Ruşen Çakır yorumladı: Erdoğan “PKK ile barış, CHP ile savaş” stratejisinden bir an önce vazgeçmeli

Erdoğan ve Özgür Özel

Ruşen Çakır, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “terörsüz Türkiye” sürecini CHP’yi dışlayarak yürütme çabasının, süreci meşruiyetsiz ve başarısız hale getirdiğini anlattı. Çakır, “Kürt sorunu CHP’siz çözülebilir mi?” sorusuna yanıt aradı.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, PKK’nın silah bırakma çağrısıyla başlayan yeni süreci sahiplenmesine rağmen CHP’yi dışarıda tutmaya devam etmesi, kamuoyunda tartışma yaratmaya devam ediyor. Ruşen Çakır, bu stratejinin hem siyasal hem toplumsal barışa zarar verdiğini savundu. Çakır, “CHP ile savaş, PKK ile barış olmaz. Erdoğan’ın bu çelişkili tutumu süreci başarısızlığa sürüklüyor” dedi.

Erdoğan neden CHP’yi dışlıyor?

Ruşen Çakır’a göre Erdoğan, CHP’yi dışlamakla kalmıyor, aynı zamanda süreçte karşı konumlandırarak onu bir alana hapsetmeye çalışıyor. Bunun altında ise CHP’nin giderek güçlenen alternatif olma kapasitesine duyulan rahatsızlık yatıyor. Çakır, “Ekrem İmamoğlu’nun rakip olarak öne çıkması, Erdoğan’ı siyasi olarak zorluyor. Bu nedenle yargı eliyle CHP’yi zayıflatma yoluna gidiyor” ifadelerini kullandı. Ayrıca, belediye başkanlarına yönelik tutuklamalar ve kurultay davası gibi adımların da bu çerçevede okunması gerektiğini belirtti.

Kürt sorunu CHP’siz çözülebilir mi?

Çakır, Erdoğan’ın DEM Parti’yi sürece dahil etmiş gibi görünse de, asıl mesele CHP’nin dışlanması olduğunu vurguladı. Bu dışlamanın, hem sürecin toplumsal meşruiyetini hem de siyasi sürdürülebilirliğini zedelediğini belirterek şöyle konuştu: “CHP’nin karşı bir pozisyona itilmesi halinde bu süreç başarıya ulaşamaz. Kürt seçmenlerin ikinci parti tercihi çoğu yerde CHP. Erdoğan, CHP’yi dışlayarak Kürt hareketiyle ilişkileri de zora sokuyor.”

Öte yandan, sürecin birkaç yılda tamamlanamayacağını ve olası bir iktidar değişikliğinde sürecin sürdürülebilirliğinin de risk altında olduğunu belirten Çakır, 2028 seçimlerinin kritik olacağını söyledi. “Yeni bir iktidar bu süreci neye dayanarak sürdürecek? CHP baştan dışlanmışsa bu iş yürümez” dedi.

Çakır’a göre Erdoğan’ın “PKK ile barış, CHP ile savaş” stratejisi sadece DEM Parti ve CHP tarafından değil, İmralı ve Kandil’deki aktörlerce de sorgulanacak. Sürece kamuoyunun mesafeli yaklaşmasının da bu çelişkiyle bağlantılı olduğunu belirten Çakır, “Bu stratejiden vazgeçilmezse bir kez daha hezimet yaşanabilir” dedi.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Devletin tabiriyle terörsüz Türkiye süreci hız kazandı. Cuma günü PKK’dan 30 militanın silah yakma töreni ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk kez açık bir şekilde bu sürecin siyasi sorumluluğunu üstlenmesiyle beraber yeni bir aşamaya geçtik. Ama hala çok sorun var. Bu sorunlardan birisi de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın PKK’yla barışırken CHP ile savaş stratejisinden vazgeçmek istememesi. Bu çok vahim bir sorun olarak önümüzde duruyor. Cumartesi günü biliyorsunuz konuşmanın sonunda bu süreci, terörsüz Türkiye sürecini AK Parti, MHP ve DEM Parti birlikte yürüttüklerini söyledi ve bayağı bir tartışma çıktı. DEM Parti özellikle hemen tepki verdi, bir ittifak söz konusu olmadığını söyledi, sanki DEM Parti Cumhur İttifakı’nın içindeymiş gibi ve muhalefetin de bir şekilde olayın içerisinde olması gerektiğini söyledi, ki haklılar. Sonra düzeltir gibi oldu. Bütün partileri sorumluluğa çağırdı filan. Ama o konuşmasında da sonraki konuşmalarında da sürekli olarak CHP’ye yönelik sert tavrını da sürdürüyor. Erdoğan bunu niye yapıyor? Tabii ki bir şekilde Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendisine artık alternatif olmasından ciddi bir şekilde rahatsız. Ekrem İmamoğlu’nun da karşısına rakip olarak çıkmasından ciddi bir şekilde rahatsız. Onu siyaseten yapamadığı için yargı eliyle zayıflatmak istiyor. Elinden geleni yapıyor. Belediye başkanları tutuklanıyor, yerlerine başkaları atanıyor. Onun dışında da bir kurultay davası var, 8 Eylül’e ertelenmiş olan. Burada bir yönüyle CHP ile böyle bir savaş verirken CHP’yi bu işin içerisine katmayarak onu bir alana hapsetmek istiyor. Çünkü şu haliyle bakıldığı zaman neredeyse şu anda Cumhur İttifakı artı DEM Parti’nin dahil olduğu bu süreç toplumun önemli bir kesimini, en azından neredeyse yarıya yakınının oyunu alan üç partiyi içeriyor. Ama yetmiyor, yetmeyecek. Erdoğan burada çok büyük bir hata yapıyor, ama CHP hata yapmıyor. CHP başından itibaren bu konuda çok net bir şekilde pozisyonunu koruyor. Dün Özgür Özel 15 Temmuz vesilesiyle yapılan yayınlarda da bir şekilde bu konuyu tekrar söyledi. Ekrem İmamoğlu da cezaevinden yaptığı açıklamalarda bunları söyledi. Diyorlardı ki: “Biz bu sürecin içerisindeyiz. Örgütün silah bırakması zaten iyi bir şey. Buna katkıda bulunuruz.”Diyelim ki CHP’yi dışladı Erdoğan, CHP’yi dışında tuttu. Dışında tutmanın ötesinde CHP’yi bu sürece karşı bir pozisyona itti. Ne olacak? Bu sürecin hiçbir şekilde başarı şansı olmaz. Şu haliyle baktığımızda, geçen yıl Ekim ayından bu yana yaşananlara baktığımızda muhalefetin içerisinde bu sürece inanmayan, bu sürece kaygıyla yaklaşan, bunda bir çapanoğlu olduğunu düşünen çok kişi var. Ama sadece muhalefetin içerisinde değil, iktidar yanlısı seçmende de var. Ama sürece alenen karşı çıkan birkaç parti var. Zafer Partisi, İYİ Parti en çok dikkat çekenler. Bunlar açıkça karşı çıkıyorlar. Ama bu halleriyle bu iki partinin açıkça karşı çıkması yetmiyor, engellemeye yetmez. Ama burada CHP’nin açık bir şekilde süreç karşıtı bir pozisyon alması halinde birçok şey heba olur. Birincisi bu. İkincisi, şu anda iktidarda AKP, MHP ittifakı olabilir, Cumhur İttifakı olabilir. Başka küçük partiler de var ama onların önemi yok. Fakat yapılacak ilk seçimde bu iktidarın değişme ihtimali hayli yüksek. Cumhurbaşkanının da muhalefetten seçilmesi hayli yüksek ihtimal. O zaman ne olacak? Yani CHP’yi siz dışarıda bıraktınız, muhalefeti dışarıda bıraktınız. Ama sonra seçim oldu diyelim ki 2028’de, o kadar süreceğini sanmıyorum ama diyelim ki 2028’de, o zamana kadar bu süreç tamamlanamaz. Bu süreç çok çetrefil bir süreç, kaç yıl gerektiren bir süreç. İktidar değiştiğinde, mesela 2027’de seçim oldu ve iktidar değişti ve de tam sürecin en kritik aşamalarına gelinmiş. Yeni iktidar bunu nasıl sürdürecek? Neye dayanarak sürdürecek? Bu da bir başka çok ciddi bir sorun. Bir diğer mesele de, şunu özellikle vurgulamak lazım: Kürt hareketinin içerisinde Kürt hareketini inşa edenler, Abdullah Öcalan ve arkadaşları, üst kadroları, eski kadroları, büyük bir kısmı bir şekilde 70’li yılların Ecevitli CHP ortamında büyümüş ve o sırada yaşanan sol hareket içerisinde yer almış kişiler ve bu kişilerin tercihi büyük ölçüde, yani bir AK Parti CHP arasındaki tercihi büyük ölçüde CHP.Geçen çözüm sürecinde Kandil’de yaptığım röportajları hatırlıyorum. Duran Kalkan’la, Murat Karayılan’la ya da Cemil Bayık’la yaptığımız söyleşilerde bu lider kadronun CHP’ye çok pozitif birtakım şeyler söylediklerini, ki o tarihlerde CHP o çözüm sürecine çok mesafeli duruyordu, ona rağmen böyleydi. Ve yeni dönemde yapılan kamuoyu araştırmalarında da Güneydoğu’da seçmenlerin ikinci parti tercihinde CHP’nin öne çıktığını söylüyor araştırmacılar, özellikle Rawest’in araştırmalarında. Yine büyükşehirlerdeki Kürt seçmenin de ikinci tercihinin, hatta kimi durumda birinci tercihinin CHP olduğunu biliyoruz. Birçok büyükşehirde CHP’li belediye başkanlarının seçilmesinde Kürt oyları da çok etkili oldu. Dolayısıyla CHP’yi Kürtlerden, Kürt hareketinden koparabilmek CHP istese de, hele AKP Erdoğan istese de öyle kolay bir şey değil. Bunun bir formülünü bulması gerekiyor Erdoğan’ın. Bu konuda CHP’yi de içerecek bir üslup geliştirmesi gerekiyor, şu anda onun uzağındayız, ama bunu yapabilmesi için de CHP ile olan savaşı sonlandırması gerekiyor. Geçen Fatih Altaylı şey demiş. O yapıyor ya, cezaevinden sürekli yorum yapıyor. Allah için hepimizden daha çok kulis bilgisine sahip. Geçen mesela Fahrettin Altun’un neden görevden alındığı yolunda çok iddialı şeyler söyledi. Doğru olma ihtimalini hiç yabana atmamak lazım. Mesela demiş ki: “Bu hafta sonu operasyon olmadı. Neden olmadı? Çünkü cuma günkü olayın etkisini etkilemek istemedi Erdoğan, ama önümüzdeki hafta sonu olabilir” demiş. Ben de diyorum ki, bu olay sadece cuma günü silah yakmakla biten bir olay değil; orada başlamış bir olay. Bu olayı Türkiye’nin bir şekilde içselleştirmesi, konuşması lazım. Bunu yapabilmek için de Türkiye’de bir toplumsal barış havasının olması lazım. Ve bunun için de Erdoğan’ın bir şekilde hızlı bir şekilde CHP ile savaş stratejisinden vazgeçmesi lazım. İkisi birlikte olamaz. Olamayacak, göreceğiz. İkisini birlikte sürdürmeye çalışacak. Ama buna DEM Parti’nin, hatta onların da dışında Kürt hareketinin İmralı ve Kandil ayaklarının da bir şekilde itiraz ettiklerini göreceğiz. Ve bir diğer itirazın da Bahçeli’den geleceğini düşünüyorum. Çünkü kamuoyu araştırmalarında şöyle bir şey var, geçen Hatem Ete ve Osman Sert’le de bunu konuştuk; insanlar PKK’nın silah bırakmasının tabii ki iyi bir şey olduğunu düşünüyorlar, ancak birçok konuda çok mesafeliler sürece. Dolayısıyla kamuoyunun ikna edilmesi gibi bir sorunu var bu sürecin. “Biz yaptık oldu” ile olabilecek bir şey değil. Öyle olsaydı geçen süreç başarılı olurdu. Dolayısıyla artık Erdoğan’ın PKK ile barış, CHP ile savaş stratejisini bir an önce bitirmesi herkesin, kendisinin de ama esas olarak Türkiye’nin hayrına olacak.Bu yayını kime ithaf ediyorum; Pınar Kür’e. Dün hayatını kaybetti. 82 yaşında hayatını kaybetti. Pınar Hanım’la tanıştım. Çünkü Müge’nin, eşim Müge İplikçi’nin İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde hocalık yaptığı dönemde beraber çalışma arkadaşıydı. Yıllarca beraber çalıştılar. O vesileyle de tanıştık. Ama ben onu tabii ki romanlarından biliyorum. 81 Şubat’ında cezaevine girdiğimiz zaman askeri cezaevinde daha çok edebiyat okuyorduk ve elimize geçen her şeyi okuyorduk. Özellikle bazı yayınevlerinin, bunlardan birisi de Bilgi’ydi, kitaplarının hemen hemen hepsini okuyorduk ve orada Pınar Kür’ün ‘‘Yarın Yarın’’ ve ‘‘Asılacak Kadın’’ı yanılmıyorsam o sırada cezaevinde, muhtemelen Hasdal, bir ihtimal Metris’te okumuştum, çok etkilemişti. Çok kadın yazar okumayan birisiydim ve kadın yazar okumanın çok keyifli bir şey olduğunu da bana öğreten isimlerden birisiydi Pınar Kür. Bir diğeri tabii ki Sevgi Soysal’dı, onu da rahmetle anıyorum. Sonra Pınar Hanım’ın oğlu Emrah — bizim liseden, benden küçük ama — Medyascope‘a ciddi bir katkı yaptı, programlar yaptı. Oradan da bir yakınlığımız oldu. Son dönemde hastaydı biliyorum ve maalesef hastalığı yenemedi. Ama geride kitaplarını bıraktı, öğrencilerini bıraktı, iyi bir isim bıraktı. Rahmetle anıyorum. Sevenlerine de başsağlığı diliyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.