Bu başlık bir dokundurma değil. Neredeyse 15 yıl önceki hayalimdi. Öcalan’ı Bodrum’da tek katlı mütevazi bir evin arka bahçesinde elinde küçük bir kürek ve çapa, sebzelerle-çiçeklerle ilgilenirken tasvir etmiştim. “Bodrum paşası” diyerek kıyameti koparmışlardı. Şimdi onu, İmralı Adası’nın kumsalı olan güney koylarından birinde bir plaj şemsiyesinin altında, şezlonga uzanmış, elinde kitabı, uzun mayosuyla hayal ediyorum. Videolu mesajında dikkatimi çekti. Sağlıklı görünüyor ama epeyce kilo almış. Deniz nefesini açar, bünyesine sıhhat verir. Malûm, tam mevsimi. Sıcaklar çok bunaltıcı.
Öcalan’ın sağlığı, bilhassa gelecek nesiller için çok kıymetli. Üzerine titrememiz lâzım. Bahçeli rahatsızlandığı zaman Diyarbakır’da bilhassa annelerin onun sağlığı için nasıl yürekten dua ettiklerini anlatmışlardı. Devletimiz Öcalan’ın sağlığına dikkat ediyor olmalı. Dua lâzım olduğunda benimki hazır. Allah sağlıklı, uzun ömürler versin.
Ne terörü, ne barışı?
Bir fikir, bir kavga, bir siyasî hareket bazen tek bir kişinin şahsında somutlaşır. Tarihte çok sayıda örneği var. O zaman da fikirleri değiştirmek, kavgaya son vermek bir siyasî hedefi gerçekleştirmek için, o somutlaşmış şahıs hakkındaki yargıları, kalıpları gözden geçirmek gerekir. “Öcalan İmralı’da denize girebiliyor mu?” sorusuyla benim yapmaya çalıştığım şey, tam olarak işte bu. Devir değişiyor, Kürtler ve Türkler birlikte omuz omuza yepyeni bir tarihe adım atıyor. Alışkanlıklarınızdan, önyargılarınızdan ve geçmişin karanlığından vazgeçmeniz, yeni bir başlangıca cesaret edecek aklı ve yüreği seferber etmeniz gerekiyor.
Terörü bitirmenin ve barışı tesis etmenin çok ama çok ötesinde önümüzde alabildiğine geniş bir ufuk duruyor. Geçen bin yılın özeti: Kürtlerle Türklerin bu coğrafyada sırt sırta, omuz omuza vermekten, birlikte aynı yolu yürümekten başka çareleri yok. Terörü bitirip, etliye-sütlüye karışmadan, barış içinde bir arada yaşamanın yolunu aramıyoruz. Bunun çok ötesinde, bu tekinsiz coğrafyada aynı kavgayı vermeyi, birbirimize güvenerek-dayanarak kader birliği içinde birlikte var olmayı, birlikte kazanıp birlikte direnerek, güvenliğimize de refahımıza da eşit şekilde katkıda bulunup aynı şekilde paylaşmayı hedef alıyoruz.
Terörü bitirmek, aşılması gereken ve geride bırakılması gereken bir eşik. Barış edebiyatı ise, pasif ve her an bozulabilecek gibi duran zayıf bir çerçeve veriyor. “İşbirliği” kelimesi üzerinde durmalıyız: Birlikte yapacağım bir “iş” olmalı ve bu işi “birlik” içinde gerçekleştirmeliyiz.
Öcalan, ulus devlet davasından vazgeçtiklerini açıkladı. Bu çağda, Kürt vatandaşlarımızı bahane edip irredantist politikalara sapamayız. Yine de bu kader birliği dediğimiz işbirliğini, siyasî sınırlara dokunmadan bütün Kürt coğrafyasına teşmil edebiliriz. 1920’nin Ocak ayında ilan edilen ve Suriye ve Irak Kürt bölgesinin de dahil olduğu Misak-ı Millî, Kürtlerin Türk devleti ile, o zor zamanda gerçekleştirdikleri bir mutabakattı. Şimdi, bugünden itibaren birlikte üreteceğimiz refah ve güvenlik, kendiliğinden bütün Kürt coğrafyasına yayılacak.
“Terör” unutulacak, “barış içinde birlikte yaşama”nın yerini iş ve kader birliği alacak.
“Terörsüz Türkiye’den sonra
Bulunan isim yanlış bir seçimdi, çünkü “terörden sonra” izleyeceğimiz yol hakkında bir çağrışım uyandırmıyordu. Tersine, terör bittikten sonraki aşamalarda bile kanlı terör dönemine atıfta bulunduğu için sevimsizdi. Geri dönüşü olmayacak şekilde PKK silahlara veda etti. Peki mesele bitti mi? Kimse kulağının üzerine yatamaz, “bitti” diyenler bu işin hesabını veremez. Yürüyeceğimiz yolun başındayız. Önümüzdeki yol için kilit durumunda iki kavram var: Güvenlik ve Refah. Süreç kelimesi de ikircikli.
Artık Güven ve Refah Yolu’nda birlikte yürüyeceğiz.
“Terör” kelimesi kelime dağarcığımıza PKK ile yerleşti ve yasalarını, kurumlarını ve edebiyatını oluşturdu. Devletin güvenlik organizasyonu şemasının, birimlerinin köklü bir şekilde değişmesi lâzım. Terörle Mücadele Kanunu ve katalog uzantıları yerini yeni bir anlayışa bırakmalı, hatta mümkün olduğu kadar bu kavram devletin kelime dağarcığından çıkartılmalı.
Yaman çelişkilerden vazgeçecek feraset güç sahiplerinde mevcut mu? PKK silahlarını yakarken, DEM ile seçim işbirliği yaptığı için yargılanan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’i hangi gerekçe ile içerde tutacaksınız? Hele şimdi DEM ile birlikte yürümekten bahseden Erdoğan’ı takip ederken.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Terazinin doğru tartıp tartmadığını anlamak için, Selahattin Demirtaş’ın ilk anda, hemen serbest kalıp kalmayacağına bakacaksınız.
Kürtlerin Türklerle kader birliği ancak daha olgun, daha sağlıklı ve daha güçlü bir demokrasi ve hukuk devletinin sırtında zorlu yolları aşabilir.
Bundan sonra vatana ihanet suçunu, kalmadığına göre eli silahlı terör mensuplarına değil hukuka ve demokrasiye kastedenlere karşı kullanacağız.
Erdoğan ne dedi?
Bu sürecin aşamalarını ve geleceğini öngörmek için Erdoğan’a odaklananlar hep hata yaptı. Yazının başına otururken, Erdoğan’ın konuşmasını bekleyip, onun açıklamalarını konu edinme tereddüdü yaşadım. Yine haklı çıktım. Erdoğan Süreç’in yürütücüsü değil, belli ki o da devletin mecburiyetlerine ikna olmuş. Şu “sahiplenme” sözü aslında durumu özetliyor.
Bir gelecek ufku çizmedi, atılacak somut adımlara dair bir fikir ve tutumuyla ilgili renk vermedi. Eskilerin tabiri ile “tedafüi” bir konuşma yaptı. “Yanlış bir işin içinde olmayız” taahhüdünün anlamı kalmamış, çok ileri bir merhaleye geçilmiş olmalıydı. Daha çok vaatlerde bulundu. Bahçeli’nin elinden mühendislik planlarını alıp incelediğine ve işin asıl mimarı olduğuna dair bir işaret vermedi. Sözleri retorik düzeyini birkaç noktada geçti.
Elbette bu birkaç noktada olumlu taraflar var. Süreci “yönetme” değil, “sahiplenme” konusunda açık bir tavır aldı. Özellikle “AKP, MHP ve DEM biz üçlü olarak beraber yürüme kararı verdik” cümlesinin ne tür bir işbirliğini konu edindiği herhalde önümüzdeki günlerde DEM’den gelecek zihin açıcı beyanlarla anlamış olacağız.
“Sahiplenme” sözüne takılıyorum. Adına ne derseniz deyin bu sürece sahipsiz bir köpek yavrusu muamelesi yapmak doğru mu?