Ruşen Çakır’ın konuğu Mümtaz’er Türköne çözüm sürecini değerlendirdi. Türköne, çözüm sürecinin ilerleyebilmesi için hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının vazgeçilmez olduğunu vurguladı. Türköne, videoda “AKP su koyvermeye başlamış. Hem Erdoğan’ın Suriye’ye yönelik sözleri hem de komisyondaki tartışmalar AKP’nin sürece takoz koyma işlerini abarttığını gösteriyor” dedi.
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, üç haftadır farklı toplumsal kesimleri ve bürokrasiden isimleri dinliyor. DEM Parti, dünyadaki benzer süreçlerde olduğu gibi Öcalan’ın “baş müzakereci” olduğunu ve komisyonun örgüt lideriyle görüşmesi gerektiğini savunuyor.
Komisyona girerken kırmızı çizgilerini ilan eden CHP ise bu öneriye sıcak bakmıyor ve sürecin seçilmişlerle yürütülmesi gerektiğini ifade ediyor.
Mümtaz’er Türköne, komisyondaki tartışmaların çözüm süreciyle bağlantısını değerlendirirken hukukun önemine dikkat çekti. Türköne, “Hukukun olmadığı yerde, yargının muhalefeti tasfiye etmek için seferber olduğu bir yerde çözüm süreci işlemez. AYM kararlarının uygulanmadığı, hukuk devleti garantilerinin bulunmadığı bir ortamda bu sürecin yoluna devam edemeyeceği defalarca ifade edildi” dedi.
Mümtaz’er Türköne: “AKP süreçte su koyvermeye başlamış”
AK Parti’nin sürece yaklaşımını eleştiren Mümtaz’er Türköne, “Şimdi öyle anlaşılıyor ki AK Parti kanadı, özellikle Saray kanadı, su koyuvermeye başlamış. Cumhurbaşkanı’nın Suriye’ye yönelik sözleri ve komisyondaki tartışmalar, daha önce dile getirilen hukuksuzluk şikayetlerine hiç ilgisi yokmuş gibi tavır alınması, sürece takoz koyma işleminin hızlandığını gösteriyor” ifadelerini kullandı.
Mümtaz’er Türköne, Suriye’deki gelişmelerin de Türkiye’deki siyasi tartışmalara doğrudan yansıdığını belirterek, “Bunların hepsini birlikte düşünmek lazım” diye konuştu.
AK Parti’nin tavrını eleştiren Mümtaz’er Türköne, somut bir adım atılmadığını vurguladı:
“Bugüne kadar çözüm adına, toplumu ikna edecek, tarafları ikna edecek, gerçekten bir uzlaşma ve barış havası oluşturacak anlamda somut olarak atılmış hiçbir adım yok. İnfaz yasası engellendi, kayyum atamalarıyla ilgili hiçbir gelişme yok, AYM kararları uygulanmıyor.”
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Evet, Mümtaz’er Türköne ile konuşacağız. Biliyorsunuz, Mümtaz’er Türköne’nin bu konudaki çözüm süreciyle ilgili söyledikleri, özellikle Medyascope‘taki yazıları ve yayınlarda söyledikleri bayağı ilgi uyandırıyor ve çok da eleştiri alıyor. Bir tür, nasıl söyleyeyim, insanları olmayan bir şeye inandırmaya çalıştığını söyleyenler var. Onu Medyascope ekranlarından söyleyenler de oluyor. Biliyorsunuz, bu da bu süreç sürdüğü müddetçe devam edecek olan bir tartışma. Özellikle MHP’nin durumu meselesi tabii ki farklı burada ama gördük ki, demin Özgecan’la da konuştuk, orada Barolar Birliği Başkanı konuşurken, daha olayın çerçevesini genişletmeye çalışırken MHP’nin komisyondaki yetkili kişisi Feti Yıldız anında, yani o anda, toplantı bitmeden sosyal medyada ‘‘Bazı kurumlar olayı anlamamış’’ diyor. Yani burada bir rahatsızlık var. İş dönüp dolaşıp komisyonun misyonunda, komisyonun sınırlarında düğümleniyor. Yani bunu genişletmek mümkün mü, nasıl mümkün? Şimdi işin içerisinde biliyorsunuz başta demokrasi vurgusu çok yapıldı. Cumhuriyet Halk Partisi yaptı, DEM Parti de yaptı ve sonunda komisyonun adına da demokrasi eklendi ve olayın başından itibaren demokrasinin bir şekilde komisyonun gündeminde olmasını bekledik. Ama daha ilk ciddi tartışmalarda, ‘‘O bizim işimiz değil’’ açıklamaları gelmeye başladı. Mesela AK Partili Hüseyin Yayman da söz alıp bunu söyledi. Komisyonun misyonunun bu olduğunu, Kürt sorununu çözmek olmadığını, yeni anayasa yapmak olmadığını söyledi ve bu tartışma belli ki sürecek. Evet, Mümtaz’er’le bu tartışmaya yine bir şekilde müdahil olalım. Bakalım, Mümtaz’er neler diyor. Mümtaz’er, merhaba.
Mümtaz’er Türköne: Merhabalar Ruşen, merhabalar.
Ruşen Çakır: Evet, ilk iş ciddiye bindiği andan itibaren tartışmalar başladı biliyorsun. Özellikle Barolar Birliği Başkanı’nın konuşması da olayı daha genişletip anayasaya uygun olmak, ifade özgürlüğü gibi hususlar dile getirilince, bir şekilde 19 Mart’a da göndermeler yapılınca MHP’den ve AK Parti’den, “Bizim işimiz bu değil” çıkışları geldi. Bu belli ki sürecek. Ne diyorsun?
Mümtaz’er Türköne: Çok daha esaslı bir problem var arka planda. Yani bu tartışmalar aktüel siyasetteki rekabeti, oradaki polemikleri yansıtıyor ama geri planda çok daha esaslı bir problem var. Malazgirt’teki konuşmasında, daha doğrusu Malazgirt’in yıl dönümü münasebetiyle Ahlat’taki konuşmasında Cumhurbaşkanı Suriye’de özellikle Kürt bölgesine bazı tehditler yöneltti açıkça. İşte kılıcın kınından çıkmasından bahsetti, tam anlamıyla tehdit havasında bazı sözler söyledi. Öbür tarafta Tuncer Bakırhan, hafta başı aç-kapa musluğu gibi İmralı’yla görüşmelerin engellendiğini ifade etti. Geri planda, yani benim asıl takip ettiğim, daha doğrusu takip etmemiz gereken ana damar, orada bir aksama var. Çözüm süreciyle ilgili bir aksama var. Ahlat’ta Devlet Bahçeli Cumhurbaşkanı’yla görüştükten sonra bugün itibarıyla sanıyorum DEM heyeti gidip İmralı’da Öcalan’la görüşebildi. Yani onun, Bahçeli’nin görüşmesi sonrasında alınmış bir karar olduğu belli. Şimdi arka planda bu tür aksaklıklar varken komisyonda herkesin gözü önünde, kamuoyunun gözüne soka soka girişilen tartışmalar daha anlaşılır hâle geliyor. Komisyonun başından itibaren, ilk günden itibaren işte Murat Emir’in, DEM heyetinin yaptığı konuşmalardan itibaren aslında 19 Mart operasyonları ile, Türkiye’deki hukuksuzlukla çözüm süreci arasındaki çelişki defaatle dile getirildi. Hukukun olmadığı yerde, yargının bir sopa gibi kullanıldığı yerde, yargının muhalefeti tasfiye etmek için seferber olduğu bir yerde çözüm sürecinin işlemeyeceği; AYM kararlarının, AİHM kararlarının uygulanmadığı yerde, hukuk devleti garantilerinin işlemediği yerde çözüm sürecinin yoluna devam edemeyeceğini defaatle ifade ettiler. Şimdi öyle anlaşılıyor ki AK Parti kanadı, özellikle AK Parti kanadı, gene MHP’yi parantez içine alarak ayırmak gerekiyor, su koyvermeye başlamış. Yani hem Cumhurbaşkanı’nın Suriye’ye yönelik sözleri hem komisyondaki tartışmalar, daha önce defaatle dile getirilen hukuksuzluk şikâyetlerine bu sefer işte hiç alakası yok gibi tavır almalar, AK Parti cenahında süreçle ilgili takozlama işleminin, yani takoz koyma işleminin hızlandığını, biraz daha abartıldığını gösteriyor bana kalırsa. Suriye’deki gelişmeler, Suriye’deki tartışmalar da aynı şekilde buradaki polemiklere yansıyor. Bunların hepsini birlikte düşünmek lazım sanıyorum.
Ruşen Çakır: Bu söylediğin su koyverme meselesi çok hayati bir şey. Şimdi şöyle bir husus var, başlamış bir süreç var ve atılmış adımlar, söylenmiş sözler var. Yani Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı DEM Parti grubunda konuşma yapmaya çağırması, ‘‘kurucu önder’’ diye ilan etmesi var mesela ya da yakılan silahlar var ya da edilen laflar var. Bizlerin yaptığı bunca yayın var, şu var, bu var. Bütün bunların yaşanmasından sonra bu işin yarım kalması diye bir ihtimal olabilir mi?
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Mümtaz’er Türköne: Baştan beri konuştuğumuz bir şeydi; ‘‘AK Parti kanadı, özellikle saray kanadı, çözüm sürecinde zamana oynuyor’’ demiştik, ‘‘zaman kazanmaya çalışıyor’’ demiştik. Bugüne kadar çözüm adına, yani çözüme toplumu ikna edecek, tarafları ikna edecek gerçekten bir uzlaşma ve barış havası oluşturacak anlamda somut olarak atılmış hiçbir adım yok. Yani infaz yasası MHP’nin çabasına rağmen engellendi. Kayyum atamaları basit bir idari kararla düzeltilebilecek bir husus, bu konuda hiçbir gelişme yok. AYM kararları, AİHM kararları doğrudan doğruya Cumhurbaşkanlığı’nın, hükümetin bir demokrasi açılımıyla, bir demokrasi beyanı ile hemen uygulamaya geçebilir. Mahkemeler kendilerine çekidüzen verebilirler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin politikası olduğu, Anayasa’nın 90. maddesine, AYM ile ilgili maddeye atıfta bulunarak söylenebilir. Yani bunlar çok kolay mesafe alınacak şeyler. Şimdi benim kurduğum denklem hatırlarsan başından itibaren bu sürecin AK Parti iktidarının geleceğini baltaladığı yönünde. Yani AK Parti bu süreçten zararlı çıkacak. Bu süreç kendi mantığı, kendi iç tutarlılığı içinde yoluna devam ederse muhtemelen bu AK Parti iktidarının da sonu olacak. Çünkü AK Parti iktidarı artık halk desteğiyle değil, devletin kurumsal yetkilerini kullanarak ayakta duruyor. Yani yargıyı seferber ediyor, muhalefeti yok etmek için, tasfiye etmek için yargıyı kullanıyor. Doğrudan doğruya arkasına aldığı halk desteğiyle ayakta duran bir iktidar görüntüsü yok. Şimdi siz çözüm sürecine başladığınız zaman otomatik olarak, bugünkü tartışma da zaten o, hukukun olması lazım, anayasal güvencelerin olması lazım ve karşılıklı güvenin ihdas edilmesi lazım, tesis edilmesi lazım. Şimdi bu konularda hiçbir gelişme yok. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş geçen gün komisyonla alakalı, halkın rızasını almak için, halkı ikna etmek için böyle bir komisyonun oluşturulduğunu söyledi. Şunu itiraf ediyor aslında, kendisine doğrudan doğruya bir kamu diplomasisi görevi verilmiş. Meclis komisyonunu oluşturma inisiyatifi Meclis Başkanından geldi malum. Ve bu kamu diplomasisinin görevi de halkı ikna etmek, halkı bu konuda işte olumlu düşünmeye, yapıcı düşünmeye teşvik etmek, böyle bir atmosfer, böyle bir iklim oluşturmak. Şimdi işi algı meselesi olarak görmeyi ifade ediyor. Yani mesele bir algı meselesi. Algı meselesi olarak gördüğünüz zaman somut olarak atılacak adımların hiçbir anlamı kalmıyor. Çünkü algı gerçeklerin yerine geçiyor. Şimdi bence Suriye’ye dönmemiz lazım. Suriye’deki restleşmeler, özellikle bizim Ankara’nın Kürtleri, SDG’yi tehdit etmesi, işte kıble olarak Şam’ı ve Ankara’yı göstermesi, bunun üzerinde durmak lazım. Çünkü orada çok ciddi bir sakatlık var. Yani orada gerçeklere aykırı, bölgenin gerçeklerine, Suriye’nin kendi gerçeklerine aykırı bir duruş var. Böyle bir aykırı duruşu açıklamanın da zorlukları var. Yani neden Türkiye birdenbire böyle bir politikayı benimsedi? Yani Türkiye şöyle bir şey söylüyor, diyor ki SDG’ye: “Elindeki silahı bırak, git Şam’a biat et, Şam’a itaat et” diyor. Fakat silahları bıraktıktan sonra bölgedeki Kürtlerin güvenliklerini nasıl sağlayacağına dair hiçbir şey söylemiyor ve Şara hükümeti bırak silahı bıraktıktan sonra Kürtlerin güvenliğini sağlamayı, Dürzilerle ilgili, Arap aşiretleriyle ilgili, Nusayrilerle ilgili bir yığın problem yaşıyor. Çok güçlü bir iktidar değil. Nitekim son tartışmalar, SDG ile Şam hükümeti arasında 10 Mart mutabakatından uzaklaşan adımlar, hepsi Suriye’deki merkezi yönetimin kendi otoritesini gerçekleştirmedeki sıkıntılarından kaynaklanıyor. Böyle bir durumda SDG’nin silah bırakmasını istemek, güvenliğini Şam’a emanet etmesini beklemek gerçeklere tamamıyla aykırı. Yani neyi tercih ettiğiniz, çıkarınıza uygun olarak hangi politikayı izlediğinizin ötesinde bir şey bu. Suriye’nin gerçeklerine aykırı bir şey ve bunun otomatik yansımaları oluyor. Bir ay, bir buçuk ay Öcalan’ın kapıları kapatılıyor, İmralı’nın kapıları kapatılıyor. Komisyonda zaten başından itibaren tartışılan, “Hukuksuzluklar giderilmeden süreç yürümez” tezine sanki yeni ifade edilmiş gibi AK Parti cenahı itiraz etmeye başlıyor. Yani doğrudan doğruya vitrine, göz önüne yansıyan, kamuoyunun projektörlerine yansıyan gelişmelerin ötesinde arka planda yanlış giden bir şeyler var.
Ruşen Çakır: Burada istersen şeye bir değinelim, şimdi sen de bahsettin, Öcalan uzun bir süre görüştürülmedi. Perşembe günü heyet gitti ve bu sabah bir yazılı açıklama yaptılar. Açıklama kısa bir açıklama. Murat Yetkin demiş ki: “Ya boş sözler ya da çok dolu sözler.” Yani ortası yok. Ya burada hiçbir şey söylememiş, ki esas söylediğinin aslında anlamlı olduğunu söylüyor. Bence çok önemli, bir kere Murat’ın da bahsettiği gibi komisyon lafı geçmiyor. Hâlbuki Öcalan, biliyoruz o görüşme notlarında falan sürekli komisyona vurgu yapıyor, komisyonla görüşmek istediğini söylüyordu falan. Burada komisyon yok ama üç tane husus var: demokratik toplum, barış ve entegrasyon. Üç kilit kavram. “Bunun için bütün boyutlarda adımların ivedilikle atıldığı yeni bir aşamanın gereğine vurgu yaptı” diyor. Şimdi yeni bir aşama, o da benim anladığım devletten demokratik toplum, barış ve entegrasyon için adım bekliyor. Barışı daha çok herhâlde Kandil’den, yani silah bırakmayla ilgili ama demokratik toplum ve entegrasyon için devletten adım bekliyor, değil mi? Yanlış mı okuyorum?
Mümtaz’er Türköne: Doğru okuyorsun. Kesinlikle doğru okuyorsun. Önce şeyi çözelim. Doğrudur, bu tür durumlarda söylenenlere değil, söylenmeyenlere bakmak gerekir. Komisyon fikri Öcalan’ındı, Öcalan’ın ısrarıydı. Onun ısrarıyla gerçekleşti komisyon ve böyle bir aşamada hiç bahsetmemesi gerçekten manidar. Bu şu anlama geliyor, AK Parti cenahı komisyonu sulandırmış ve komisyondan Öcalan’ın düşündüğü gibi, hesapladığı gibi bir şey çıkmayacağı neticesi Kürt siyasetine egemen olmuş. Ben buna DEM’lilerin de itiraz ettiğini sanmıyorum, Öcalan’ın bu görüşüne. Yani Meclis Başkanı’nın açıkladığı toplumu ikna etmek, kamuoyunu ikna etmek görevi dışında somut hiçbir görevin verilmediği bir komisyondan hakikaten hiçbir şey çıkmaz. Sanıyorum komisyon talebiyle birlikte Öcalan’ın sıraladığı bazı şeyler vardı, işte komisyonun bazı kanun tekliflerini formüle etmesi, bunları bu işi yapacak olan Meclis’teki komisyonun önüne koyacak olgunluğa ulaştırması gibi. Bunlarda da hiçbir adımın atılmadığı görülüyor. Yani netice itibarıyla yeni aşama lafını sanıyorum İmralı’nın bu gelişmeleri doğru okuyabilmek için biraz etrafı gözlemeye, anlamaya çalıştığı şeklinde yorumlamak lazım. Çünkü bu görüşmenin gerçekleşmesi, yani İmralı’ya DEM heyetinin gidişinin gerçekleşmesi, Bahçeli ile Erdoğan arasında Ahlat’taki görüşmenin eseri ise orada, arkada, derinlerde çok entrika yüklü ayak oyunlarının dönüyor olması lazım. İmralı’nın da bunu gördüğü, Öcalan’ın da bunun farkında olduğunu düşünmek lazım.
Ruşen Çakır: Peki, burada şimdi yine bir şey soracağım ve bizim avcılarımız var biliyorsun, bizim yayınlarımızın avcıları var, hemen kapacaklar. ‘‘Bu olayı, kilitlenmeyi Bahçeli mi çözecek?’’ diyeceğim ama pişman olmayayım sonra vereceğin cevapla.
Mümtaz’er Türköne: Hayır, ben şöyle düşünüyorum; AK Parti zamana oynuyordu fakat zaman yok. Yani Türkiye’deki süreç Suriye’deki gelişmelerin eseri. Tam anlamıyla nedensel bir ilişki var Suriye’deki gelişmelerle Türkiye’deki çözüm süreci arasında. Suriye’de hatlar sıkışıyor, oradaki sıkışma olduğu gibi Türkiye’deki çözüm sürecinde zaman kazanmaya çalışanların arayışlarına yansıyor, onları zor duruma sokuyor. AK Parti zor durumda çözüm süreciyle alakalı, yani mümkün olsa çözüm sürecini hemen sona erdirir gibi görünüyor. Bu işten zarar göreceğini düşünüyor. Aslına bakarsan başından itibaren de böyle davranıyor. Bahçeli’nin ısrarlarıyla sanıyorum devlet kadrolarından gelen baskılarla bu şekilde davranıyor. Fakat somut adım atmayışı da bu sürece sıcak bakmadığını net bir şekilde gösteriyor. Şu anda Öcalan’ın pozisyonu önemliydi. Yani siz iki dudağınızın arasında bir ay İmralı’yla görüşmeye ara verip ondan önce barışı tesis eden, silahsızlandırmayı sağlayan adama istediğiniz gibi, hakikaten Tuncer Bakırhan’ın dediği gibi aç-kapa musluğu muamelesi yaparsanız zaten süreç yürümez. Yani siz Kürt siyasetinin temsilcisi sıfatıyla Öcalan’ı muhatap alıyorsunuz ve Öcalan’la görüşmeyi kendi keyfinize göre sınırlıyorsunuz, açıyorsunuz, kapatıyorsunuz. Bu anlayışla zaten çözüm süreci yürümez. Yani bazı şeylerin birilerinin keyfinin dışında objektif kurallara bağlanması lazım. Bazı formüllerin karşılıklı anlaşmayla yürürlüğe girmiş olması lazım. Yani kimsenin böyle bir süreç içinde Öcalan’la görüşmeyi bir ay, bir buçuk ay yasaklayamaması lazım, ki tarafların sürece olan güveni ortaya çıksın, pekişsin ve yol alınabilsin. Manzara şey, yani AK Parti kanadının su koyvermeye başladığını ben, yani senin soruna gelirsek, onu da çok net bir şekilde görüyorum. Türkiye’de bütün aktüel siyasi çekişmelerin, 19 Mart operasyonlarının, Cumhuriyet Halk Partisi’ni tasfiye operasyonlarının, yargıyla ilgili yoğun suistimal tartışmalarının, yani gündemimize giren her şeyin çok ötesinde, çok üzerinde Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren, toplumun bütününü ilgilendiren bir çözüm süreci sorunu var. Bu her şeyi belirleyecek kadar güçlü bir dinamik, her şeyi tayin edecek kadar baskın durumda ve herkes çözüm sürecine göre aktüel siyasi tavrını almak zorunda bu şartlar altında. Milliyetçi Hareket Partisi üzerine herkes senaryoyu yürütüyor. DEM kalksa dese ki: “Bu AK Parti’yle, Saray’la, bu davranışlarıyla, bu güvensiz hareketleriyle bu çözüm süreci yürümüyor, biz komisyondan çekiliyoruz” dese, bu sözün devamında Türkiye seçime gider. Yani çözüm sürecini yürütemeyen bir hükümetle Türkiye yoluna devam edemez. Milliyetçi Hareket Partisi de böyle bir durumda tavrını almak zorunda kalır. Yani mesela şu aşamada “DEM’le Cumhuriyet Halk Partisi bu işi dalga konusu yaptılar, iyice sulandırdılar” dese ve komisyondan çekilseler bunun yol açacağı zincirleme reaksiyonlar — Milliyetçi Hareket Partisi’nin tavrı tabii çok önemli — mutlaka Türkiye’yi seçime götürür.
Ruşen Çakır: Peki burada şöyle bir husus var. Senin de söylediğin çok önemli. Şimdi normalde ‘‘Türkiye kendi sorununu çözecek, PKK ile sorununu çözecek ve bu da doğal olarak Suriye’deki çözümü kolaylaştıracak’’ diye bir yaklaşım vardı ve Öcalan da baştan itibaren devletin bilgisi dâhilinde Suriye’deki Kürt güçlerle ve onların temsilcileriyle doğrudan ya da dolaylı irtibat hâlindeydi. Bunun yansımalarını gördük, hem yansıyan şeyler var hem de SDG sözcülerinin değişik zamanlarda yaptıkları açıklamalar var. Ama anlaşılan şu, yani PKK’nın silah bırakması ve devletin de birtakım adımlar atması, karşılıklı bir şeyler yapmaları, yani tarafların birbirlerini ve kamuoyunu, her iki tarafın kamuoyunu ikna edecek adımlar atmasının ötesinde Ankara’nın Suriye meselesini alelacele çözme arayışı var anladığım kadarıyla. Senin söylediklerinden de bunu çıkarıyorum ve anladığım kadarıyla yine Öcalan üzerinden Suriye’deki güçleri Ankara’nın planına razı etme arayışı var ve karşılık bulamıyorlar sanki.
Mümtaz’er Türköne: Ben bu söylediğinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bütün unsurlarıyla, organlarıyla geliştirdiği bir strateji olmadığını düşünüyorum. Bu AK Parti’nin yaklaşımı, Saray’ın yaklaşımı. Çünkü burada bir tutarsızlık var. Bugüne kadar alınan kararlarda ve bölgede, özellikle bölge dışı güçlerin, büyük güçlerin, Amerika’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın tavrı dikkate alındığı takdirde çok ciddi bir boşluk ortaya çıkıyor. Çünkü mesele, Suriye’den kaynaklanan mesele, PKK’nın silah bırakmasından, Türkiye’de Kürt sorununun çözülmesinden, Türkiye’de Kürtlerle Türkler arasında veya devletle Kürtler arasında barışın tesisinden ibaret değildi. Başından itibaren Bahçeli’nin bu kadar riskli bir şekilde bu işi üstlenmesinin arkasında da o vardı. Bölgede yeni bir mimari oluşuyor ve bu mimari proje Türklerle Kürtler arasında ittifaka dayanıyor. Yani Türklerle Kürtler kardeşçe barış içinde bir arada yaşamak üzere yola çıkmıyorlar; birlikte bir kader birliği yapıyorlar, birlikte bir yola giriyorlar. Bütün konuşulan buydu başından itibaren. Yani Devlet Bahçeli’nin aldığı tavrın arkasında da bu vardı. Şayet sadece biz sürece barış süreci olarak bakarsak çok sınırlı, çok kısır bir alana hapsetmiş oluruz. O yüzden Suriye’deki gelişmelerde Kürtlerin güvenliğini Şam’a havale etmek gibi bir yaklaşım gerçekçi bir yaklaşım değilse bu aynı zamanda süreci, Türkiye’deki süreci de, Suriye’yle ilgili süreci de Türk-Kürt ittifakına yönelik dinamikleri de baltalama teşebbüsüdür. Yani ben meseleyi sadece işte göründüğü gibi Suriye’de Kürtleri zorlayarak, Kürtleri Şam hükümetine biat ettirmek gibi, onlarla uzlaştırmak gibi bir çabadan ibaret olmadığını, böyle bir yolun süreci doğrudan doğruya baltalayacak bir şey olduğunu düşünüyorum. Yani siz olmayacak bir şeyi söylüyorsunuz. Çok derin bir sosyoloji var Suriye’de. Suriye bir ulus devlet değil, farklı etnik gruplardan meydana gelen ve uluslaşma dediğimiz şeyin çok uzağında bir ülke. Siz bu ülkede Kürtleri, elindeki silahları alıp Şam’daki nispeten daha zayıf bir iktidarın, bazı İslamcı takıntıları olan, bazı İslamcı geçmişi olan ve bunu hâlâ kontrol altına alamayan bir gücün emrine vermeye kalkarsanız bu sadece bu işi yapmak istemediğinizi gösterir, yani bu işe sıcak bakmadığınızı gösterir. Ben sadece Suriye’yle ilgili bir mantığı olan, bir sonuç almayı hedefleyen bir politikadan değil, süreci baltalamaya yönelik, bölgedeki mimariyi de sarsmaya yönelik bir teşebbüsten endişe ediyorum.
Ruşen Çakır: Mümtaz’er, nasıl toparlayalım? Baltalama dedin, aslında bu bir final şeyi ama biraz insanlara yine gaz verelim. Yani şöyle, ben sürekli iyimserliğimi sorguluyorum biliyorsun, ama hep bir taraftan da iyi bir şeyler söyleme ihtiyacı hissediyorum. Benim kafamdaki perspektif de şu, yani bunca yılın sorununu çözmeye bu kadar yaklaşmışken şu ya da bu nedenle bundan vazgeçmek mümkün olamaz gibi geliyor bana, faturası çok daha ağır olur. Yani hiç buna girişilmeseydi, Suriye tartışmaları, şunlar bunlar vesaire hepsi olabilirdi ve bir şekilde “Su akar yatağını bulur” derdik, şu olurdu bu olurdu. Ama şimdi bu kadar şey yapıldıktan sonra buradan dönmenin bedeli çok ağır olurmuş gibi geliyor bana.
Mümtaz’er Türköne: Buradan dönme ihtimali yok. Ben böyle bir ihtimali hiç tasavvur edemiyorum. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de, Türkiye’de siyaset yapan aktörlerin de iradesini aşan, inisiyatifini aşan bir akıntı var, bir dalga yükselmiş vaziyette Ortadoğu’da. Tom Barrack’ın açıklamalarını takip ederek bunu anlamak mümkün. Yani Amerika, özellikle Barrack yakın dönemde Suriye’yle ilgili birbiriyle çelişen şeyler söyledi. Türkiye’ye biçilen rolle ilgili de çelişen şeyler söyledi. Sebebi Suriye’de bir türlü beklenen, umulan itminanın, yani o durulmanın sağlanamaması. Şimdi işte diyor ki: “Federasyon tamam olmaz ama ona biraz yakın adem-i merkeziyetçi bir yönetim gerekir” diyor. Bunu tabii Amerika’nın Büyükelçisi, Suriye sorumlusu söylediği için peşinen herkes emperyalist bir hüküm veya strateji gibi yorumlayabilir ama öyle değil. Suriye’de merkezi, üniter bir ulus devleti kimse tesis edemez ve buna oynayan aslında Suriye’yi istikrarsızlığa, kavgaya mahkûm etmiş olur. Böyle bir ihtimal yok. Yani Suriye’de Türkiye’nin şu anda ısrar ettiği, — savaş tehdidinde bile bulundu, operasyon tehdidinde bile bulundu Kürtlere yönelik Saray kanadı — Türkiye’de bunu yaptığınız takdirde Suriye’de barışın sağlanması, Suriye’de dengelerin oluşması, huzurun, güvenliğin sağlanması diye bir ihtimal mevcut değil. Yani bu, kavga çıkartmaya yönelik, arıza çıkartmaya yönelik bir yaklaşım olabilir ancak. Barrack’ın söylediği sanıyorum, orada edinilen tecrübeler, denemelerden sonra Dürzilerle, Nusayrilerle, Kürtlerle, işte Arap aşiretlerine belki farklı bir statü tanınarak, merkezi hükümetle adem-i merkeziyet arasında, desantral bir şekilde merkezle yerel arasındaki yetkileri dağıtarak bir barış ortamı, bir güvenlik ortamı kurulmasını esas alıyor. Türkiye’nin telaffuz ettiği şeylerden böyle bir şey çıkmıyor. Yani huzur arıyorsak, güven arıyorsak, barış arıyorsak Suriye’de, Türkiye’deki çözüm süreci de ona bağlıysa böyle bir şey çıkmıyor. O yüzden Türkiye’nin iradesini aşan bir dalganın önünde biz de sürükleniyoruz ve ben bu sürüklendiğimiz istikamette çözüm sürecine ara verilmesi veya baltalanması, ortadan kalkması, sona ermesi diye bir ihtimalin namevcut olduğunu düşünüyorum. Biz mecburuz, mahkûmuz bu süreci yürütmeye ve bu süreçten netice almaya mecburuz. Bunun en açık kanıtı da başından itibaren, 22 Ekim’den hatta 1 Ekim’den bu yana bu konudaki ısrarlı tavrını milim sapma göstermeden tekrarlayan ve aynı yerde duran Bahçeli. Dikkat ederseniz hep aynı şeyleri tekrarlıyor. Çünkü yani bir şey var burada, matematik var, hesap var, nereden neyin çıkacağına dair işte projeksiyonlar var. Bunların hepsi yapılmış ve konmuş masaya. Buna dayalı Türkiye gerçekçi bir yol tayin etmiş, bu da çözüm süreci. Bunu aynı Devlet Bahçeli’nin anladığı gibi anlayan bir muhatap var, o da Abdullah Öcalan. Ve bunun dışındaki ihtimallerin hepsi aktüel siyasetle, siyasi çekişmelerle, siyasi rekabetle ilgili ayak oyunlarından ibaret. Yani eşeği sağlam kazığa bağlamış durumdayız. Çözüm sürecine bir şey olmaz. Çözüm süreciyle ilgili benim endişem yok. Mesela bugün Türkiye’de seçim kararı alınsa, seçim hükümeti kurulsa, devletin bürokratik birimleri şu anki tartışmaların çok daha ötesinde, çok daha kolay bir şekilde bu süreci yürütür. Çünkü bu sürecin bir mantığı var, dayandığı bir rasyonalite var. O yüzden endişe edecek bir şey olduğunu düşünmüyorum.
Ruşen Çakır: Hadi bakalım, yüreğime su serptin. Çok sağ ol Mümtaz’er.