Gökhan Bacık yazdı | İdeal üst kimlik arayışları: “Türkiyelilik” olur mu?

Türkiye’de Kürt meselesi başta olmak üzere kimlik tartışmaları kaçınılmaz olarak Anayasa’nın 66. maddesine odaklanmaktadır. Bu madde, ‘Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür’ diyerek teknik açıdan karmaşık, hatta bir bakıma melez bir model sunar. Çünkü bir yandan Türklüğü etnik bir kimlik olarak tanımlamazken, diğer yandan vatandaşlık üzerinden tarif eder. Ancak sonuçta, etnik olarak Türk olmayanları da ‘Türk’ olarak tanımlar.

Maddenin kritik bir önemi de, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ dememesi ve devleti ‘Türk devleti’ olarak tanımlamasında yatmaktadır. Başlangıç bölümündeki atıf dışında, Anayasa’da Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘Türk devleti’ olduğu sadece bu maddede açıkça ifade edilir. Bu nedenle madde, Türk tarihsel devlet geleneği açısından tabiri caizse ‘kutsal’ bir öneme sahiptir.

Bu madde nedeniyle Türkiye’de iki farklı Türk kimliği kavramı ortaya çıkar: Birincisi, etnik Türk kimliği; ikincisi ise anayasal Türk kimliği. Bu durum, bir etnik kimliğin aynı zamanda üst kimlik olarak kabul edilmesini beraberinde getirir. Bazı Kürtler bu yaklaşıma itiraz etmekte ve doğrudan etnik bir kimliğe atıfta bulunmayan yeni bir üst kimlik bulunmasını veya oluşturulmasını talep etmektedir.

İdeal bir üst kimlik var mı?

Dünyada ideal bir üst kimlik yoktur. Hangi örnek verilirse verilsin, onun tersi de kolayca bulunabilir. Genellikle etnik bir kimliğe işaret etmeyen üst kimliklerin daha kapsayıcı olduğu düşünülür; örneğin ‘Amerikalı’ gibi. Ancak bir yerli için, topraklarını kolonize etmiş bir Batılının adının üst kimlik haline gelmesi sorgulanabilir bir durumdur. Örneğin, yerliler üzerine Amerikan üniversitelerinde ilk kürsülerin kurulmasına öncülük eden Jack D. Forbes (1934–2011), ‘Amerika’ kelimesini reddetmiş, onun yerine ‘Maraca’ ya da ‘Amaracapa’ gibi isimler önermiştir. Benzer şekilde, Türkiye’de bazı çevreler ‘Osmanlı’ üst kimliğini idealize eder. Ancak bu kimlik bugün devam etseydi, farklı kesimler tarafından sorgulanabilirdi.

Kısacası, toplumun gerçekliğini ve çeşitliliğini tam olarak yansıtan ideal bir üst kimlik bulunmamaktadır. Bu nedenle pek çok anayasa incelendiğinde çelişkiler görülür. Örneğin, Mısır ve Ürdün anayasaları, bir ‘Mısır’ ya da ‘Ürdün’ halkının varlığını kabul etmez; kendilerini Arap milletinin bir parçası olarak tanımlar. Ancak vatandaşlık uygulamaları farklılık gösterebilir.

Öte yandan, ‘–li’ veya ‘–lı’ ekleriyle oluşturulan kimlik örnekleri Türkçeye çevrilirken sorunlar yaşanabilmektedir. Yine de bu ekleri kullanan bazı anayasalar vardır. Örneğin Irak Anayasası (20. madde) merkezi bir şekilde olmasa da ‘Iraklılar’ (al-‘irakiyyun) ifadesini bir bağlamda kullanır. Ancak ‘Norveçli’ veya ‘İsviçreli’ gibi örnekler Irak’taki duruma birebir karşılık gelmez. Burada ince bir mesele, İngilizce ‘English’ gibi kelimelerin Türkçeye çevrilmesindeki zorluktur. ‘English’, kelimesi kelimesine çevrildiğinde ‘İngiliz’ demektir; ‘İngiltereli’ anlamına gelmez. Bu durumda, İngiltere’den olmayan ama etnik olarak İngiliz kabul edilen kişiler olabilir. ‘Swedish’ gibi daha az yaygın kavramlar ise Türkçeye doğrudan ‘İsveçli’ şeklinde çevrilir. Bu tür çeviri farkları, bazı şeylerin başka yerlerde de bizim düşündüğümüz gibi olduğu izlenimini doğurur. Örneğin, ‘Polish’ kelimesinin karşılığı ‘Polonyalı’ mıdır, yoksa ‘Leh’ mi? Bu örnekler gösteriyor ki, bir kelimeyi bulup örnek olarak sunmak, tek başına açıklayıcı değildir.

Üst kimlik tanımlamada iki ilke

Birinci ilke: ‘Vatandaşlığın ne olduğunu etnik olarak tanımlamaktan kaçın.’ Bu ilkeye göre, anayasalar vatandaşların haklarını ve vatandaşlığın nasıl kazanıldığını açıklarken, bireylerin etnik kimliklerini tartışmamalıdır.

İkinci ilke: ‘Tarihsel tecrübeleri ve mirası bir kenara itme.’ Pek çok anayasa geçmişte yazılmıştır ve bugünden bakıldığında bu metinler sorunlu görünebilir. En gelişmiş ülkelerin hukuk metinlerinde dahi bugün ‘skandal’ olarak nitelenebilecek ifadeler bulunabilir. Bu nedenle anayasalarda günümüz ihtiyaçlarına uygun değişiklikler yapılmalıdır; ancak ‘tarihi düzeltme’ gibi naif yaklaşımlar benimsenmemelidir.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Revizyonizm, entelektüel olarak ilgi çekicidir; ancak bu süreç dengeli yürütülmelidir. Örneğin, bazı İslamcı aydınlar erken Cumhuriyet dönemine oldukça revizyonist yaklaşır. Oysa revizyonizm tek yönlü değildir. Bir liberal vatandaş da İslam tarihine revizyonist bakarak, kölelik gibi utanç verici uygulamaları gerçekleştirenlerin tarihten çıkarılmasını talep edebilir. Alevi revizyonizmi Yavuz Sultan Selim’i sorgularken, Sünni revizyonizm de Şah İsmail’in şiddet siyasetini hatırlatabilir. Örneğin, Kemalist tarihte Dersim olayları yeniden değerlendirilecekse, Fatih Sultan Mehmet’in insanları diri diri yaktırdığı olaylar da Osmanlı tarihi içinde işlenmelidir. En azından, yirmi yaşında hamile bir cariyenin, karnındaki bebeğiyle birlikte bir çuval içinde İstanbul Boğazı’nda boğdurulmasının vahşet olduğu lise öğrencilerine anlatılmalıdır. Karşı-revizyonizmi kabul etmeyen revizyonizm salt bir safsatadır.

Bu tartışmalar şunu göstermektedir: Revizyonizm gereklidir ve tarihe eleştirel bakış şarttır. Ancak bu yaklaşım, makuliyet ve toplumsal gerçeklik gözetilerek yürütülmelidir. Aksi halde, katı olan her şey buharlaşabilir.

Öneri

‘Türkiyeli’ kelimesi, ‘Nerelisin?’ sorusunun cevabıdır ve bu nedenle teknik olarak ‘Kimsin?’ sorusuna, yani kimlik meselesine karşılık gelmez. Öte yandan, Türkiye’de ‘Kimsin?’ sorusunun ortak bir cevabı bulunmamaktadır. Dolayısıyla, Anayasa’nın 66. maddesi yeniden yazılacaksa —yukarıda belirtilen birinci ilkeye paralel olarak— bu soruya yanıt verirken etnik bir kavrama yer verilmemelidir.

Öte yandan, ikinci ilke olan ‘tarihsel mirası inkâr etmeme’ yaklaşımı doğrultusunda, ‘Türkiyeli’ yerine madde şu şekilde düzenlenebilir: ‘Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türkiye vatandaşıdır.’ Bu ifade, bazı tekrarlar içerse de kimlik meselesini etnik düzlemden çıkarır. Aynı zamanda, ‘Türkiye vatandaşı’ ifadesi mevcut anayasanın ruhuyla da uyumludur. Zira Anayasa’nın 1. ve 3. maddelerinde devlet ‘Türkiye Devleti’ olarak da tanımlanır. Bu durumda, ‘Türkiye Devleti’ varsa, ‘Türkiye vatandaşı’ da denebilir.

Resmi olarak tüm yurttaşları ‘Türkiye vatandaşı’ olarak tanımlayan bu yaklaşım, ‘Kimsin?’ sorusunun yanıtını sokağa, aileye, yani toplumsal yaşama bırakır. Böylece isteyen ‘Türk’üm’, isteyen ‘Türkiyeliyim’, isteyen de ‘Türkiyeli Kürt’üm’ diyebilir.