale).

Picoult, edebiyat dünyasında “etikle yoğrulmuş aile dramlarının” ustası olarak biliniyor. Ona aile içi yaşanmışlıkların ve çatışmaların empati kraliçesi desek yeri. Yale Üniversitesi’nde edebiyat eğitimi almış, Harvard’da eğitim bilimleri üzerine yüksek lisans yapmış bir yazar olan Picoult; kariyeri boyunca özellikle aile, hukuk, ahlaki ikilemler, travma ve kimlik gibi temaları hem duygusal hem entelektüel boyutlarda ele almış bir isim. Kambur Balinanın Şarkıları ise bu uzun edebi yolculuğun belki de en saf, en kırılgan başlangıç noktası.

Roman, alışılmış kronolojiyi reddediyor. Zaman, doğrusal değil; yaralı bir belleğin kıvrımları gibi dalgalanıyor. Bu anlamda post- modern bir eserle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Picoult, Jane Jones’un kocası Oliver’a saldırıp, kızı Rebecca ile birlikte evi terk ettiği o muhteşem kırılma anıyla karşılaşarak romanın içine en başına okurların girmesini sağlıyor. Ardındansa, farklı karakterlerin iç sesleri vesilesiyle geçmişe doğru bir yolculuk başlatıyor.

Her karakterin kendi şarkısı: Çok sesli anlatım ve travmalar

Anlatıcılar Jane, Oliver, Rebecca, Jane’in erkek kardeşi Joley ve bahçe sahibi Sam her biri kendi “şarkısı”nı söylüyor. Bu çok sesli yapı, tek bir gerçeğin mümkün olmadığını; her bireyin kendi hakikatini ve kendi travmasını taşıdığını gösteriyor. Picoult, burada yalnızca bir olay örgüsü kurmuyor. Her anlatıcı adeta farklı bir enstrümanın notası gibi iş görüyor.

Romanın altı özenle çizilen ana teması ise kuşaktan kuşağa iletilen travmalar. Jane, babasından gördüğü şiddeti bastırmış durumda ama o bastırma zamanla bir volkan gibi kabararak kocasına yöneliyor. Bu, yalnızca bireysel bir patlama değil; aynı zamanda bir döngünün kırılma anını da oluşturuyor. Jane’in ise en büyük korkusu babasının izinden gitmek. Oysa ne yaparsan yap insan bazen en istemediği kişilere de dönüşebiliyor.

Rebecca’nın hikâyesi ise bir ergenlik anlatısı olmaktan öte, yetişkinlerin sustuğu yerlerde çocukların nasıl sessizliğe itildiğinin dramını sunuyor. Onun, kendinden yaşça büyük Hadley’ye duyduğu aşk, içinde kıramadığı arayış ve boşluk duygusunu doldurmak için inşa ediliyor. Hadley’nin trajik ölümü, yalnızca Rebecca’nın değil, tüm ailenin duygusal dengelerini sarsıyor.

Oliver ise ironik bir biçimde, kambur balinaların şarkılarını çözen bir bilim insanı ancak terzi kendi söküğünü dikemiyor ve Oliver kendi ailesinin duygusal dilini çözemiyor. Bu karşıtlık, Picoult’nun romana ustalıkla yerleştirdiği en çarpıcı metaforlardan birisi. İnsanların bazen en zor olanı başarsa da gözünün ucundaki iletişim sıkıntılarını çözememesi.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Doğa, travma ve yeniden köklenme metaforu

Picoult’nun anlatımında doğa, yalnızca bir arka plan değil; anlatının aktif öznesi. Balinaların şarkıları, göçleri ve aile bağları; insan ilişkilerinin bir alegorisi işlevi görüyor. Örneğin, Jane’in geçmişinden kaçış rotası, tıpkı göç eden bir balinanın bilinçsiz ama içgüdüsel hareketlerine benziyor.

Bir başka güçlü metafor ise Sam’in elma bahçesindeki aşılama süreci. Kırık bir dalın sağlıklı bir gövdeye bağlanması ve tekrar hayat bulması, travmanın ardından gelen yeniden yapılanma ihtimalini simgeliyor gibi. İnsan da böyle değil midir? Kırılır, sapar, ama doğru gövdeyi yeniden bulursa köklenebilir.

Picoult’nun dili yer yer lirik, yer yer acımasız gerçekçi bir seyir izliyor. Bir annenin suskunluğu, bir ergenin içsel çığlığı ve bir adamın kayıtsızlığı; hepsi aynı metinde ortaya çıkıyor. Yazar, karakterlerini yargılamıyor. Onları olduğu gibi sunuyor. Eksik, yaralı, bazen bencil ama nihayetinde hepimiz gibi kanlı canlı insanlar.

Romanın sonundaysa, okur bir çözülme değil, bir içsel kabullenişle baş başa kalıyor. Kambur Balinanın Şarkıları, mutlak bir kapanış yapmıyor. Tıpkı denizde yankılanan bir balina şarkısı gibi, uzun süre zihinde ve yürekte kalmaya devam ediyor. Kitabın sonu aklımız ve kalbimizde sonsuzlukta salınmaya devam ediyor.