İsrail’in Dürzilerle kurduğu ilişki, Ortadoğu siyasetinde azınlık politikalarının en sofistike örneklerinden birini temsil eder. 1948’de İsrail vatandaşı statüsüne alınan Dürziler, Arap toplulukları içinde bir istisna olarak devletin askeri ve bürokratik mekanizmalarına entegre edilmiş, “sadık azınlık” paradigmasının neredeyse laboratuvar düzeyinde incelenebilir bir modeli hâline gelmiştir. Bu durum, Dürzileri bir dini-etnik cemaat kimliğinden çıkararak, İsrail’in bölgesel güvenlik stratejisinin içsel bir unsuru hâline getirmiştir; yani Dürziler, İsrail açısından artık bir topluluk değil, bir stratejik aygıttır.
İsrail–Dürzi ilişkilerinin tarihsel temeli, İsrail’in ilk başbakanı ve İsrail Devleti’nin kurucusu David Ben-Gurion’un Ortadoğu siyasetinde azınlıkları jeopolitik kaldıraç olarak kurgulayan “çevre stratejisi” doktrinine uzanır. Ben-Gurion, Arap çoğunluklu ulus-devletlerle doğrudan çatışmayı sürekli kılan bir cephe politikasından kaçınarak, azınlıklar üzerinden dolaylı bir kuşatma hattı yaratmayı hedeflemiştir. Lübnan’daki Marunîlerle geliştirilen askerî ittifaklar ve İsrail içindeki Dürzilerin sadakat mekanizmaları, bu stratejinin “başarılı vaka çalışmaları” olarak kayda geçmiştir. Buradaki kritik nokta, İsrail’in azınlıkları birer diplomatik ve askerî aparat olarak değil, esnek ve kendini yeniden kurabilen “jeopolitik aracı kurumlar” olarak değerlendirmesidir. Dürziler, tarihsel olarak pragmatik ittifak kurma yetenekleri nedeniyle, İsrail açısından “yaklaştırılabilir azınlık” statüsünden çoktan çıkarılmış ve “stratejik ortak” mertebesine yükseltilmiştir.
Dışlanmışlık duygusu güvenlik sermayesine dönüştü
Bu strateji yalnızca jeopolitik bir mühendislik değil; aynı zamanda psikopolitik bir operasyon biçimidir de. İsrail, azınlıkların tarihsel dışlanmışlık duygusunu bir tür güvenlik sermayesine çevirmeyi başarmıştır. Aidiyet ihtiyacı ile güvenlik garantisi arasındaki o kırılgan alışveriş, Dürziler özelinde bir sadakat üretim fabrikasına dönüşmüştür. Sadakat, burada duygusal bir bağlılık değil; varoluşsal bir güvenlik sözleşmesidir. Dürzi kimliği, İsrail’in güvenlik tahayyülünde “güven veren azınlık” olarak yeniden kodlanırken, bu kodlama Suriye ve Lübnan gibi çevre ülkelerde de kopyalanmaya çalışmıştır ve çalışılmaktadır.
Netanyahu’nun “Suriye’nin ikinci bir Lübnan olmasına izin vermeyiz” söylemi, bu kodlamanın yeni jeopolitik evresine işaret ediyor. Suriye’nin güneyinde yer alan Süveyda, Kuneytra ve Dera gibi Dürzi nüfusun yoğun yaşadığı bölgeler, Golan Tepeleri’ne olan yakınlıkları nedeniyle bir tampon hat olarak tasarlanmıştır. İsrail’in amacı yalnızca fiziki bir güvenlik kalkanı oluşturmak değildir; Dürziler, aynı zamanda yerel istihbaratın taşıyıcı kolonları ve uluslararası arenada meşruiyet üreten “yerel tanıklar” olarak düşünülmektedir. Yani Dürziler, sınırın demografik düzenlenişiyle sınırlı kalmayan, bilgi üretimi ve meşruiyet transferi gibi çok katmanlı işlevler üstlenecek şekilde konumlandırılmıştır.
Bu bağlamda İsrail’in Dürzi politikası, askeri güvenliğin ötesine taşarak bir yumuşak güç mimarisi de inşa eder. Suriye’deki Dürzi gençlerine yönelik istihdam projeleri, mali destek paketleri ve sosyo-ekonomik bağımlılık mekanizmaları, bu mimarinin en görünür bileşenleridir. Bu, basit bir kalkınma vaadi değil; uzun vadeli bir demografik mühendislik programıdır. Ekonomik teşvikler üzerinden kurulan rıza ilişkisi, aynı zamanda bir psikolojik yeniden çerçeveleme operasyonu olarak işler: İsrail, kendisini “düşman Arap dünyasında bile dost eli uzatabilen aktör” olarak temsil eder. Netanyahu’nun koruma söylemi, bu rızayı besleyen ideolojik bir maske işlevi görüyor.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
İsrail’in Dürzi stratejisi
İsrail’in Dürzi stratejisinin en kritik boyutu, geleceğe dönük jeopolitik tahayyülünde gizlidir. Suriye’nin olası bir federal yapıya bölünme senaryosu, İsrail için yeni bir satranç tahtası anlamına gelir. Yarı-özerk bir Dürzi kantonunun oluşması, İsrail’e hem sınır güvenliğini sağlayan bir tampon, hem de bölgesel çıkarlarını koruyan sadık bir müttefik sunacaktır. Bu senaryo, İsrail’in Ortadoğu’daki genel azınlık stratejisiyle bütünüyle uyumludur: Azınlıklar, burada etnik ya da kültürel aidiyetleriyle değil; büyük Arap çoğunluklarını dengeleyen jeopolitik araçlar olarak değer kazanacaktır.
Dolayısıyla, İsrail’in bu politik tasarımı Dürzileri sıradan bir azınlık topluluğu olmaktan çıkararak, bölgesel güç dengelerinin hesaplı hamlelerinde kullanılan kritik bir satranç taşı konumuna yerleştirmiştir. Ki zaten İsrail’in Dürzi politikası, insani bir koruma refleksi olmadığı herkesçe bilinen bir realitedir. İsrail’in bu politik tasarımı, uzun vadeli bir psikopolitik sadakat üretim projesi olarak kurgulanmıştır. Netanyahu’nun “Dürzileri koruruz” söylemi de bu bağlamda insani bir dayanışma çağrısı olmaktan çok, bir güvenlik stratejisinin ideolojik dışavurumudur. İsrail açısından Dürziler, korunması gereken kırılgan bir topluluk değil; yeni Ortadoğu düzeninin inşasında kullanılan stratejik bir jeopolitik kaldıraçtır.