Şeyma Hatice Bozoğlu yazdı – İtaatin tefsiri: Kadın, devlet ve cemaat arasında kaybolan hakikat

Diyanet İşleri Başkanlığı 1 Ağustos 2025’te “Haya ve Edep” temalı bir hutbe yayımladı. Hutbede şu ifadeler dikkat çekti:

“Uygunsuz kıyafetlerle toplumsal alanlarda, hele hele kurumsal özelliği olan mekânlarda bulunmak asgarî ahlak kurallarına bile meydan okumaktır. Bu, çağdaşlık değil, ilkelliktir.” [1]

Metin içeriği toplumun belli kesimlerinde tepkiye neden oldu. Bunun üzerine Başkanlık, 15 Ağustos 2025’te yayımladığı yeni bir hutbe ile tartışmayı daha da alevlendirdi. Mesaj, yine çoğunluğu erkeklerden oluşan topluluğa iletildi:

“Karşılıklı rıza olmadan Yüce Rabbimizin koyduğu miras ölçüsünü değiştirmek ilâhî adalete aykırıdır. Dolayısıyla kişinin; kız çocuklarını mirastan mahrum bırakması, kız çocuklarının da Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmaması kul hakkıdır.” [2]

Bu sefer de mesele, hem “kız çocukları” ifadesiyle toplumsal cinsiyet konumuna indirgenmiş oldu hem de mirastan eşit ya da fazla almaları durumunda “kul hakkı yiyecekleri” öne sürüldü.

Daha derin bir açıdan bakıldığında, İslami söylemde tarih boyunca “kız çocukları” genellikle korunması gereken “masumiyet” ile ilişkilendirilmiştir. Yani korumak için “ekonomilerini kısıtlamak” anlamı da çıkarılabilir. Türkiye’nin din otoritesinin seslenişindeki bu figür, mülkiyet ve hak sınırlamanın gerekçesi olarak devreye sokulmaktadır.

Şeyma Hatice Bozoğlu yazdı - İtaatin tefsiri: Kadın, devlet ve cemaat arasında kaybolan hakikat
İtaatin tefsiri: Kadın, devlet ve cemaat arasında kaybolan hakikat

Devletin hutbesinde yankılanan ses, bugüne kadar Fethullahçıların sohbetlerinde de ne yalanlanmış ne de reddiye konusu yapılmıştır. Yarım asırlık cemaat, “modern İslam ile şeriat arasında günümüze uyarlanmış yorumlarla toplumu takva sahibi kılmayı amaçladıklarını” iddia etse de kadınlarla ilgili meselelerde sessizliğini sürdürmüştür. İster rejimle işbirliği yaptıklarında ister kavgalarını tüm güçleriyle devam ettirirken, kadın sorunlarına hiçbir yeni bakış sunmamış, farklı bir yorum geliştirmemiş, tek bir söz bile üretmemişlerdir.

Bu sessizliğin ardında yatan zihniyet, aslında Diyanet’in hutbelerinde yankılanan dilden farklı değildir. Yıllardır “kız çocuklarını okutuyoruz” söylemiyle vitrin kuran, kadınları sahneye çıkaran ama söz hakkı vermeyen Fethullahçılar özetle aynı dili farklı bir maskeyle sürdürmektedir. Asıl mesele, bu maskenin sözde çağın ihtiyaçlarına cevap veren “dinamik tefsir” anlayışının tipik ve çarpık bir örneği olmasıdır.

“Dinamik tefsir” dilemması

Gülen birçok kitap kaleme almasına, bu kitaplarında belli başlı ayetlere açıklamalar getirmesine ve Arapçayı, Kur’an’ı medreseden (klasik İslam geleneğinden) öğrendiğini iddia etmesine rağmen, başlı başına ne bir tefsir ne de bir meal ortaya koymuştur. Cemaat mensupları da onun görüşlerini çoğu zaman yalnızca video kayıtlarından öğrenebilmiştir. Gündeme gelen, toplumu doğrudan ilgilendiren meselelerde sistematik bir görüş beyan etmemiştir.

Cemaatin ileri gelenlerine ve onlara yazdırılan propaganda kitaplarına [3] göre Gülen’in bir tefsir-meal kitabı yazmamasının nedeni, tefsiri geleneksel tarzda ilmi faaliyet olarak değil; irşat eksenli, güncel sorunlara çözüm arayan, hareketi besleyen bir yorum tarzı olarak görmesidir.

Yani icat ettikleri “dinamik tefsir”, toplumsal sorunlara çözüm bulacaktı. Peki kadın cinayetleri? Aile içi şiddet? Miras eşitsizliği? Kadının dövülmesine cevaz tartışmaları, erkeğin cinsel isteği karşısında “hayır” diyen kadının “lanetlenmesi”? Hiçbiri gündeme alınmadı. Bunun gibi onlarca toplumsal, ailevi ve kadın meseleleri hakkında adeta ölü sessizliği bugüne kadar devam etti.

Onun yerine “kadın” yalnızca “anne, mahremiyet, iffet, eğitim ve hizmet” rolleriyle ele alındı. Takipçilere verilen mesaj da buydu. Kadınlara aslında örgüt içinde çizilen sınır son derece kısıtlıydı.

Dolayısıyla Gülen’in Kur’an, hadisler hakkındaki ve İslam çevrelerindeki tartışmalı konulardaki görüşlerini bütünlüklü değerlendirmek mümkün değildir. Oysa eleştirilmesi gereken bu yön, cemaat içinde şaşırtıcı bir şekilde bir problem teşkil etmemektedir. Örgüt mensupları, Gülen’in parçalı ve belirsiz yorumlarını sorgusuz kabul etmekte, hatta üstünlük atfetmektedir. Ancak bu “yorumsal esneklik”, sistematik bir metodolojiden ziyade eklektik bir harmanlama; daha açık ifadeyle “işine geleni yorumlama” görüntüsü arz eder.

Kur’an ayetlerini psikolojik ve sosyolojik tahlillerle güncel hayata bağlamaya çalıştığını iddia eden Gülen, modern zamanda karşılığı olmayan Nisa, Bakara, Nur, Ahzab surelerindeki çok tartışmalı evlenme–boşanma, örtünme, evde oturma, şahitlik gibi kritik ayetleri de ele almamıştır.

O zaman örgüt lideri Gülen’in amaçladığı hedef doğrultusunda toplumları hangi şekle getirmek istediği sorusu gündeme gelir. Yazılarında ve söylemlerinde “kadın”ı konumlandırdığı yere bakınca, dikkat çekici bir ikirciklik karşımıza çıkar.

Gülen, nasslar konusundaki genel tutumunu da açıkça dile getirir:

“İslâm’da, hakkında sarih nass olan meseleler insanların müdahale sınırları dışında bırakılmıştır. Bu türlü meselelerde, sadece nassın ifade ettiği maksadın bulunabilmesi mülâhazasıyla şûrâya müracaat edilebilir.” [4]

Ancak dikkat çekicidir ki, bu ilkesini somut örneklerle pekiştirmez; özellikle tartışmalı alanlarda suskunluğu tercih eder. Özetle, Gülen’in yöntemi ne modernist bir cesaret ne de klasik ulemanın netliği; her iki tarafın tepkisini minimize eden stratejik bir dil oyunudur.

Mollaların sessizliği

ABD’de yaşamaya başladığı 1999 yılından beri Gülen’in yanında tuttuğu ve gece gündüz “ders” verdiği “molla” diye anılan en yakın talebe çevresi de bir tefsir ortaya koymadı. Örgütün gelecek kadrosu olarak görülen bu isimler, yıllarca yalnızca Gülen’i dinlemekle meşgul oldular.

Liderin ölümünün ardından ise sahici bir ilmi miras bırakamadığı hızla açığa çıktı. Bugün gelinen noktada, “cemaatin ünlü, sözü dinlenir, reytingi yüksek mollaları”nın ortaya koyduğu şey ise çarpıcı bir sefalet tablosu.

Sosyal medyada yayımladıkları içerikler ikiye ayrılıyor:

Bir kısım, dini magazinsel sorulara indirgiyor:

“Kadın sesi helal mi?”

“Cin çarpar mı?”

“Borcu ödemek enayilik mi?”

“Estetik ameliyat caiz mi?”

Diğer kısım ise dinin dilini kullanarak açıkça siyasi içerikli söylemler üretiyor:

“Fasıklar, hain yargıçlar ve yalancı din adamları”

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

“Hudeybiye barışı bize ne söyler?”

“Böl, parçala, yönet”

“Savaş, kaos, melhame”

“Hz. Ali hutbesi: Zalimlere karşı kıyam”

Bir zamanlar toplumu “yeniden inşa” misyonunu üstlendiğini söyleyen bu hareket, bugün ya hurafelerle oyalanan bir magazin dini ya da siyaset sosuna bulanmış bir öfke dili üretmekten öteye gidememektedir.

İtaatin tefsiri: Katalog evlilikler

Bu anlayışın en çarpıcı yüzü, kadının muhatap değil; örgütsel stratejinin bir aparatı haline getirilmesinde görülür. Bunun en somut örneği, cemaatin yıllarca yürüttüğü “katalog evlilikleri”dir. Kadınlar, TSK’ya ve devlet kurumlarına sızma planının parçası olarak, “mahrem abilerin” kadrolaştırdıkları ve güvendikleri “has şakirtler” ile evlendirilirdi.

“Katalog” ifadesini kullanmamın sebebi, gerçekten de kadınların fotoğrafları, kişisel bilgileri, sistem içindeki aidiyet tanımlamaları ve hatta etnik kökenlerinin dosyalanmış olmasıdır.

Burada belirleyici olan, evlendirilmeye uygun görülen “ablaların” mutlaka “beşlik” diye kodlanan bir sadakat testinden geçmiş olmasıydı. Beşlik olmanın ilk şartı, cemaate kayıtsız itaatti. İkinci şart, bağlılığı aileden bile üstün tutmaktı. Nitekim “has dairede” Gülen, istişarenin önemini vurgularken, “gerekirse anne babanızın cenazesine katılmayın ama istişarenizi kaçırmayın” talimatı veriyordu.

Bu koşulları sağlayanlar, yönetici kadro tarafından en güvenilir kaleler olarak görülüyor, yine kendileri gibi “adanmış” kişilerle evlendirilerek kritik alanlara taşınıyordu. Böylece “hanımlar cenahı” da örgüt açısından “mühim hizmetler” üstlenebiliyordu.

Peki nasıl? Öncelikle kimliksizleştirilerek: Başörtüsü çıkarılıyor, evlere alkol sokuluyordu ki iş arkadaşları geldiğinde buzdolabında içkiyi görsünler. İbadet ne evin içinde ne de yalnızken yapılabiliyordu; hatta çocukların bile anne-babalarının eski kimliklerini bilmesi yasaktı. Namaz kılmak isteyenlere “gözleriyle” kılmaları telkin ediliyor, sosyal ortamlarda ise “sarhoş olmayacak ölçüde” şarap içmeleri bekleniyordu.

Bu sistem, kadının kimliğinin silinişini ve cemaatin ataerkil zihniyetinin çarpıklığını gözler önüne seriyor. Başlangıçta dindar kimlikleriyle devşirilen kadınlar, zamanla inandıkları dini Gülen’in “kendi dini”ne dönüştürerek kabulleniyor, bu dönüşüm bilinçaltlarına yerleştikçe lidere sorgusuz itaate razı oluyorlardı.

Nihayetinde “cemaat için uygun evlilik” adı altında, hayatlarının en temel kararı bile kendi iradelerinden alınarak örgütün kadrolaşma planına ekleniyordu.

Tefsirin yokluğu: Cemaatin kör noktası

Ortaya serilen manzara, “dinamik tefsir” iddiasını değil, maskeli bir yorumun gerçek yüzünü açığa çıkarıyor: Çağdaşlık perdesiyle cilalanan bu dil, kadını özne olmaktan çıkarıp araçsallaştırıyor.

“İrşat” masalı ise, gerçeği söylemek yerine çıkarın gölgesini büyütüyor.

Ortada yakıcı bir çelişki var: Eğer yorum aynı yere çıkıyorsa, bu kavga neyin kavgasıydı?

Neden biri devletin hutbesinde, diğeri cemaatinin sohbetinde aynı sözleri kurarken birbirini düşman ilan etti?

O halde asıl soru şudur: Bu çatışma gerçekten bir dava için miydi, yoksa yalnızca devleti kimin kontrol edeceğini belirlemek için mi?

Yaşanan bütün gerilimler, iman adına mıydı, yoksa iktidar mühendisliği adına mı?

Ve geriye tek ihtimal kalıyor: On yıllardır süren bütün o sessizlikler, örtük kaçışlar ve vitrin süsleri… Hepsi aynı senaryonun farklı perdeleriydi.

Din, bu oyunda hakikatin kaynağı değil; Gülen iktidarının makyajıydı.


Kaynakça

[1] Diyanet İşleri Başkanlığı, “Cuma Hutbesi: Hayâ: Allah’ın Emri, Fıtratın Gereği”, 1 Ağustos 2025, erişim: https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/37890

[2] Diyanet İşleri Başkanlığı, “Cuma Hutbesi: Kul Hakkı Ateşten Gömlektir”, 15 Ağustos 2025, erişim: https://www.diyanet.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/Detay/37919

[3] İsmail Albayrak, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Tefsir Anlayışı, Nil Yayınları, 2010.

[4]Fethullah Gülen, Ruhumuzun Heykelini Dikerken – 1, Nil Yayınları, s. 55.