Transatlantik: Çözüm sürecinde yeni aşama ve Trump-Putin gerilimi

Trump, Putin hakkında, “Beni hayal kırıklığına uğrattı ama onunla işim bitmedi” dedi. PKK, liderleri Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) bağlı Süleymaniye kentinde düzenlenen törenle silah bıraktı. Şimdi gözler PKK’nın silahsızlanma sürecinin nasıl ilerleyeceğinde. Çözüm sürecinde yeni aşama ve Trump-Putin gerilimi başlıklı videoda Ruşen Çakır ve Gönül Tol Transatlantik’te gündemi değerlendirdi.

Trump-Putin gerilimi

ABD Başkanı Donald Trump, BBC ile yaptığı özel telefon görüşmesinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yönelik hayal kırıklığını açıkça dile getirdi.

“Putin’den hayal kırıklığına uğradım ama onunla işim bitmedi” diyen Trump, dört kez anlaşma noktasına geldiklerini düşündüğünü, ancak her defasında Rusya’nın saldırılarını sürdürdüğünü söyledi.

“Harika bir görüşme yapıyoruz. ‘Tamam, sanırım halletmeye yakınız’ diyorum. Sonra da Kiev’de bir binayı yıkıyor” ifadelerini kullandı.

Trump, Putin’e güvenip güvenmediği sorulduğundaysa, “Ben neredeyse hiç kimseye güvenmem” yanıtını verdi.

Çözüm sürecinde yeni aşama

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim 2024’te PKK’ya silah bırakma çağrısı yapmasının ardından başlayan süreçte artık son aşamaya gelindi, bir grup PKK’lı Casene Mağarası’nda silah bıraktı. Silah bırakma töreninde 15 kadın ve 15 erkek toplam 30 PKK mensubu bulundu. Silah bırakan grupta Besê Hozat, Nedim Seven, Tekoşin Ozan ve Tekin Muş da yer aldı.

Üst düzey bir Türk yetkili, PKK’nın silahları bırakmasının ardından “Türkiye’nin bölgede silahsızlanmaya, istikrara ve kalıcı uzlaşmaya öncelik veren tüm çabaları desteklemeye kararlı” olduğunu belirterek, 5 aşamalı sürecin aşamalarını şöyle anlattı:

  1. Siyasal girişim: MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla ‘Terörsüz Türkiye” sürecinin başlaması. Bu çağrı, terörün sona erdirilmesi konusunda ulusal bir mutabakat için alan açtı.
  2. Silahsızlanma çağrısı: Abdullah Öcalan’ın PKK’nın kendisini feshetmesine ve silah bırakmasına çağıran mesajı.
  3. Fesih ve silahsızlanma: PKK’nın silahlı yapılarının denetimli ve geri döndürülemez bir şekilde silahsızlandırılması.
  4. Yasal yeniden entegrasyon: Hem hesap verebilirliği hem de istikrarı sağlayacak şekilde yasal geri dönüş ve adalet mekanizmalarının tesis edilmesi.
  5. Sosyo-psikolojik entegrasyon: Etkilenen toplulukları iyileştirmek, uzlaşmayı teşvik etmek ve topluma tam olarak yeniden entegrasyonu desteklemek amacıyla uzun vadeli çabalar.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba iyi günler, ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Geçen hafta programı yapamadık. Bu hafta sadece Gönül Tol var, Ömer Taşpınar bir seyahatte olduğu için katılamıyor. Gönül merhaba. 

Gönül Tol: Merhaba Ruşen.  

Ruşen Çakır: Seninle konuları konuştuk ama yayına girmeden kısa süre önce Suriye’de çok önemli bir gelişme yaşandı, hâlâ devam ediyor olabilir. İsrail, Suriye Cumhurbaşkanlığı Ofisi’ne ve Genelkurmay Başkanlığı’na hava saldırısı düzenledi. Buradaki temel mesele Dürzilere yönelik olarak yürütülen saldırılar. İsrail, Dürzileri bir şekilde ülkenin güneyinde kendisine stratejik ortak olarak görüyor. Bu saldırı da bir gözdağı. Ama Şam’daki eş-Şara yönetimi ile İsrail’in arasının çok kötü olmadığını da biliyoruz. Hatta Azerbaycan’da süren birtakım güven arttırıcı önlemlerle ilgili görüşmeler yapılıyordu. Ama bu olay stratejik olarak önemli gözüküyor.  Ne dersin, sıcağı sıcağına olmakla birlikte, takip ettiğim bir konu olduğu için sormak istedim.

Gönül Tol: Evet, aslında tam bu saldırılar başlamadan önce, taraflar arasında Suriye’nin İbrahim Anlaşmaları’na müdahil olup olmayacağına dair pozitif şeyler duyuyorduk.  Ben çok ümitli değildim. Her iki taraf da bir anlaşmaya varmak istiyordu, özellikle Suriye tarafı, onu belirtmek lazım. Eş-Şara yönetimi son derece pragmatik bir yönetim. Ve hatırlarsan, İsrail ve İran arasındaki ‘’12 gün Savaşı’nda, İsrail ve Amerika Suriye’nin hava sahasını kullanmıştı.  Suriye mümkün olduğu kadar bu işe bulaşmamak için çaba harcamıştı. Çünkü Şam gerçekten İsrail’e bir anlaşmaya varmak istiyor. İsrail’in Suriye içerisindeki operasyonları, eş-Şara’nın yapmaya çalıştığı stabil bir ülke kurma amacının altını oyan bir şey.  Ayrıca optik olarak da iyi görünmüyor.  Çünkü eş-Şara hep “Ben kendi topraklarını kontrol altına alabildim, güvenliği sağlayabildim” mesajını veriyor, Bunu da ‘’Batı’ya yatırım yapabilirsiniz, bizi diplomatik olarak angaje edebilirsiniz mesajı vermek için söylüyordu. Fakat İsrail’in dilediği gibi Suriye’ye girip çıkması, Şam içerisindeki hedefleri dahi askeri olarak vurması, bu resmi bozan bir durum. Bu nedenle de Şam bir anlaşmaya varmak istiyordu. Fakat ben İbrahim Anlaşmaları’na katılacak kadar da ileri gitmesini beklemiyordum. Çünkü o anlaşmaların bir parçası olmadan evvel yapması gereken, Şam’ın talep ettiği şeyler vardı. Mesela, Golan Tepeleri’nde zaten taraflar arasında tarihi bir anlaşmazlık söz konusu. Ama özellikle Esad’ın devrilmesinden itibaren, İsrail’in Suriye içerisindeki varlığını bugüne kadar hiç olmadığı kadar artırdığını biliyoruz. 

Şam’ın, bu meseleler çözülmeden diplomatik olarak ilişkileri normalleştirmesini beklemiyordum. Ama daha orta yolda buluşulması bana daha mantıklı geliyordu. Nedir o orta yol?  İsrail, Şam’la şu anda aktif olarak çatışmanın içerisinde. ‘’Karşılıklı bir ateşkes olsun, bu aktif çatışma sona ersin. Golan meselesini nasıl çözeceğimize dair bir ortak anlayışta buluşalım.’’ Burada da 1974 anlaşmalarına referans veriliyordu. Amerika’nın Türkiye Büyükelçisi ve aynı zamanda Suriye dosyasından sorumlu Tom Barrack da bu konuda İsrail’e baskı yapıyordu. İsrail’in Suriye içerisinde bu kadar geniş bir askeri varlık göstermesi aslında Amerika’yı da rahatsız eden bir durum. Dolayısıyla taraflar bir ara yol bulmaya çalışıyordu. Fakat ben Netanyahu’nun bu konuda hiçbir zaman ciddi olduğunu düşünmedim.  Çünkü bugün Netanyahu 7 Ekim saldırılarından itibaren savunma doktrinini bütünüyle revize etti. Nedir o revizyon? Bir kere İsrail kurulduğu günden bu yana hiç olmadığı kadar, askeri olarak bölgesinde varlığını genişletmiş durumda. Lübnan’a, Suriye’ye, Batı Şeria’ya baktığınızda, Gazze’deki durumu göz önüne aldığınızda, çok ciddi bir askeri varlık gösteriyor. Bunu şöyle açıklıyor: ‘’Biz yeni bir doktrin geliştirdik. Bu doktrine göre, mümkün olduğu kadar ‘’preemptive’’ denen, yani önleyici doktrin üzerinden, sınırlarımızın dışındaki bölgelerde aktif olarak askeri varlık bulundurarak güvenliğimizi sağlamak istiyoruz.’’ Bu yeni doktrin, Netanyahu koalisyonu ve İsrail halkı tarafından da desteklenen bir doktrin ve Netanyahu’yu da siyaseten güçlendiren bir doktrin. Bu doktrin şunu gerektiriyor: İsrail’in Suriye ile bir güvenlik anlaşmasına varıp Suriye’den çekilmesi, bu doktrinin altına oyacak bir şey. O yüzden Netanyahu bunu hiç istemiyordu. Bugün Netanyahu bu saldırıları ‘’Dürzileri korumak adına’’ diye meşrulaştırıyor, Dürzileri korumak adına Suriye’nin içine girmiş olmak, bence, Netanyahu’nun Şam’la herhangi bir anlaşmaya varmaması için çok da güzel bir bahane yaratıyor. 

Ruşen Çakır: Suriye’deki belirsizlikler Türkiye’de çok yakından ilgilendiriyor. Malum, orada Şam yönetimiyle Kürtler arasında da sorunlar var. Bir ara anlaşır gibi oldular, ama sonuçta karşılıklı açıklamalar var, özellikle Kürt kanadından yapılan değişik açıklamalarla, Şam’ın kendilerine bir şeyler dayatmak istediğini ve bunu kabul etmeyeceklerini söylüyorlar. Bunun Türkiye’deki süreci de çok yakından ilgilendirdiğini biliyoruz. Erdoğan’ın cumartesi günkü son konuşmasındaki Kürt-Türk-Arap ittifakı denince ilk akla gelen yer, Suriye. Ama Suriye’de şu anda Kürtlerle Sünni Araplar arasında anlaşmazlık gibi bir şey var. Bir ara anlaşmış gibiydiler, ama şimdi epey bir karşılıklı pozisyon almalar var.  

Gönül Tol: Evet, 10 Mart’ta bir anlaşmaya varılmıştı, bir çerçeve anlaşmaydı bu. Detaylar konusunda taraflar henüz uzlaşamamıştı. Ama her iki tarafta da bu çerçeve anlaşma üzerine daha detaylı bir anlaşma inşa etme azmi vardı. O anlaşmada Kürtleri rahatsız eden ve asıl uzlaşılamayan şey neydi? Şam “Kürt güçler, yani Suriye Demokratik Güçleri, Suriye Ulusal Ordusuna entegre olsun” diyor. Amerika da bunu istiyor. Kürtler “Tamam biz bunu kabul edebiliriz” diyordu. Fakat bu entegrasyonun nasıl olacağı konusunda bir anlayış farklılığı vardı. Kürtler, Dürzilerin güneyde yaptığı gibi, mümkün olduğu kadar şu anda kendi kontrol ettikleri bölgelerde kalmak istiyorlar, silahlarını tutup, o şekilde Şam ordusuna entegre olmak istiyorlar. Dürzilerin güneydeki modeli nedir?  Evet, Şam Ordusuna entegre olmuşlardı, fakat kendi bulundukları bölgelerde Dürzi milisleri görev yapmaya devam ediyordu. Aslında çok da dile getirilmeyen, kâğıt üzerinde de bu konuşulmamış olsa da, fiili olarak bu Dürzi milislerin kendi iç güvenliklerini sağladığını biliyorduk. Bu, Dürzilerin çoğunlukta olduğu Süveyda gibi yerlerde, bir parça özellik alanı sağlıyordu Dürzi gruplara. 

Şimdi Kürtler de Şam’dan benzer bir modeli istiyorlar. Fakat Şam bu konuda daha gönülsüzdü. Çünkü Dürzilerin aksine, aslında Suriye Demokratik Güçleri çok daha kuvvetli, Amerikan silahlarıyla donatılmış, Amerika tarafından eğitilmiş çok daha efektif bir askeri güç. Şam’ın kurmaya çalıştığı o üniter devlet yapısına Dürzi milislerden daha büyük bir tehdit oluşturuyor. O nedenle o konuda bir anlaşmazlık söz konusuydu. Burada ben hep temel parametrenin şu olacağını söylüyordum: Kürtler mümkün olduğu kadar Amerika’nın nerede duracağına bakıyorlardı, İran-İsrail çatışmasından sonra acaba bu savaş ortamından faydalanıp, belki de İsrail’in de cesaretlendirmesiyle, ‘’Şam’dan, istediklerimizden daha fazla şey alabilir miyiz?’’ düşüncesi içerisindeler. Şimdi gelinen noktada tam da bunu kullanıyor. Kürtler daha uzlaşmaz bir tutum içine girdiler ve Suriye’deki mevcut kaosu kullanarak “Bizim çerçevesini çizdiğimiz şekilde bir uzlaşıya ancak varız” diyorlar. Nasıl kullanıyorlar mevcut kaosu?  Mesela Suriye’deki Kürt yetkililer “Biz eş-Şara’nın ve yönetiminin çok uzun soluklu olacağını düşünmüyoruz. Her an hükümet düşebilir ve hükümetin düştüğü bir senaryoda, biz silahsız, organizasyonsuz buna yakalanmak istemiyoruz” diyorlar. Bunu meşrulaştırmak için de kıyı şeridinde olan kıyımlar ve Alevi gruplara yapılan saldırıları örnek gösteriyorlardı. Dürziler hafta sonu güneyde bulunan Arap aşiretlerle bir çatışma içine girdiler ve orada bir sürü insan öldü. Şam yönetimi de buna müdahale etti. Şimdi bunu örnek gösteriyor Kürtler ve “Bakın tıpkı kıyı şeridinde olduğu gibi, şimdi de Dürzilerle Şam yönetimi arasında bir çatışma var. Biz kendimizi korumak için mevcut kurumsal ve askeri yapımızı korumak zorundayız” diyor.  Bu nedenle de taviz vermekten daha uzaklar bugün.

Şam yönetiminin dilemması da şu: Bir taraftan yanlarında duran bir Amerika var, bu onlara cesaret veriyor. Mesela Tom Barrack’ın yaptığı açıklamaları hatırlarsın: “Kesinlikle bir federal yönetim Suriye’ye uygun değil” dedi, Türkiye’deki millet sistemini övdü, “En uygun sistem budur” dedi. Suriye için de “Suriye ve Irak’taki federal yapı efektif bir yapı değildir, stabil bir sistem oluşturmaz” dedi.  Dolayısıyla Şara’nın ‘’ben üniter devlet kurmak istiyorum’’ söylemini çok destekleyen, çok yanında duran bir tavır aldı. Bu da Şam yönetimini cesaretlendiriyor ve aslında bir anlamda da Kürtlere taviz vermesini engelliyor. Ben aylar evvel bir Suriyeli bakan ile konuştuğumda demişti ki: “Aslında biz kendi aramızda şunun farkındayız: Kürtlere, azınlıklara bir miktar özerklik vermek zorundayız. Özellikle Kürtlere. Çünkü diğer türlüsü gerçekçi değil. Biz silah zoruyla onları bir masaya oturtamayız, öyle bir gücümüz yok. O nedenle fiili bir şekilde iç güvenliklerini sağlayabilecekleri bir özerk bölgeye okey diyebiliriz. Hatta Ankara da buna okey diyebilir” diyordu. Fakat bugün özellikle Tom Barrack’ın bu kadar net bir şekilde eş-Şara’nın üniter devlet modelinin yanında durması, aslında Amerika’nın da politikasının altına oyuyor, Şam’ı da taviz vermemeye itiyor. Ayrıca Şam şunu da düşünüyor: Dürziler, Kürtler gibi azınlıkları, İsrail tarafından Suriye’yi istikrarsızlaştırmak için kullanılabilecek bir araç olarak gördüğü için, bugün Şam’ın üniter devlete daha fazla sarılan bir tutumu var. O yüzden işin içinden çıkılmaz bir haldeyiz ve aslında hiç kimsenin -uzun vadeli bir stratejisi yok. En önemlisi de Amerika’nın. Birazdan konuşacağız, Ukrayna’dan Gazze’ye ve Suriye’ye kadar Trump üç beş şey söylüyor, fakat bunun etrafına örülmüş uzun soluklu bir strateji yok. Dolayısıyla her şey sarpa sarmış durumda.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ruşen Çakır: Peki buradan bizim sürece geçecek olursak, cuma günü Süleymaniye yakınındaki mağarada, 15 kadın 15 erkek 30 PKK’lı silah yaktı, aralarında önemli bir yönetici olan Bese Hozat vardı. Ertesi gün Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk kez çözüm sürecinin siyasi sorumluluğunu açık bir şekilde üstlendi. Ama konuşmasında çok tartışmalı hususlar vardı. Şimdi Meclis’te komisyon kurulmak üzere ve o komisyon, özellikle devletin ‘’dördüncü aşama’’ dediği, örgüt üyelerinin hukuki olarak entegrasyonu süreci başlıyor. Üç ve dördüncü aşamalar, yani silah bırakmayla, hukuki altyapıyı oluşturma meselesi birlikte gidiyor. Senin bu süreçle ilgili çok soru işaretin vardı. Bu yaşananların ardından bunları tekrar gözden geçirdiğinde ne düşünüyorsun? Yaşananlar, silah yakma, Erdoğan’ın siyasi olarak üstlenmesi, ama birtakım tartışmaların hâlâ sürmesi.  

Gönül Tol: Benim hep itiraz ettiğim birkaç nokta vardı. Birincisi, Suriye, Erdoğan’ın planlarını, PKK’nın silah bırakmasını, bütün bu sürecini karmaşıklaştırmada en büyük potansiyeli olan faktörlerden birisi diyordum. Bugün geldiğimiz noktada, konuştuğumuz şeyler ışığında, özellikle İran-İsrail savaşından sonra Suriye, bu sürecin önünde çok daha ciddi bir komplikasyon olarak karşımızda duruyor. İkincisi, DEM Parti ve kendi Kürt tabanı arasında bir makas olduğunu düşünüyorum. Çünkü Kürt taban, aslında savaştan haklı olarak bıkmış durumda. Özellikle bölgede yaşayan insanlar savaş bitsin istiyorlar, silahlar bırakılsın istiyorlar. Ama diğer taraftan da Erdoğan’a haklı olarak güvenmiyorlar. Diğer taraftan da bir DEM parti var. DEM Parti’nin burada ne kadar siyasi iradesi olan bir aktör olduğundan çok da emin değilim. Sanki bütün her şey Öcalan’ın dayatması ile oluyor ve DEM Parti de kendi tabanı ve Öcalan arasında sıkışmış gibi geliyor bana. 

Artık Erdoğan’ın ne yapmaya çalıştığını biliyoruz, Erdoğan, buradan siyasi geleceği için bir şey devşirmeye çalışıyor, 2028’e dair projeleri var. ‘’Açılımın temel ateşleyicisi bölgesel dinamikler’’ diyenler vardı. Ben hep şunu savundum. “Türkiye’de olan her şeyin, hele de bu kadar önemli ve onlarca yıllık bir sorunda atılmış bir adımın, Erdoğan’ın siyasi geleceğiyle alâkalı olmamasının imkânı yok.” Bu, bölgesel dinamiklerin hiç rol oynamadığı anlamına gelmiyor. Ama ben hep Erdoğan açısından temel motivasyonun bu olduğunu düşünüyordum. Düşüncemde bir değişiklik yok. Fakat bugün artık insan kalmadı, CHP’den bu kadar belediye başkanının, herkesin içeri atıldığı, otokratikleşmenin bu kadar tavan yaptığı bir dönemde, bundan bir demokrasi devşirmek, gerçekten bağlarını koparmış geliyor bana. 

Burada DEM Parti’nin şöyle bir dilemması var: Erdoğan’ın murat ettiği en ideal senaryo, 400 milletvekili ile anayasa değişikliğine gidebilmek. Yani DEM Parti’nin desteğiyle 400 sandalyeyi arkasına alıp, bir referanduma gitmek zorunda kalmadan Anayasa değişikliğine gitmek. Bu, onun için ideal senaryo. Gerçi Erdoğan’ın danışmanlarından bir tanesi geçenlerde “Referanduma gidilmemiş ve halka sorulmamış hiçbir anayasa değişikliğinin meşruiyeti yoktur” dedi. Ben bu söylediği şeye çok şaşırdım. Çünkü bütün kamuoyu yoklamalarına bakıyorsunuz, bugün herhangi bir referandumda Erdoğan’ın kazanma ihtimali bana düşük geliyor. O nedenle yapmaya çalıştığı şey, bunu referandumsuz, Meclis’te DEM Parti’nin desteğiyle halletmek. DEM Parti bunu yapar mı? Yapabilir. Belli tavizler de alabilir, anayasal sözler ve haklar da alabilir.  Gittikçe otokratikleşen, Anayasaya uymayan, Anayasaya saygı duymayan bir liderin, Anayasa üzerinden size verdiği hakların ne anlamı var, onu da sorguluyorum.  Ama DEM Parti açısından bence çok daha kritik bir ikilem söz konusu. O da, tabanındaki hoşnutsuzluğa rağmen, bu şekilde Meclis’te Erdoğan’la el sıkışır ve hani Rusya tipi otokratikleşme diyoruz ya, o yöne evrilmesi yönünde Erdoğan’ın rüzgârı olursa, bu çok ciddi bir tarihi sorumluluk olacaktır. Kürt siyasal hareketini de, Erdoğan olsun ya da olmasın, Türkiye’nin geleceğini de çok daha zor bir durumda bırakacak. Bugüne kadar ben hep Kürt siyasi hareketinin demokrasi ve insan hakları taleplerini desteklemiş bir insanım. Otokratikleşmenin tavan yaptığı bir dönemde, Erdoğan’la bir ittifak yaparak bunun önünü açması, Kürt siyasal haklarının meşruluğuna inanan insanları bile partiden uzaklaştıran bir etkisi olacak bence. O nedenle DEM Parti açısından çok büyük bir ikilem.

Ruşen Çakır: Şimdi istersen Ukrayna’yı sona saklayalım, bölgede kalalım. Trump ve Netanyahu ilişkisi konuşalım. Aslında Suriye’de biraz bahsettin, şu son saldırı ABD’nin çok arzu ettiği bir saldırı değil herhalde. Ama şunu net olarak görüyoruz ki, İsrail ve Netanyahu yönetimi, sadece Trump’ın çizdiği sınırlar içerisinde hareket etmiyor. Gazze meselesinde hâlâ bir belirsizlik var, hâlâ birçok yerde saldırılar sürüyor ve Trump bir şeyler olsun istiyor. Ama tam da onun istediği olmuyor. Trump bir şeyler olsun istiyor diyorum ama yarın öbür gün, pekâlâ başka bir yere de gelebilir, onun bir garantisi yok. Şu anda ne durumdayız Gazze konusunda? Bir belirsizlik var değil mi? Saldırılar sanki biraz azalmış, ama sürüyor. Sivil kayıplar hâlâ sürüyor. İsrail’in bir sosyal medya hesabında gördüm, bir gazetecinin fotoğrafına, şimdi tam İngilizcesini hatırlamıyorum ama “tasfiye edildi” gibi bir şey yazmışlar. Gazeteci öldürmeyi bile meşru bir şey olarak görebilen bir yapı söz konusu.

Gönül Tol: Evet. Netanyahu bu hafta Trump’la görüştü biliyorsun ve pek çok insan Gazze konusunda bir ateşkesin olacağına inanıyordu, ama böyle bir şey olmadı. Zaten bugün kendi MAGA tabanında çok ciddi eleştiriler var. Trump, Netanyahu’ya bu kadar açık çek vermiş olması konusunda çok eleştiriliyor. Gelinen noktada, sadece Gazze’de bir ateşkese varılmadı. Yani böyle bir şey beklenirken sadece bu konuda hayal kırıklığı yaşanmadı. Aynı zamanda, Suriye’de stabil bir düzenin kurulması, Trump’ın çok istediği bir şey. Şimdi onu da tehdit eden bir İsrail söz konusu. Mesela o Netanyahu ile konuşmasında, kendi partisinden pek çok insan şunu bekliyordu: Trump bu ateşkesi çok istiyor, çünkü bir dış politika başarısına ihtiyacı var. Üç tane hedef koymuştu kendisine kampanya sürecinde. ‘’İran’la daha önce hiç imzalanmamış muhteşem bir nükleer anlaşma imzalayacağım’’ diyordu, olmadı. ‘’Ukrayna-Rusya Savaşı’nı 24 saatte bitireceğim’’ diyordu, olmadı. “Netanyahu’ya söyledim, Gazze’deki savaş ben daha koltuğa oturmadan, 20 Ocak’tan önce bitecek” diyordu, olmadı. Dolayısıyla, Trump’ın bir dış politika başarısına ihtiyacı var. Kendi partisindeki kongre üyeleri şöyle düşünüyorlardı: Netanyahu ile görüşmede, Netanyahu’yu Gazze’de bir şey ateşkese zorlayacak ki halk önüne çıkıp ‘’En azından dış politika alanında söz verdiğim bir sürü şeyden bir tanesini yapabildim” diyebilsin. Bunu yapabilmesi için de İsrail’e askeri desteği kesme tehdidinde bulunması gerekiyor. Aksi halde Netanyahu’yu bir ateşkese ikna etmek çok güç. Bunu yapmıyor. Amerika’nın her zaman İsrail nezdindeki en büyük kozu, askeri desteği kesme tehdididir. Siz eğer elinizdeki bu kozu kullanmak istemiyorsanız, o zaman İsrail’in davranışlarını değiştiremiyorsunuz.

Nitekim Trump da bunu kullanmak istemedi. Gazze’de ateşkes filan söz konusu değil. Bir strateji yok ve bu çok şaşırtıcı. Obama, Biden, ondan önce George W. Bush gibi önceki yönetimlerde her şeyi kafalarında çözmüş, çok uzun soluklu, başarı ihtimali yüksek dış politika stratejileri vardı demek istemiyorum. Ama bütün sorunlarıyla da olsa ortada hep bir şey olurdu. Bu kadar yıldır Washington’da yaşıyorum, her zaman bürokrasinin farklı ayaklarının üzerinde konuştuğu, üzerinde anlaştığı, ‘’Ortadoğu’daki stratejimiz, önceliklerimiz budur ve çıkarımız şu şu adımları atmayı gerektirir’’ gibi sistematik bir şeyler hep oldu. O sistematik ajanda hayata geçirildi geçirilemedi ayrı konu, ama o ajanda hep oldu. Şimdi Trump yönetimde böyle bir ajanda söz konusu değil. Mesela dün Amerikan Dışişleri Bakanlığından biriyle konuşup Ukrayna’ya silah gönderme konusunu sordum. “Biz de yeni duyduk, bilmiyoruz” dedi. Bu kişi, Avrupa dosyasına bakan bir Amerikan Dışişleri Bakanlığı çalışanı ve bilmiyor. Bu ne olacak? O planın içerisinde neler var, detaylar neler ya da Gazze konusunda Trump’ın aklında ne var? Korkunç bir kaos söz konusu ve bu stratejiyi bir araya getirecek beyin takımı da yok. Dolayısıyla, Amerika’nın dış politikası, Trump’ın o gün sabah ne tarafından kalktıysa ona göre şekillenen bir şey haline geldi, o yüzden öngörmenin imkânı yok.  İsrail, Netanyahu kendi çıkarları açısından bu zayıflığı çok iyi kullanıyor. Bugün gelinen noktada İsrail, korkunç agresif ve son olarak Dürziler için Şam yönetimine saldırmış olması, Suriye politikasını daha ne kadar agresifleştireceğinin işareti. Gazze’de bir ateşkese varılmamış olması ve Batı Şeria’da yaptıkları, ne kadar agresif bir politika izlemeye devam edeceğini gösteriyor. Bu, uzun vadede hem İsrail’in güvenliğini tehdit edecek hem de Amerika’nın bölgedeki imajını ve bölgedeki politikalarının altını oyacak bir şey. Mesela bugün İran’la savaşa girmiş olması, Amerika’nın doğrudan müdahil olması, en yakın Körfez müttefikleri arasında korkunç bir endişe yaratmış durumda.

Hatırlıyorum, 2019’da İran, Suudi Arabistan’ın Aramco Enerji Tesisleri’ne saldırmıştı. O zaman biz kurumda Suudi yetkilileri misafir etmiştik. O kadar büyük bir hayâl kırıklığı içindelerdi ki. Çünkü Trump’tan İran’a yanıt vermesini beklemişlerdi ve Trump hiç yanıt vermemişti. O zaman Suudi yetkililer “Artık biz bölgesel aktörler olarak Amerika’dan ümidi kesip, bütünüyle kendi bölgesel güvenlik mekanizmalarımızı kurmamız gerekiyor” demişlerdi. İran-İsrail savaşından sonra, özellikle de Trump’ın nükleer müzakerelerden birkaç gün önce, İsrail’in saldırısına “tamam” demiş olması ya da İsrail’i durdurmamış olması ve daha sonra kendisinin doğrudan bu çatışmaya girmiş olması, Körfez ülkelerinde benzer bir hava yaratmış durumda. Körfez ülkeleri derken, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Amerika’nın en yakın müttefiklerinden bahsediyorum. Şimdi bütün bunlar neyi getiriyor? Mesela geçenlerde Birleşik Arap Emirlikleri’nin bakan yardımcılarından biri, Financial Times için bir yazı kaleme aldı. Orada diyor ki: “Biz artık şunu kabul etmeliyiz: Hakikaten tek başımızayız. Artık Amerika’dan, Rusya’dan, şundan, bundan, Çin’den medet olacak durumda değiliz. Bu çatışma bunu gösterdi. Biz tek başımızdayız ve tek başımıza meseleleri halletmeliyiz.  Bu nedenle İran’la diplomasiyi iki katına çıkarmalıyız. Bölgesel mekanizmalara yatırım yapmalıyız. Kendi savunmamızı güçlendirmek için, özellikle İran’dan gelebilecek balistik füzelere, drone saldırılarına karşı bir şeyler yapmalıyız.” 2019’da bölgede olan ruh hâli bugün yeniden canlanmış durumda. Bütün bunlar aslında bölge ülkelerinin, Amerika sonrası bir şeye hazırlanma iradesinin güçlendiğini gösteriyor ve bu, Amerika açısından bence çok da istenilecek bir durum değil bence. Bu strateji eksikliği, gerçekten hem bölgede hem dünyada Amerika’nın çıkarlarının altını oyuyor. 

Ruşen Çakır: Demin “Trump sabah kalkıyor politika değiştiriyor” dedin ya, şimdi Ukrayna konusunda bir şey okuduk, herhalde doğru, ki kendisi söylemiş galiba. Rusya karşısında çok pozitif şeyler söylüyor. Sonra eşi “Onlar çocuk yatakhanesini bombalamış ya da çocuklara yönelik bir şey yapmış” gibi bir şey diyor. Bunun üzerine Trump çok kızıyor ve Patriot vermeye karar veriyor. Rusya’ya bayağı bir meydan okudu. Bir hafta mı süre verdi? 

Gönül Tol: Hayır 50 gün.

Ruşen Çakır: Elli gün mü? Ama Putin pek takmıyor sanki onu 

Gönül Tol: Galiba bizi izleyen dinleyicilerimizden biri sormuştu. “Mad man’’ (deli adam) stratejisi diyorlar ya. Trump geldiğinde, dünyaya “Benim sağım solum belli olmaz herkes ayağına denk alsın” mesajını veriyordu. Bunu bir dış politika doktrini olarak sunuyorlardı. Ülkeler, müttefikler ya da düşman ülkeler korktuğunda da “Bak işe yarıyor. Başka ülkelerin beni böyle öngörülemez görmeleri, istediğimizi almamıza sebep oluyor” diyordu. Fakat bu ‘’deli adam’’ stratejisinin kötü tarafı, gerçekten diplomasiye ihtiyaç duyduğunuz noktalarda kimse size inanmıyor, inandırıcılığınız kalmıyor. Putin de Trump’a bakıyor ve görüyor. Mesela Putin bundan bile korkmuş değil. Trump Ukrayna ile ilgili iki şey yaptı. Birincisi, “Yeniden silah yardımına başlayacağız” dedi. Bu, Ukraynalılar tarafından son derece pozitif bir haber olarak algılandı. İkinci söylediği şey, “50 gün süre veriyorum. Eğer 50 gün sonra bu savaş bitmezse hem ürünlerine gümrük tarifeleri uygulayacağım hem de ikincil ticaret yaptırımları uygulayacağım” dedi. Putin bu iki şeyi de ciddiye almıyor. Bunu Kremlin’e yakın kaynakların medyaya verdikleri demeçlerden biliyoruz. Bunu piyasalar bile ciddiye almadı. Trump bu anonsu yaptığı gün petrol fiyatları düştü. Çünkü piyasalar, ‘’Trump bir karar verecek, hemen yarın Ukrayna’ya silah gönderecek, hemen yaptırım açıklayacak” diye bekliyorlardı, olmadı. Elli gün süre verdi. O yüzden piyasalar Trump’a güvenmiyor. Trump 50 gün diyor ama 50 gün sonra ne düşüneceği ne karar vereceği belli değil, o yüzden piyasalar dahi tepki vermedi.

Ruşen Çakır: Ama biliyorsun İran’da da bir hafta demişti, üçüncü gününde İran’a saldırmıştı. Bir de öyle bir yönü var. 

Gönül Tol: Evet ama diğer taraftan da ‘’yapacağım’’ dediği bir sürü şey, de yapmadı. O yüzden 50 gün sonra tavrı nasıl olur, gerçekten bu yaptırımları uygular mı, uygulamaz mı konusunun etrafında bir karmaşa var ve o yüzden de artık ciddiye alınmıyor. Yine aynı noktanın altını çizeyim: Uzun soluklu strateji eksikliği. Ukrayna’nın Patriotlara ihtiyacı var, elinde az sayıda Patriot var ve Amerika’dan temel beklentisi bu. Hele de şimdi Rusya bugünlerde çok saldırılarını yoğunlaştırmış durumda. Trump NATO Genel Sekreteri ile konuştu. Diyor ki: “Amerika Ukrayna’ya direkt vermeyecek. Avrupalı müttefiklerine, NATO’ya satacak ve Avrupa ülkeleri Ukrayna’ya verecek. Trump’ın derdi para kazanmak aslında burada. NATO Genel Sekreteri “Altı NATO ülkesi buna ‘tamam’ dediler. Hatta Trump, iki gün sonra bataryaların Ukrayna’ya teslim edileceğini söylüyor” diyor. İsveç, Norveç, Kanada, Danimarka ve Hollanda gibi ülkeler var, bunların bu anlaşmaya “tamam” dediği söyleniyor. Ama Avrupa ülkeleri içerisinde de hâlâ çok büyük bir kafa karışıklığı var. Dolayısıyla, gazetelerin ilk verdiği gibi ‘’Amerika Ukrayna’ya Patriot gönderiyor’’ konusunda detaylar çok daha karışık, bu bir. 

İkincisi, Trump’ın 50 gün süre vermiş olması, bu yaptırımların etkisini azaltacak bir şey. Mesela gümrük vergisinden bahsediyor. Zaten Rusya ve Amerika arasındaki ticaret, savaştan bu yana düşmüş durumda, bu ne kadar etkili olacak? İkincil yaptırımlar ne kadar etkili olacak? Rus uzmanlar, bunların, Putin’in davranışını değiştirecek şeyler olmadığını söylüyor. Başlangıçta Trump seçilir seçilmez bir fırsat penceresi vardı. Çünkü o zaman, Putin tam olarak Trump’ın ne kadar kaypak bir lider olacağını henüz bilmiyordu ve dolayısıyla Trump’ın elinde bir koz vardı. Trump bu kozu kullanmadı. Şimdi Putin Trump’a bakıyor, ‘’İran’da pazar günü nükleer müzakereye oturuyoruz” diyor, İsrail’in saldırmasını destekliyor. “Ben savaş istemiyorum” diyor, İran’a saldırıyor. Bütün bu zikzaklar Putin’e, “Trump istediğini söylesin her zaman manipüle edilmeye açıktır” diye düşündürüyor. O yüzden de bence Putin’in bu savaşı durdurma niyeti yok. Bu yaptırımların ekonomik olarak da etkisinin az olacağını düşünüyor. Bunu kendi etrafındaki insanlar medyaya söylüyor. Fakat eğer uygulanırsa, özellikle ikincil ticaret yaptırımlarının Türkiye’ye etkisi olabilir. Çünkü Türkiye, Hindistan ve Çin, Rusya’dan petrol alan ülkeler ve bu ikincil ticaret yaptırımları gerçekten hayata geçirilirse, bu, Türkiye’yi çok negatif etkileyecek bir gelişme olacak.  

Ruşen Çakır: Gönül, çok teşekkürler. Dolu dolu bir Transatlantik oldu yine, eksik olma. Ömer’e de buradan selam yollayalım ve izleyicilerimize teşekkür edelim. Haftaya buluşmak üzere, iyi günler.