The Velvet Sundown isimli yapay zekâyla geliştirilmiş bir müzik grubunun da ortaya çıkmasının ardından kafamızda şu soru belirdi: Yapay zekâ daha ne kadar ileri gidebilir? Medyascope‘tan Petek Uğur, bu soruyu Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Hüseyin Sungur Kuyumcuoğlu’na sordu.
Psikedelik rock grubu The Velvet Sundown, Spotify’da kısa sürede 900 bin dinleyiciye ulaştı. Bu hızlı yükselişin arkasında hiç ummadığımız bir teknoloji var: Yapay zekâ.
The Velvet Sundown, Spotify biyografilerinde yaptıkları bir güncelleme ile müziklerinin yapay zekâ ile üretildiğini doğruladı. Yani duyduğumuz seslerin ve melodilerin hiçbirinde bir müzisyenin emeği yok. Kapak görsellerinde gördüğümüz yüzler aslında yok.
Antik Yunan filozofları Platon ve Aristoteles’e göre müzik; ruhu biçimlendiren, ona ahlaki bir düzen kazandıran bir araç. Peki ya ruhumuzda yankı bulan bu müzik hiç var olmamışsa?
Yapay zekâ etiği alanında çalışan Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Hüseyin Sungur Kuyumcuoğlu’na “İnsan sesi olmadan müzik mümkün mü? Bir müziğin bir insana ait olmaması onun sanatsal değerini etkiler mi?” diye sordum.
Aldığım yanıt şöyle oldu:
“Öncelikle şunu belirteyim, ben sanat ve özellikle de müzik konusunda eğitim almış birisi değilim. Bu konuda söyleyeceklerim tamamen yapay zeka teknolojisi ve felsefesine dair bildiklerimden kaynaklanacak.
Bu soru müziğin doğasına dair temel varsayımlarımızı sorgulamamızı gerektiriyor. İlk başta şunu hatırlayalım, müzik tarihi boyunca enstrümantal müzik geleneği zaten insan sesinin olmadığı zengin bir sanat formu olarak var olagelmiş. İnsan sesi içermeyen ama müzikal değeri tartışmasız pek çok eserden bahsedebiliriz. Velvet Sundown gibi yapay zekâ müzik gruplarına baktığımızda, burada karşımıza çıkan asıl soru müziğin ‘‘insan sesi’’ içerip içermemesi değil, arkasında bir insan yaratıcısının olup olmaması.”
Yaratıcılığı yalnızca insan zihnine özgü görmekten vazgeçmemiz gerektiğini düşünen Kuyumcuoğlu, “Eğer bir yapay zekâ sistemi estetik açıdan değerli, duygusal olarak etkileyici müzik üretebiliyorsa – ki Velvet Sundown’ın çalışmalarına baktığımızda bunun mümkün olduğunu görüyoruz – bu müziğin sanatsal değerinin olmadığını söylemek kolay görünmüyor bana” diyor.
Etik sorumluluk kimde?
Yapay zekâ insan yönlendirmesiyle çalışıyor. Bu da etik sorumluluğu tek bir aktöre yüklemeyi zorlaştırıyor. Kuyumcuoğlu’na göre sistemleri geliştiren yazılımcıların ve şirketlerin, sistemin hangi verilerle eğitildiği ve nasıl kullanılacağı gibi konularda büyük sorumluluğu var:
Eğer sistem telif hakkı korunan müziklerden öğreniyorsa ve bu müziklerin açık izni olmadan kullanılıyorsa, bu durumda geliştiricilerin etik sorumluluğu devreye giriyor. Gelecekte yapay zekâ sistemleri daha otonom hale geldikçe, etik sorumluluk meselesi daha da karmaşık bir hal alacak. Eğer bir yapay zekâ sistemi kendi başına müzikal tercihler geliştirebilir ve bu tercihlere göre üretim yapabilir hale gelirse, o zaman sistemin kendisinin de bir tür etik fail olarak kabul edilmesi gerekebilir.
Sanatçının yerini algoritma alabilir mi?
Kuyumcuoğlu, yapay zekânın sanatçının yerini alıp alamayacağının, sanatçının nasıl tanımlandığıyla doğrudan ilişkili olduğunu söylüyor: “Eğer sanatçıyı sadece müzik üreten bir varlık olarak tanımlıyorsak, algoritmalar zaten bu işlevi yerine getirebiliyor.”
Ancak kültürel bağlam kurma, toplumsal eleştiri ve kişisel deneyimlerin aktarımı söz konusu olduğunda durum karmaşıklaşıyor. Kuyumcuoğlu, yapay zekâların bunları tam anlamıyla gerçekleştiremeyebileceğini söylüyor:
“Yapay zekâ müziği aslında hem dinleyiciye hem de platforma hitap ediyor, dinleyicinin beğenisini tahmin ederek platform için daha fazla etkileşim sağlıyor.”
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Bu durumun müziği sanatsal niyetten uzaklaştırıp ticari optimizasyona yönelttiğini söyleyen Kuyumcuoğlu, “Algoritma sanatçının yerini tam olarak alamayabilir ama sanatçılık kavramını kesinlikle yeniden tanımlamamızı gerektirecek” diyor.
“Duygular sadece yaratıcıda değil, izleyicide de doğar”
Duyguların sadece yaratıcının değil, alıcının zihninde de oluştuğuna dikkat çeken Kuyumcuoğlu, bu süreci şöyle anlatıyor: “Yapay zekâ tarafından üretilen müzik bile dinleyicide güçlü duygusal tepkiler yaratabilir, çünkü duygusal deneyim büyük ölçüde alıcının zihninde gerçekleşiyor.”
Kuyumcuoğlu, gelecekte yapay zekâların kendi içsel süreçlerinden gelen “duygusal” deneyimlere sahip olabileceğini de söylüyor. Bu durumda sanatın duygusal niteliği kaybolmayacak, yalnızca biçim değiştirecek.
Böyle durumlarda telif hakkı kimin oluyor?
Dr. Hüseyin Sungur Kuyumcuoğlu, mevcut yasal çerçevelerin bu konuda yetersiz kaldığını ve bu konuya yaklaşırken üç farklı felsefi perspektifi göz önünde bulundurmamız gerektiğini söylüyor:
Hegelci yaklaşıma göre sanat eseri yaratıcısının zihinsel planının bir dışavurumudur. Bu açıdan bakıldığında, yapay zekâya komut vererek müzik ürettiren kişi, eserin kavramsal çerçevesini ve vizyonunu belirleyen kişi olarak telif hakkının sahibi olmalıdır. Çünkü o, eserin yaratım sürecindeki temel yaratıcı kararları alan kişi konumundadır.
Ancak Lockecu emek teorisi ve faydacı yaklaşımlar konuyu daha karmaşık hale getiriyor. Yapay zekâ sistemleri milyonlarca telif hakkı korunan müzikten öğrenerek eğitildiği için, bu orijinal eserlerin yaratıcılarının da sürece katkısı var. Faydacı perspektiften bakıldığında, tüm paydaşların motivasyonunu korumak ve uzun vadeli toplumsal faydayı maksimize etmek için, bu katkı sahiplerinin de telif gelirlerinden pay alması gerekir.
Sonuç olarak, yapay zekâ müziğinde telif hakkı muhtemelen tek bir kişiye değil, birden fazla paydaşa dağıtılmış bir model gerektirecek. Komut veren kişi ana telif sahibi olabilir, ancak yapay zekâ sisteminin eğitildiği müzik veri tabanındaki eser sahiplerine de belirli oranda telif bedeli ödenmesi gerekebilir. Bu da geleneksel telif hakkı anlayışının ötesinde, kolektif yaratıcılığı tanıyan yeni sistemlerin geliştirilmesini zorunlu kılıyor.
Yapay zekâya dair tartışmalar çoğalırken, farklı bakış açıları da giderek daha görünür hale geliyor.
T24’te yayımlanan bir fikir yazısında Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Asım Karaömerlioğlu, yapay zekânın hızla gelişen yapısına karşı insanlığın kültürel, ahlaki ve hukuki olarak hazırlıksız kaldığını belirtiyor; bu durumu bir “medeniyet krizi” olarak nitelendiriyor.
Belki de odaklanmamız gereken yapay zekâyı durdurmak değil, onu nasıl kullanacağımız.