Dini ve ahlaki gerekçelerle bir dönem Fethullahçılıkla ilişkisi olmuş, sonrasında bu ilişkiye eleştirel bir mesafeyle yaklaşmış eski bir emniyet mensubunun Medyascope’a yolladığı yazıyı “KHK’lı eski bir emniyet mensubu beş soruda geçmişe, bugüne ve geleceğe bakıyor” başlığıyla 22 Temmuz Salı günü yayınladık ve epey ilgi gördü, tartışmalara neden oldu.
KHK ile görevinden ihraç edildikten sonra yurtdışında sosyal bilimler alanında akademik çalışmalarını bir devlet üniversitesinde sürdüren yazar, bu ikinci -ve kendi deyimiyle “son”- yazısında konuyu ele almaya devam ediyor. Medyascope olarak bu tartışmanın gelişmesine katkıda bulunmak için bu ikinci yazıyı da yayımlamaya karar verdik.
İlk yazımda, KHK’lılar sorununa kuş bakışıyla yaklaşarak, sorunun temelinde Gülen hareketinin demokrasiyi tehdit eden bir yönü olduğu tezini öne sürmüştüm. Bu yazıda ise bu konuyu biraz daha derinleştirerek, konuyla ilgili son görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Hükümetin ve diğer siyasi partilerin de bu sorunu çözme iradesine sahip olduklarını, ancak çözüm yolları konusunda farklı önerilere ihtiyaç duyduklarını düşünüyorum. Bu nedenle, hem mesleki tecrübelerime hem de akademik birikimime dayanarak – ayrıca Gülen ve Said Nursi’nin eserlerini büyük ölçüde okumuş biri olarak – bazı çözüm önerilerimi paylaşmak istedim. Yine yer yer konuşma dili kullandım. Biraz dağınıklık da olabilir. Maksadını tam ifade edememiş kelimeler kullanmış olabilirim. Hatalar bana aittir. Ama argümanlarımın anlaşılır olduğunu düşünüyorum. Konular kopuk kopuk görünse de, hepsi doğrudan ya da dolaylı olarak KHK sorunuyla farklı açılardan bağlantılı.
KHK’lılar şaşkın
Evet, KHK’lılar gerçekten de şaşkın, çünkü tam olarak neyle suçlandıklarını bilmiyorlar. Mağdurlar, asıl meselenin kendi bireysel eylemleri olduğunu zannederek, haklı bir şekilde kendilerini savunmaya çalışıyor. Oysa aslında çok daha büyük, kendilerini aşan bir bağlam içinde suçlanıyorlar.
Bazen insanlar “kendimi kurtarayım” derken arkadaşlarına iftira atıyor, içeriği suç teşkil etmeyen şeylerle suçluyor. Kanun uygulayıcılar ve adliye çalışanları da bu konuda duygusal hareket ediyor ve hukuk garabeti, çok absürt fezlekeler hazırlanıyor. Ben mesela Mersin’de 1997 yılında aynı evde kaldığımız eski bir arkadaşımın (Tamer Topsakal) 98 sayfalık ifadesini okudum. İfadesinde sıklıkla “yıllığı bana gösterdiler, ben de şu, şu, şu da onlardandı diye gösterdim” diyor. İfadesinde arkadaşlarının daha çocuk yaştayken (14 ile 22 yaş arası) yaptığı gizli namaz kılma ve benzeri eylemleri, anayasayı ortadan kaldırma suçu olarak lanse etmeye çalışıyor. Bu ifadeyi tanıdığım herkese gönderdim. İfadesinin sonunda da ailesi için koruma istiyor. Umarım verdiği ifade polis okullarında ve üniversitelerde ders olarak okutulur.
Devletin anlatmak istediği ile birçok mağdurun anladığı arasında uçurum var
Devletin veya siyasi partilerin bu konuda açık ve net bir politika ortaya koyduğu söylenemez. Ortada net bir yasa tasarısı yok, bir komisyon kararı yok. Cemaatlerin siyasete karışmamaları ve şeffaf olmayan şekilde para toplamamaları gerektiği söyleniyor ama bu sözlü düzeyde kalıyor. Rastgele suçlamalar, keyfi yaklaşımlar, bu belirsizliği derinleştiriyor.
“FETÖ” ifadesi kullanılıyor ama bunun içeriği tam olarak tanımlanmamış. Halkın da, KHK’lıların da anlayabileceği net bir çerçeve yok. Burada anlatılması gereken şey şu: Gülen, dini duyguları kullanarak siyaseti şekillendirmek istedi. Bu nedenle cemaatin finansal kaynakları hedef alındı. Bu anlatı, sade, açık ve şeffaf biçimde ortaya konmalı. Aynı zamanda, cemaat içindekilerin de artık kime, neye bağış yaptıklarını sorgulamalı. “Polis görmesin” diye değil, içten bir yüzleşme için şeffaf hareket etmeli. Muavenetin neye harcandığını bilmeden para vermek, ileride daha büyük mağduriyetlerin yolunu açabilir.
KHK’lılar veya cemaatteki diğer insanlar KHK sorunu için neler yapabilir?
Evet, tekrar olacak ama asıl konu şu: Demokratik yollarla iktidara gelen bir hükümeti ya da siyasi partileri, siyasal sistemin dışından müdahale ederek etkisizleştirmeye ya da yönlendirmeye çalışmak kabul edilemez. Cemaattekiler ve KHK’lılar bu noktada samimi ve kapsamlı bir şekilde yüzleşmeli. Bu, herhangi bir siyasi partiye özür borcu olduğu ya da haksızlığa boyun eğilmesi gerektiği anlamına gelmez. Aksine, geçmişte yapılan hataların tartışılmasını engellemek üzere üretilen söylemlerin ötesine geçilmesi gerekir. “Zulme uğradık, destek bekliyoruz” yaklaşımının yanında, eleştirel bir iç muhasebe sürecine de ihtiyaç vardır. Çünkü sadece mağduriyet üzerinden kurulan dil, karşı tarafı ikna etmiyor.
Bu muhasebeyi yaparken şu noktaya tekrar dikkatinizi çekmek isterim: Osman Şimşek şimdiye kadar dinlediğim en iyi ve en samimi açıklamaları yaptı. Konuşmasının bir yerinde “Mektubu Güle’ne elletmedim, parmak izi kalmasın” mealinde bir şeyler dedi… Ancak bu metnin içeriği darbeye karşı bir içerik ise Gülen’in bu mektubu yalayıp DNA’sını bırakması gerekmez miydi?
Zaten Gülen bol bol siyasi ayar veriyor kürsüsünde. Söyle oradan, “Darbe yapmayı düşünenler var, yapmasınlar” de, tarihe geçsin. Bir siyasetçiyi aşüfteye giderken uyardığını kürsüsünden millete söylüyor ama… Bu daha mı önemsiz? Bunu da haykır. Ama “Game of Thrones” oynamakla meşgul hocamız(!). Generaller istedi diye canlı programa çıkıyor. Güçlü, zengin ya da itibarlı zaafı var! Din tacirliği (Bank Asya’ya para yatırın demesini hatırlayınız) bunu gerektiriyor. Çünkü bunların güçle olan ikili korelasyonları pozitif yönde ve oldukça güçlü. Peygamber kılıçla yaptı, bu da parayla yapacak, belli ki öyle yorumluyor. Diğer taraftan da Gülen, Mehmet Değerli üzerinden kendisiyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynandığının farkında bile değil.
KHK’lıların kişisel olarak yapabilecekleri diğer şey ise cemaatin provokatif yayınlar yapan medya ve yazarlarına destek vermemeleri. Yine “muavenet” toplamayı, bu yardımlaşmanın adını da değiştirerek, yerelleştirebilirler. Hatta yardımlaşma konusunda AHBAP Derneği aracılığıyla muavenet toplama ve dağıtma işi yapabilirler. AHBAP çok güzel bir denetim mekanizması olan bir yardım hareketi.
KHK’lılar seslerini duyuracak “bağımsız” organizasyonlar kurmalı. Kendi temsilcilerini seçip siyasilere çözüm önerileri sunabilirler. KHK’lılar konuşmalarında Gülen konusunda da değerlendirme yapmaları gerekir. Çünkü bu yapılmadığı takdirde siyasi olarak cemaatin medyacıları KHK’lıları temsil etmeye çalışıyor -ki bu temsil gayretleri ters tepiyor. Çünkü bu medya organları provokatif yayın yapıyor. Yapıcı olmuyor, olamıyorlar. Çünkü bu insanlar Gülen’in kültürel mirasından kendilerini kurtaramamış maalesef. Yayınlarının içeriğini ve tonunu Türkiye sınırları içerisinden yayın yapıyormuş gibi yaparlarsa belki o zaman pozitif bir içerik üretebilirler.
Cemaat neden siyasi yayın yapmayı bırakmalı?
Çünkü siyasi yayınlar, siyasi bir planınız olduğunu gösterir ve bu aslında çok normaldir. Ancak siyasi partiniz yoksa anlamsız olur, para israfıdır. Açık siyasi bir bağlantınız veya gayeniz olması lazım, eğer siyaset hakkında yayın yapmak istiyor ve de gerçekten topluma olumlu bir katkıda bulunmak istiyorsanız.
Siyasi partiler toplumda pozitif değişim yapmayı hedefleyen kurumlardır temelde. Bu partilerin medya yapılanması olması normal. Çünkü halka veya seçmenlerine ulaşmayı amaçlarlar. İnsanlara projelerini anlatırlar. İnsanları dinlerler. Cemaat medyasının amacı belli değil. Amacı belli olmayan bir yapılanmada da başındaki güçlü insan kimse, parayı kim yönetiyorsa onlar kararı verir. Para verenin, para verme dışında o kişileri yönlendirme gibi bir imkanı olmaz.
Siyasi eleştiri elbette herkesin hakkı. Ama içi boş, kışkırtıcı ve tek taraflı olursa, bu eleştiri fayda yerine zarar verir. Özellikle siyaseti dışarıdan yönlendirmeye çalıştığı ve bu yüzden darbe ile ilişkilendirildiği için birçok insanın mağduriyetine yol açtığı iddia edilen bir yapının, en azından etik açıdan siyasi konularda daha dikkatli olması, hatta bu konularda bir daha yayın yapmaması gerekmez mi?
Neden hiçbir siyasi parti KHK’lılara destek olmuyor?
KHK mağdurları en başta felsefi olarak bunu tartışmalı. Siyasiler KHK’lıları muhtemelen şöyle ya da böyle demokratik siyasi düzeni tanımayan bir grubun ferdi olarak görüyor. O yüzden KHK’lılar Gülen’in bu siyasi yüzünün yanlışlığını samimi olarak kabul ederek siyasilerle, hatta bu partilerden birine üye olarak harekete geçebilir.
Cemaat ve KHK’lılar da, Gülen’in bu antidemokratik kültürel mirasını açıkça reddederek işe başlamalı, eğer topluma gerçekten entegre olmak istiyorlarsa. Bu olmadığı sürece hiçbir siyasi size gerçek manada bir çözüm üretemez. Sizin net olmayan tavrınız muhtemelen siyasi partilerce “halen Gülenin çarpık ideolojisini benimsiyor” şeklinde yorumlanıyor. Bunu KHK’lılar için af konusunun siyasilerce gündeme alınmamasından dolayı çıkarımda bulunuyorum sadece. Cemaat bireylerinin ve KHK’lıların toplumla barışıp sine-i millete dönmesi gerekir.
KHK’lıların KHK TV gibi platformlarda kişisel hikayelerini anlatmaları çok önemli. Ancak burada konuşan mağdurların Gülen konusunda da düşüncelerini paylaşması gerekir. Çünkü bu sorunun temelinde Gülen var. Mağdurların, Gülen’in insanları siyasi olarak sömürdüğü konusununda kafa yorması ve yorum yapması gerekiyor. Gülen yolsuzluktan bahsediyor, yanı başındaki Cevdet’in yolsuzluğuna göz yumuyor. Osman Şimşek’e “sana Pakraduni diyorlar” diyor ve Osman Hoca’dan şamar gibi cevap geliyor Gülen’e. Hiç utanmış mıdır Gülen merak ediyorum, Osman Şimşek’in o harika cevabını duyunca? “Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun ayetlerindendir” ayeti Pakraduni ve Persleri kapsamıyor mu yoksa?
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Din, toplum ve siyaset üçgeninde denge arayışı
Aynı dünyada hem bir çeşit dine inanan var, hem de inanmayanlar var. Herkes mutluluğu nasıl elde etmek istiyorsa öyle bir hayat yaşıyor. Kimse diğer kişilere veya bir grup başka bir gruba tehdit olmadığı sürece toplumsal huzur olasılığı çok yüksek. Hem din hem de dinsizlik faşist amaçlarla kötüye kullanılabilir. Burada dinler kısmını tartışacağım konuyla ilgisi olduğu için. Hassas bir konu ancak akademide her konu tartışılır.
Bütün kutsal kitaplar bir bakıma tarihî birer kitaptır. Kendi zamanlarını anlatır. İnsan hayatını anlattığı için günümüze bakan yönleri oralardan alınacak dersler de vardır elbette. Mesela Kur’an-ı Kerim 6. yüzyılı anlatır. Ancak bu kutsal metinlerin günümüze uygulanması imkansıza yakındır. Çünkü her dönemin problemleri, hayat felsefesi, adetleri değişiklik arz eder.
Kutsal kitaplar kendi bağlamlarında değerlendirilmelidir. “Benim yorumum en doğrudur” diyen herkes, kaçınılmaz olarak çatışma üretir. Bu nedenle Diyanet gibi kurumlar toplumsal rehberlik açısından önemlidir. Herkes kendi kafasına göre dini yorumlamaya başlarsa, toplumda bitmeyen bir döngü oluşur. Said Nursi ve Gülen örnekleri bunu bize açıkça gösteriyor.
Yine dinleri özellikle de siyasi alana sokmaya çalışırsanız dünyada ve Türkiye’de iç ve dış tehditleri araştıran demokratik düzenin koruyucusu olan istihbarat ve güvenlik servislerinin radarına girersiniz. Bu servisler sizi şahıs olarak hedef almıyor aslında. Dinin toplumu ayrıştırıcı olması, faşizan amaçlı suistimali hemen her gelişmiş toplumda takip edilen ve akademik olarak da çalışılan konulardır.
Bu nedenle kutsal kitaplar konteksti içerisinde değerlendirilmelidir. “Benim yorumum en iyisi” derseniz insanlarla, medeniyetlerle çatışır durursunuz.
Yine mesela, Peygamberin “Müjdeler olsun ahir zamanda gelecek gariplere, onları kimse anlamayacak” sözünü, “evet, o garipler biziz” imalarıyla parlatan Gülen gibi, kutsal kitabı veya metinleri kafana göre yorumlamaya kalkarsan ve başka fikirlere kulağını tıkarsan, gerçekten “garip” (weirdo) biri ya da grup olur çıkarsın.
O yüzden Diyanet İşleri Başkanlığı bir gereksinimdir. Dini kitaplar, dindarları dindar olmayan halkla çatıştıracak şekilde yorumlanmamalı; işinin ehli Diyanet personelince yorumlanmalıdır. Herkes kendi kafasına göre yorumlarsa Said Nursi ve Gülen’in ortaya çıkardığı toplumsal sorunlar hiç bitmeyen bir döngü (fasit döngü) olarak sürekli tekrarlanıp durur.
Dinin siyasi suistimalini engelleyecek bir anayasaya ihtiyacı var bence. Bu düzenleme Atatürkçülük soslu faşizmin de önüne geçecektir. Bu bozuk döngüyü kırmak ve daha huzurlu, herkesin inancını rahatça yaşayabileceği bir topluma ulaşmak için çok önemli bence. Bu da toplumun ama özellikle de barışçıl ve farklı fikirlere saygılı siyasilerin, sosyal bilimcilerin ve din adamlarının işbirliğiyle olacaktır.
Sonuç ve bazı notlar
Sekiz yıl boyunca Polis Koleji ve Polis Akademisi’nde, halkımızın vergileriyle eğitim aldım. Aynı şekilde yüksek lisans ve doktora eğitimim de kamu kaynaklarıyla gerçekleşti. Bu nedenle, bu konuda yazmayı bir toplumsal hizmet (community service) olarak görüyorum.
Burada yazdıklarımın benzerini yaklaşık dokuz yıl önce BİMER’e faks yoluyla iletmiştim ancak bir geri dönüş alamadım. Bu metni daha sonra Ruşen Bey’e de gönderdim çünkü birbirimizi hiç tanımıyoruz.
Yurtdışında birçok akademisyen yalnızca akademik yayın yapmıyor, aynı zamanda toplumsal meselelerde fikir beyan ediyor. Ya medyanın isteği üzerine ya da kendi girişimleriyle toplumsal konularda gazetelerde yazıyorlar. Türkiye’de de muhtemelen böyledir.
Yine yazıyı İngilizce olarak başka bir yayın organında kaleme almayı da düşündüm, ancak doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren bir konu olduğu için Türkçe yazmayı ve Türkiye’de bu konuyla ciddi ilgilenen bir platforma göndermeyi tercih ettim.
Yazılarımda açık kimlik kullanmama nedenim, bu konunun hassasiyeti ve sert gözüken bir duruşumun olması. Ancak KHK’lıların mağduriyeti o kadar büyük ki bu sert duruş bile belki yetersiz. Çok değer verdiğim bir devreme bu konuyu daha önce açmıştım zaten. Yazıyı sosyal medyada görünce o aradı beni, sen mi yazdın diye. Bu yazı kimseyi hedef almak, incitmek amacıyla yazılmadı. Ailem ve işlerim nedeniyle zamanım sınırlı; bu nedenle yapıcı bir katkı dışında polemiklerden uzak durmak istiyorum.
Gülen hareketi içinde olan hiç kimseyle bireysel düzeyde bir olumsuzluk yaşamadım. Hâlen KHK mağduru olan arkadaşlarıma zaman zaman maddi destekte bulunuyorum. Cemaati oluşturan bireylerin yüzde doksanını da gerçekten Tanrı’ya ve topluma hizmet amaçlı ve iyi niyetli olarak görüyorum. Hatta manipülatif gördüğüm insanlar bile bunu dini duygularına kapılarak yapıyor olabilirler.
Son olarak belirtmeliyim ki, bu yazıları yazmak için herhangi bir kurum ya da kişiden destek veya ücret almadım. Yazma fikri tamamen bana aittir. Medyascope’un bu yazıyı yayımlama yönündeki olumlu tutumunu da takdir ediyorum. Ruşen Bey ile her konuda aynı düşünmesek de bu farklı görüşlerin aynı platformda yer bulması, sağlıklı bir tartışma kültürü açısından çok kıymetlidir. Kendisine ve Medyascope ekibine tekrar teşekkür ederim.