Türkiye Lübnan mı olacak? | Ruşen Çakır yorumluyor

Ruşen Çakır, Türkiye’de son dönemde gündeme gelen “Lübnanlaşma” endişelerinin çözüm süreci ve Erdoğan’ın Türk-Kürt-Arap ittifakı açıklamasıyla başladığını belirtti. Çakır, eşit vatandaşlık için atılacak adımların bastırılmasının ülkeyi bölünmeye götürebileceği konusunda uyardı.

Ruşen Çakır, Türkiye’de son dönemde tartışılan Lübnanlaşma endişelerinin kökenini ve muhtemel sonuçlarını değerlendirdi. Çakır, bu tartışmaların çözüm süreciyle birlikte başladığını ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kırıkkale’de yaptığı konuşmada Türk-Kürt-Arap ittifakı demesiyle hızlandığını söyledi.

Lübnanlaşma kavramının olumsuz bir kavram olarak kullanıldığını belirten Çakır, daha önce Balkanlaşma kavramının var olduğunu hatırlattı. Çakır, “Balkanlaşmada ülkeler bölünüyor, yeni ülkeler çıkıyor. Lübnan’da böyle bir şey olmadı” dedi.

Türkiye Lübnan mı olacak? | Ruşen Çakır yorumluyor
Türkiye Lübnan mı olacak? | Ruşen Çakır yorumluyor

Lübnan modelinde güç paylaşımı sistemi var

Çakır, Lübnan’ın tek bir ülke olmasına rağmen zayıf bir devlet yapısına sahip olduğunu açıkladı. Her grubun kendi devletçiklerinin bulunduğu ve devletin gruplar arasında paylaşıldığı bir sistem olduğunu belirtti. Çakır, Lübnan’ın nüfusunun Suriyeli ve Filistinli göçmenler sayılmazsa eşit bir şekilde bölündüğünü aktardı: yüzde 30 civarında Sünni Arap, yüzde 30 civarında Şii Arap, yüzde 30 civarında Hristiyan nüfus bulunuyor.

Çakır, “Ülkenin yönetimi Sünni, Şii Araplar ve Hristiyan Araplar arasında bölünmüş durumda. Ülkede bir türlü istikrar sağlanamıyor” değerlendirmesini yaptı. Ülkenin çok kırılgan bir yapısının olduğunu, bölünmemiş olmasına rağmen her an bölünebilirmiş gibi durduğunu söyledi.

AK Parti döneminde İran ve Malezya tartışmaları da yaşandı

Çakır, AK Parti’nin ilk yıllarında Türkiye’nin İran olup olmayacağının konuşulduğunu hatırlattı. Daha sonra Malezya muhabbetinin başladığını ve bu konunun uzun süre tartışıldığını belirtti. Çakır, “İran ve Malezya tartışmalarında kaygı esas olarak laikliğin gitmesi üzerineydi. Şimdi bunlar kenara bırakılmış durumda” dedi.

Türkiye Lübnan mı olacak? | Ruşen Çakır yorumluyor
Türkiye Lübnan mı olacak? | Ruşen Çakır yorumluyor

Bahçeli’nin önerisi pozitif ayrımcılık

İsmail Saymaz’ın birkaç gün önce yaptığı haberi hatırlatan Çakır, Devlet Bahçeli’nin kurmaylarıyla konuşurken cumhurbaşkanının bir Kürt bir de Alevi yardımcısı olmasının iyi olacağını söylediğini aktardı. Bu durumun dünyada pozitif ayrımcılık olarak adlandırıldığını, sayıca az olan gruplara fırsatların sunulması anlamına geldiğini belirtti.

Çakır, “Bunu Devlet Bahçeli gibi birinin dillendirmiş olması apayrı bir konu. Bu pekala olabilecek bir şey” değerlendirmesini yaptı.

Çakır, girilen çözüm süreciyle beraber kıran kırana tartışmaların beklendiğini ve Lübnan tartışmasının bunun ilk antrenmanı olarak görülebileceğini ifade etti. Kürtlerin kimliğinin tanınacağını, ancak özellikle ana dille ilgili taleplerinin nasıl hayata geçirileceği konusunda tartışmaların yaşanacağını belirtti.

Ayrıca Çakır, “Kürtlerin tanınması ve diğer azınlık grupların tanınması nasıl bir yasal ve anayasal zemine oturacak? Bütün bu tartışmalar özellikle ülkede çoğunluğu oluşturan kesimlerde kaygı yaratıyor” dedi.

“Eşitlik karşıtlığı ülkeyi bölebilir”

İlginç olanın bunu yapanların Devlet Bahçeli ve Recep Tayyip Erdoğan olduğunu belirten Çakır, “Bunu sol bir iktidar yapmaya kalksaydı herhalde ilk günden bu iş kapanırdı” yorumunu yaptı.

Lübnanlaşmanın olabilmesi için öncelikle iç savaşın yaşanması gerektiğini, ancak Türkiye’nin bu noktada olmadığını söyleyen Çakır, “Çözüm süreç, bu tür ihtimallerin önünü kesmek için yapılıyor” değerlendirmesini yaptı.


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Türkiye Lübnan mı olacak? | Ruşen Çakır yorumluyor

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar ve tabii ki iyi sabahlar. Nereden çıktı bu Lübnan? Aslında bir süredir dillerde, çözüm süreci başladığı andan itibaren ama esas Erdoğan’ın Kızılcahamam’da yaptığı konuşmada ‘‘Türk-Kürt-Arap ittifakı’’ dediği andan itibaren bir Lübnan muhabbeti gidiyor. Bunun ardından geçen İsmail Saymaz bir haber yaptı. Birkaç ay önce Devlet Bahçeli kurmaylarıyla konuşurken Cumhurbaşkanı’nın bir Kürt bir de Alevi yardımcısı olmasının iyi olacağını söylemiş. İsmail bunun haberini yaptı. Yalanlanmadı ve bu da Lübnan tartışmasını yeniden heyecanlandırdı. Görüyorum, çok sayıda yorum var, aynı zamanda YouTube‘da yapılan birtakım videolar var. Ve genellikle tabii bu bir tehlike olarak adlandırılıyor. Zaten ‘‘Lübnanlaşma’’ kavramı olumsuz bir kavram. Daha önce ‘‘Balkanlaşma’’ diye bir kavram vardı. Lübnan’da 1980’lerin başında iç savaş yaşanmaya başladığı zaman Lübnan’ın Balkanlaştığı söylenmişti. Fakat Balkanlaşmada ülkeler bölünüyorlar, yeni yeni ülkeler çıkıyor. Lübnan’da böyle bir şey olmadı. Lübnan’da tek bir ülke ama zayıf bir devlet ve her grubun bunun içerisinde kendi devletçikleri var ve devleti kendi aralarında bir şekilde paylaşıyorlar. Cumhurbaşkanı şuradan, başbakan buradan, meclis başkanı şu gruptan diye. İlginç bir şekilde Lübnan’ın nüfusunun, eğer Suriyeli ve Filistinli göçmenleri saymazsak, yani Lübnan vatandaşı olanların neredeyse eşit bir şekilde bölündüğü gözüküyor. %30 civarında Sünni Araplar, %30 civarında Şii Araplar, %30 civarında da Hristiyanlar var. Bir de Hristiyan Araplar var. Bir de aynı zamanda Dürziler başta olmak üzere başka gruplar var. Yani açıkçası ülkenin yönetimi Sünni, Şii Araplar ve Hristiyan Araplar arasında bölünmüş durumda ve ülkede bir türlü istikrar sağlanamıyor. Çok kırılgan bir yapısı var. Ülke bölünmemiş ama her an bölünebilirmiş gibi, her an yeniden iç savaşa girebilirmiş gibi bir hali var.

Türkiye’ye bu uyarlanmak isteniyor ama önce şunu hatırlayalım: AK Parti’nin daha ilk yıllarında Türkiye’nin İran olup olmayacağı konuşuluyordu. Daha sonra bir Malezya muhabbeti başladı. Bayağı bir tartışıldı. Malezya bir yönüyle bir karma yönetim, şeriatla şeriat olmayanın olduğu değişik bir yönetim ve orası aynı zamanda ekonomik olarak hiç de fena durumda olmayan bir ülke. “Türkiye Malezya mı oluyor?” tartışması çok yapıldı. Ben de Vatan Gazetesi‘nde günlerce süren röportajlar yaptığımı hatırlıyorum o konuda. O da kapandı. Şimdi Lübnan’a geldik. İlk ikisinde, İran ve Malezya’da kaygı esas olarak laikliğin gitmesi üzerine bir kaygıydı. Şimdi bunlar bir kenara bırakılmış durumda ve ülkenin birliğinin, ciddi bir şekilde insanlar tarafından ülkenin birliğinin kaybolabileceği endişesi hakim olmaya başlıyor. Bu tartışma başlıyor. Burada şimdi Bahçeli’nin söylediği olay; bir Kürt, bir Alevi. Buna dünyada ‘‘pozitif ayrımcılık’’ deniyor, sayıca az olan gruplara birtakım fırsatların sunulması. Tabii bunu Devlet Bahçeli gibi birisinin dillendirmiş olması apayrı bir konu. Bu pekâlâ aslında olabilecek bir şey; ama bunu bir ayrım olarak görme endişesi, bunun Türkiye’de ayrımcılığı tetikleyeceği endişesi olan insanların da bir şekilde ikna edilmesi gerekiyor. Bu arada şunu diyenler de var: “Niye Cumhurbaşkanı yardımcısı, yardımcıları Kürt ve Alevi oluyor? Pekâlâ Cumhurbaşkanı da olabilirler” diyenler var, ki hiç haksız sayılmazlar. Burada işte şimdi girdiğimiz, çözüm süreciyle beraber girdiğimiz yolda, bunu bizi bekleyen kıran kırana tartışmaların ilk antrenmanı gibi görebiliriz, Lübnan tartışmasını. Kürtlerin kimliği tanınacak. Evet, Kürtler var. Bu kabul edildi. Ama Kürtlerin birtakım talepleri var, özellikle ana dille ilgili olarak talepleri var. Bunlar nasıl hayata geçirilecek? Geçirilecek mi, geçirilmeyecek mi? Kürtlerin tanınması ve diğer azınlık grupların tanınması nasıl bir yasal ve anayasal zemine oturacak? Bütün bu tartışmalar özellikle ülkede çoğunluğu oluşturan kesimlerde bir kaygı yaratıyor. Tabii ilginç olan bunu yapan, yapmaya çalışanların Devlet Bahçeli ve onun kadar olmasa da Recep Tayyip Erdoğan olması. Yani bunu bir sol iktidar yapmaya kalksaydı herhalde daha ilk günden bu iş kapanırdı.

Burada şimdi Devlet Bahçeli’nin başını çektiği, Öcalan’ın meşru aktör olarak, oyun kurucu aktör olarak kabul edildiği bir süreçteyiz ve bu süreçte çok kavga çıkacak, çok tartışma çıkacak. İşte Lübnanlaşma da böyle bir tartışma. Fakat Lübnanlaşmanın olabilmesi için öncelikle bir iç savaşın olması gerekiyor. Bereket Türkiye bu noktada değil ve anladığım kadarıyla da çözüm süreci bu tür ihtimallerin önünü kesmek için yapılıyor. Yani Lübnan’da insanlar, farklı gruplar birbirleriyle savaştılar; sonra savaşı bitirmek için böyle bir şeyde anlaştılar. Yürüyor, yürümüyor, o ayrı bir konu. Şimdi Türkiye’de insanların birbirleriyle, farklı grupların birbirleriyle savaşmasından önce, savaşmasını engellemek için birtakım öneriler dile getiriliyor. O nedenle Lübnanlaşma terimini daha dikkatli kullanmakta yarar var. Çünkü öncelikle bir iç savaş ve Türkiye iç savaşın en azından şu aşamada çok şükür uzağında ve bu engellenmek isteniyor. Lübnanlaşmanın ötesinde de tehditler var, o da bölünme tehdidi. Şimdi siz bir anda ülkenin departmanlara ayrılması endişesi taşıyorsunuz, Lübnanlaşma diyerek. Bunlar haklı kaygılar, hiçbir şekilde bunlarla dalga geçilemez. Ama bu projeyi düşünenlerin bunun böyle kaygıları gerektirmeyecek adımlar olduğunu anlatabilmesi lazım. Onun ötesinde daha büyük bir tehlike, ülkenin bölünmesi. İşte o zaman artık Lübnanlaşmayı bile arayabilir ülkeler, yani bir ülkeden birkaç ülke çıkması. Türkiye Cumhuriyeti bugüne kadar böyle geldi, bundan sonra da böyle gidecek. Ama böyle gidebilmesi için bir şeylerin yeniden yapılanması gerekiyor. Bu yeniden yapılanmayı, eşit vatandaşlığı inşa etmeyi denerken bunu engellemeye çalışmak Türkiye’yi istenmedik yerlere götürebilir. ‘‘Kürt sorunu’’ diyorsunuz. ‘‘Nedir Kürt sorunu?’’ diyorlar. ‘‘Hiçbir zaman hiç kimseye ayrımcılık yapılmadı’’ diyorlar. ‘‘Şu kadar Kürt cumhurbaşkanı, şu kadar Kürt milletvekili vardı’’ diyorlar. Bunların hepsi aldatmaca. Kendisi Kürt olduğu iddia edilen cumhurbaşkanları var. “İddia edilen” diyorum bakın. Çıkıp “Evet, ben Kürdüm” diyen, Kürtçe bir iki kelime eden, cümle eden cumhurbaşkanı gördünüz mü? Hayır, yok. Belki evet, Öcalan’a göre İsmet İnönü de Kürt. Kimilerine göre Turgut Özal da Kürt, anne tarafından. Ama bunu bir kimlik sahiplenmesi olarak yapmadılar. İşte şimdi Türkiye böyle bir yol ağzında ve eğer bu kırılgan olayı başaramazsa gerçekten çok tehlikeli yerlere doğru savrulabilir. Ama bu eşitliği sağlamak, eşit vatandaşlığı sağlamak için atılmak istenen adımları hemen bastırmaya çalışmak, o bastırmaya çalışanların yaratmak istediği sonucun tam tersine yol açabilir. Yani şunu söylüyorum: “Bu ülkeyi böldürmeyiz” diye yapılacak çıkışlar, atılacak adımlar, hayata geçirilecek eylemler pekâlâ bu ülkenin bölünmesine neden olabilir. Dolayısıyla herkesin son derece dikkatli olması ve birbiriyle konuşup tartışması gerekiyor. Neyse, bu konuyu daha çok konuşacağız diyorum.

Ve bugünün ithafı Yaşar Kemal, 10 yıl olmuş kaybedeli. 91 yaşında ölmüş Yaşar Kemal. Benim açımdan Yaşar Kemal bir fenomendir. Şöyle ki, biz ortaokulda edebiyat okuyarak solcu olduk ama Yaşar Kemal okumadık. Başka birçok ismi okuduk ama Yaşar Kemal okumadık. Çünkü Yaşar Kemal zor birisi olarak anlatılıyordu, böyle vardı aklımızda. Hatta şunu bilirim: “Bir yaprağın ağaçtan düşüşünü 5-6 sayfa boyunca anlatır” derlerdi ve biz de korkardık ve biraz da burun kıvırırdık. Ama cezaevine girdiğimde korka korka Yaşar Kemaller okudum ve o kadar geç kaldığım için — geç kalmak derken 19 yaşındaydım ama geçti — kendime bayağı kızdım. Yaşar Kemal gerçekten çok büyük bir edebiyatçı ve tam da Kürt meselesi denince bunu her zaman dile getirmiş, bunun için mücadele etmiş dünya çapında bir isim. Kendisiyle tanışma fırsatı ve açık söyleyeyim şerefine nail oldum. Böyle sanki 40 yıldır tanışıyormuşuz gibi daha ilk günden insanı bir sarıp sarmalaması var. Gürül gürül konuşması vardı ki hep böyle arada sırada kulağımda çınlar. Evet, çok büyük insandı, hem insan olarak hem edebiyatçı olarak. Ve tabii ki hayatının belli bir döneminde gazetecilik yapmış, Anadolu’da röportajlar yapmış. Onun o röportaj kitapları, gazeteciliğimin ilk yıllarında okumuştum, çok etkilemişti beni gerçekten. Bugün bile insanın gözünde büyüyecek, Anadolu’nun değişik yerlerinde, özellikle kırsal kesimde sıradan insanlarla yaptığı röportajlar… Evet, 10 yıl olmuş kaybedeli, çok büyük bir kayıp ama asla unutmayacağız Yaşar Kemal’i. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.