Geçenlerde mahalleli dostların da davetli olduğu, oldukça erken saatlerde gerçekleşecek bir kahvaltıya yetişmeye çalışıyordum. Saate baktığımda 20 dakika erken geldiğimi fark ettim. Ofisin kapısını ilk açan kişi ben olurum diye düşünürken, kapıda başka bir davetli olan Mehmet Altan Hoca’yı gördüm. Dakikliğimin anlamı biraz zayıflamıştı. Hoca bana laf attı ama ben de hızlıca bir espriyle yanıt verip hiciv üstünlüğünü ele geçirdim: “Bizde zamanında gelmek, hele de erken gelmek adetten değildir; sizin erkenciliğiniz olsa olsa paşa torunu veya kentli seküler aydın olmanızdan kaynaklanıyor.”
Bu lafımı ederken TSK’dan Binbaşı rütbesiyle istifa ettiğim ilk yıllar aklıma geldi. O zamanlar un üretimi ve pazarlama sektörüne girmiştim. Randevulara ve toplantılara zamanında gittiğimde çoğunlukla kimseyi bulamazdım. Gelenlerse beni şu sözlerle teselli ederdi: “Üzülme, sen asker kültürü aldın, uyum sağlayamıyorsun. Her toplantının zamanında başlayacağını sanıyorsun.”
Randevu meselesi sadece un sektörüyle sınırlı kalmadı. Türkiye’nin vergi rekortmeni olan ve sonra yatırımlarını yurtdışına taşıyan bir iş insanının ya da 2000’lerin başında İBB Genel Sekreteri olan bir dostumun beni ofislerinde 4 saat bekletmesini unutmam mümkün değil. Bu arada, seküler kurumsal şirketlerde ve CHP dahil üst düzey siyasetçilerle randevularımda böyle bir bekleme sorunu yaşamadığımı da bu betimlemeye ilave edeyim.
Mehmet Hoca ile bu vesileyle zaman kavramının modernite ile ilişkisini tartıştık. Zamanın değeri ve planlanması Aydınlanma Çağı sonrası Sanayi Devrimi ile şekillenmiştir. Batı’da 19. yüzyılda mantar gibi çoğalan saat kuleleri bunun ilk sembolik ifadesidir: İngiltere, Fransa, İsviçre, Almanya… Hatta İngiliz sömürgelerinde bile, posta binalarının ve geniş yolların yanında bir saat kulesi varlığı, zamanın verimliliği ve matematiksel kullanımına ilişkin bir göstergedir. Bizde ise bu göstergeyi moderniteye uyum çabasında olan II. Abdülhamit’in reformlarının bir işareti olarak saat kulelerinin inşasında görmek mümkündür.
Randevunun değeri
Mahallede, iş hayatında ve siyasette randevuya geç gelmek, sekreterin yanında bekletmek çoğu zaman sınıfsal ya da dostluk ilişkilerine göre bir “racona” dönüşmüştür. Ancak mahalle dışındaki, yani “öteki” statüdeki kişilerle mahalle siyasetçi ve iş adamlarınca yapılan randevularda bu gevşekliğe nadiren rastlanmaktadır. Özellikle taşra kökenli pek çok siyasetçi ve iş insanının randevu saatlerine uymaması, sadece bireysel disiplinsizlik değil, köklü bir kültürel zaman algısının kentlileşememesinin yansımasıdır. Bu durum, köylülükten tam anlamıyla kopamamış bir zihniyetin hem bireysel hem kurumsal izlerini taşımaktadır. Şimdilik olmazsa bu randevu bekletmelerini “görüşme öncesi statüsel ezme” değil de “mahalle kültürünün statü nazı” olarak isterseniz adlandıralım.
Bilindiği gibi köylerde zaman, saat kuleleriyle değil, güneşin doğuşu ve batışıyla ölçülürdü. Bu yüzden, özde dönüşemeyen köylülük ve onun kolektif bilinçdışı, mahalleye zamanın dakik kullanılmasını hâlâ içselleştirememektedir. Dönüşemeyen köylü zaman algısında randevu, kesin ve bağlayıcı bir yapı değil, niyet beyanıdır. Saat “yaklaşık zaman”ı ifade eder; matematiksel dakikliği değil. Toplantıya geç kalmak, kişisel bir saygısızlık değil, çoğu zaman fark edilmeyen farklı bir zaman kültürünün davranış biçimi izlenimini vermektedir.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Zaman ile kurulan ilişki bireysel değil
Köylü zihniyetinde iktidar, zamanı yönetmekten çok mekâna hâkim olmakla kurulur. Siyasetçilerin zamanında gelmesi beklenmez; hatta geç gelmeleri “önemli insan” imajının bir parçasıdır. Zamanı esnek kullanmak, bir tür iktidar göstergesidir. Gelişmiş kent yaşamı ise zamanı, saati ve takvimi merkeze alır. Toplumun işleyişi dakiklik ve öngörülebilirlik üzerine kuruludur. Bu iki zaman algısı arasındaki fark, köylülükten modernliğe geçişte en fazla çatışmanın yaşandığı alanlardan biridir. Siyaseten ve ekonomik olarak güçlenen ama bir türlü dönüşemeyen köylülüğümüzden de kastettiğim bu durumdur.
Sonuç olarak, bizlerin zamanla kurduğumuz ilişki, sadece bireysel alışkanlıklarımızı değil, taşradan toplumsal dönüşüm düzeyimizi ve kimlik karmaşamızı da açıkça ortaya koymaktadır.
- Görsel yapay zeka ile üretilmiştir.