Müge İplikçi yazdı: Anne direnci ve yeryüzündeki sessiz çığlıklar

Günümüz dünyasında güç ilişkileri, baskı mekanizmaları ve sesini duyuramayanların mücadelesi, toplumsal adalet arayışının merkezinde yer alıyor. Jeffrey Epstein davası ve Donald Trump’ın bu dava ile olan bağlantıları, Amerika Birleşik Devletleri’nin gündemini meşgul ederken, konuyla ilgili yazılanları takip eden biri olarak, atlanan bir gerçeğin altını çizmek istiyorum: Sesi kısılanların çığlığı, baskı görenlerin direnişi ve nihayetinde bu direnişin yarattığı dönüştürücü güç, bugün yeryüzündeki gerçek direnişin kaynağını oluşturuyor.

Peki bu direniş nedir? Son yirmi yıldır, özgürlüklerimizi kısıtlayan, bizi güçsüz hissettiren ve kendi davamız dışındaki meselelere bakamaz hale getiren bir sistemin içindeyiz. Bu sistem, erk egemen söylemlerin dünyayı şekillendirdiği, neyin merkezde neyin sınırda olacağına karar verdiği bir yapı. En kötüsü ise, sınırda bırakılanların kendilerini çaresiz ve yalnız hissetmeye mahkûm edilmesi. Bu durum, yalnızca bireyleri değil, toplumsal yapıyı da derinden etkiliyor.

Epstein davası: Sessizliğin şiddeti ve anne direnci

Epstein davası, tam da bu sistemin bir yansımasıdır. Gencecik kız çocukları, kimliksizleştirilerek, şeyleştirilerek, tecavüz ve tehdit mekanizmalarıyla susturulmuştur. Bu, yalnızca bir insanlık suçu değil, aynı zamanda bir medeniyet ayıbıdır. Bu ve benzeri davalar, toplumun karanlık yüzünü gözler önüne sererken, aynı zamanda güçlünün güçsüz üzerindeki baskısını da simgeler.

Peki, bu sessizliği kırmak için ne yapılmalı? Konuyla ilgili okuduğum bir yazıda son derece yalın ve çarpıcı bir cevap vardı: “O çocuklar bizim evlatlarımız da olabilirdi, o yüzden anne direnişiyle direneceğiz.”

Bugün katledilen gencecik kadınların maruz bırakıldıkları çaresizliğe de bu dirençle ayak direme gerekliliği, tam da buradan geçiyor. Artık hiçbir şey uzağımızda ve görünmez değil. Bavullara konan gencecik kadınların cansız bedenleri hepimizin sorumluluğunda. O gencecik kadınların yalnızlığı yüzümüze bakarken kafamızı çevirecek bir yeryüzü yok artık. Hepimiz, buradayız.

Hiç kuşku yok ki burada sözü edilen anne direnişi, biyolojik bir etiket değil, güçlü  bir simge. Sadece bireysel bir eylem değil, aynı zamanda kolektif bir güce de atıfta bulunuyor. Aynı zamanda, birçok annenin, çocuklarının haklarını savunmak için mücadele ederken, toplumsal adalet için de seslerini yükselttiği düşünüldüğünde, bir çıkış noktasını da işaret ettiği kesin! Bu türden bir direniş, toplumsal normları sorgularken değişim için de bir zemin anlamına geliyor. Ve o zemin, ruhu harlayan çok sert bir gerçeklikten besleniyor.

İstanbul’dan bir örnek: Bir annenin çığlığı

Bu direnişin somut bir örneği, İstanbul’un en kalabalık ilçelerinden birinin belediye başkanı olan Murat Çalık’ın yaşadığı trajedide saklı. Kanser hastası olan, hakkında iddianame bile yazılmamış Çalık, ailesinden uzaklaştırılmak için İzmir’e sevk ediliyor. Annesi, hastane kapısında, “Burada ölebilirim, beni bu hastanenin bahçesine gömsünler” diyerek direniyor. Direnişi, söz konusu ruhun harlanışıyla ilgili. Bu kadın, yalnızca kendi çocuğunun hakkını aramakla kalmıyor, aynı zamanda tüm annelerin ve mağdurların sesi haline geliyor. Gitmiyor, duruyor, bekleyecek ve orada. Sesi, belleklerimize kazınıyor. Unutmayacağız. Yeryüzü, hatırlıyor, hatırlayacak; yaprak gibi titreyen o iradeyi ilham kaynağı olarak yaşayacak, yaşatacak.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

murat çalık
Müge İplikçi yazdı: Anne direnci ve yeryüzündeki sessiz çığlıklar

Bu kadının mücadelesi, Cumartesi Anneleri’nin yıllardır sürdürdüğü hak arayışıyla aynı ruhu taşımaktadır. Usanmadan, bıkmadan, evlatlarının hakkını soran anneler, yeryüzündeki adaletsizliğe karşı en güçlü direnişi temsil ediyor. Cumartesi Anneleri, kayıplarının peşinde koşarken, sadece kendi acılarını değil, aynı zamanda toplumun unutmaya çalıştığı gerçekleri de gün yüzüne çıkarıyor. Bu tür direnişler, toplumsal hafızayı canlı tutarak, adalet arayışını sürdürüyor. Örneğin, Cumartesi Anneleri’nin eylemleri, Türkiye’nin siyasi tarihine damga vurmuş ve birçok insanın hak arayışında ilham kaynağı olmuştur.

Anne direnci evrensel bir mücadeledir

Bugün yeryüzü direnişinin adı, olsa olsa, anne direnişidir. Bu dişi direniş, sadece bireysel bir çaba değil, tüm ezilenlerin sesi olma mücadelesidir. Epstein’in kurbanlarına benzer bir ruhla sahip çıkacaklardan kayıplarını arayanlara, Filistin’de adalet talep edenlerden, bu sesin tınısıyla haykıran herkese yayılan bu ses, bu mücadelenin bir parçasıdır. Bu simgesel anne direnişi, sadece bir aile meselesi değil, toplumsal bir sorumluluktur. Hayata, çocuklarımıza, zeytin ağaçlarına, köpeklere, bize benzemeyenlere karşı bir sorumluluk. Bir vicdan “muharebesi”.

Çünkü bir “anne” direndiğinde, dünya değişir. Çünkü o ses, yeryüzünün dişi sesidir. Bu ses, adaletin, eşitliğin ve insan onurunun sesi haline geldiğindeyse o direnişin gücü, sadece bireysel hikayelerde değil, kolektif bir mücadelede de kendini gösterir, gösterecektir. Bu nedenle, “anne” direnişini anlamak ve desteklemek, sadece bir toplumsal sorumluluk değil, aynı zamanda insanlık onuruna sahip çıkmaktır da. Bugün, bu direnişin sesi olmak için hepimizin üzerine düşen görevler var.