Ruşen Çakır’ın konuğu Mümtaz’er Türköne, Cumhur İttifakı’ndaki Erdoğan- Bahçeli gerilimini “bilek güreşi” olarak nitelendirdi.
Mümtaz’er Türköne videoda, “Çözüm süreci dediğimiz sürecin yer aldığı masada, Erdoğan ile Bahçeli arasında bilek güreşi devam ediyor. Çünkü, çözüm süreci tek başına sarayın ve AK Parti kanadının işine gelmiyor. Hukuk ve demokrasi lazım. Otokratik bir yönetim, kendisini demokrasiye ve hukuka mecbur bırakan böyle bir sürece sıcak yaklaşmaz. Nitekim, gelişmeler de gösteriyor, kamuoyunu ikna etmek, yatıştırmak üzere bir hava yaratıldı. Erdoğan sürece sahip çıktığını söyledi. Ama somut hiçbir adım atılmadı. Somu adım dediğim ise şunlar: İnfaz yasası, kayyum meselesinin düzenlenmesi, AİHM ve AYM kararlarının uygulanması gibi. Mesela kent uzlaşısında hâlâ Resul Emrah Şahan içeride. Bütün bunlar çözüm süreci konusunda Cumhur İttifakı’nın iki ortağı arasında masa üzerinde bilek güreşinin devam ettiğini gösteriyor. Ortaya çıkan skandallara da bu gözle bakmak lazım” dedi.
İstanbul merkezli 5 ilde düzenlenen operasyonda Selahattin Yılmaz ile birlikte 10 kişi tutuklandı. Operasyon kapsamında “silahlı suç örgütüne üye olma” ve İBB soruşturmasında etkin pişmanlıktan faydalanan Aziz İhsan Aktaş’a “suikast hazırlığı” iddiaları yer aldı.
Bahçeli, Selahattin Yılmaz’a “ülküdaşım” ve “dava arkadaşım” sözleriyle sahip çıktı. MHP Genel Başkanı Bahçeli, “Özgür Özel’in Aydın’daki konuşmasında Selahattin Yılmaz ismini ‘kiralık katil ve suikastçı’ diye lanse etmesi ayıplı ve alçalmış bir dilin sonucudur” dedi.
AKP ve MHP arasında çatlak var mı?
Türköne, Bahçeli’nin Yılmaz’ı “ülküdaşım” sözleriyle sahip çıktığı açıklamayı değerlendirdi. Türköne, “Bahçeli’nin kullandığı dile dikkat edersek, orada kurduğu bazı denklemler var Cumhur İttifakı’na yönelik kesin bir hamleye girişmiyor. CHP üzerinden, AK Parti kanadına ayar geçiyor. Fakat en önemlisi, bir entrika olarak önüne konan Selahattin Yılmaz meselesine sahip çıkıyor. Yılmaz’a sahip çıkarak, tezgahı dağıtıyor. Gerçek olayı deşifre etmiş oluyor. Siyaset benzer entrikalarla yürüyor.” dedi.
AKP ve Bahçeli arasında çatlak var mı sorusunu yanıtlayan Türköne, “Aralarında bir rekabet var. Bu rekabet çok açık ve görünür bir şekilde. Bu rekabette saray, MHP’yi kontrol altına almaya çalışıyor. MHP’yi bir ortak haline getirmeye çalışıyor. Bunun içinde sağdan soldan birileri, ‘Başkanın Adamları‘ senaryo ve entrika yürütüyorlar” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Mümtaz’er merhaba. Mümtaz’er, biliyorsun bu çatlak meselesinin müellifi bir anlamda sensin. Daha çözüm sürecinin ilk başlarından itibaren yaptığımız yayınlarda, yazdığın yazılarda da Erdoğan’la Bahçeli arasında bir mesafe, farklılıklar olduğunu söyledin. Daha sonra 19 Mart bağlamında da Bahçeli’nin değişik dönemlerdeki açıklamalarından da hareketle yine farklılıklar olduğunu söyledin. Üzerinden bir tekrar geçelim. Görüşünde hâlâ aynı şeyi mi savunuyorsun? Hatta şöyle söyleyeyim, daha güçlü bir şekilde mi savunuyorsun, yoksa biraz revize ediyor musun?
Mümtaz’er Türköne: Çözüm süreci dediğimiz sürecin yer aldığı masada Erdoğan’la Bahçeli arasında bir bilek güreşi devam ediyor. Dikkatimizi oraya yoğunlaştırırsak bu sorduğun soruların hepsinin cevabını doğru bir şekilde alabiliriz. Çünkü çözüm süreci tek başına sarayın yani AK Parti kanadının işine gelmiyor. Hukuk lazım, demokrasi lazım. Otokratik bir yönetim kendisini demokrasiye ve hukuka mecbur bırakan böyle bir sürece sıcak yaklaşmaz. Nitekim gelişmeler de gösteriyor. Kamuoyunu ikna etmek, kamuoyunu bir şekilde yatıştırmak üzere bir hava yaratıldı, bir retorik geliştirildi. Erdoğan sürece sahip çıktığını söyledi fakat somut hiçbir adım atılmadı. Yani somut adım infaz yasası, kayyum meselesinin düzenlenmesi, AİHM ve AYM kararlarının uygulanması. Ve işte bu şeye kadar uzanan, kent uzlaşısından Şişli Belediye Başkanı hâlâ içeride. Sadece kent uzlaşısından. Onunla ilgili başka bir soruşturma yok. Bütün bunlar çözüm süreci konusunda Cumhur İttifakı’nın iki ortağı arasında masa üzerinde bir bilek güreşinin devam ettiğini gösteriyor. Ortaya çıkan skandallara da bu gözle bakmak lazım. Şimdi tam olarak olanı biteni anlayabilmek için şeyi kullanalım. Bu bir Amerikan filmi vardı, ‘‘Başkanın Adamları’’ diye. Aslında filmin orijinali “Wag the Dog”, yani ‘‘kuyruğu salla.’’
Ruşen Çakır: Evet.
Mümtaz’er Türköne: ‘‘Kuyruğu salla’’ demek, bu ‘‘Başkanın Adamları’’ veya ‘‘Başkanın Tüm Adamları’’nın anlamını değiştiriyor, filmin ana esprisini de değiştiriyor. ‘‘Köpek kuyruğunu sallıyor’’ demek, bir İngilizce deyim. Bizdeki tam karşılığı veya yakın karşılığı ‘‘cambaza bak.’’ Yani sen kuyruğu takip edeceksin ama gerçekte asıl olan biteni kuyruğa takıldığın için gözden kaçıracaksın. Film bu mantık üzerine inşa edilmiş bir film. Malum hatırlarsan bir skandal…
Ruşen Çakır: Dustin Hoffman oynuyordu değil mi?
Mümtaz’er Türköne: Evet, Robert De Niro’yla Dustin Hoffman’ın oynadığı bir filmdi. Bir skandal üzerine başkan koltuğundan olacakken Hollywood bütün Amerika’yı Amerika’nın bir savaşa girdiğine ikna ederek bu meseleyi çözüyor. Filmin konusu böyle bir konuydu. Yani küçük bir ayrıntıyı alıp onu devasa bir sorun haline getirip oradan asıl meseleyi unutturmak, onun üzerine çıkmak gibi bir stratejiyi ifade ediyor. Siyasal iletişimciler mutlaka severler bu filmi, çok ilham vericidir çünkü. Şimdi peş peşe patlak veren skandallar aslında bu masa üzerinde çözüm süreci etrafında olup biten şeyleri ikinci plana düşürmek ve meseleyi biraz da saptırmak için gündeme geliyor. Kullandıkları dil itibarıyla, özellikle bu Selahattin Yılmaz meselesinden sonra Bahçeli’nin yaptığı açıklamada kullandığı dile dikkat edersek orada kurduğu bazı denklemler var. Cumhur İttifakı’na yönelik kesin bir hamleye girişmiyor, CHP üzerinden Cumhur İttifakı’na yani AK Parti kanadına, saraya bir ayar geçiyor. Fakat önemlisi, bir entrika olarak önüne konan bu Selahattin Yılmaz meselesine sahip çıkarak, Selahattin Yılmaz’a sahip çıkarak tezgâhı dağıtıyor. Yani deşifre etmiş oluyor, gerçek olayı deşifre etmiş oluyor. Bu ilk defa karşımıza çıkan bir olay değil, sürekli benzer entrikalarla yürüyor siyaset. Genellikle de iktidarın otokratik olduğu, tek kişinin keyfi yetkilerine, kararlarına dayandığı iktidarlarda bu ‘‘Bizans entrikası’’ tabiri kullanılır, ‘‘saray entrikası’’ da denir buna veya ‘‘saray darbesi’’ gibi şeyler kullanılır. Bu son olay da böyle bir entrikaya benziyor. Senaryo yazılmış ‘‘Başkanın Adamları’’ filmindeki gibi, bu senaryoya uygun roller dağıtılmış; fakat çok kötü yazılmış, oyuncular çok kötü oynuyor ve maksat hâsıl olmuyor. Elde etmek istedikleri neticeyi hâsıl edemiyorlar. Şimdi hadiseye gelirsek yani tartışıyoruz, bu senin sorduğun sorunun karşılığı AK Parti kanadıyla, saray kanadıyla Bahçeli arasında bir çatlak var mı yok mu meselesi. Ben biraz daha gerçekçi baktığımı düşünüyorum. Bir rekabet var, aralarında çok açık, görünür bir rekabet var ve bu rekabette saray MHP’yi kontrol altına almaya çalışıyor, MHP’yi muti bir ortak hâline getirmeye çalışıyor. Bunun için de sağdan soldan birileri, o ‘‘Başkanın Adamları’’ senaryo üretiyorlar, entrika üretiyorlar. Mesela hatırlarsan bu Selahattin Yılmaz olayına benzer bir olaydı, Sinan Ateş’in eşinin saraya kabul edilmesi, Cumhurbaşkanı’yla görüşmesi. Hadisenin kendisi bir adli olay, yani hukuki bir boyutu var, çok önemli bir boyut, bir cinayet davası. Fakat siyasette inanılmaz bir karşılık buldu bu olay. Cumhuriyet Halk Partisi bir ara kullandı, Cumhuriyet Halk Partisi mitinglerine katıldı Ayşe Ateş. Gitti Cumhurbaşkanı’yla görüştü. Yani siyasi aktörler bu olayı kendi rekabet düzenleri için bir avantaja dönüştürmeye çalıştılar, kullandılar ve o zaman hatırlarsan Bahçeli saraya karşı, Erdoğan’a karşı en sert restlerden birini yaptı. Yani ‘‘görüyorum elini, böyle olursa şöyle olur’’ gibi çok sert bir karşılık verdi o dönemde de. Yani ‘‘Yolunuza Cumhuriyet Halk Partisi ile devam edin’’ gibi bir restti hatırlarsan. Şimdi aynı olay bu Selahattin Yılmaz olayında patlak verdi. Vahit Kayrıcı, Çorum Milletvekili galiba Milliyetçi Hareket Partisi’nin, çok önemli bir ismidir MHP içinde. Selahattin Yılmaz’la ve Alaattin Çakıcı ile birlikte fotoğrafını yayınladı. Yani o fotoğrafın yayınlanması bile saray kanadındaki o ‘‘Başkanın Adamları’’nın, bu senaryoyu kim yazdıysa, bu entrikayı kim tezgâhladıysa baltayı taşa vurduklarını gösteriyor.
Ruşen Çakır: Burada bir araya girebilir miyim? Şöyle bir şey var biliyorsun, Bahçeli değişik zamanlarda 19 Mart sürecinin ya da mahkemenin bir an önce başlamasına, hatta daha sonra canlı yayınlanması önerisine de destek verdi. Yine yakın bir zamanda tekrar ‘‘Belediyelerle ilgili soruşturmalar bir an önce başlasın’’ dedi. Feti Yıldız birkaç kere, birden fazla, tutuksuz yargılamanın esas olduğunu söyledi filan ve bunun üzerine bir şeyler yaşandı adliyede ve Özgür Özel bunu şey diye yorumladı: Buradan Bahçeli’ye gözdağı veriliyor, yani bu yaptığı çıkışlar nedeniyle. O öyle bir yere sıkıştırdı. Yani Bahçeli 19 Mart üzerinde bir baskı uygulamaya çalışıyor, yargı da o baskıyı bertaraf etmek için cevap veriyor. Bu basitlikte gerçekleşiyor olabilir mi bazı olaylar?
Mümtaz’er Türköne: Yani senaryoyu yazanların çok basit düşündüğü, çok sıradan düşündüğü belli. Çok mekanik bir mantıkla, muhakeme tarzıyla hareket ettikleri ve bu muhakemeden bir netice çıkmayacağını tecrübesizlikleri, birikimsizlikleri yüzünden fark edemediklerini düşünüyorum. Şimdi bunun iki cevabı var. Yani bu belediye operasyonları, 19 Mart operasyonları ile Bahçeli-Erdoğan ilişkisinin nasıl bir denklem üzerine oturduğu sorusunun iki cevabı var. Birincisi, Bahçeli bütün varlığını, siyasetteki gücünü çözüm süreci için masaya koymuş, işte taşın altına elini koymuş bir lider, bunu bir devlet meselesi olarak ele almış ve hakikaten tarihe not düşmekle meşgul. Yani gündelik siyasi rekabetin üzerinde, kendi partisiyle ilgili siyasi çıkar hesabının çok dışında bir hesapla bu çözüm sürecine kendini vakfetmiş durumda ve 19 Mart operasyonunun, belediyeler soruşturmalarının bu süreci baltaladığını, bu sürece zarar verdiğini görüyor. O yüzden belediyelerle ilgili soruşturmalara da hukuk çerçevesinde tutuksuz yargılama ilkesi, masumiyet karinesi, bir an önce hızla sonuçlandırılması, televizyon kanallarından naklen yayınlanması gibi rezervler koyarak itiraz ediyor ve bu itirazını şüphesiz bu işi yapan saraya karşı yapıyor. Doğrudan doğruya 19 Mart operasyonu, Cumhur İttifakı’nın iki kanadı arasında bir tartışma konusuna dönüşüyor. İkincisi, ikinci senaryo, koalisyon içinde yani Cumhur İttifakı içinde zaten bir rekabet var, yani iktidar paylaşımı her zaman rekabete konudur ve bu rekabette sarayın zayıf tarafı 19 Mart operasyonları. Çünkü çok aleni bir şekilde başından itibaren bu operasyonların muhalefeti tamamıyla tasfiye etmek, iktidarın rakibini ortadan kaldırmak için yaptığına dair bir kanaat topluma yerleşmiş vaziyette. İşte hayvanat bahçesinde maymunların sergilendiği gibi, öyle bir benzetmeyle ifade edelim. Tutuklananları, gözaltına alınanları itibarsızlaştırmak için o özel izin verilmiş kameraların önüne çıkartılması, onların yürütülmesinden tutun da gizli bir şekilde yürütülen soruşturmaların pat diye aynı gün iktidar medyasının eline düşmesi, oradan cımbızla ayıklanmış ifadelerle bir kamuoyu oluşturma çabasının görülmesi belli ediyor. Cumhur İttifakı’nın AK Parti kanadının pozisyonunu çok net bir şekilde belli ettiği için bu rekabette, iktidarın çelik çekirdeği içindeki rekabette bu durumun kullanılması son derece normal. Fakat aynı zamanda son derece sağlam bir gerekçesi de var Bahçeli’nin. Siz ülkede hukuku bu şekilde yerle yeksan ederseniz Türkiye’nin en temel yapısal sorunu sayacağımız Kürt meselesi, çözüm süreci hiçbir şekilde çözülmez. Çünkü hukuk olmadan, demokrasi olmadan bu meseleyi çözmek mümkün değil. Bu senin de kullandığın tabirle, Kürtlerle barış, CHP ile savaş olmaz. Yani ülkenin batısında hukuk olmayacak, doğusuna Güneydoğu’da Kürtlere de hukuk çerçevesinde bazı vaatlerde bulunacaksınız, bazı düzenlemeler getireceksiniz. Bu mümkün değil. Kürt sorunu Türkiye’yi demokratikleştiriyor, mecburen demokratikleştiriyor, demokrasiye zorluyor çünkü başka çözümü yok. Şimdi böyle bir zeminde, böyle bir tablo içinde sarayın elinde tek imkân entrika üreterek, komplo üreterek, kumpas üreterek Milliyetçi Hareket Partisi’ni etkisiz hâle getirmek veya itaatkâr hâle getirmek ise bu da işlemiyor. Karşımıza çıkan garip tablo, yani hepimizi şaşırtan garip tablo da bunun eseri.
Ruşen Çakır: Burada tabii şöyle de bir husus var, iktidarın AK Parti kanadının içinde de birtakım çatışmalar olduğu yolunda rivayetler var. Hani kumpaslar vesaire diyorsun. Mesela şey olayında oldu biliyorsun, o Rezan Epözdemir olayında, hemen birileri kalktı Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’u işte savcıya baskı yapmakla suçladı, ona karşılık başkaları devreye girdi, bir şekilde orada bir kapışma oldu. Ya da daha sonra CHP’nin ifşa ettiği bu eski AK Parti yöneticisi Avukat Mücahit Birinci olayında da aynı cenahtaki insanlar arasında birtakım atışmalar, kapışmalar, seviyenin de ne kadar düşük olduğunu gördüğümüz şeyler oldu. Orada da bir şeyler var. Yani hem AK Parti-MHP arasındaki bilek güreşi ya da başka bir şeye ek olarak AK Parti’nin kendi içinde de sanki bir şeyler var ve belki bu süreçte karşılıklı taraflar MHP ile birtakım ilişkiler de geliştirmek istiyor olabilir.
Mümtaz’er Türköne: Şimdi bu ayrı bir fasıl, ayrı bir alan. Tabii ki sonucu mutlaka asıl bu büyük fotoğrafta olup bitenle irtibatlı hâle geliyor. Şimdi temel bir sorunu var iktidarın, özellikle saray kanadının çözemediği çok esaslı bir sorunu var. Pasta küçüldü. Kent rantından eskisi gibi istifade edemiyorlar ve bu, işte devlet içindeki çeteleşme de Şamil Tayyar’ın iddiası olarak gündeme geldi ve yerleşti. FETÖ borsasında hisse senetlerinin fiyatı düştü çünkü adam kalmadı. İBB borsasının zorlanmasının ve bu şartlarda onun istismar edilmesinin, ona yönelinmesinin sebebi de bu. Pasta küçülünce çelik çekirdek içindeki rekabet kızışır. Sanıyorum onun yansımaları ve tezahürleri karşımıza çıkıyor bu Mücahit Birinci olayında, Rezan Epözdemir olayında. Zaten birbirlerine girmiş vaziyetteler. O pasta için, küçülen pasta için rekabet edenler sağlı sollu birbirlerine giriyorlar, belden aşağı vurarak birbirlerine giriyorlar ve tabii bu tür durumlarda herkes bulunduğu pozisyonu güya işte parti politikasıyla, iktidar politikasıyla, Türkiye’nin gerçekleriyle birleştirerek, onunla yan yana getirerek kendini meşrulaştırmaya çalışıyor. O zaman da bu MHP üzerine kurulan entrikalar, benzeri şeyler geliyor gündeme. Skandallar çoğalıyor, tezahür eden skandallar çoğalıyor. Benim çıkardığım netice şu; bundan sonraki siyaset, saray politikasının kendi doğası gereği yani o Bizans entrikası üretmeye eğilimli saray politikası, oradaki dar çelik çekirdek, işte otokrasi etrafında kendine yer açmaya çalışan, birbiriyle tepişen, birbirine çelme takanların rekabetiyle kızışan bir skandallar zinciriyle bundan sonra politikanın devam edeceği şeklinde. Eğer bu kontrolden çıkar, MHP ile AK Parti arasındaki uyumu bozarsa bu sefer de erken seçim gündeme gelir.
Ruşen Çakır: Tam da şunu soracaktım. Erken seçim gündeme gelir, dedin. CHP, muhalefet ama esas olarak CHP’nin bu olayı kaşımasını, sürekli gündemde tutmasını nasıl değerlendiriyorsun? Yani muhalefetin içerisinde olan ve şöyle diyen birçok kişi var: ‘‘Buradan CHP’ye ekmek çıkmaz. Birbirleriyle kavga ederler ama sonra CHP’ye karşı birleşirler.’’ Örnek olarak da Bahçeli’nin en son açıklamasında Ekrem İmamoğlu hakkında söylediği o çok ağır ifadeleri gösteriyorlar. Hatta birileri bana hemen “Ne diyorsunuz hâlâ? Mümtaz’er ile bir yayın yapın, bakalım ne diyor?” diye sordular.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Mümtaz’er Türköne: Evet, o açıklama önemli bir açıklamaydı. O açıklamada birbiriyle zıt, birbiriyle çelişen üç farklı unsur vardı. Birincisi, doğru, bu işin faturasını Cumhuriyet Halk Partisi’ne yıkıyor, ona laflar söylüyor. İkincisi, bu hukuk devletini hatırlatan yani Cumhuriyet Halk Partisi’ne dolaylı olarak koltuk çıkan sözleri tekrarlıyor, soruşturmaların bir an önce bitirilmesi sözlerini. Bu doğrudan doğruya Cumhuriyet Halk Partisi’ne destek çıkmak anlamına geliyor. Üçüncüsü de kendisine bu komployu hazırlayan aslında sarayı da hedef alan laflar var içinde. “Kim böyle bir şeye niyetlenirse başarısız olur” gibi bir meydan okuma da var. Fakat asıl önemlisi Selahattin Yılmaz gibi, daha önce Alaattin Çakıcı ve Kürşat Yılmaz’la yaptığı gibi o kişiye sahip çıkması var. Şimdi üçünü bir araya getirince üçünden çıkacak sonuç şu: Birincisi, bu komplonun, bu entrikanın saray tarafından hazırlandığını deşifre ediyor çünkü böyle bir komployu, böyle bir durumu yaratacak güç Cumhuriyet Halk Partisi’nde yok doğrudan doğruya. Hatta İstanbul’daki başsavcılığı adres gösteriyor. Nitekim İstanbul Başsavcılığı ile bu entrikayı, entrikanın fişeğini yakan zaten Sabah gazetesiydi. O irtibat bilindiği için bunu da çok rahat bir şekilde ifade ediyor. Cumhuriyet Halk Partisi’ne laf söylerken saraya dönüp “Bak, Cumhuriyet Halk Partisi karşısında seni koruyan benim, dikkat et, ayağını denk al” mesajını vermiş oluyor. Doğrudan Özgür Özel’in söylediği söz doğru, Özgür Özel’i değil sarayı hedef alıyor Cumhuriyet Halk Partisi’ne söylediği laflarla. Üçüncüsü de biraz önce tekrarladığım şey, Cumhuriyet Halk Partisi’ne o hukuk vurgularıyla tekrar sahip çıkıyor.
Ruşen Çakır: Peki, buradan tekrar CHP’ye dönecek olursak, CHP buradan o kaba tabiriyle ekmek yiyebilir mi?
Mümtaz’er Türköne: Yani ekmek yemesine gerek yok. Siyasetin kendi gerçekleri bunlar, siyasi rekabetin, iktidar rekabetinin; yani basit ayrıntıların, filancanın falancaya kurduğu kumpasın değil. Türkiye’de reel, gerçek bir iktidar rekabeti ve çok sert bir şekilde devam ediyor. Karşımıza çıkan olayların hepsi bu iktidar rekabetinin tezahürleri. Yani 19 Mart operasyonları, işte Erdoğan’ın ağzından çıkan sözlerin herhalde %90’ı, Bahçeli’nin birdenbire burada bir denge noktasında, terazinin tam denge noktasında çok önemli rol oynaması, hepsi iktidar rekabeti ile ilgili. Türkiye, bana sorarsan, çok esaslı bir iktidar değişimi süreci yaşıyor, yani sancılı bir iktidar değişimi süreci. İktidar gücünü kaybediyor ve teslim edecek. Rakibi iktidara gelecek. Böyle bir süreçte birçok sancı, birçok problem yaşanması normal. Karşımıza çıkan problemlerin önemli bir kısmı, işte Cumhuriyet Halk Partisi arkasındaki halk desteğini çoğaltıyor; iktidar kanadı, saray kanadı da bunu komplolarla, entrikalarla, yargı operasyonlarıyla dengelemeye, durdurmaya çalışıyor. Karşımızdaki manzara bu olunca buradan yani Cumhuriyet Halk Partisi’nin fırsatçılık yapması diye bir şey söz konusu değil. Gerçek iktidar rekabetine bakmak lazım. Yani balıklama üzerine atlaması kamuoyunda fırsatçılık olarak görülebilir; fakat arka planda işleyen, asıl siyasetin yapısal sorunu olarak karşımızda duran ve hiç değişmeyen bir iktidar değişim süreci ve keskin, sert bir iktidar rekabeti.
Ruşen Çakır: Burada son olarak şunu da bir sormak istiyorum. Şimdi MHP’nin ve Bahçeli’nin kendisini çözüm sürecine angaje etmesi… Bunu daha önce de konuşmuştuk ama geçen Metropoll‘ün bir araştırmasında şeyi gördüm, İYİ Parti’nin, Zafer Partisi’nin ve hatta Anahtar Parti’nin bayağı oy aldığını saptamışlar Temmuz araştırmasında ve MHP’nin de bayağı bir oy kaybettiğini. Ama seninle en son konuştuğumuzda yanlış hatırlamıyorsam, MHP’de ciddi bir kayıp beklemediğini söylüyordun. Yani Bahçeli bu girdiği yolda, çözüm sürecine bu kadar angaje olması hatta bir tür taşıyıcısı olması, Öcalan’ı meşrulaştırması filan, onun ve partisinin seçmen desteğini çok ciddi bir şekilde azaltabilir mi? Böyle bir ihtimali önemsiyor musun?
Mümtaz’er Türköne: Önemsemiyorum. Tam tersine MHP’nin kendi özgün örgütsel yapısıyla oy tabanını muhafaza edeceğini öngörüyorum. Burada mesele Milliyetçi Hareket Partisi’nin tek başına bu Öcalan meselesini sırtlanması, çözüm sürecini sırtlanması değil; bunun bir devlet projesi olarak yürüdüğünün anlaşılması. Bunun için zamana ihtiyaç var, bunun için tartışmalara ihtiyaç var. Hatta ve hatta İYİ Parti’den, Zafer Partisi’nden sürece yönelik eleştirilerin bile çok ılımlı olması, çok yumuşak olması bunu haber veriyor. Dolayısıyla devlet projesi olarak yürüyen bir şeye Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Bahçeli’nin sahip çıkması Milliyetçi Hareket Partisi tabanında ona oy vereceklerde kabul edilebilir, anlaşılabilir bir şey. Ama daha önemlisi henüz bu tartışmanın başlarındayız. Muhtemelen seçim günü geldiğinde, seçim dengeleri oturduğunda, o seçim sath-ı mâiline girildikten sonra Milliyetçi Hareket Partisi’nin tabanı terörün sona erdirilmesi, Türkiye’nin bu sorununun çözülmesi üzerinden de ekmek yiyecek. Yani Milliyetçi Hareket Partisi de bunu seçim kampanyasında kullanacak. Bir şekilde dengeleneceğini biliyorum. Fakat özellikle Milliyetçi Hareket Partisi’nin çok orijinal, özgün bir yapısı var. Taşra odaklı bir partidir, yerel odaklı bir partidir MHP ve yerel şebekeleri, yerel örgütlenmeleri çok güçlüdür, merkezden daha güçlüdür. Bu yerel örgütlenmelerin yarattığı enerji bu tür şeylerle kolay kolay bastırılamaz. Yani bu karşımızda duran tablonun geçici olduğu konusunda MHP kurmaylarının da benzer şeyi düşündüğünü sanıyorum.
Ruşen Çakır: Burada o zaman şöyle bir şey çıkıyor ortaya. Şimdi bütün bunları tekrar beraber konuştuğumuzda, ele aldığımızda birbirine zıt iki süreç gidiyor, 19 Mart ve çözüm süreci gidiyor. Burada MHP’nin pozisyonu, AK Parti’nin pozisyonu ve CHP meselesi var. Eğer CHP birilerinin baskı yaptığı gibi komisyona girmeseydi herhalde Erdoğan için daha kolay olacaktı işler diye bir yorum yapıyorum. Çünkü MHP’nin en çok önem verdiği yerde CHP’nin olması, yani MHP’nin CHP’nin komisyonda olmasını istediğine eminim. CHP’siz bir komisyon istemediğini düşünüyorum. Ama CHP dışarıda kalsaydı, kendi iradesiyle komisyona girmeseydi Bahçeli’nin bu 19 Mart konusunda verdiği mesajların devamı gelmezdi diye tahmin ediyorum. Ne dersin?
Mümtaz’er Türköne: Belki tersinden de bir ilişki kurulabilir. Bahçeli’nin 19 Mart’la ilgili verdiği mesajlar ve vurgular, ısrarlı vurgular CHP’nin komisyona girmesi içindi. Yani böyle bir yorum da yapılabilir tersinden. Şey doğru, AK Parti’nin bir şekilde müdahil olmadan CHP’nin dışarıda kalacağı bir sonucu arzu ettiği tezi çok doğru bir tez. Çünkü o zaman süreci baltalayan, süreci çıkmaz yola sokan CHP olmuş olacaktı. AK Parti kendi üzerindeki yavaşlatma, geciktirme, ipe un serme gibi politikalara çok fazla ihtiyaç duymayacaktı, daha inandırıcı olacaktı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin komisyona girme kararı çok stratejik bir karar. Bundan sonrasında başlayacak tartışmalarda da yapıcı bir rol üstlenmesi hatta süreci Bahçeli’nin yaptığı gibi omuzlaması, sırtlanması çok daha hayati hâle gelecek.
Ruşen Çakır: Mümtaz’er, çok sağ ol yayınımıza katıldığın için. Evet, bu konuyu daha çok konuşacağa benziyoruz ve senin bahsettiğin skandallar zincirinin devamı da pekâlâ gelebilir, çünkü ortada bayağı bir para dönüyor. Ben bir yayında onu söylemiştim: parayı takip edin. Bu “Parayı takip edin” de neredendi? “Başkanın Adamları” değil de “Başkanın Bütün Adamları” filmindeki hani Watergate skandalında oradaki ‘‘Derin Gırtlak’’ söylüyor gazetecilere, “Nereye bakalım?” “Paraya bakın.” Paradan gidiyor. Ve mesela bir 2 milyon dolar diye bir laf edildi. Bazıları diyor ki “Ya 2 milyon dolar nedir?” diyor. Yani Türkiye’de, asgari ücretin ve emekli maaşının bu kadar olduğu bir yerde 2 milyon doların telaffuz edilmesi… Hiçbir şey yapmadan bir de, değil mi? Ne yapıyorsun? Bir ifade veriyorlar onu imzalıyorsun. Bir de üstüne para veriyorsun. Yani o da o parayı alıyor, belli yerlere dağıtıyor herhalde, değil mi? Hepsini kendi cebine atmıyordur.
Mümtaz’er Türköne: Kesinlikle öyle. Senin “Parayı takip edin” lafına karşılık ben şeyi söyledim, onu vurgulayayım: Pasta küçüldü. Siyasi rantla elde edilen kazanç artık çok küçük dilimlere bölündü, o yüzden rekabetin, birbirini yıpratma savaşının bu kadar öne çıkması son derece doğal. Pasta küçüldü, yani onun üzerinde durmak lazım.
Ruşen Çakır: Evet, bir de şey hikâyesi var, işte neydi? “O iş bende.”
Mümtaz’er Türköne: Evet.
Ruşen Çakır: Evet, bakalım. Bayağı bir devam edeceğiz. Şeyi sorayım, Selahattin Yılmaz’dı değil mi o kişinin adı?
Mümtaz’er Türköne: Evet.
Ruşen Çakır: O böyle bilinen bir isim midir? Ben açıkçası Çakıcı’yı biliyorum, Kürşat Yılmaz’ı biliyorum ama o pek bildiğim bir isim değildi.
Mümtaz’er Türköne: Yani burada Devlet Bey’in hastanede ziyaret ederek, doğrudan fotoğraf vererek ilişki kurduğu ve kamuoyuna deklare ettiği isim Alaattin Çakıcı’ydı. Selahattin Yılmaz’ı Devlet Bahçeli’ye getiren de Alaattin Çakıcı. Yani onlar sıkı bir ekip belli, çekirdek bir ekip, Kürşat Yılmaz da dâhil. O ekip üzerinden Bahçeli’nin verdiği mesaj farklı, şu anda konumuz değil.