Bahçeli’nin 22 Ekim’de yaptığı, Öcalan’ı güçlü bir aktör olarak siyaset sahnesine indiren, PKK’ya kendini feshettiğini açıklatan ve Bese Hozat liderliğinde silah bırakma seremonisi düzenleten çağrı, Baskın Oran’ın tabiriyle “Türkiye tarihinin en önemli olayına” yol açtı.
Bu çağrı, hiç kuşkusuz ki bir milat ve seneler sonra “22 Ekim” bu toprakların en hayırla anacağı günlerden biri olmaya aday.
Silahların bırakılmasıyla birlikte en kritik aşamalardan biri daha geçildi ve çözümü kalıcı barışa ulaştırma konusunda hayati bir adım atıldı.
Türkiye’nin rejimini demokrasiyle taçlandırmasının önünde hiçbir bahane kalmadı.
Dünya çapında bir Ortadoğu uzmanı olan gazeteci Cengiz Çandar’ın Mezopotamya Ekspresi adlı kitabını on küsur sene sonra yeniden okurken, aklımda Bahçeli’nin çağrısı ve sonrasında yaşananlar vardı hep.
Cumhurbaşkanı Özal’ın Ortadoğu danışmanlığını da yapan Çandar’ın Kürt sorununa dair bazı çözümlemelerini ilk okuyuşta ıskalamış olduğumu fark ettim.
Mezopotamya Ekspresi’nin temel çatışması, Cumhurbaşkanı ile “devlet”in Kürt sorununa yaklaşımdaki ayrımda billurlaşıyor.
Bugün herkesin “kayıp on yıl” diyerek andığı, faili meçhul cinayetlerle, kronik enflasyonla, bankaların içinin boşaltılmasıyla, postmodern darbeyle geçen 90’ların daha başında, Özal Cumhurbaşkanı olarak henüz yeni filizlenmekte olan son Kürt isyanını bitirmeye niyetlenmişse de karşısında devletin bir kanadını bulmuştu.
O günlerin tanığı olan Çandar’ın şahitliği hayli çarpıcı:
“Ben ‘Talabani aradı…’ der demez, sol eliyle sağ kolumu kavradı, ‘Bunu sonra konuşuruz,’ dedi. (…) devam ediyordum ki, kolumu daha kuvvetle sıktı ve sağ elin işaret parmağını koltuk hizasından yukarı doğru hareket ettirerek ön koltukta oturan ya beni gösterdi ve tekrar ‘Bunu sonra konuşuruz,’ diyerek beni konuşturmamakta ısrar etti. Ön koltukta, Cumhurbaşkanı’nın tam önünde, binbaşı rütbesindeki yaver oturuyordu.”
Çandar devam ediyor:
“Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, bir başka deyişle ‘Başkomutan’, binbaşı rütbesi taşıyan yaverinin bulunduğu bir ortamda bir Kürt liderin isminin geçeceği bir konuşmayı yapmaya çekiniyordu. Turgut Özal çok güçlü bir isimdi ama konu ‘Kürt sorunu’yla ilgiliyse, Türkiye’de askerin konumu ve tavrı, Özal gibi bir cumhurbaşkanının bile en basit bir diyaloga girmesine engel teşkil ediyordu.”
“Kürt sorunu” tabirini kullanmaktan çekinmeyecek, TRT’nin Kürtçe yayın yapmasını önerecek, Talabani’yi Çankaya’da ağırlayacak kadar cesur olan Özal, Cumhurbaşkanı olsa dahi adımlarını hayli temkinli atıyor, kimi zaman istediklerinin çok azını hayata geçirebiliyordu.
Çandar, Özal’ın “Türkiye’nin Iraklı Kürtlerle acilen ilişki kurması gerektiğini” düşündüğünü söylüyor; bu ilişkinin kısa bir zaman sonra yakınlaşmaya dönüşeceğini de ifade ediyor.
Üstelik, devletin Kürt ve Kürdistan sözcüklerini kullanmamak için bin dereden su getirdiği bir dönemde, devletin tepesindeki kişi bütün bu tabuları kırmaya hazır olduğunu da etrafıyla paylaşmaktan çekinmemişti.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
“Ankara’nın Irak statükosunun sürdürülemezliğini görememesi, Soğuk Savaş sonuçlarını ve bunların başta Irak olmak üzere tüm bölgeye izdüşümünü seçememesi ve konvansiyonel yaklaşımından vazgeçmemesi, Turgut Özal’ın izlemek istediği siyaset açısından büyük sıkıntı oluşturuyordu. Ankara’daki bu konvansiyonel devlet çizgisi, tam zıddında yer alan Turgut Özal’ın 1993’teki ölümünden sonra, karşısındaki en büyük dirençten kurtulacak ve 1990’ların geri kalan bölümünde daha da tahkim olacaktı.”
Bir başka yerde ise şöyle yazıyor:
“Özal sonrası dönemde, Türkiye’nin kendi Kürt sorununda da Turgut Özal’ın yaklaşımı terk edildi. Özal sonrası yıllar, özellikle bu son ilişki bağlamında, Türkiye’nin olağanüstü pahalı bir bedel ödediği yıllar oldu.”
Özal, Türkiye’nin ancak bölgedeki bütün Kürtleri kapsayarak büyüyebileceğini düşünürken, devlet güvenlikçi “Kürt karşıtı” politikalardan yana durarak muhtemel bir sürecin ölü doğmasına yol açtı.
Cengiz Çandar’ın “Kürtler için iyi olan, Türkiye için de iyi olacaktır” formülü, danışmanlığını yaptığı dönemde, tuhaf bir şekilde devlet değil ama devletin tepesi tarafından benimsenmişti.
Özal’ın ölümüyle birlikte, kaybolan yıllar 28 Şubat darbesiyle korkunç bir hal aldı.
Askerin bin sene süreceğini öngördüğü ama beş sene bile zor dayanan 28 Şubat zihniyeti, Kürt sorununu da içinden çıkılmaz bir Arap saçına çevirmişti.
Çandar’a kulak verelim: “AK Parti, 1993’ten sonra uygulanmakta olan ve esas olarak Irak’ta Kürt oluşumunu önlemeye yönelik politikayı da değiştirmeye başladı.”
Başbakan Erdoğan’ın 2005’teki “Kürt sorunu, benim sorunumdur” çıkışı, Çözüm Süreci ve Akil İnsanlar Heyeti derken, çözüm kalıcı bir barış zemini bulamayınca yine kayıp seneler yaşadık.
Mezopotamya Ekspresi, Bahçeli’nin çağrısının, devletin otuz küsur sene sonra Özal’la benzer bir çizgiye gelmiş olabileceğini düşündürdü bana.
Tarihi bir fırsat kapısı aralandı.
Bugün yapıcı, kararlı ve temkinli bir şekilde o yoldan yürümemek için hiçbir engel yok.