Kemal Can yazdı: Süreç komisyona havale

Türkiye’nin siyasi gündemi, önümüzdeki birkaç hafta boyunca Meclis’te oluşturulacak “süreç komisyonu” tartışmaları etrafında şekillenecek. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un partilerden istediği üye sayısı, nasıl bir sayısal tablo amaçlandığı ama asıl olarak meselenin nasıl bir yola itilmek istendiği hakkında fikir veriyor. Gelen haberlere göre 51 kişilik komisyon, 21 üyesi AKP, 4 üyesi MHP, bir HÜDA-PAR ve bir de DSP olmak üzere Cumhur İttifakı’nın salt çoğunluğu (üstelik DEM olmadan) sağlayabileceği şekilde oluşturuluyor. Elbette komisyonun çalışma prensipleri, karar alma yeter sayısı (nitelikli çoğunluk) gibi teknik düzenlemelerle resmi daha da netleştirecek. Ayrıca komisyonun faaliyet sahasıyla ilgili belirsizlik de devam ediyor. İktidar (Erdoğan) kanadındaki eğilimin, “silahsızlanma” sonrası ihtiyaçlara daraltılmış teknik bir fonksiyonda kalma olduğu söyleniyor.

Anlaşılan komisyonun kuruluşunu -belki Anayasa komisyonu ile birlikte- sonbahara bırakmak isteyen Erdoğan, DEM, Öcalan ve kısmen Bahçeli’nin baskısıyla erkene almayı kabul etmeyi, bu koşulları dayatma imkanı olarak değerlendirme niyetinde. Bu yaklaşım, “tarihi” konuşmasındaki “üçlü yol arkadaşlığını” dayatma ve yeni bir siyasi hat çizme amacıyla da paralel duruyor. DEM üzerindeki karşı bloka geçme suçlaması ve CHP’nin üzerindeki süreçten ve Kürtlerden uzaklaşma baskısı artacak. İYİP’in önümüzdeki günlerde “süreç karşıtı” mitinglere başlayacak olmasının zamanlaması da dikkat çekici. Yani komisyon tartışmaları basit aritmetik hesaplardan daha geniş sonuçlar doğuracak. Alınacak pozisyonlar, siyasi alanın sınırları ve hatları belki yeniden belirlenecek veya en azından böyle bir niyet açıkça görülüyor.

Komisyon neden önemliydi? 

Haftalardır üç sürecin (“Terörsüz Türkiye”, 19 Mart ve Anayasa) ayrı ayrı ve ilişkileriyle siyasi gündemi nasıl etkilediği üzerine tartışıyoruz. Bu üç sürecin bir noktada birbirine katılacağını ve asıl mücadelenin de bu ilişkilenme hakkında olduğunu yazıyorum. Bu konudaki önemli eşiklerden biri, süreç için kurulacak Meclis komisyonuydu. Şimdiye kadar son derece kapalı yürüyen “sürecin” siyasete ve kamuya açılacak kapısı olması açısından kritik bir eşikti. Siyasi muhatapları ve onların süreci etkileme imkanları bakımından önemliydi. DEM açısından, “sürecin iletişim başkanlığı” görevindeki yalnızlığını ve yükünü hafifletmek için gerekliydi. Şimdiye kadar süreci “devletle” yürüttüğünü söyleyen ama siyasi muhatapları genişletmek isteyen Öcalan için lazımdı. (Hatta önerilerini komisyona yapacağını söylemişti) Peşin olarak süreç karşıtı blokta yer almayıp, sokaklardan gelen çoğunluk enerjisini -kapsayıcı- siyasi belirleyiciliğe dönüştürmek isteyen CHP için de önemliydi. Hem DEM’i karşı bloka gönderme hevesine basiretle direnen Özel-İmamoğlu ekibi için hem de 2022’den beri her fırsatta Kürtlerden uzak olma gerekçesi bulan -içeride kalmış veya dışarı çıkmış- plana sadık kesimler için argüman kaynağı olarak da son derece verimli.

Erdoğan, sürecin başından itibaren kimi zaman sessizliği, kimi zaman ilgisizliği, kimi zaman da yavaşlığıyla dikkat çekti. Bunu rol paylaşımı olarak görenler, zararı minimize etmek için Bahçeli’yi “koçbaşı” olarak kullandığına çabuk ikna oldu. Ancak kronolojinin çeşitli duraklarında, Bahçeli, DEM sözcüleri, Öcalan veya PKK yöneticileri ve bazen de CHP tarafından meselenin başka yönleri olduğuna dair değerlendirmeler duyduk. Erdoğan’ın “tarihi açıklama” diye sunulan ve “süreci ilk kez bu kadar güçlü  sahiplendi” diye yorumlanan sözleri, şimdi komisyon konusundaki tutumla birlikte düşünülünce; niyet, yaklaşım ve yöntem farkları yine ortaya çıkıyor. Erdoğan, bu (veya bir) proje -kim tarafından kurgulanmış olursa olsun- önüne geldiğinde ilk bakacağı şey; “bu benim işime nasıl yarar?” sorusunun cevabı olur. “Süreci sahiplendi” denilen Erdoğan, aktörleri azaltarak ve kapsamı daraltarak kendisini merkeze yerleştirdi. Sürece katkı vermekten çok, süreci kendisine hizmet edecek ve herkesin onu asıl muhatap saymasını sağlayacak hale sokma çabasında. Erdoğan süreci önemseyip çıkacak sonuçtan yararlanmak yerine, faydayı (kontrolü) cebine koyarak ilerlemek istiyor.

Sürecin zorlananları: DEM ve CHP

Erdoğan, attığı taşın başka kuşları da vurmasını bekliyor. Sürecin -biri içinden diğeri dışından- iktidarın tam hakim olamadığı sınır hattındaki CHP ve DEM’in hareket alanını daraltmak gibi. Önce DEM açısından bakalım. Sürecin, demokratikleşmeye evrilme ihtimali yüzünden desteklenmesi gerektiği iddiası, iktidarın tutumuyla hızla zayıflıyor. MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın, DEM sözcülerinin dile getirdiği “19 Mart’ı durdurma/yavaşlatma” gereğine, “bu konu siyasi” cevabını vermesi, siyasileştirme engellerine dikkat çekiyor. Oysa süreci siyasileştirmek, DEM’in mevcut veya yenilenen haliyle devamı ve etkisi konusunda son derece kritik. Aktör azaltılması ve kapsam daraltılması ise DEM’i -zaten hem içeriye hem dışarıya karşı sıkıntıya sokan- araçsal role iyice gömebilir. “Sürecin yolcuları ve karşısındakiler” gibi bir “siyasi” hat tarif edilmesi de, her iki tarafta da yalnız kalmaya/bırakılmaya yol açabilir. Kürt kamuoyunda sanıldığından daha küçük bir kesimin desteğini alan “hazır fırsat gelmişken CHP’den (soldan) iyice uzaklaşmak, -sanılanın aksine- pazarlık kozlarını tamamen yok edebilir. O zaman DEM Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın “kötü ifade” nedeniyle “şantaj” diye yorumlanan “masada olma zarureti”, asıl onlar için bir esarete dönüşebilir. Eski süreçlerde deneyimlendiği gibi pazarlıkta yalnızlık her zaman avantaj değil. 

CHP, Özgür Özel ve İmamoğlu’nun yeni stratejisi ve senelerdir tekrar ettiği “çözüm yeri Meclis” tezi açısından, sürece ve komisyona peşin baraj koymamıştı. Ancak iktidarın tutumu ve giderek artan iç-dış baskı, durumu idare etmeyi zorlaştırıyor. Bir tarafta herkesi -ne söylerse söylesin- DEM’in doğal yerinin karşı blok olduğuna -ama önce de DEM’i- iknaya çalışanlar, bir tarafta ise çok haklı sorularla şüphelerini paylaşanlar var. İlk grup için söylenecekleri erteleyip ikinci gruptaki yaygın endişelere bakalım. Açıkçası herhangi biri için haksız veya dayanaksız demek pek mümkün değil. Meclis aritmetiğini yansıtan bir komisyondan faydalı sonuç almanın imkansızlığı veya “Yenikapı” hatırlatmasıyla iktidara meşruiyet kazandırma riski ya da Erdoğan pragmatizminin sınırsızlığı. Bu kaygılara yaslanarak, CHP’nin süreç desteği ve komisyona katılmasını oy kaybından ihanete kadar uzanan gerekçelerle kabul etmeyenler olduğu gibi, şimdilik temkinli farkındalığı yeterli bulanlar da var. CHP yönetiminin ve İmamoğlu’nun yaklaşımı ise bu endişeleri dikkate almak, dile getirmek ama gerçekleşmeden olmuş muamelesi yapmamak gibi duruyor. Bir anlamda, süreci Erdoğan’a teslim/terk ederek, erkenden “karşı kıyıda” pozisyon almayı mümkün olduğunca geciktirmek istiyorlar. Çünkü böyle bir pozisyonlanma, belki de siyasi mücadele hattının yine iktidar tarafından belirlenmesini kabul anlamına gelebilir. Yani “meşruiyet sağlama” tek yerde doğan bir risk değil.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Buradan çıkacak sonuç

Yaklaşık on ayını -onun da ancak bir kısmını- görüp izleyebildiğimiz süreç, acil tartışmaları tetikleyen bir aşamayı daha geçmek üzere olabilir. Son derece işlevsiz ve sembolik veya araçsal ve teknik mesele olarak kalabilecek “komisyon hadisesi”, siyasi aktörlerin hepsinin yeniden pozisyonlandığı bir eşik haline gelebilir. Ve seçilen yol daha sonra dönüş ya da bağlantı da vermeyebilir. Sürecin kendisinin nasıl ilerleyeceği konusunun dışında, siyasi alanın (gündemin) yeni parametreleri de bu tartışmalardan çıkabilir. Dolayısıyla geçen yıl ekim ayında sürprizli biçimde başlayan süreçte erkenden söylendiği gibi; “olay gayet basit, verilecek tepki de gayet açık” diye düşünmek yine pek de isabetli görünmüyor. Kimin gerçekte ne istediği, kimin aslında nasıl düşünülmesini beklediği de hesaba katılması gereken noktalar.

Ayrıca meselenin bölgesel dış dinamiklerle bağlantısı yine gözlerden, dikkatlerden fazla uzağa taşındı. En keskin genellemeler, en tanıdık çıkarımlar kullanılarak -bilinçli veya bilinçsiz- bir düşünme tembelliği teşvik ediliyor. (“Kimin oyunu” olduğunu bilmek karşı siyaset üretmek için şart ama yeterli değil) Erdoğan’ın meseleyi kontrolüne alarak iyice ve hızla iç dinamik operasyonuna çevirme gayreti, işin sınır ötesindeki tarafında durumun giderek karıştığını ya da karışabileceğini düşündürüyor. Fidan’ın uzun suskunluğun ardından yaptığı PYD uyarıları, Bahçeli’nin benzer imalarla “iç cephe tahkimi” hatırlatmasını da unutmamak lazım. CHP’nin hayli uzun süren Kalın görüşmesinde neler anlatıldığını ve CHP’nin kararında bunların etkisini ise şimdilik bilmiyoruz. Belki açıklanırsa öğreneceğiz, belki de CHP’nin verdiği karardan çıkarmaya çalışacağız.