Yıllar önce lisede Truman Capote’nin Çimen Türküsü adlı romanını okuyorduk. Sınıf hocamız romandaki bir yargıcın sarf ettiği şu cümleye özellikle dikkat çekmişti: “Law doesn’t admit the differences” (Kanun farklılıkları kabul etmez). Bu söz, hukukun tarafsız (ama soğuk) ve eşitlikçi (ama mesafeli) doğasını tanımlıyor; romandaki yaşlı yargıç, sıra dışı Dolly karakterine bu öğretiyi veriyordu. O gün ilk kez, hukukun yaşam içindeki işlevi üzerine bu kadar derin düşündük. En çok da Şule.
Bir hayalin kırılması ve edebiyata sığınak
İşte bu “farklılıkları gözetmeyen adalet” fikrinden yola çıkarak, o güne kadar avukat, yargıç, savcı vb. olmayı hayal eden genç bir kız için (Şule) edebiyat, beklenmedik bir yol ayrımı anlamına gelecekti. Bu iç hesaplaşmasını sınıf hocasına açtığında aldığı cevap netti: “Katiyen hukukla ilgilenmeyeceksin. Yargıcı hatırla! Bak, orada ne diyordu?” Bu sert uyarı, onun hukuk hayalinden vazgeçip edebiyatın kollarına sığınmasına neden oldu.
Ancak edebiyatçı olmak onu toplumsal meselelerden uzaklaştırmadı; tam tersine, ülkesinde her geçen gün görünür hale gelen haksızlıklar onu bu konuları yazmaya, anlatmaya ve dönüştürmeye itti. Bir yandan da hukukun paramparça oluşuna tanıklık etmek zorunda kaldı. O yıllar, kavruk ve çelişkilerle dolu bir zaman dilimiydi.
Bir yargıcın mirası: Dinlemek ve anlamak
Yıllar sonra, hayranı olduğu başka bir yargıcın sözleri gündeme düştü: Amerikalı hâkim Frank Caprio’nun vicdan, anlayış ve dinleme üzerine söyledikleri sosyal medyada geniş yer buldu. Caprio ısrarla şunları vurguluyordu: “Vicdanlı olun, hemen yargılamayın, önce anlamaya çalışın, fazla konuşmayın, dinleyin.” Bu yaklaşım, Capote’nin romanındaki yargıcın “farklılıkları gözetmeyen” katı hukuk anlayışına karşıt bir insanlık dersi gibiydi.
“Sevgi, belki de farklılıkları gözetir”
Caprio’nun sevgi dolu sözleri hukuk kavramını daha insancıl ve şefkatli bir noktaya taşıyordu. Adeta, “Hukuk belki de farklılıkları gözetebilir” diyor gibiydi. Hukuk, tıpkı yaşamın kendisi ve edebiyatın ışığı gibi, insanların ne kadar farklı olduğunu; nasırlaşmış hikâyeler ve kırılganlıklarla dolu olduklarını anlamalıydı. Mahkeme salonları, hikâyelerin anlaşıldığı ve insanların gerçekte kim olduklarının görülebildiği mekânlar olmalıydı; gösteriş sarayları ve iktidar cümlelerinin yaratacağı demir parmaklıklar değil.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Bir umut ışığı: Özgür ve bağımsız yargı
Yaşamda olduğu gibi hukukta da geçerli olması gereken bu anlayış, ülkemizde hukukun adeta bir “cinnet hali” yaşadığı şu günlerde Caprio’nun sözlerini daha da çarpıcı kılıyor. Bu yüzden özgür ve bağımsız bir yargı sistemine ve bu ideale sadık hâkimlere duyduğumuz inancı korumak istiyoruz. İnanmak istiyoruz ki bir gün bu topraklarda da gerçek adalet kendine yer bulacak ve özgürlüğün tam da bu olduğunu hep birlikte göreceğiz.
Şule’nin temennisi de bu yönde. Şule’nin umudu hâlâ canlı — ısrarcı ve sevgi dolu, “kopuk, yenik, ezik, delirmiş” değil, farklı ve inadına umut dolu.