Ruşen Çakır, konukları siyaset bilimciler Vahap Coşkun ve Hakan Tahmaz ile çözüm sürecinin geleceğini değerlendirdi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “devlet politikası” vurgusu, PKK’nin silah bırakma kararı ve CHP ile DEM arasındaki denge masaya yatırıldı.
*Bu yayın, Abdullah Öcalan’ın videolu mesajından önce kaydedildi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Terörsüz Türkiye artık bir devlet politikasıdır” çıkışı, PKK’nin sembolik de olsa silah bırakma adımı ve Abdullah Öcalan’ın yeniden devrede olmasıyla Türkiye siyasetinde kritik bir eşik tartışılıyor. Ruşen Çakır, bu çok boyutlu süreci Vahap Coşkun ve Hakan Tahmaz ile değerlendirdi.
Vahap Coşkun’a göre Bahçeli’nin açıklaması, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a süreci hızlandırması yönünde hem bir destek hem de açık bir çağrı niteliği taşıyor.
“Artık bir devlet politikası haline gelmiştir” vurgusunun Erdoğan’a yönelmiş bir inisiyatif beklentisi olduğunu söyleyen Coşkun, MHP’nin süreci üstlenmekten çekinmeyeceğini ancak Erdoğan’ın siyasi risklerden daha fazla kaçındığını belirtti. Hakan Tahmaz ise DEM Parti çevrelerinde Bahçeli’ye yönelik açıklamaların daha temkinli olduğunu, süreci takip eden Kürt kamuoyunun ise Öcalan’ın oynadığı rolü daha net gördüğünü ifade etti.
Öcalan sürecin neresinde?
Coşkun, PKK’nin silah bırakma kararında Öcalan’ın belirleyici olduğuna işaret etti. “Bu artık bir Öcalan süreci” diyen Tahmaz da, 7 aydır sürdürülen görüşmelerin Öcalan’ın yönlendirmesiyle neticeye vardığını savundu.
Süleymaniye’de yapılacak “silah bırakma töreni” ve olası Öcalan mesajının sürecin simgesel başlangıcına işaret ettiğini belirten konuklar, kamuoyunda henüz yeterince heyecan oluşmadığını, bunun da iktidarın ketum tutumuyla ilişkili olduğunu vurguladı. Bahçeli’nin çıkışı bu nedenle bir yandan sürece siyasi zemin sağlarken, diğer yandan toplumsal desteği artırmak için kamuya açık adımlar atılması çağrısı olarak da okundu.
CHP ve DEM bu sürecin neresinde duruyor?
Hem Coşkun hem Tahmaz, CHP lideri Özgür Özel’in süreç boyunca sergilediği tutumu “kıymetli ve dengeli” olarak değerlendirdi, Özel’in “iktidara muhalefet ile çözüm sürecine destek arasında bir denge kurma çabası” vurgulandı. 19 Mart operasyonları ise yalnızca DEM Parti’yi değil, CHP’yi ve çözüm sürecine destek veren kamuoyunu da zor durumda bıraktı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Resmî adıyla ‘‘Terörsüz Türkiye’’, benim tabirimle ‘‘yeni çözüm süreci’’, çok kritik bir aşamaya gelindi. Cuma günü Irak’ta Süleymaniye civarında bir yerde bir grup PKK militanı silahları yakacak ve böylece o alınan silah bırakma ve örgütü feshetme kararının startı verilmiş olacak. Peki ne durumdayız? Umutvar mıyız? Sorunlar neler? Sorunlar nasıl çözülebilir? İşte bu konuyu, bu olayı çok yakından takip eden iki isimle konuşmak istiyorum. Biri Diyarbakır’da Doçent Vahap Coşkun, diğeri İzmir’de Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz. Hepiniz hoş geldiniz, ikiniz de. Şimdi dün itibarıyla Devlet Bahçeli’nin bir çıkışı oldu ve Devlet Bahçeli çok net bir şekilde dedi ki, ‘‘Artık terörsüz Türkiye devlet politikasıdır. Devletin başı bunu yerine getirmekle mükelleftir.’’ Devletin başından da kastettiği herhalde Cumhurbaşkanı Erdoğan. Şimdi buradan bir başlayalım. Sürecin başından itibaren Erdoğan daha tutuk, Bahçeli daha atak, iki ayrı kanat, kimilerine göre iyi polis-kötü polis, değişik değişik yorumlar yapıldı. Ben açıkçası şöyle özetliyorum, kendi bakışım: Devlet Bahçeli devletin bekasını önceliyor, Recep Tayyip Erdoğan kendi iktidarının bekasını önceliyor. Yani kendi iktidarını tehlikeye atabilecek işlerden uzak durmaya daha meyyal. Ama Devlet Bahçeli devletin bekasını öncelediği için MHP’nin başına gelecekleri çok da fazla dert etmiyor gibi. Ve ben aralarında hep bir anlaşmazlık, farklılık olduğuna inandım. Vahap, seninle başlayalım. Sen ne düşünüyorsun? Devlet Bahçeli’nin grup toplantısındaki çıkışı sadece i’nin üzerine nokta koymak mı, yoksa orada Erdoğan’a yönelik bir, tam nasıl denir, baskı ya da uyarıyı sen gördün mü?
Vahap Coşkun: Şimdi ben başından itibaren Erdoğan ile Bahçeli arasında mutlak bir farklılık olduğunu düşünmüyordum. Yani Kürt meselesi gibi Türkiye tarihinin en önemli meselesinde iktidarın, iktidarı oluşturan kanatların birbirlerini absorbe edecek, birbirlerini sabote edebilecek kadar aralarında bir farklılık olduğu kanaatinde değildim. Ama iki tarafın yaklaşımında şöyle bir farklılık vardı Ruşen abi senin de söylediğin gibi, MHP bunun siyasi maliyetini göz ardı edebilecek bir parti. Devlet Bahçeli bu siyasetin doğru olduğunu düşünüyordu ve kendi tabanını da buna ikna edebileceğini, buradan herhangi bir siyasi maliyet kendisine çıkmayacağı için gaza basan bir siyasal tavır izliyordu. Erdoğan ise hem muhtemelen bu sürecin nasıl işleyeceğinden emin olmamak hem de siyasi maliyetinin olabileceği düşüncesiyle daha süreç belirli aşamaları geçince, yani 27 Şubat’ta Öcalan silahların bırakılması, PKK’nin kendisini feshetmesi çağrısını yapınca, 12 Mayıs’ta kongre kararları ilan edilince Erdoğan’ın da bu süreci daha sahiplenen bir pozisyon içerisine girdiğini gördük. En son NATO toplantısında sadece Türkiye’ye değil uluslararası medyaya da yapmış olduğu açıklamada bu sürecin iyi bir şekilde devam ettiğini, hükümetin bu süreci sürdürmek için gerekli bütün tedbirleri alacağını ifade etti. Bugün gelinen noktada Bahçeli’nin yapmış olduğu “Artık bir devlet projesi haline gelmiştir. Devletin başı da bunu yürütmekle mükelleftir. Biz de Sayın Cumhurbaşkanı’na bu konuda gerekli bütün yardımları yapmaya hazırız, yapacağız” demesi de buradaki bu yaklaşım farklılığının da artık giderildiğini ve daha fazla inisiyatif alınması gerektiği konusunda yapılmış bir çağrı diye okudum. Erdoğan’a Bahçeli artık süreci hızlandıracak adımların, süreci somuta erdirecek adımların yapılması noktasında çok açık bir şekilde hem destek verdi hem bir kredi sundu hem de bu konuda kendisinin durduğu yeri göstermiş oldu.
Ruşen Çakır: Hakan, seninle devam edelim. Sen DEM Parti çevreleriyle bayağı yakından tanışıyorsun, birçok ismi biliyorsun. Bu süreç boyunca da herhalde bu konularda çok sohbet etmişsinizdir. Bilgi alışverişinde, görüş alışverişinde bulunmuşsunuzdur. Mesela DEM Parti çevrelerinden böyle bir hava alıyor muydun? Çünkü yapılan açıklamalarda değişik sözcülerin, İmralı Heyeti’nin ya da DEM Partili birtakım yetkili isimlerin, eş başkanların falan yaptıkları açıklamalarda, hani Bahçeli’yi böyle pamuklara sarıyormuş gibi bir şey gözledim ben, yanılıyorsam düzelt. Ama Erdoğan konusunda daha temkinli olduklarını gözledim. Sen neler gözledin bu konuda, Bahçeli Erdoğan meselesi konusunda?
Hakan Tahmaz: Şimdi hem Vahap hocanın hem de senin söylediğin bu daha dikkatli davranma konusundaki ya da Devlet Bahçeli’nin daha heyecanlı bu işe yaklaştığı gerçeği hem DEM çevrelerinde hem de işin doğrusu birçok kişiden, süreci yakından izleyen insandan, ben de keza öyle düşünüyorum, daha beklenmedik, daha ısrarlı, daha uyarıcı cümleler kuruyor. Şimdi sadece bugünkü son grup toplantısında değil, 1 Temmuz grup toplantısını okuyunca, ben bugün bir kez daha okudum bu programa katılmadan önce, orada da üstü kapalı bir biçimde uyarı var. Barış sürecinden bahsediyor artık, yani barıştan söz etmeye başladı ve diyor ki: “Buradan geri durursak bunun bedeli çok ağır olur. Bu geri duranlar…” ve bir cümle öncesinde de DEM Heyeti’nin kendi üzerine düşeni iyi yaptığına dair sözler var. Anlaşılan o ki DEM de çok fazla rahatsız edici ya da sürecin gidişatına dair kaygı verici cümleler kurmuyor. Ama bu sürecin ne olduğuyla da öncelikli meselenin ne olduğuyla da ilgili Kandil biraz daha temkinli davranıyor, daha dikkatli davranıyor. Bunu gözledim ben. Yani mesela DEM çevresinden “Süreç planlandığı gibi gidiyor” sözüne katılmadıklarını ifade eden cümleler var. Keza bu da belki de süreçten beklentilerle doğrudan bağlantılı bir şey. Aynı şey, belki konuşacağız, kamuoyu için de böyle. Barıştan yana olan kamuoyunu kastediyorum, çözümden yana olan kamuoyunu. Yani 7 aylık bir süre içerisinde ne değişti, ne kadar değişiklik oldu sorusunun üzerinde durmak gerekir. Burada bence farklılıktan daha çok, görüş farklılığından, projeye görüş farklılığından daha çok şöyle bir şey var, senin girişte belirttiğin gibi AK Parti’nin iktidar olmasının getirdiği bir şey var. Bir de iki tane süreç yaşandı: Oslo süreci ve çözüm süreci. Biraz bence, uzatmadan söyleyeyim, AK Parti ya da Cumhurbaşkanı burada daha dikkatli, daha o tecrübelerden hareketle daha, ne derler, daha sağlam yere basmaya çalışıyor sürecin gidişatıyla ilgili. Tabii ki temel farklılık, iktidar olmanın getirdiği, yani kendine zarar gelmekten çok daha fazla siyasal ya da siyasal bagajı, kendi siyasal bagajı daha ağır basıyor bu süreçte temkinli davranışında.
Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir şey var, açılışı Bahçeli ve Erdoğan’la yaptık ama benim bu süreçte başından beri şahsen dikkat etmeye çalıştığım husus şu: Sadece iktidarın yürüttüğü bir süreç değil bu aslında. Bu olayın tek aktörü Bahçeli ve Erdoğan değil. Bu olayın çok ciddi bir Kürt hareketi ve Abdullah Öcalan faktörü ve aktör olarak Öcalan var. Özellikle son Nisan ayındaki görüşme notlarını okuduğumuz zaman Öcalan’ın ne kadar aktif, bazı konularda ne kadar belirleyici olduğu da gözüküyor. Yani bir anlamda Kandil’in de belli bir aktörlüğü var, DEM Parti’nin de belli ölçülerde ama esas olarak Öcalan. Dolayısıyla burada şöyle bir husus var, yani bir soru olarak değil de değerlendirme olarak; genellikle mesela 19 Mart sürecine de insanlar Erdoğan’a bakarak konuşuyor. Halbuki Özgür Özel’e ve Ekrem İmamoğlu’na da bakmak lazım. Şimdi burada da sürecin geleceğini büyük ölçüde Erdoğan’a ya da Bahçeli’ye, devletin tutumuna indirgeyen her iki kanatta da aslında böyle insanlar var ve bu bana çok yanlış geliyor. Yani Öcalan bir şekilde dese ki, ‘‘Vazgeçtim fesih kararından’’, olmayacak bir şey ama ‘‘vazgeçtim’’ dese fesih olmayacak. Yani bir şeyler konuşulmuş edilmiş. Tabii ki bir pazarlık yapılıyor havası yaratmak istemiyor devlet. Ama ne kadar zamandır süren, değil mi? Yani bir yılı aşkın süredir sürdüğü belli. Bir müzakereler var, görüşmeler var. O şeyde baktığımız zaman görüyoruz ki Öcalan bütün MİT başkanlarıyla sırasıyla görüşmüş. En son İbrahim Kalın’la da görüşmüş. Hakan Fidan’la daha önce görüşmüş. Ne dersin Vahap? Bu Kürt hareketinin buradaki aktörlük meselesi ne derece algılanabiliyor? Bir de bu gidişatta, yani bu sürecin gidişatında hareketin kendisi, bir de hareket başkalaşacak. Silah bırakacak.
Vahap Coşkun: Evet. Şimdi bir söz var: “Tango için iki kişi gereklidir” der. Barış süreci de tango gibidir. Yani tek bir tarafla yapılacak bir iş değildir bu. İki taraflı olarak yürütülen bir iştir ve iki tarafın da iradelerinin bir şekilde bir noktada uzlaşması gerekir. Herkesin üzerinde mutabık olduğu bir konu Ortadoğu’da yeni bir döneme girildiği. Bu yeni döneme girildiğinde siyasal aktörler, devletler, devlet altı güçler yeni tercihlerde bulunuyorlar ve bu tercihlere uygun olarak da kendilerine yeni bir yol çiziyorlar. Şimdi mesela bu anlamda PKK’nin önünde de alternatifler vardı, kuşkusuz çeşitli alternatifler vardı ve Öcalan’ın açıklamalarında, görüşmelerinde bu alternatiflerin ne olduğunu da net bir şekilde belirtiyor. Örneğin İsrail’in kendileriyle yakın bir ilişki kurmak istediğini açık bir şekilde ifade ediyor. Ama kendisi hem Kürtlerin sosyolojisini hem tarihsel arka planı dikkate alarak tercihinin Türkiye ile birlikten yana olduğunu ve bunun için mücadele ettiğini ifade ediyor. Dolayısıyla Öcalan’ın tercihi veya PKK’nin tercihi başka bir yönde evrilmiş olsaydı eğer o zaman böyle bir çözüm sürecinden bahsetmemiz de söz konusu olmazdı. Muhtemelen bugüne kadar devam etmiş olagelen bu çatışmalı süreç daha da devam edecekti. Dolayısıyla burada tek taraflı bir okuma yapmamak lazım. Bu okumayı iki taraflı yapmak lazım. Devlet şunu gördü; bu yeni dönemde Türkiye’nin önünde hem birtakım tehlikeler hem birtakım fırsatlar var. Bu tehlikeleri asgariye indirmek, fırsatları azamiye çıkartmak için Kürt meselesini çözmek, Kürt meselesinin silah boyutunu ortadan kaldırmak gerekir. Bu nedenle PKK ile bir şekilde görüşmeye başladı. PKK de bu çerçeveyi uygun buldu, doğru buldu ve bunun üzerinden gelişen bir süreç var. O nedenle bunu iki taraflı olarak değerlendirmek hiç kuşkusuz doğru olanı ifade ediyor. Türkiye’de özellikle muhalif çevrelerin büyük bir kısmı olan biten bütün meseleleri sadece iktidara veya iktidar içerisindeki tek aktöre, Erdoğan’a bakarak okudukları için bazen bu etkileşimi, bu karşılıklı etkileşim halini gözden ırak tutabiliyorlar. Ama bunu bu şekilde hiç kuşkusuz okumak lazım. Yani biliyorsunuz süreç başladığı esnada birtakım çeşitli itirazlar getiriliyordu: ‘‘Öcalan’ın PKK üzerinde bir etkisi yok. Öcalan böyle bir çağrıyı yapmaz. Öcalan çağrı yapsa bile PKK uymaz’’ vesaire. Ama bütün bunların hepsi bir şekilde geçildi. Bunun geçilmesinde hem PKK’nin kendi iç okuması önemli ama aynı zamanda devlet ile yapmış oldukları görüşmelerde edindiği intiba veya üzerinde uzlaştıkları çerçeve de son derece etkili.
Ruşen Çakır: Burada tam Hakan’a bunu sormayı düşünüyordum. Sen sonunda oraya geldin. Hakan, malum bizim solcu kardeşlerimizin önemli bir kısmında, genel olarak muhalefet ama özel olarak sol kesimlerde şöyle bir şey var: “Bunlar, Öcalan bizi satıyor. Kendisine birtakım şeyler alıp bunu yapıyor.” Ve şöyle de bir algıyı çok işlediklerini görüyorum, sen de herhalde görüyorsundur: Kürt hareketini bir aktör olarak değil de devletten bir şeyler alabilmek için birtakım şeylere razı olan tali bir güç olarak görme yaklaşımı. Ne diyorsun? Bu çok yaygın. Özellikle ilk başlarda çok yaygındı. Şimdi olay silah bırakmaya filan gelince birazcık şey oldu ama hâlâ böyle bir yaklaşım olduğunu görüyorum.
Hakan Tahmaz: Sessizleştiler. Kongre karar alınca ‘‘Öcalan çağrı yapmaz tek taraflı’’ dendi. Sonra çağrı yapınca ‘‘Kongre, PKK buna cevap vermez’’ dendi. Şimdi ‘‘Silah bırakır mı, bırakacak mı, nasıl olacak?’’ dendi. İşte bu hafta sonu, bu haftanın sonunda ilk simgesel iş yapılacak. Aslında ben Vahap Hocam’ın, senin söylediğini dışlayan, bu ‘‘tek taraflı değildir’’ sözünü dışlayan bir yerden değil ama bu sürece aslında ‘‘Öcalan süreci’’ demek gerekir diye düşünüyorum. Şu anda Kürtler adına karar veren, geçmiş süreçlerden daha fazla, daha belirleyici olan; daha doğrusu karar veren değil daha belirleyici olan, sürecin rotasını belirleyen ve bunu çok detayına kadar belirleyenin Abdullah Öcalan olduğu kanaatindeyim. En azından şu ana kadar gelen süreç açısından böyle söyleyeyim. Ben bunun PKK’nin silah bırakma süreci tamamlanana kadar uzun bir süre devam edecek, Öcalan bu rolünü oynamaya devam edecek diye düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Evet, Hakan’da bir sorun oldu. Düzelecektir. O bağlanınca tekrar devam ederiz. Vahap, şunu söyleyeyim. Sen en son Perspektif’te çok önemli bir yazı yazdın bu 19 Mart süreciyle ilgili ve iktidarın siyaset üretemediğini, Erdoğan’ın siyaset üretemediğini söyledin. Buna karşılık CHP’nin ürettiğini söyledin. Şimdi Bahçeli’nin grup konuşmasında… Hakan, sen geldin. İstersen burada bir mola vereyim. Hakan’la devam edelim. Sonra şey yapalım.
Vahap Coşkun: Evet evet.
Ruşen Çakır: Cümleler nerede kesildi? ‘‘Öcalan süreci’’ dedin bu olay için.
Hakan Tahmaz: Evet, bence Öcalan daha karar veren, daha sürecin en detayını belirleyen, Kürtler adına diyorum burada, devletle detaylı konuşan Öcalan diye düşünüyorum. Bu süreç böyle işliyor ve ne yazık ki bizim muhalif kesim bu işe, Öcalan’ın bu süreci yönlendirmesine sıcak bakmıyor. İşte tutuklu olduğu için gibi. Ben silah bırakma sürecine kadar, hatta daha uzun bir süre bunun devam edeceği kanaatindeyim. Ama esas olarak sonrasına ilişkin, yani bu Kürt meselesinde Öcalan bu süreci zaten Kürt sorununun çözüm süreci diye tarif etmiyor. Hiç bu lafı kullanmıyor. Çözüme kapı aralanması gereken, çözüm için bir fırsat olan, onun için bir dönüm süreci olarak tarif ediyor bütün konuşmalarda ve bir beklentiyle hani ‘‘şu olursa olur’’ demiyor. Hele de bu ‘‘Öcalan kendisi için bunu yapıyor’’ tezi… Ben burada sevgili Sırrı’nın bir sözünü hatırlatmak istiyorum. Mezopotamya Ajansı’na dedi ki, “Öcalan hem Kürtlerin özgürlüğünü hem de güvenliğini düşünüyor. Kürdileşmekten vazgeçmiş değil” dedi. Bu cümle, Sırrı’nın söylediği bu cümle çok şey anlatıyor. Bu geçiş sürecinde yani silahsızlanma bu evrede yapılacak her işi belirlemeye çalışıyor. Bu da geçmiş süreçten kaynaklanan gelinen noktadaki güvensizliklerin, karşılıklı güvensizliklerin ürünü diye, sonucu diye düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Evet, Vahap buyur.
Vahap Coşkun: Ruşen abi, burada senin de söylediğinden yola çıkarak bir iki hususa değinmek isterim. Şimdi bazı muhalif çevrelerde bu Kürtlerin, DEM Parti’nin hükümet ile bir şekilde bu süreci konuşmaya başlamasından sonra iki tür argüman üretildi. Bir tanesi ‘‘Kürtler kandırılıyor’’ argümanı. Şimdi bu bir kere ahlaken kabul edilebilir bir argüman değil. Yani kendisini sürekli bir öğretmen pozisyonunda gören ve Kürtlerin de ancak kendisinin belirlediği çerçeve içerisinde hareket etmesi halinde doğru davranacağını düşünen bir argüman. Oysa PKK Ortadoğu gibi bir yerde 50 yıldır hayatiyetini devam ettiriyor ve son derece toplumsallaşmış bir hareket. Diğer taraftan DEM Parti geleneğine baktığınızda 1990’dan bugüne gelindiğinde %13’lere ulaşmış, şu anda %8-10 bandında olan bir hareket. Dolayısıyla bunların siyaset bilmediği ve kandırıldığı şeklindeki argüman hem gerçek hayatla uyuşmuyor hem de ahlaken kabul edilebilir değil. Yani Kürtler ellerine elma şekeri verip kandırabileceğiniz insanlar değil. İkincisi, “Kürtler bizi satıyor” argümanı. Yani: Kürtler AK Parti ile anlaşıyorlar ve muhalefetten çekilip iktidarın sofrasına oturuyorlar ve bunun üzerinden de Türkiye’nin daha da otoriterleşmesine hizmet ediyorlar. Şimdi bu da DEM Parti geleneğinin izlemiş olduğu, bugüne kadar izlemiş olduğu siyasete yönelik bir haksızlık. Yani bugüne kadar hangi evrede DEM Parti iktidarla oturduğunda demokratik taleplerden vazgeçmiş?
Ruşen Çakır: İşte tam burada 19 Mart’ı konuşabiliriz. Demin sana sormaya çalıştığım buydu, senin yazdığın yazıda, 19 Mart’ı ben de öyle okuyorum: Erdoğan’ın siyaset üretemeyip yargı üzerinden siyasetin alanını daraltma çabası; ama CHP’nin de siyasetin alanını genişletme çabası. Şimdi ortada şöyle bir şey var: Bir tarafta bir barış süreci var, bir tarafta savaş var. Yani Erdoğan’ın CHP’ye açtığı bir savaş var. Ve CHP birçok kamuoyu araştırmasına göre birinci parti, %30 civarında oy alan bir parti ve ülkenin batısındaki bütün belediyeleri neredeyse kontrol eden bir parti. Şimdi ülkede bir barış iddiasını yaparken, dillendirirken diğer yandan ülkenin çok önemli bir kesimine böyle bir savaş ilan etmek işleri çok karıştırıyor. Şimdi Bahçeli’nin grup konuşması çok çarpıcıydı; ‘‘İddianame bir an önce hazırlansın, TRT‘de yayınlansın’’ falan. O da bence şeyi biliyor, başından itibaren 19 Mart’ın bu süreci tehlikeye atma ihtimalini. Ben en son üç belediye başkanının alınmasından sonraki yaptığım yayında “Erdoğan süreci ateşe atıyor” dedim. Şöyle de bir şey var, senin de söylediğin gibi, mesela DEM Parti çok açık tavır aldı. Hem Tülay Hatimoğulları gitti, CHP’yi ziyaret etti.
Hakan Tahmaz: Bugüne kadar yapmadığını yaptı.
Ruşen Çakır: Grup toplantısında da konuştu, aynı şekilde söyledi. Özellikle ondan önce İzmir’de Tunç Soyer’in alınmasına ayrı bir önem atfettiler vesaire. Yani şimdi şöyle bir şeyi birileri bekliyor sanki: CHP ile uğraşacak, DEM Parti ve Kürtler karışmayacak. Yani kitlesel olarak belki mitinglere gitmiyorlar ama böyle bir olayda DEM Parti’nin, Kürt hareketinin, hatta Öcalan’ın “Bize ne CHP’den” diyebileceklerini sanmıyorum. Hatta gördüğüm görüşme notlarında Öcalan CHP’ye çok önem atfediyor. Hatta onlarla görüşmek istiyor vesaire.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Vahap Coşkun: Yani abi, ben 19 Mart’tan bugüne kadar DEM Parti’nin izlediği siyaseti genel itibarıyla son derece olumlu ve dengeli bir siyaset olarak görüyorum. Bir taraftan iktidar ile oluşmuş olan bu çözüm dinamiğini devam ettirmek, DEM Parti buna asla sırtını çeviremez. Çünkü kendi tabanının da isteği silahların ortadan kalkması. Böyle bir fırsat varsa elbette ki iktidarla görüşecek. Bazı muhaliflerin istediği gibi iktidara kapıyı kapatmasının siyaseten imkan ve ihtimali yok. Dolayısıyla burada doğru yapıyor. Diğer taraftan da yine 19 Mart’tan itibaren iktidarın yapmış olduğu bu tutuklamalara, belediye başkanlarına karşı yapmış olduğu tutuklamalara karşı da demokratik tepkisini gösteriyor. Bu tepkinin dozu bazı kesimleri tatmin etmeyebilir ama nihayetinde ilk günden itibaren de İmamoğlu’yla ve daha sonra özellikle Tunç Soyer’le, Zeydan Karalar’la, en son operasyonda CHP ile net bir şekilde bir danışmayı gösterdi. Dolayısıyla herhangi bir şekilde bu demokrasi talebinden vazgeçmiş değil. Diğer taraftan senin söylediğin konu bence son derece önemli. Yani bu CHP’ye yönelik olarak yapılan yargı operasyonu çözüm sürecini üç noktada ciddi açmaza sokuyor. Bir, muhalif tabanın bu çözüm sürecine destek verme şansını veya imkanını azaltıyor. Çünkü iktidara karşı o kadar büyük bir nefret ve öfke birikiyor ki iktidarın imzasını taşıyan herhangi bir sürece destek vermekten imtina ediyor. İki, CHP’yi zor duruma sokuyor. CHP bence başından itibaren, hem Özgür Özel hem İmamoğlu sürece destek konusunda son derece doğru bir yerde durdular. Özgür Özel’in bugünkü konuşmasını özellikle not etmek gerekiyor. Yani iktidara karşıtlığın sürece karşıtlık noktasına gelmemesi gerektiği konusunda hem kendi partisini hem muhalif tabanını uyardı. “Biz bu sürecin sürdürülmesini, silahsızlanmanın tam olmasını istiyoruz ama iktidarın yanlışlarına karşı mücadelemiz devam edecek” mealinde bir konuşma yaptı. Bu son derece önemliydi. Ama iktidar CHP’ye bu kadar fazla yüklenirken CHP yönetimi bu tavrını ne kadar muhafaza edebilecek? Bu da önemli bir soru işareti. Üçüncüsü, DEM Parti’yi zor bir duruma sokuyor. DEM Parti bir taraftan demokratikleşme iddiasını taşıyor; ama diğer taraftan böyle antidemokratik eylemlerde bulunan bir iktidarla bir proje yürüttüğünde muhalif kanatta DEM Parti’nin kendisi de zor duruma düşüyor. Bunların tamamının ötesinde bu operasyonun çözüm sürecini zehirleyen bir tarafı var. Şimdi çözüm sürecinin temel argümanı ne: ‘‘Silah ortadan kalksın, demokratik siyaset alanı genişlesin. Bütün talepler demokratik siyaset alanında dile getirilsin. Mücadele orada verilsin. Orada kırıcı bir mücadele verebiliriz, keskin bir mücadele verebiliriz ama her şey demokrasi ve siyaset sahasında cereyan etsin.’’ Ama siz yargı eliyle bu demokratik sahayı, siyaset alanını daraltırsanız o zaman insanların önemli bir kısmının kafasında soru işaretlerinin doğmasını da önleyemezsiniz. Ve nitekim bu sorular özellikle muhalif kanatta giderek daha sık bir şekilde soruluyor. Bahçeli’nin yaptığı açıklama bu anlamda önemli. Nitekim Özgür Özel de kıymetli olduğunu ifade etti. Yani Bahçeli temelde iki şey söylüyor. Bir, ‘‘Bunu uzatmayın. Bu CHP’ye yönelik yargı operasyonunu uzatmayın.’’ Çünkü bu her şeyi kötü oranda etkiliyor. Normalleşmenin önünde bir engel oluşturuyor. İkincisi, ‘‘Bunu aleni yapın. TRT‘de yayınlansın. CHP’nin talebine uygun bir şekilde TRT‘de yayınlansın.’’ Toplum burada neyin olduğunu, hangi iddiaların ortaya atıldığını, kimin haklı olduğunu, tabiri caizse ak koyunun, kara koyunun ortaya çıkmasını talep ediyor. Bu bence son derece önemli. Bunu bir nevi Bahçeli’nin bu konuda da bir normalleşme isteği olarak okumak mümkün.
Ruşen Çakır: Peki Hakan, sen de aynı şekilde Erdoğan’ın ateşe attığını düşünüyor musun? Mesela sen Tunç’u yakından tanıyorsun diye biliyorum. Mesela CHP içerisinde Kürt hareketiyle en yakın ilişki içerisinde olan isimlerden birisiydi. En son Nevroz’a gitti mesela.
Hakan Tahmaz: Evet. Onun ötesinde bizi de ateşe atıyor yani. Şimdi Vahap Hoca söylemedi. Sen de takip ediyorsun. Vahap Hoca, ben 7 aydır, 8 aydır bu sürecin desteklenmesi için kendi mahallemizde değil, sivil toplum örgütünde, bakın hak temelli örgütler içerisinde yoğun çalışmalar yapıyoruz. İki hafta önce Diyarbakır’daydım, İHD’nin şeyinde. Ya kardeşim bizi zor durumda bırakıyor. Artık barış kelimesini söylediğimizde neredeyse insanlar ağzımıza biber sürecek. Bu duruma geldi. Bakın, üç kritik aşama aştık arkadaşlar. Az önce söyledik. ‘‘Öcalan çağrı yapmaz’’ dendi, yaptı. ‘‘Kongre toplanmaz’’ dendi, toplandı ve karar aldılar ve bu karar oy birliği ile alındı. Bunun altını da çizmek istiyorum. Öcalan’a tam yetki verildi. Şimdi silah… Ve hâlâ bir heyecan yaratamadık toplumda. Bizim de eksikliğimiz olabilir, yetmezliğimiz olabilir. Biz diye kastettiğim, barış çalışması yürütenleri kastediyorum, sivil toplum örgütlerini kastediyorum. Yani toplumun hiçbir kesiminde barışa dair ciddi bir umut yükselmesi yok. Ki bugün Devlet Bahçeli’nin cümlesi içerisinde bu da var. Onu da söyleyeyim. Şimdi böyle olduğu zaman insanlar ne yapılacağına, ne edileceğine dair konuşmuyor. Şimdi Özgür Özel’in tutumu bulunmaz kıymetli bir fırsat. Herhangi bir siyasi organizasyon, yani bu DEM olsun başkası olsun, bu kadar siyasi bir linç, tasfiye operasyonuyla karşı karşıya, büyük baskı altında… Sanırım CHP’nin görmediği bir şeydi bu. En azından 1950’lerin sonunda ben okumadım. Görmediği oranda bir baskıyla karşı karşıya. Ama hâlâ Özgür Özel çözüm sürecinde DEM’in takındığı tutumu, anayasadan oturup masada konuşmasını, bu görüşmelerin hepsini kıymetli buluyor, anlamlı buluyor ve kendisiyle çatıştırmak isteyenlere karşı tutum alıyor. ‘‘Bu ayrı bir iş’’ diyebiliyor. Bunu başka hangi muhalefet partisi yapabilirdi? Hangi siyasi eğilimde insanlar yapabilirdi? Bilemiyorum. Bir de tabii üçüncü bir nokta var sürece ilişkin söylenebilecek: Bugüne kadarki süreç idari tedbirlerle gitti. Ne kurumu var, ne hukuku var. Beklentiler, kamuoyunda dillendirilen beklentilere yanıt verebilir halde değiller. Çeşitli bahaneler var. Özellikle FETÖ, Fethullah Gülen bahanesi var. Bunlar bizim elimizi kolumuzu bağlıyor. Yani şunu söylemek istiyorum: Eğer burada PKK’nin silah bırakmasıyla ilgili bir sonuç almak istiyorsak, bu sürecin asli unsurlarından birisinin CHP olmasını istiyorsak, bu olaya, sizin de doğru tabirinizle yargı eliyle savaş haline bir son vermek gerekir diye düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Peki Hakan, seninle yine devam edelim. Hep konuları Vahap’la açtık, bu sefer seninle açayım. Şimdi cuma günü Süleymaniye civarında bir yerde bir tören yapılacak. Tören diyorlar biliyorsun. Kimisi 20, kimisi 30, 40 diyor ve hatta bir iki tane de örgütün üst düzey yöneticisi olacağı da söyleniyor. Önce canlı yayınlanacak dendi, sonra güvenlik nedeniyle bir şeyler değişti ama gazeteciler gidecek, birtakım sivil insanlar gidecek vesaire ve silahları yakacaklar. Teslim etme de değil, yakma. Onun daha uygun olduğu söyleniyor. Bir de yine beklenen Öcalan’dan yeni bir mesaj ve bu mesajın hatta görüntülü olması bekleniyor. Ve bir gün öncesinde, perşembe diye duydum… Yani bilmiyorum, bunların hiçbirisi resmî açıklama olmadığı için bu tür rivayetleri doğruymuş gibi kabul ediyoruz. Ama şu kesin, cuma günü silah yakma olayı olacağı kesin. Şimdi bunun sembolik bir anlamı var. Çünkü binlerce militanı olan bir yapı 20-30 kişiye silah yaktırıyor. Tabii ki sembolik ama bir şeye artık start verilmiş olacak. Ne diyorsun? Hakikaten silah bırakma ve fesih olayında, taraflar ya da ülke olarak biz, Türkiye, bu çetin olayın altından kalkabilecek miyiz?
Hakan Tahmaz: Buna dair ‘‘kalkarız’’ diye emin bir dille konuşamayız ama Öcalan’ın bu sefer çok daha kararlı olduğu kanaatindeyim. Yani ne yapmak istediğine odaklanmış vaziyette diye düşünüyorum. Onun için bu süreci ilmek ilmek ördüğüne dair bir hissiyata sahibim. Bak, bilgim yok. Bu silah yakma olayının simgesel önemi var. Aslında işin doğrusuna bakarsak, 99’da silahlarıyla geldiler, orduya teslim oldu PKK’liler. Daha sonra Habur’dan geldiler. Yani bunların çok ötesinde bir simgesel anlamı var diye düşünüyorum. Onlar müzakere için yapılıyordu. Bunun, PKK’nin silah bırakma iradesini göstermek için simgesel önemi var. Ama daha da önemli kılan bence şu: Bugün Türkiye’deki siyasal ortam, siyasal gerilim, siyasal çatışma ve hükümetin izlediği politikalar, bu yeni sürecin başladığından bu yana izlediği politikalara baktığımızda, Ortadoğu’daki gelişmelere baktığımızda bu simgesel olay daha da büyüyor. Sonu ne olur? Sonu nereye doğru gider? Burası bence açık konuşmak gerekir ki biraz AK Parti hükümetinin daha az kendi siyasal ajandasına ya da siyasal hesaplarına bağlı kalarak ama sürecin ihtiyaç duyduğu adımları atmasıdır. Yani mesela hâlâ bir yasa yok bu silah bırakmakla ilgili. Şimdi buna ilişkin irade beyanı varmış gibi yapıyorlar ama biz bunları tek taraflı duyuyoruz. Sadece “irademiz var” demekle olmuyor. Ne olacağına ilişkin hâlâ devlet aklından, hükümetten bir şey gelmiş değil. Hepsini geçeyim. Bakın, az önce üçümüz de aynı şeyi söyledik. CHP’nin ve Özgür Özel’in bu süreç için ve Türkiye’nin geleceği için kıymetli bir tutum takındığını söyledik. Şu ana kadar devletin, hükümet adına, devlet kurumları adına herhangi birisi bir kez sürece katmaya çalışmadı. Benim hatırladığım kadarıyla 20 Kasım’da İbrahim Kalın Özgür Özel’i bilgilendirdi, bu konuyu yani süreci de kapsayan hususlarda; ama onun dışında resmî, gayriresmî bir bilgilendirme, sürece CHP’yi katma çabası bile yok. Ve söylenen sözler, mesela işte şimdi yasa beklentisi, bir beklenti oluştu ve bu beklenti oluştuktan sonra gerçekleşmeyince, gecikince çeşitli nedenlerle sürece ilişkin barış sürecini destekleyen, çözüm sürecini destekleyen ya da PKK’nin silahları bırakmasını destekleyen insanlar bile heyecan duyamaz noktaya doğru gidiyor. Böyle koşullarda bu yapılacak iş kıymetli. Abartmadan, bundan çok büyük beklentiler yaratmadan, çok büyük hedefler, amaçlar atfetmeden bunun simgesel anlamına uygun bir biçimde planlamak gerekir. Mesela ben şahsen canlı yayın yapılmamasının doğru bir tutum olduğu kanaatindeyim. Bunu da burada ifade edeyim. Hangi gerekçeyle yaptılar? Güvenlik gerekçesi deniyordu ama böyle bir aşamada canlı yayını yapmadan bu işi yapmak daha hayırlıdır. O canlı yayında ne olurdu orada, Kandil’in eteğinde? Alt tarafı Kandil’in eteği. Ne olurdu? Ve bu riski AK Parti üstlenir miydi? Bunu bilemem ama doğru yaptıkları kanaatindeyim.
Ruşen Çakır: Vahap, seninle devam edelim. Cuma günü Süleymaniye, belki öncesinde Öcalan’dan son açıklama, yeni açıklama.
Hakan Tahmaz: Ruşen, bir cümle daha söyleyebilir miyim?
Ruşen Çakır: Tabii.
Hakan Tahmaz: Öcalan ve karşılığında benim duyduğuma göre Mustafa Karasu ya da Duran Kalkan da ikisinden birisi de işin merkezinde, o işi organize edenler olarak çıkacaklar piyasaya diye düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Yani silah yakacaklardan birisi Duran Kalkan…
Hakan Tahmaz: Evet, ekibi var ya da Mustafa Karasu işin başında olacak.
Ruşen Çakır: Mustafa Karasu’ya, biliyorsunuz, öldü dediler. Sonra adam çıktı. Bu sefer şeyi gördünüz mü bilmiyorum. Ona, yemin billah edip ‘‘öldü’’ diyenler, bu sefer ‘‘o yaşayan bir ölü’’ diyorlar.
Hakan Tahmaz: Bence Mustafa Karasu bu süreçte benim tahminim, özel bir rolle süreci yürütüyor. Görev bölüşümü yapılmış. Bunu açıkladılar zaten. Onun için millet konuşuyor, konuşmaya da devam ediyor.
Ruşen Çakır: Bir iddiaya göre örgütün kongresi sırasında o İmralı’daymış.
Hakan Tahmaz: Olabilir, niye olmasın? Bu devletin yapmayacağı işler yoktur.
Ruşen Çakır: Olabilir. Evet Vahap, sen ne diyorsun? Bu cuma günü yaşanacak olan olay sembolik önemi dışında bir de start olacak tabii ki ama zor olacak.
Vahap Coşkun: Çok sembolik bir olay. Günün cuma olması sembolik. Hatırlayacaksınız, İrlanda’daki savaşı bitiren, çatışmayı bitiren anlaşma ‘‘Hayırlı Cuma Antlaşması’’ olarak biliniyordu. Eğer bu tören cuma günü yapılacaksa o zaman bu da PKK’nin hayırlı cuması olarak tarihe geçecek. Bu önemli bir sembolik hikaye. Diğer taraftan silahların yakılmasının da sembolik anlamı var; çünkü Kürtlerde özellikle ateş yeni bir başlangıcı ifade eder. Yeni bir dönemi ifade eder. Eskinin geride kaldığını ifade eder. Dolayısıyla bu silahları yakma artık PKK’nin silahı tamamıyla terk ettiğini, geri dönüşsüz bir yola girdiğini simgelemesi açısından da önemli. Gazetecilerin alınmaması, canlı yayının yapılmamasının elbette bir güvenlik gerekçesi olabilir; ama bence bunun yanında 2009’da Habur’da gerçekleşene benzer bir tablonun ortaya çıkmaması için alınmış bir önlem de olabilir. Çünkü burada birtakım görüntüler Türkiye’de çözüm süreci karşıtı gruplar tarafından sürece karşı olarak kullanılabilirdi. Muhtemelen taraflar bu analizi yapmışlardır. O nedenle daha dikkatli bir yöntemi, bir videonun çekilmesini, o videonun belirli kontrollerden geçtikten sonra medyaya verilmesini öngören bir yaklaşım içerisine girdiler. Bence bu da son derece önemli. Çünkü bu adımdan sonra, bu saatten sonra bütün adımların hassasiyetle ele alınması, nasıl bir sonuç yaratacağı düşünülerek atılması gerektiği kanaatindeyim. Bu sembolik adımdan sonra herhalde en önemli hamle Türkiye’de, parlamentoda bir komisyonun kurulması olacak. Bu komisyonun da bence görev alanının iyi bir şekilde tayin edilmesi, özellikle eve dönüş ve silahsızlandırmayla ilgili bir komisyon olması, alanının bu şekilde belirlenmesi son derece hayati. Çünkü bu süreçte bir taraftan silahsızlanma, bir taraftan silahı bırakmış olanların eve dönüşleri, bir taraftan da bunların toplumsal yapıya entegrasyonları gibi son derece önemli dönüşümleri gerektiren işler var ve bunların hepsi hem yasal anlamda hem sosyal anlamda ciddi hazırlıkları gerektiriyor. Dolayısıyla bu komisyon alanını çok da genişletmeden, bu eve dönüşü ve silahsızlandırmayı çerçeveleyen, bunun yasal hazırlıklarını çalışan, parlamentoya bunun için gerekli tasarıları sunan bir komisyon şeklinde olmalı ki bundan bir süreç, bir netice alınabilsin. Zamanlamaya çok dikkat etmek gerekiyor. Bence 2013-2015 çözüm sürecinin en önemli handikaplarından bir tanesi zamanlamanın iyi ayarlanmamış olmasıydı. Çok fazla iç siyasete ve seçimlere entegre bir şekilde devam ediyor olmasıydı. Sürecin başından itibaren hem DEM Parti hem Öcalan hem de Bahçeli zamanlamanın önemine dikkat çekiyorlar. O nedenle bu silah bırakma ve eve dönüş sürecini mümkün mertebe en kısa süre içerisinde yapmak ve bir an önce bu işi siyasal alana taşımak gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda oluşacak komisyon önemli ama daha da önemlisi 1 Ekim’de parlamentonun yeni yasama döneminde bu işe yönelik mevzuat değişikliklerinin hızla yapılması gerekiyor.
Ruşen Çakır: Evet, şimdi toparlayalım, çünkü bu konuyu daha çok konuşacağız ve şu anda bayağı bir 45 dakikayı devirdik. Şöyle bir şey söyleyeyim kısaca; cuma günü olacak olaydan sonra sizlerin yine kapınızı çalacağım zaten, konuşacak çok şey olacak malum. An itibarıyla Hakan, ne hissediyorsun?
Hakan Tahmaz: Aslında kendi kişisel hissiyatımı söylersem, Vahap Hoca’yla da seninle de en az 20-25 yıldır bu konuları konuşan ve her konuştuğumuzda da heyecan duyan bir insandım. Aslında yine sana bir gönderme yapalım. 2009’du sanıyorum ya da 2008, “Bu silah işi devreden çıksın” dendiğinde başına gelenleri bir toplantımızdan…
Ruşen Çakır: Evet, onu bir anlatayım. Ben Vatan gazetesinde “Kayıtsız şartsız silah bırakmalı” diye yazmıştım. Ondan sonra bunlar Barış Vakfı olarak Ankara’da bir toplantı düzenliyorlar. Beni konuşmacı, panelist olarak çağırdılar. Ben dedim ki, “Ya beni mahvedeceksiniz.” “Olsun olsun, gel” dediler. Ve hatırlıyorsun Hakan, 4 kişi panelisttik ve yazılı soru aldılar, sözlü değil, yazılı soru. Bana geldi atıyorum 60 tane, diğer arkadaşlara geldi ikişer üçer tane. Ve soruların büyük bir çoğunluğu, “Sen bizi kurbanlık koyun mu belledin?” gibi ifadeler içeriyordu. Ama çok ilginç, toplantı bitti çıkıyorum, acele İstanbul’a dönmem gerekiyordu hatta. O kadar çok insan gelip bana teşekkür etti ki, hiç unutmam onu. Gelen soruların büyük bir kısmı beni döverken, yanıma gelenlerin büyük bir kısmının içinde sarılıp öperek teşekkür edenler de var. Şimdi kaç yıl geçti? 16 yıl, değil mi?
Hakan Tahmaz: Evet. Ama Ruşen, bu hep böyle oldu. Defalarca işte PKK’ye silahlara veda etmesi çağrısı, “Silahlar sussun” çağrısı yapıldığında kamusal alanda buna gösterilen tepkiyle bireysel, özel alanda gösterilen tepki arasında fark oldu. Ama şimdi gelinen noktada şu oldu: Öcalan bana göre, Kürt arkadaşlar bu sözüme kızabilir ama silahlara veda ediyor. Bu işin ruhu bu. Sonrasının ne olacağını, sonrasında demokratik siyaset alanındaki gelişecek mücadele ve müzakere belirleyecek ve bunu Öcalan bir tür devletin silahlara veda, silahları bırakma, silahlı mücadeleye son verirken onurlu bir yolla bazı kolaylıklar sağlayarak sağlıyor. Bu tabii ki 25-30 yılını bunun için vermiş bir insan için heyecan verici. Ama beni daha çok heyecanlandıran, sonrasında bunun için bizim üzerimize düşen, topluma düşen, siyasete düşen, bunu DEM’i de kastederek söylüyorum, demokratik siyasete düşen, sizlere bizlere düşen sorumluluk ve buradaki karşılaşacağımız problem. Yani son birkaç aydır bu konudaki ketumluk hali tereddütlere de yol açmıyor değil. İnsanların canını sıkmıyor değil. Ama şimdi eğer bunu bir önceki gibi şu veya bu nedenle, Devlet Bahçeli’nin tabiriyle söylüyorum, 1 Temmuz’daki konuşmasında söylediği gibi, eğer bu iş akamete uğrarsa doğacak sonuçların bedeli herkes için ama istisnasız herkes için çok ağır olacak. Çünkü bölge ve Türkiye toplumunun siyasal krizi, savruluş hali 2015’ten çok daha köklü ve derin. Yani bugün neyle boğuştuğumuzu, neyle mücadele ettiğimizi, ne yapmak istediğimizi ve kapımızı çalan fırsatın kıymetini iyi bilmek gerekir. Büyük bir fırsat olacağı kanaatindeyim eğer kazasız belasız atlatılırsa. Demin söyledim, bu basının canlı yayınlamasının engellenmesine takılmamak lazım. Düşünebiliyor musunuz orada silahları kayıt altına alan, yakılan silahı kayıt altına alan ve Kürdistan bölgesinden gelen ya da Türkiye’den gelen görevlilerin canlı yayında göründüğünü? Bunun sonuçlarını aklımızın ucuna bile getirmek istemiyorum. Deşifre olmuş olmasının yaratacağı tehlikeler vardır. Doğru bir tutumdur. Hayırlı bir tutumdur. Umarım bu tür çizgide gider ama biraz cesaret gerekiyor. O cesareti de daha çok AK Parti çevresinin, hükümetin, Cumhurbaşkanı’nın göstermesi gerekir.
Ruşen Çakır: Evet, Vahap sen ne hissediyorsun? Yayını bitirelim.
Vahap Coşkun: Evet, Ruşen abi bence ciddi bir fırsat var. Yani 2013-2015’le de kıyasladığımızda çok ciddi bir fırsatımız ve avantajımız var. Yani ben dört temel avantajımızın olduğunu düşünüyorum bu süreçte. Birincisi, bir siyasi mutabakat var. İYİ Parti dışındaki bütün siyasi partiler bunu destekliyor. İkincisi, bir toplumsal mutabakat var. En son yapılan araştırmalar toplumun %65’inin bu sürece destek verdiğini, Kürtlerin %81’inin bu sürece destek verdiğini gösteriyor. Üçüncüsü, uluslararası konjonktür 2013-2015’e kıyasla son derece elverişli. Orada bozucu unsurlar daha fazlaydı. Şimdi ise yapıcı unsurların daha ziyade devreye girdiğini görüyoruz. Ve dördüncüsü de süreç içerisinde MHP var. Programın başlığı, ‘‘Bir devlet projesi olarak çözüm süreci’’ydi. Yani Devlet Bahçeli’nin bizatihi sürecin içerisinde yer alması zaten sürece bir devlet varlığını katıyor. Çünkü MHP hem fikriyat olarak devlet içerisinde güçlü hem kadro olarak devlet içerisinde güçlü. Dolayısıyla MHP’nin dümeninde olduğu bir süreçte içeriden gelebilecek olan bozucu etkiler de asgariye inmiş olur. Dolayısıyla hem içte hem dışta avantajlı bir durumdayız. Bu avantajı siyasetin net bir şekilde kullanması ve bu silah işini tamamıyla bitirmesi gerekiyor. Ondan sonrasını siyasetin içerisinde tartışacağız. Siyasetçilerin, toplumun kendisine ve siyasete güvenmesi gerekiyor. Sorunlarımızı çözebilmemizin ve bir arada yaşamamızı sürekli kılmamızın yolu zaten siyasetten başka bir şey değil.
Ruşen Çakır: Evet, çok teşekkürler Vahap Coşkun, Hakan Tahmaz. Evet, kritik bir dönem ama tarihi bir dönem. İnşallah bu yıllarca yaşadığımız sorundan hep birlikte herkesin kazanacağı bir şekilde zorlanmadan çıkarız diyeceğim ama zorluklar olacak. Kesinlikle olacak. Ama mümkün olduğu kadar provokasyona gelmemek, içeride ve dışarıda bu olayın bir şekilde başarısızlığa uğramasını isteyenlerin ekmeğine yağ sürmemek gerekiyor. Herkesin çok dikkatli olması gerekiyor ve tabii ki o barışı sağlamak için ülkenin tamamına bir barış havasının hakim olması gerekiyor. Bakalım, cuma günü tarihi şeyler yaşanacak. Ondan sonra da Türkiye’de tarih yeniden yazılacak. Evet, Hakan Tahmaz, Vahap Coşkun, çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler.