Önder Özden yazdı: Neden CHP kimseyi ikna edemez?

Demokrasi, ikna ve sayıların iktidarı

İkna, demokrasinin vazgeçilmez köşe taşlarından biri. Demokrasi özünde bir sayı oyunuysa, saf haliyle çoğunluk gücüne dayanıyorsa, ikna yalnızca bir sanat değil, bir zorunluluk haline gelir. Demokratik siyasetin oyununu oynamak isteyen herkes başkalarını ikna edebilmeli, tartışmaya ve diyaloğa girebilmeli ve nihayetinde insanları fikirlerini ve politikalarını desteklemeye razı edebilmelidir—ister sosyal, ister ekonomik, isterse de daha geniş anlamda siyasi politikalar olsun.

Temsili demokrasilerde iktidara gelmek demek, oy kazanmak demektir. Oy kazanmak da zaten ikna etmeyi gerektirir: halihazırda ikna olmuş kitleleri değil, kararsız ya da farklı düşünen insanları. Bu kulağa ne kadar bariz gelse de bugün, “hakikat sonrası” (post-truth) gibi kavramların kamuoyunu belirlediği bir çağda ikna etme süreci her zamankinden daha karmaşık.

Önder Özden yazdı: Neden CHP kimseyi ikna edemez?

“Hakikat sonrası” çağın serabı

Artık “hakikat sonrası” bir çağda yaşadığımız, yani olguların ve aklın artık önem taşımadığı, siyasetin rasyonellikten ve nesnel hakikatten koptuğu çokça dile getiriliyor. Bu söylem bir kopuşu ima ediyor: Sanki bir zamanlar hakikatin hâkim olduğu, aklın bir çapa işlevi gördüğü bir dönem vardı ve şimdi bu yeni ve tehlikeli bir döneme adım atmış durumdayız.

Bu argümanın ciddi biçimde sorunlu olduğunu söylemek hiç de abartı sayılmaz. Siyaset hiçbir zaman tek bir “hakikat”in hüküm sürdüğü bir alan olmadı. Tarih, manipülasyon, propaganda ve stratejik yalanlarla dolu. Hiçbir zaman rasyonel uzlaşıya dayalı bir altın çağ yaşanmadı; toplumların üzerinde oybirliğiyle uzlaştığı tek bir hakikat hiçbir zaman olmadı. Fakat bütün sorunlu yanlarına rağmen belki de “hakikat sonrası” çağ belli bir noktanın altını kalın bir şekilde çiziyor; giderek daha polarize bir toplumsal yaşam sürdürüyoruz. Böylesi bir toplumsal çerçeve, ikna sorununu daha da yakıcı bir hâle getiriyor.

Bu noktada, siyasal meselelerdense daha çok dil meselesi üzerine eserler verdiği savlanan Ludwig Wittgenstein’a kulak verelim. Wittgenstein, iki “resim” (picture) çatıştığında derin bir anlaşmazlık ortaya çıktığını söyler. Burada “resim”den kastı basit bir temsil değil; insanların dünyayı gördüğü, yorumladığı köklü bir referans çerçevesidir. İki böyle çerçeve yüz yüze geldiğinde mesele yalnızca olgularda anlaşamamak değildir; insanlar adeta farklı dünyalarda yaşarlar.

Wittgenstein, bir insanın fizik yasalarıyla yön bulduğunu, diğerininse bunlara hiç güvenmediğini örnek vererek, “Aklın bittiği yerde ikna başlar” der. Buradaki temel nokta, iknanın yalnızca aklın bir uzantısı olmadığıdır; ikna, mantıksal kanıtlamanın ötesinde başka bir şey gerektirir. Bu gözlem, bugünkü siyasi zorlukların kalbine dokunuyor: Haklı olmak, “hakikati söylemek” ikna etmek için yeterli değildir. İkna, çoğu zaman karşı tarafla mantık yoluyla değil, hikâye, duygu ve bağ kurma yoluyla temas etmeyi gerektirir.

Neden CHP kimseyi ikna edemez? | Önder Özden yazdı

Muhalefetin siyasi çıkmazı: Dünya görüşü tartışması

Türkiye’nin ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), tam da bu noktada zorlanıyor gibi görünüyor. On yıllardır CHP, derinleşen ekonomik krizlere, otoriterleşme eğilimlerine ve giderek kutuplaşan siyasi iklime rağmen oy oranını yaklaşık önceleri yüzde 20–25, bugünlerde ise yüzde 30–35 civarında tutuyor. Bu koşulların daha çok seçmeni muhalefete yönlendirmesi beklenirdi, ancak CHP tabanını genişletmekte belli ölçüde sorunlar yaşıyor.

Bu durumun açıklaması Wittgenstein’ın “resim” kavramında yatıyor olabilir. Özellikle AKP ve MHP seçmenleri CHP ile yalnızca politikalarda değil, dünyayı algılama biçimlerinde de ayrışıyorlar. Bu seçmenler, dini kimlik, milliyetçilik ve CHP söyleminin sıklıkla temas edemediği bir aidiyet duygusuyla şekillenmiş bir dünya görüşüne, resme sahip olduğu vurgulanıyor. Yani CHP’nin yaşadığı zorluk da tam olarak bu: farklı resimlerle konuşmaya çalışmak.

CHP bugüne kadar ne yaptı? Bundan sonra ne yapacak? | CHP İstanbul Milletvekili Yunus Emre anlattı
Neden CHP kimseyi ikna edemez? | Önder Özden yazdı

İkna: Taklit ve özgünlük arasında

Türkiye siyaseti uzun zamandır ikilikler üzerinden okunuyor: laikler ve muhafazakârlar, liberaller ve milliyetçiler, modernistler ve gelenekçiler. Sıkça dile getirilen reçete ise CHP’nin dilini değiştirmesi, dini hassasiyetlere daha fazla saygı göstermesi ve seküler imajını yumuşatması gerektiği. Bunun bir doğruluk payı var: Büyümek isteyen her siyasi hareket, hitap ettiği insanların inançlarına saygı duymalı.

Ama burada bir tehlike var: CHP, rakiplerinin dilini taklit ederse, onlardan ayırt edilemez hâle gelir. Bir muhafazakar seçmen neden “kopyayı” orijinalin yerine tercih etsin? İkna, taklide indirgenirse gücünü kaybetmesi içten bile değil. Önemli olan, söz konusu ikilikleri kesintiye uğratabilecek bir siyasal çizgiyi gündeme almak.

Slogan değil hikâye

CHP’nin ihtiyaç duyduğu şey taklit değil, özgünlük. İkna edebilmek için hikâyeler gerekir; olgulardan, akılcı açıklamalardan ziyade — farklı resimlerin dayattığı duvarları aşabilecek güçlü anlatılar. Türkiye’de zaten adaletsizlik hikâyeleri bolca var. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın hapsedilmesi, yargının siyasallaşması, şimdilik İstanbul İl Başkanlığı’na kayyum atanması, demokratik özgürlüklerin erozyona uğraması milyonlarca vatandaşın günlük gerçeği. Ancak bu hikâyelerin, CHP’nin tabanı dışına daha yüksek bir sesle belki de ulaştırılmasına ihtiyaç var.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Burada Ankara’nın dışına taşan siyasal çizgi, retorikten daha önemli hâle geliyor. Daha önceki bir yazımda da ifade etmeye çalıştığım gibi CHP mitingleriyle bir arkadaşlık ritmi yaratmaya çalışıyor. Bu mitingler yalnızca adaletsizlikleri protesto etmiyor; bağlar kuruyor, bir arada olma duygusu ve ortak mücadele hissi yaratıyor, arkadaşlığa olanak yaratıyor; ikiliklerin ötesine taşıyor. Bu anlar siyasette ikna meselesini başka türlü bir şekilde düşünmek için ipuçları veriyor: sadece soğuk veri alışverişi değil, kolektif bir hikâye anlatımı.

Bu bağlamda ikna, birinin köklü dünya görüşünü değiştirmek anlamına gelmek zorunda değil. Bu zaman zaman mümkün de olmayabilir. Bunun yerine, karşı tarafla “temas” etmek anlamına gelebilir. Bu temas, hükümetten memnun olmayan seçmenlerin tamamen CHP’ye oy vermesi değil, en azından iktidar partisine oy vermekten vazgeçmesiyle de sonuçlanabilir. Demokrasi oylarla şekilleniyorsa, bu bile kendi başına oldukça belirleyici olabilir.

CHP kurultayı
Neden CHP kimseyi ikna edemez? | Önder Özden yazdı

Sokağın hikâyesi

Eğer ikna bağlantı kurmayı gerektiriyorsa, siyasal stratejiyi yeniden düşünmek gerekebilir. Sadece kapalı toplantılara kapılmak ve müzakereyi fetişleştirmek yerine, sokakta sürekli olarak varlık göstermek, arkadaşlık buluşmasına imkân tanıyan hikayelerin etkili bir şekilde yayılmasını sağlamak gerekir.

Sokakta olmak yalnızca protesto ya da miting anlamına gelmez; ilişki kurmak, şikâyetleri dinlemek, kendini dışlanmış hisseden insanların sesini yükseltmek anlamına gelir. Sokakta olmayı çeşitlendirmek, dokunmanın olanaklarını yaratmak… Bunlar, hikâyenin yayılımına, çoğalmasına imkân yaratır. Çünkü hikayelerin, sloganlardan daha hızlı ve daha uzağa ulaştığı muhakkak; ideolojik sınırları politika önerilerinin ulaşamayacağı şekilde aşabilir. Böylelikle, kolaycı ikilikleri geride bırakmak, önemsizleştirmek olanaklı olur.

Türkiye muhalefeti için eşsiz bir fırsat var: Hükümete yönelik toplumsal hoşnutsuzluk büyüyor. Ancak hoşnutsuzluğun, tek başına oy getirmediğini defaatle yaşadık. Etkileyici bir anlatı olmadan bu hayal kırıklığı kolayca umutsuzluğa dönüşebilir. CHP, yalnızca şikâyetlerin adresi değil, umut için bir araç hâline gelmek zorunda.

CHP
Önder Özden yazdı: Neden CHP kimseyi ikna edemez?

Hikâyenin iknayla buluşması

Siyasette ikna, haklı olduğunu kanıtlamak değil—en azından tek başına. Ne kadar uyumsuz görünürlerse görünsün, dünya görüşleri arasında köprü kurmaktır. Türkiye’nin kutuplaşmış siyasi ortamında CHP’nin görevi yalnızca akılcı olmak ya da daha iyi politikalar sunmak değil; kendi dünya görüşünü paylaşmayanlarla yankı bulan, özgün ve bağlantı kuran bir hikaye anlatmaktır.

Bu bakımdan Wittgenstein’ın “Aklın bittiği yerde ikna başlar” ifadesi özellikle önemli ve öğretici. Seçimleri kazanmak için yalnızca akıl ya da “hakikat” yetmez; özellikle siyasetin yalnızca olguların değil, çerçevelerin çatışması olduğu bir çağda. CHP için ikna, sokakta var olmak, adaletsizlik hikâyelerini büyütmek ve kendi tabanının ötesine uzanan bir dayanışma, arkadaşlık bağı kurmak demektir. CHP’nin (ve de ülkenin) geleceği, yalnızca politikalarında değil, hikâye kurma, anlatma ve yayma becerisinde saklı. Demokrasi bir sayı oyunuysa, bu bağlantılar CHP’nin iktidar alternatifi olmasında belirleyici farkı yaratabilir.