İslam Özkan yazdı | Şam-SDG müzakereleri ve HTŞ’nin tek tipçi vizyonu: Suriye çözümden uzaklaşıyor mu?

Yıkıcı bir iç savaştan çıkan Suriye’de çözüm bekleyen, oldukça karmaşık kimliksel, siyasi ve ekonomik sorunlar mevcut. Suriye toplumunun mevcut yapısından ve karakteristiğinden mesafeli bir partinin iktidarı, sorunlara çözüm üretilememesinin en büyük nedenlerinden biri, ancak tek sorun bu değil. Toplumun bölünmüş olmasının yanı sıra, devlet yapısının zayıflığı da krizlerin derinleşmesine yol açarak ülkede istikrarlı bir yapının kurulmasının önünde önemli bir engel teşkil ediyor. Zira çatışma sonrası dönemde devletin zayıflığı, yerel milislerin veya suç örgütlerinin kontrolü ele geçirmesine yol açarak kaotik bir sürecin yeniden tetiklenmesine neden olabilir. Ancak bölgesel ve küresel güçlerin Suriye’de gerçekten istikrar isteyip istememesi ya da istikrara ne kadar katkı sağlayacakları da burada önemli bir rol oynuyor.

Ekonomik, toplumsal ve siyasi krizler devlet ve toplum yapısını tehdit etmesine rağmen, şu an en çok konuşulan konunun Şam-SDG müzakereleri bağlamında bölünme meselesi olduğunu görüyoruz. Diğer bir ifadeyle, Kürtler başta olmak üzere azınlıklar, Suriye’de bir ulus devlet inşasının önündeki en büyük engellerden biri olarak görülüyor. Öte yandan, Suriye’nin henüz manda yönetimi altında olduğu 1936 yılında kurulan Alevi ve Dürzi devletleri ile Şam ve Halep’in ayrı şehir devletlerinin kötü hatırası, hala Suriyelilerin üzerinde bir hayalet gibi dolaşıyor.

Hâlbuki mesele hiç de göründüğü gibi değil. Federalizm veya adem-i merkeziyetçilik her zaman bölünme getirmeyeceği gibi, bazen tam tersine ulusal birliği güçlendirebilir. Adem-i merkeziyetçi yapılar, aslında, her ne kadar farklı eyaletlerin kendi politikalarını uygulamasına izin vererek “birliği azaltıyormuş gibi görünse de merkezi hükümetin tek tipçi politikalar dayatmasından kaynaklanan çatışmaları azaltarak birliği güçlendirebileceğinden, federalizm zoraki merkezi bir yapıya iyi bir alternatif olabilir. Ne Şam yönetimi ne de onun arkasında durmanın ötesine geçerek hassas olduğu bazı konularda fikirler telkin eden Ankara, bu durumun farkında görünmüyor. Farklı unsurların tahammülünü ve mevcut yapının sınırlarını zorlayarak ülkeyi bir çıkmaza sokmak yerine ademi merkeziyetçilik, giderek kangrene dönüşme potansiyeli taşıyan sorunlar için önemli bir çıkış noktası olabilir.

Arap milliyetçiliği ve Suriye

Unutmamak gerekir ki, Suriye hep Arap milliyetçiliğinin hem ideolojik hem de entelektüel anlamda kalesi olmuştur. Bu durum, paradoksal bir şekilde bir taraftan Suriye’de bütünleşmeyi sağlayan ideolojik bir harç görevi görürken, diğer yandan da Suriye’nin bir ulus devlet olmasını engelleyen bir eğilime dönüşmüştür. Bu eğilim, Suriye’yi tüm Suriyelilerin vatanı olarak görmez, onu daha büyük bir ulusun, yani Arap ulusunun sadece bir parçası olarak görür. Bu yüzden Arap milliyetçiliği (Nasırcılık, Baasçılık vs.) Arap dünyasındaki bir devletin fertlerini birleştiren bir yapıştırıcı değil, ulus devletin kurulmasını veya devamını engelleyen bir ayrılık ve bölünme faktörüydü.

Suriye’de Suriyeliliği, Suriye ulus devletinin sınırları içerisinde istikrarlı bir yapı kurulmasını savunan tek parti, Sosyal Milliyetçi Partisi’dir (SSMP). Ancak partinin kurucusu ve neredeyse tek teorisyeni olan Antony Saade’ye göre Suriye ulusu, “Filistin, Kilikya, Kıbrıs ve Sina’yı da içeren Bereketli Hilal topraklarına yerleşmiş bir halkın birliğidir.” Saade ve partisi, Suriye’yi mevcut sınırlarını aşan daha büyük bir vatanın sadece bir parçası olarak görür. Saade’nin partisi, 1932’deki kuruluşundan bu yana, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sykes-Picot Anlaşması (1916) sonucunda çizilen mevcut sınırları reddetmiş ve “Doğal Suriye’nin” yeniden birleştirilmesi projesini benimsemiştir. Dolayısıyla, Suriye milliyetçiliğini savunan bir parti bile Suriye’nin teritoryal sınırları içerisinde bir ulus devlet inşa edilmesini savunmamaktadır.

Bu yüzden, Suriye’de mevcut yönetim her ne kadar ulus devleti yeniden inşa etme noktasında hırslı ve istekli görünse de, ülkede ulus devlet fikrinin kökleşmiş olduğunu söylemek zor görünüyor. Öte yandan, giderek güçlenen bölgesel yönelimler ve zaman zaman ayrılıkçılık talebine varan söylemler (Dürzi liderlerden Hicri’nin son çağrıları gibi) merkezi yönetimi zor durumda bırakan meselelerden biri.

HTŞ’nin sert ve inatçı yapısı

Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) sorunlara çözüm üretme kapasitesinin azlığına yol açan sert bir ideolojiye sahip olması, ayrıca sahip olduğu kadroların teknik ve siyasi yetersizlikleri de durumu daha karmaşık hale getiriyor. HTŞ saflarında görev yapan milislerin, Lazkiye ve Süveyda olaylarında da görüldüğü gibi, meşru ve yasal sınırlar içerisinde kalma noktasındaki isteksizlikleri de, önümüzdeki dönemde Ahmed eş-Şara başta olmak üzere Suriye yönetiminin başına bela olacak en önemli meselelerden biri gibi görünüyor.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

HTŞ’nin zaten kendisinden kaynaklanan bir takım yapısal sorunlara Ankara’nın tek tipçi vizyonu eklenince, Suriye’de istikrarlı ve merkezi bir ulus devlet inşası adı altında zoraki bir birlikteliği sağlamaya dönük adımlar atılmaya çalışılıyor. Bunun ise müzakerelerin altını oyan bir mantıkla ulusal birliği sağlamak bir yana, iç savaş ve kaosu tetikleyebilecek bir sürecin ayak seslerine dönüşmesi ihtimalini beraberinde getirdiğini görmemek mümkün değil.

Suriye’deki önümüzdeki ay yapılması beklenen parlamento seçimleri de bu durumun bir parçası. Birçoğuna göre bu seçimler de ulusal birliği sağlamak ya da sorunları çözmek yerine, durumu daha da karmaşık hale getirip istenenin tam tersi sonuçlar doğurabilir. Kurulmak istenen yeni devletin, sağlam kurumlarıyla, merkezin bileşenler ve taraflarla nasıl etkileşim kuracağına dair asgari düzeyde bir uzlaşıyla ve kabile, mezhep ve etnik sadakatlerin üzerinde bir vatandaşlık bilinciyle şekillenmesi konusunda bir fikir birliği oluşmadı. Buna ek olarak, Suriyelilerin yaklaşık üçte biri (yaklaşık dokuz milyon) yurt dışında mülteci, sürgün veya göçmen olarak yaşıyor ve geri dönüp dönmeme kararlarını henüz vermediler. Üç vilayet (Rakka, Haseke ve Süveyda), seçimlerden dışlandı.

Öte yandan, cumhurbaşkanının yasama organının üçte birini (210 vekilden 70’ini) atayarak yasama üzerinde vesayet sahibi olması da, HTŞ’nin kurmaya çalıştığı devlet hakkında az çok bizlere bir fikir vermektedir. Sekiz ayda mezhep katliamları yaşayan, bileşenleri arasındaki ilişkilerin dibe vurduğu ve ulusal kimliğin en alt seviyeye gerilediği bir Suriye’de, önümüzdeki dönemde yapılacak siyasi ve ulusal anlamdan yoksun seçimler mevcut durumu daha da anlamsız hale getirecektir. Hiç şüpheniz olmasın.