Tarık Çelenk yazdı: Manifest gençlik

Manifest grubunun üyeleri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, konserlerindeki dans ve performansları gerekçe göstererek “hayasızca hareketler” ve “teşhircilik” suçlamasıyla soruşturma başlatmış, süreç yurtdışı çıkış yasağı talebiyle sonuçlanmıştır. Son yıllarda kadın pop şarkıcılar veya topluluklar hakkında benzer gerekçelerle soruşturma açılması artık hepimize de pek de şaşırtıcı gelmemektedir.

Yıldıray Oğur ilgili yazısında haklı olarak soruyor: Devletin ve iktidara yakın ajansların organizasyon desteği sunduğu, “hayasızlık ve teşhircilik” sınırını fazlasıyla aşan Jennifer Lopez konseri meşru görülürken, neden yerli ve milli kızlarımızdan oluşan Manifest grubuna aynı sahne performansı hoş görülmüyor? Oğur buna “iki yüzlü ahlakçılık” derken, ben ise “yerli bilişsel çelişki” ifadesini kullanmayı tercih ediyorum. Özünde özet şu: “Ehline helal, ehli olmayana haram.”

Manifest
Tarık Çelenk yazdı: Manifest gençlik

Manifest kızları Jennifer gibi 1960’ların değil, 2000’lerin kuşağıdır; gördükleri, yaşadıkları büyük ölçüde son yirmi yılın Türkiye’sinde şekillenmiştir. Dijital dünyanın kaçınılmaz küreselleşmesinin etkisi hariç, bu gençler başka bir dönemin değil, doğrudan bugünün ürünüdür. Yönetim açısından bakıldığında ise, seküler gençlik dahil “öteki” ile asıl sorun pasta paylaşmamaktır. 2000’li kuşağın —mahalle çocukları da dahil— din ve kültür değerlerine kayıtsız kalması, hatta giderek nitelikli bir tepkiselliğe dönüşmesi, mevcut sosyal bağlamda son yılların çelişkilerinin oldukça doğal bir sonucudur.

Ar, haya, iffet ve edep bu manifest kuşak için Osmanlıca ya da eski Türkçe kelimelerdir. Ahlâk, erdem, etik ve namus ise daha çok seküler düzlemde manifest kuşağın sahiplendikleri kavramlardır. Türk-sağ bakış açısı bütün bu kavramları otorite ve “moral flexibility” (ahlaki esneklik) ayrıcalığıyla tek potada ergitirken, seküler rasyonel bakış ikinci grup kavramları birinciden bütünüyle bağımsızlaştırmakta ve böylece en azından daha tutarlı bir görünümü sunmaktadır.

Edep, ar ve haya gibi kavramlar kutsal metinlerde çirkinlik kavramıyla ters orantılı biçimde geçer. Haya, çirkinlikten utanma ve kaçınma durumudur. Ancak mesele şudur: “Kutsal olmayan, profan dünyada çirkinlik neye göre tanımlanır?” Dinî yaklaşımda çirkinlik insanın doğasından, fıtratına aykırı olandır; seküler yaklaşımda ise çirkinlik, evrimsel süreçte göreceli biçimde değişen bir anti estetik kavramdır. Bu ayrışma, din ile seküler dünya arasındaki çelişkinin kaynağını oluşturur.

Kur’ân’daki “takvâ libası” ifadesi, hem fizikî örtünme (edep yerlerini kapatma, elbise giyme) hem de manevî örtünme (ahlâkî çıplaklığı takvâ ile örtme) anlamı taşır. Felsefi açıdan bu, insanın “doğa hâlinden” kültüre, bilinçsiz varoluştan sorumlu varoluşa geçişini simgeler. Kitap’ta çıplaklık, insanın hayvani yönünü temsil eder; örtünme ise doğa üzerine bilinçli bir katman inşa etmeyi, yani kültürleşmeyi ifade eder. Bu anlamda edep yerlerini örtmek salt biyolojik utanma değil, “benim bedenim kutsaldır, hayatımın sınırları vardır” bilincidir. Ontolojik düzeyde, bu insanın kendisine koyduğu sınırdır.

Seküler anlamda Foucault için elbise, doğrudan iktidarın bir aracıdır. Toplum, bedenleri disipline etmek için kıyafet kuralları koyar (hapishane üniforması, okul forması, askerî kıyafet). Çıplaklık, bu disiplinin dışına taşma ihtimali barındırdığı için tehlikelidir. Bu perspektif, Manifest tartışmalarına da bir parantez açar.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Bugün sosyal medyada beden, kimliğin cinsel dürtüleri aktif hale getirme ve en çok sergilenen boyutu hâline gelmiştir. Çıplaklık yalnızca fiziksel değil; özel hayatın, mahremiyetin, duyguların, anlık tepkilerin sergilenmesine dönüşmüştür. İnsan “ben buyum” derken aslında kendini başkasının bakışına teslim eder. Mahremiyetin kaybı, kıyafetle olduğu kadar dijital teşhirle de gerçekleşmekte, bu da ruhsal çıplaklık ve savunmasızlık anlamına gelmektedir.

Manifest gibi gruplar, çıplaklığı, erotizmi ve gençliği estetik bir araç olarak kullanıyor: özgürleşme, bedensel haz, bireysel özerklik ve “an’a ait olma” duygusunun ifadesi olarak. Modern popüler kültürde çıplaklık doğallığın, samimiyetin, asi özgürlüğün sembolü gibi sunuluyor. Ancak felsefi açıdan bakıldığında bu, “örtüsüzlük” değil, başka bir tür libastır: pazarlamanın ve kapitalist kültürün libası. Böylece çıplaklık da metalaşmış bir kıyafet haline gelmektedir.

Transhümanizm çağında, yani insanın dürtü ve arzularının biyolojik sınırlarını zorlamaya yöneldiği bir dönemde, Manifest’in sahne erotizmi post-human bir beden tahayyülü ortaya koymakta. Bedenin sınırlarını aşma, dürtüleri abartılı biçimde performansa dönüştürme gibi görünümler bu bağlamda artık şaşırtıcı değildir. Diğer yandan, ne yazık ki ihmal edilen bu gençlik, kapitalist kültür endüstrisinin sunduğu tüketim kalıpları içinde sıkışarak gerçek bir özgürlüğü değil, haz nihilizmini yaşadığının farkında bile değildir.

Türkiye’nin bugünkü yönetim politikaları, muhafazakâr değerler üzerinden ahlaki esneklik ve kendi iç çelişkileriyle siyasal meşruiyet kurmaya çalışırken, genç kuşağın küresel kültürle temasını ve sorgulayabilmesini engelleyememektedir. Tam tersine, bu yasaklayıcı dil, gençliği farklı bir yönelimle “karşıt estetiklere” çekmektedir. Manifest gençliği, bu bağlamda, bu örnekteki gibi bir yandan iktidarın dayattığı ahlakçı söylemlere karşı çıplaklık ve cinsel dürtü yoluyla bir “bedensel başkaldırı” örneği izlenimini vermektedir.