Haftaya Bakış’ta Ruşen Çakır ve Kemal Can Bahçeli’nin son açıklamalarını CHP’ye ve Can Holding’e kayyum atanmasını değerlendirdi.
CHP’ye kayyum
CHP İstanbul İl Yönetimi’nin görevden alınmasının ardından tansiyon düşmüyor. Kayyum olarak atanan Gürsel Tekin’in polis eşliğinde il başkanlığına gitmesini CHP’li kurmaylar “fragman” olarak niteledi.
CHP bir yandan da 38. Olağan Kurultay’a ilişkin davanın görüleceği 15 Eylül’den bir gün önce Ankara’da büyük bir miting hazırlığı yapıyor. 14 Eylül Pazar günü, saat 19.00’da Tandoğan (Anadolu) Meydanı’nda yapılması planlanan miting için hazırlıklar sürüyor. Ankara’ya yakın illerin il başkanları da miting için Ankara İl Örgütü ile birlikte çalışıyor.
Can Holding’e kayyum
Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı Can Holding sahipleri Mehmet Şakir Can, Kemal Can ve Kenan Tekdağ’ın da aralarında olduğu 10 kişi için gözaltı kararı verdi. Soruşturma kapsamında gözaltına alınanlara “suç örgütü kurmak”, “kaçakçılık”, “dolandırıcılık” ve “kara para aklama” suçlamaları yöneltiliyor. TMSF’den Can Holding ile ilgili sürece ilişkin açıklama yapıldı. Açıklamada TMSF’nin holdinge kayyum olarak atandığı söylendi.
Gazeteci İsmail Saymaz, Halk TV’deki açıklamalarında operasyonun arka planını anlattı. Saymaz, “Küçükçekmece’de bir vergi incelemesi ile başlıyor her şey ve daha sonra hızla ilerliyor” dedi.
Soruşturmada 254 milyon liralık kara para aklama iddiası ortaya çıktı. Bunun yanında şirketin 2020 ve 2021 yıllarında 86 milyar liralık kaynağı belirsiz para girişi tespit edildi.
Operasyon öncesi siyasi izin alındığı iddia edildi. Saymaz şu ifadeleri kullandı: “Bu operasyon için siyasi iznin alındığını duymuştum. Son dönemlerde yapılan operasyonların hemen hemen hepsinden önce Beştepe’den bir izin alındığı iddia ediliyor.”
Bahçeli’nin açıklamaları
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Sabah gazetesine verdiği röportajda Cumhur İttifakı’ndan yeni çözüm sürecine kadar pek çok konuya değindi. Bahçeli, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2028 seçimlerinde de aday olması gerektiğini belirtti. CHP’nin mahkeme kararlarını tanımamasını eleştiren Bahçeli, sosyal medyanın yasaklanması önerisinde bulundu.
Bahçeli, eski Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk’ün görevine iade edilmesi gerektiğini savundu. “Türkiye’de barışın sağlanması için PKK ile diyalogların kurulması konusuna katkı sağlayan biri. Görevine iade edilmeli” dedi.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘’Haftaya Bakış’’la karşınızdayız. Kemal Can’la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba, Ruşen.
Ruşen Çakır: Geçen hafta yayın yapamadık, şimdi kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bugün Ekrem İmamoğlu’nun Silivri’de diploma duruşması vardı. Çok ilginç bir duruşma. Biraz önce duruşmaya ara verildi diye bir haber okudum. Şimdi görüyorum ki Özgür Özel ve Özgür Çelik dışarıda açıklama yapıyorlar. Mahkeme bitmiş olabilir ya da birazdan bitecektir. Bayağı yoğun bir gün geçti. Normalde bu tür duruşmalar sabah başlayıp öğlen bitiyor, bu bayağı uzadı. Orada en ilginç olaylardan birisi, İmamoğlu’nun tutuklu avukatı Mehmet Pehlivan’ın cezaevinden SEGBİS’le duruşmaya bağlanmasıydı. Yani bu çok gerçeküstü bir olay. O da zaten, “Ben böyle savunma yapamam” diyor. Evet, şu anda savunmalar devam ediyormuş, ama başkanlar çıkmışlar. Anladığım kadarıyla, onların başka bir programı var. Onun için çıktılar. Ama savunmalar devam ediyormuş. Mehmet Pehlivan ne diyor? “Cübbem yok, şu yok, bu yok. Bu hâlimle buradan böyle olmaz. Bir dahaki duruşmaya mahkeme salonunda olmak istiyorum” demiş. O konu öyle kaldı.
Bu arada duruşmaya İmamoğlu’nun üniversiteden arkadaşları gelmişler, o da çok çarpıcıydı. Bayağı yoğun bir gün oldu. Ekrem İmamoğlu ne zamandır çok gündemde değil. Mitinglerde okunan mesajları dışında, çok fazla duyulmuyordu. Ben daha önce Silivri’de bir mahkemesini izlemiştim. Hemen kontrolü ele alıp havayı değiştiriyor, ceketini çıkartıp kollarını sıvıyor filan. Burada da kravatını çıkartıp Özgür Çelik’e vermiş. Böyle bir hâkimiyet kuruyor. Ne dersin?
Kemal Can: Evet. Zaten Ekrem İmamoğlu’nun meydanlarda ya da birebir ilişkilerde, temas anlarında yüksek bir performans kabiliyeti var. Doğal bir yeteneği de var aslında bu konuda. Bu yeteneğini daha önceki birkaç duruşmada da gördük. Mahkeme salonlarına da taşıyabiliyor ve orada da birdenbire atmosferi etkileyecek bir hava yaratabiliyor. Senin dediğin gibi, tabir yerindeyse kontrolü ele alıyor. Burada da benzer bir tablo görülmüş. İki tane hamlesi var. Bir tanesi, “Mezun olduğunuz okul?” diye sorulduğunda, yüksek lisansı söylemiş ve salonda bir alkış olmuş. Peşinden de senin anlattığın gibi, o meşhur, ceketini çıkartıp kollarını sıvama mizansenini yapmış, arkasından, o kravat hamlesini. Yani sadece konuşmalarıyla değil, jestleriyle de bir şey yaratıyor. Tabii bu, hem onun moralinin yüksek olduğunu anlamak açısından bir gösterge, hem de içeriden dışarıya doğru bir enerji transferi aslında. Çünkü dışarıda da biliyoruz, mitinglerle filan süren yüksek bir enerji var. 19 Mart’tan sonra sönümleneceği varsayılan itiraz dalgası, beklendiği kadar gerilemedi. Yani iktidarın umduğu gibi olmadı. İçeride de, dışarıda da hem moralleri, hem de enerjisini yüksek tutan bir itiraz potansiyeli devam ediyor. Bu tabii ki önemli bir gösterge. Bu dava da bu açıdan önemli. İki tane dava var biliyorsun. Bu, ceza davası olan, yani İmamoğlu’nun usulsüzlük yaptığına dair yargılandığı dava. Bir de, idari mahkemede o diploma iptaline itiraz için açılmış bir başka dava daha var. Bu davadan çıkacak sonuçla, onun da etkilenebileceği düşünülüyor. Dolayısıyla bu dava o açıdan da önemli. Ama geçen haftalarda konuştuğumuz gibi, Eylül ayı, meydanlar kadar mahkeme salonları da CHP açısından hareketli olacak. CHP’nin önünde, mahkeme salonlarında da bir performans meselesi var.
Ruşen Çakır: O bağlamda istersen şu konuya gireyim. Eylül, “Çok sert geçecek, şu olacak, bu olacak” dedik, ama 2 Eylül hiç hesapta yoktu. Bir baktık, bir mahkeme, ara karar diye İstanbul’a kayyum atadı. Gürsel Tekin “Kayyum değiliz, çağrı heyetiyiz” diyor, ama davacının başvurusunda kayyum listesi diye yazmışlar kendilerini. Biz 15 Eylül’ü ve bugünkü davayı bekliyorduk. Araya bir 2 Eylül girdi, işin rengini bayağı da değiştirdi ve 15 Eylül’ün bir provası gibi oldu. Dün, eski İl Başkanlığı’na, şimdiki adıyla Genel Başkan Çalışma Ofisi’ne gittim. Özgür Özel geldiği içerideki polisler çıkmış, ama dışarısı yine abluka altında. İçeri girebilmek için bayağı uğraştık. Bir de, polisler çok acımasızlar diyeyim; hiç anlayışlı değiller. Eziyet etsinler diye bayağı talimat verilmiş. Ve biz üçüncü katta Özgür Özel’le röportaj yapmaya çıktık. O kat, İl Başkanlığının katı. Alt katta da “Temizlik yapmaya geldik” diyenler duruyor. O sırada Gürsel Tekin yoktu gerçi. Dört kayyumdan ikisi zaten istifa etti. Ama geri kalan iki kayyum ve bir de onların listesini verdiği isimler var ya, temizlik yapmak için girecek olanlar. Hâlâ sürüyor bu olay ve hatta duyduğuma göre Özgür Özel çıktıktan sonra polisler tekrar içeri girmişler. Böyle garip bir şey. Gürsel Tekin, İstanbul İl Başkanı diye birtakım açıklamalar yapıyor. O videoyu biliyorsun, videonun altına öyle bir KJ yazılmış, şimdi arkasına da İstanbul İl Başkanı diye bir şey yazmışlar. Ama CHP’lilerin iddiasına göre Ankara’daki en son karar, İstanbul’daki kayyum uygulamasını durduruyor. Ama onlar yine, “Hayır, böyle bir şey yok. Biz görevimizin başındayız’’ diyor. Hâlâ şunu anlamadım ama. Gürsel Tekin ‘’Görev’’ derken ne yapıyor Kemal? Şimdi Gürsel Tekin kendisini İstanbul İl Başkanı olarak görüyor, hak ettiğini düşünüyor ve kriz çözmek için ne yapıyor olabilir görev olarak?
Kemal Can: Aslında orada da hukuki olarak bir tartışma var zaten. Adı kayyum ve aslında çağrı heyeti. Teorik olarak çok sınırlı bir yetkisi olması gerekiyor aslında; hemen hiç vakit geçirmeden, zaten alınmış olan kurultay kararını uygulaması lazım. Bir de, zaten şu anda işleyen İl Kongresi kararı var ve YSK da onun devamı yönünde karar verdi. Yani onun durdurulmasını gerektirecek bir durum yok. YSK, “O kongre süreci devam edecek” dedi. Dolayısıyla, bu çağrı heyetinin yapıp edeceği şey, o kongrenin yapılmasını sağlamak. Bundan öte bir görev tarifi yok. Ama böyle temizlik vesaire gibi şeyleri kendileri uyduruyorlar, vehmediyorlar. Çünkü aslında ne mahkemenin tedbir kararında ne de hukuki olarak bu pozisyonun görev tanımında başka bir şey yok. Zaten çok sınırlı bir süre için ve sınırlı bir görevle gelmiş durumda. Ama tabii burada, bu davaların hiçbirinde ve bu hadisenin kendisinde de, bildiğimiz üzere hukukun ne dediği çok önemli değil. Çünkü bunlar hukuki meseleler değil. Hukuki süreçler onun için hiçbir anlam ifade etmiyor. Sen biraz önce söyledin, Ankara’da başka bir mahkemenin esastan verilmiş bir kararı var. Bu konuda, yani kurultay meseleleriyle ilgili galiba 10, 12 tane dava var. Onlardan biri Ankara’da ve mahkeme, esastan bunun reddine hükmetti. Şimdi CHP tarafı, bunun hukuken İstanbul’daki bu mevcut fiili durumu da değiştireceğini iddia ediyor. Öbür taraf da, “Bunun konuyla ilgisi yok” diyor. Ama biliyoruz ki, herkes de biliyor ki, bu süreçlerin hiçbiri hukukla ilgili değil. Dolayısıyla, hukukun ne söylediği bir yere kadar bir anlam ifade ediyor. Ondan sonrası, en yetkili ağızların da bazen itiraf şeklinde, bazen ağzından kaçırarak söylediği gibi, gayet siyasi biçimde cereyan ediyor.
“Sürpriz oldu,” dediğin bu 2 Eylül meselesi iki türlü yorumlanıyor. Birincisi, pazartesi günü, yani 15’inde olacak asıl Kurultay davasına bir tür mesnet oluşturmak, bir zemin oluşturmak ve oradaki iddiayı kuvvetlendirmek için üretilmiş bir şey olduğu yönünde. Çünkü bu tedbir kararıyla ve bir kısım delegenin de delegeliğini düşürmek gibi bir tedbir kararı alınarak, 15’inde yapılacak davaya bir tür karine oluşturulmaya çalışıldığı iddiası var. Çünkü o davanın iddianamesi son derece zayıf. Hatta iktidar çevrelerinin bazı yorumcuları bile, o iddianamenin fazla zayıf olduğu konusunda fikir belirtmişlerdi. Şimdi fikrini değiştirdi mi bilmiyorum, ama Bahçeli bile, “O kurultay iptali çok makul görünmüyor” gibi birtakım şeyler söylemişti epey önce. Gerçi daha sonra başka şeyler de söyledi ama. Yani şunu demek istiyorum: Bu bir yorum. ‘’Birdenbire nereden çıktı bu 2 Eylül hikâyesi?’’ 15 Eylül’e biraz altlık hazırlamak için. Ama senin yorumunda olduğu gibi, bir ön almak, bir deneme yapmak, durumu ve zemini görmek için yapılmış olma ihtimali de var. O da şu: Burada, alınacak kayyum kararına verilen reaksiyona ve bu kayyum kararının gerek kamuoyunda gerek CHP’de nasıl bir etki yarattığına bakarak, 15 Eylül’le ilgili bir fikir edinmek, nabız yoklamak, tabir yerindeyse bir ön deneme yapmak da söz konusu olabilir.
Peki, eğer bu bir denemeyse, bu ön denemeden nasıl bir sonuç çıkartmış olabilir iktidar? Kayyum atayarak yaptığı hamlenin CHP’de istediği etkiyi yarattığı ya da kamuoyunda tıpkı 19 Mart’ta yaratmayı beklediği gibi, hem CHP’nin bir dağınıklığa ve karmaşaya sürüklenmesi hem de kamuoyunun birdenbire CHP ile ilgili kanaatlerini değiştirmesi anlamında bir sonuç üretebildi mi? Pek üretebilmiş gibi görünmüyor açıkçası. Çok taze olduğu için henüz bu konuda çok net kamuoyu yoklamaları yapılmış değil tabii. Ama ilk intiba olarak gördüğümüz şey, CHP İl Başkanlığı etrafındaki abluka, orada yaşananlar, iddia edildiği gibi oraya çok büyük kalabalıklar toplanmasının polisiye önlemlerle engellenmesi bile, bu konuda toplumdaki haksızlık algısını, tıpkı 19 Mart’taki gibi haksızlık algısını değiştiren bir etki yaratmadı. Yani iktidar CHP’nin zayıflığını göstermek istiyor idiyse ya da böyle bir hamle yaptığında CHP’nin cevap veremeyeceğini düşünerek onu tartmak için bunu yaptıysa, pek istediği gibi bir sonuç almış değil. İkincisi, bu işte kullanılan kayyumların, kamuoyunda, hele ki CHP kamuoyunda kabul görmesinin de pek mümkün olmadığını, hatta çok yüksek bir prestij ve çok ciddi itibar kaybına uğradıklarını, bir anlamda yaptıkları işin bir tür intihar eylemi gibi sonuç verdiğini de görüyoruz. Dolayısıyla, daha sonra böyle bir şeye tevessül edecekler açısından da bu ilk örnek, iyi bir işaret vermiyor.
Ruşen Çakır: Şimdi ikinci örneği biraz konuşalım. 19 Mart’ta da böyle oldu, 2 Eylül olduğunda da, birtakım büyük operasyonlarda da böyle oldu. Muhalefet cenahında ilk başta genellikle çok büyük bir şok ve kaybetme duygusu oluyor. Sonra bir bakıyorlar ki, iktidarın hamlesi tek başına gündemi belirleyemiyor. Çünkü bir direnç var. İkisinde de böyle oldu biliyorsun. Yine klasik, “Faşizm geldi” gibi açıklamalar geldi. Ama sonra CHP durumu bayağı kontrol altına aldı. O dört kayyumdan ikisi istifa etti. Şu oldu, bu oldu. Gürsel Tekin, hiçbir anlamı olmayan açıklamalar yaptı. Özellikle iktidar kanallarında boy gösterdi ve her ne kadar kendileri “Görevimizin başındayız” deseler de o olay büyük ölçüde etkisini kaybetti.
İki Eylül’de bu olay olunca, ilk gün, 15 Eylül’de kesin oraya da kayyum atanacak duygusu vardı. İki Eylül’den önce şöyle bir beklenti vardı: 15’inde herhalde karar verilmez ya da yumuşak geçer denilirken, 2 Eylül’deki olayla 15’inde yine sert bir karar verileceği beklendi. Şimdi yine, “Karar çıkmayacak” lafını çok duyuyorum. Çünkü mahkemeyi uzatmanın bir yığın yolu var, değil mi?
Kemal Can: On iki tane dava olduğu için, ‘’öbürünün kararını bekliyorum, oradan onu bekliyorum’’ gibi bir sürü kaçış yolu var.
Ruşen Çakır: Evet.
Kemal Can: Aslında demin konuştuğumuz gibi, mesele de hukuki olmadığı için, yol bulmak da çok gerekmiyor, öyle diyorlar, öyle oluyor.
Ruşen Çakır: Oradaki mesele tabii ki siyasi iktidarın ne karar vereceği. Bir de olay pazartesi günü. Cuma günü olsaydı, mahkeme son âna kadar değil de, saat 17.00’de, piyasalar kapandıktan sonra kararı açıklayabilirdi. İki Eylül’deki bu olay bile ekonomiyi etkilemiş. On dokuz Mart, ekonomiyi çok etkilemişti, 2 Eylül de etkilemiş. On beş Eylül’de CHP’ye kayyum gibi bir karar alınırsa, herhalde çok daha fazla etkiler ve toplumsal anlamda da bunun cevabı olur. Şimdi CHP pazar günü bir miting yapacak. Bir dahaki pazar, yani 21 Eylül’de Olağanüstü Kurultay yapacak. Geçen sefer, “Eğer mutlak butlan kararı alınırsa, bir önceki yönetim, yani Kemal Kılıçdaroğlu söz konusu olacak.” Birtakım uzmanlar, onun kayyum değil, başka bir şey olduğunu söylüyorlar. Gürsel Tekin kayyum, çünkü hiç ortada yok. Dün Özgür Özel de röportajda onu söyledi zaten: ‘’İstanbul seçimi bayağı bir çekişmeli geçmişti. Kaybeden tarafın bir hamlesi olsa, bu anlaşılabilir bir şeydi.’’ Gürsel Tekin ortada yok. Yani İstanbul seçimiyle hiçbir alâkası yok. Ya da eski İstanbul İl Başkanı değil, bir şey değil. Paraşütle indirilmiş, anlaşma yapılmış birisi belli ki. Siyasi iktidarın da onay verdiği, belki de teşvik ettiği birisi.
Şimdi burada, Kılıçdaroğlu’nun, “Siz eski başkandınız, tekrar alın” deme ihtimali var. Ben bunu Özgür Özel’e sorduğumda, “Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin yargı yoluyla dizayn edilemeyeceğini söylemesi gerekir” diye çok açık bir vurgu yaptı. Şu âna kadar çıkan haberleri bir kenara bırakalım, kendisinin bir açıklaması yok hâlâ. Evet, Türkiye Kadın Milli Voleybol Takımı’nı tebrik etti. Bugün de 12 Eylül’ü kınayan cümleler paylaştı. Ama, “pazartesi günü şöyle olursa böyle olur, şunu kabul ederim, bunu kabul etmem” gibi herhangi bir açıklama yapmadı. Birtakım kulis haberleri, ağzından kerpetenle alınan laflar var. Mesela Parti Meclisi Üyesi Ali Haydar Fırat, Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etmiş. Kılıçdaroğlu “Karara bakarım” demiş. Böyle bir durum var.
Bilmiyorum açıkçası, tahmin yapmak da istemiyorum ama her hâlükârda şunu söyleyebiliyorum: Şu âna kadar yaşananların ışığında, ne yaparlarsa yapsınlar, CHP bir şekilde bundan sarsılıyor ama çok büyük yara almıyor. Tam tersine daha fazla kenetleniyor. Bu son İstanbul olayı bunu gösterdi. İki Eylül’den sonra, önce Zeytinburnu, ardından Kadıköy mitingleri sonra bunu gösterdi. Şimdi burada karar CHP’nin aleyhine çıkarsa, CHP yine sokakta bir şeyler yapacak. Ama ezkaza CHP’nin lehine bir karar çıkarsa, o zaman bir süre belki bir nefes alıp normalleşme yaşayabiliriz. Sen ne düşünüyorsun?
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Kemal Can: Burada, demin de konuştuğumuz gibi iki mesele var. Bir tanesi, “İktidar bu dava sürecinden ne bekliyor? Bugün gelinen nokta itibariyle dava sürecini nasıl devam ettirmek ya da nasıl bitirmek istiyor?” soruları. Bir de, bu operasyonda, bu hamlelerin içerisinde kullanılan, bunun içinde kullanılmaya açıktan itirazını henüz deklare etmemiş aktörlerin nasıl pozisyon alacağı ya da pozisyonlarının netleşip netleşmediği ile ilgili de senin söylediğin gibi birtakım kulisler, spekülasyonlar var, ama hâlâ bir belirsizlik de var. Bu ikisi aynı rotada da ilerliyor olabilir, farklı farklı değerlendirmelere konu oluyor da olabilir. Ama senin demin söylediğin şey önemli. Ben de hep öyle düşünüyorum. Bu, 19 Mart süreci için de böyle. Daha sonra yaşanan gelişmeler için de böyle, bu davalar için de böyle. Hatta şimdi peş peşe gelen, Aydın’la başlayan transferler için de böyle. İktidar, CHP’yi zayıf göstermek, kendi yaptığı hamlelere karşılık veremez zayıflıkta göstermek için birtakım adımlar atıyor. Yani kendi yapabilirliğini gösterip, karşısındaki direnci zayıf olarak etiketlemek istiyor.
İkincisi, bu hamlelerle birlikte, birtakım iç gerilimleri tetiklemek, kavgaları büyütmek ve orada bir dalgalanma, türbülans yaratmak istiyor. Bazıları, kimi zaman çok takdir ettiğimiz gibi, Özgür Özel’in kişisel performansıyla, bazıları, tıpkı Saraçhanede olduğu gibi kamuoyunun kendiliğinden geliştirdiği reaksiyonlarla veya başka yöntemlerle cevaplanıyor. Bu cevaplar, bu hamlelere itirazın öyle hafife alınır bir şey olmadığını gösteriyor bize. Ama daha önemli bir şey görüyoruz. Neredeyse aylardır gördüğümüz şey, bu kurultay davaları, iç karışıklık yaratmak, oralara birtakım nifak tohumları ekmek, transferler yaparak bir çözülme görüntüsü yaratmak ya da ağır baskıyla yıldırmaya çalışmak. Bunların hepsi ya da İmamoğlu ve diğer belediyelere dönük yolsuzluk davalarının, operasyonların hepsi, CHP’nin nasıl karşılık verdiğinden bağımsız olarak ortalama bir kamuoyu algısıyla karşılaşıyor. Bütün araştırmalarda çıkan sonuç şu: ‘Öyle olmuş, böyle olmuş’ bunun detaylarıyla hiç kimsenin ilgilenmiyor. Büyük bir çoğunluk, bunların tamamının siyasi bir operasyonun parçası olduğunu düşünüyor. Bunun içerisinde AKP’ye oy vermiş insanlar da var. Kimi araştırmalarda oran yüzde 60, 65 çıkıyor. Kimi araştırmalarda 50, 55 çıkıyor. Ama sonuçta, bu ülkenin nüfusunun yarıdan fazlası gerek operasyonları gerek bu transfer hamlelerini gerekse CHP’nin içini karıştırmak için yapılmış bütün bu girişimleri, son derece haksız, yersiz ve mesnetsiz siyasi operasyonlar olarak kabul ediyor. İktidar ne yaparsa yapsın bunu değiştiremiyor. Bütün medya gücünü, bütün operasyon gücünü, bütün kamu gücünü ve sosyal medya imkânlarını bunun için kullanıyor.
Ruşen Çakır: Kemal, sosyal medya deme. Yarım saatte kapatırım.
Kemal Can: Yani bütün araçları en uç noktaya kadar kullanıyor, ama bu, sonucu değiştirmiyor. CHP’nin yeterli karşılığı verip vermediği, başka şeyler yapıp yapamayacağı kısmını bir kenara bırakıyorum. CHP şu anda yaptığıyla bile, bu algının değişmesi anlamında çok belirleyici bir rol alsın ya da almasın, bu algı iktidarın yaptıkları yüzünden kemikleşmiş durumda. Hep tartışılan konsolidasyon meselesi var ya. İktidar aslında kendi yaptıklarıyla, kendi yaptıklarına gelişen itirazı konsolide ediyor, hatta zaman zaman büyütüyor; mesela bu son 2 Eylül hadisesinde de sadece görüntüler itibariyle bile büyütüyor. Orada milletvekillerine gaz sıkıyorsun. Partilileri kendi il merkezine sokmuyorsun. Kayyum diye bir adam çıkartıyorsun. “Bu, CHP’lilerin iç meselesi” diyorsun, ama CHP’lilerin iç meselesinde bir karşı taraf yok. Beş kişilik heyetin beşini bir arada tutamayan bir takım getirmişsin oraya. Hangi CHP’nin içindeki iç mücadele? Pazartesi olacak bu kurultay davası hikâyesi de öyle. Bazen CHP’nin içerisinde hemen bu iç mücadeleye hevesli, buna teşne insanlar çıkıyor. Böyle birdenbire, ‘Biz içimize dönelim, iç tartışmalarımızı bitirelim’ havası esiyor ama aslında tam tersi, iktidarın istediği böyle bir şey: ‘’CHP kendi içiyle uğraşsın, kendi içine dönsün. O sahiden bir iç mücadeleye dönüşsün, öyle görünsün’’ istiyor, ama olmuyor. Ne CHP’nin içerisinde böyle bir şey birdenbire çıkıyor ne de, belki bu yönetimle problemi olanlar da dâhil olmak üzere, ‘’Ya kardeşim, bilmem ne…’’ diyemiyorlar. Üç beş tane medya yorumcusu, bir de kayyum atanmış birkaç adamdan başka, ortaya çıkıp bir şey deme cesaretini kimse gösteremiyor. Çünkü böyle bir iç ayrışma ve iç tartışmanın meşru bir zemini olduğuna kimse ikna olamıyor. Kimseyi de ikna edebileceğine inanmıyor bu kesimler.
Dolayısıyla, bütün bunlar 15 Eylül’ü pişirmek ve güçlendirmek için yapıldıysa ve onun bir tür ön çalışmasıysa ya da bir denemesi ise bundan pek pozitif bir çıktı aldıkları kanaatinde değilim. Ama zaten ben bundan bağımsız olarak, kaç haftadır CHP etrafındaki bu yargı kuşatması meselesinde, iktidarın, bunu biraz sürece yayarak kullanmaya yatkın olduğunu, 15 Eylül’deki olayın da bir kararla, hemen artık herkesin taraflarını seçip, kılıçlarını kuşanması hadisesini çok isteyip istemediğinden emin değildim. Ve %50 açısından bakarsak, benim yine bir uzatma ihtimalini %51 diye gördüğüm şey, 15 Eylül’de bir karar çıkmaması ihtimali. Tabii çıkma ihtimali de var. Dediğim gibi o iki şeyi bilmiyoruz. Yani ‘’iktidar neye karar verdiğini ve burayı nasıl finalize etme ya da nasıl sürdürme konusunda tercihini nasıl kullanacağını henüz bilmiyoruz. Bir de bu konuda rol alması beklenen kesimler bu yaşananlardan nasıl bir sonuç çıkardılar? Cesaretlendiler mi, yoksa, şimdiki bazı kulislere göre, birazcık geri çekilme eğilimine mi girdiler? Bunları henüz bilmiyoruz. Benimki biraz hissiyat. Bir bilgiyle söylemiyorum. Ama şu açık: On dokuz Mart’tan beri, transferler, davalar, operasyonlar, şunlar bunlar, hepsi yapıldı, yapıldı, yapıldı, yapıldı, ama istenilen sonuç alınmadı. Ve istenilen sonucun alınmadığı bir vadede, hakikaten CHP’nin kapısına kilit vurmanın ya da CHP’yi birilerine teslim edip, bugünkü İstanbul İl Başkanlığı’ndaki orta katta polis ablukasında oturmaya çalışan kayyumlar gibi bir yönetime devretmenin, uzun dönemli politik faydası konusunda bence biraz daha farklı düşünebileceklerini varsayıyorum. Ama bunun tersi olursa da hiç şaşırmam. Çünkü bu iktidarın, kamuoyunun nasıl davrandığıyla, nasıl hissettiğiyle, orada bir ikna üretip üretemediğiyle bazen hiç ilgilenmediğini, sadece yapabilirliğini ve gücünü göstermeyi daha fazla önemsediğini biliyoruz. Dolayısıyla, böyle de davranabilir, buna da hiç şaşırmam. Defalarca böyle davrandı çünkü.
Ruşen Çakır: Kayyum demişken, diğer kayyum olayına geçelim. Bir izleyicimiz canlı yayında, “Dün sabah Kemal Can hakkında gözaltı kararını okuyunca şoka girdim’’ diyor. Dün bizim Medyascope sitesinde çok sayıda Kemal Can haberi okundu. Çünkü insanlar Google’da aratmışlar. Ve gördüğüm kadarıyla, Kemal Can ve aileden diğer dört isim zaten gözaltında değilmiş. Gözaltı kararı olan on kişiden beşi gözaltına alınmış. Beşi kaçak ya da şu anda gözaltında değil. Bunların dördü de Can Ailesi’nden. Seninle alâkası olmadığını ben biliyorum, ama izleyicilerimiz epeyce şaşırmış.
Kemal Can: Zaten gözaltına alınan Kemal Can’ın ben olmadığım konusunda ‘’Mal varlığına el konuldu’’ haberinden sonuca varabilirler. Benim hayatta hiçbir mal varlığım yok, dikili ağacım yok yani. Otomobil dâhil, tek bir mal varlığına sahip değilim.
Ruşen Çakır: Ben bu Can Holding meselesi ile ilgili dün bayağı çalıştım bu sabahki yayın için.
Kemal Can: Evet, yayını da izledim.
Ruşen Çakır: Ve Bahadır Özgür sağ olsun, bayağı bir şeyler anlattı. Ama her kafadan bir ses çıkıyor Kemal. Kimisi, “Bu, AK Parti’nin MHP’ye operasyonu” diyor. Kimisi, “MHP’nin AK Parti’ye operasyonu” diyor. Bahadır daha başka bir şey söylüyor. Bir regülâsyondan, devletin yeniden şekillenmesinden söz ediyor. Bugün gördüm; bir cumhurbaşkanı başdanışmanı, ki adı dün de geçiyordu, bugün daha netleşmiş, ayda 2 milyon danışmanlık ücreti aldığı iddiaları var. Anladığım kadarıyla, Habertürk‘ün başına kayyum olarak İslami camiada bilinen bir ismi atamışlar. O hiç şaşırtıcı değil. Bloomberg ve Show TV ne olur bilmiyorum ama Habertürk, bu vesileyle belli ki tam anlamıyla diğer havuz medyasına benzeyecek herhalde.
Hepimiz biliyoruz ki bu holding Bilgi Üniversitesi‘ni aldı, Doğa Koleji’ni aldı. Ciner’in Medya yatırımlarını aldı. Sağlık alanında, şurada burada toplam 121 şirket varmış. Ama herkesin bildiği açık sır nedir? Bu tür şeylerin bir kara para aklama olduğu söylenirdi. Kaçakçılık, şu bu ve bunun aklanması gibi görünürdü. Tabii bunu nasıl aklıyorsun? Devletin bilgisi dâhilinde aklıyorsun. Yani onun sana gösterdiği şekillerde. Mesela şimdi Ciner Grubu’ndan Habertürk‘ü, Show TV‘yi, Külliyenin onayı olmadan almak mümkün mü bugünün Türkiye’sinde? Ya da Bilgi Üniversitesi’ni veya Doğa Koleji’ni. Yani muhakkak oraların bilgisi dâhilinde olan bir şey. Ama sonra ne oluyor? Haberlere göre, epey bir zamandır süren bir soruşturmadan bahsediliyor. Soruşturmanın ne zaman başladığı değil, ne zaman hamle yapıldığı önemli. Ben, Can Holding’e yönelik soruşturmanın 2022’de başladığı haberini gördüm. Bunun bu tarihte yapılmasının nedeni kim bilir nedir? Ama şurası muhakkak ki, bu ilk değil, başka operasyonlar da oldu. En son savunma sanayinde böyle oldu, demir çelikte birtakım şeyler oldu. Bu Yenidoğan olayında hastaneler, şu bu. Yapılan birtakım FETÖ soruşturması gerekçesiyle, döner zincirine, market zincirlerine el konuldu ve sürekli TMSFnin el koyduğu yerleri duyuyoruz. Bu olayda da şimdi kalkıp, “A, bunlar kara para aklıyormuş’ denilmedi herhalde. Yani birilerinin önünü açıp, sonra önünü kapatıyorlar. Önünü kapatma nedeninin ne olduğunu kestirmek mümkün değil. Çok iddialı konuşanlar var, ama ben bu dünyayı da çok fazla bilmediğim için temkinli konuşuyorum. Ama bu, hiç öyle sıradan bir adli kovuşturma değil. Bunca yıl göz yumulmuş bir yapıya, birdenbire bir günde, 120 küsur şirkete devlet el koyuyor. Acayip bir şey yani. Tabii sen şirketin içinden birisi olduğun için daha fazla bilgiye sahipsin.
Kemal Can: Bugün aslında 12 Eylül yıldönümünün içerisindeyiz ya, şöyle bir şey var: Bahadır Özgür’den aktardığın o regülâsyon meselesi önemli. Bütün devlet aygıtını, müesses nizamı, bütün iktisadi çarkları ve siyaset dünyasını dizayn eden, kritik, önemli birtakım mühendislik dönemleri var. Yani bir transformasyon sürecine girdiği zaman, her şeyiyle, devletin bürokrasisinden temel reflekslerine, bunun iş dünyasındaki karşılıklarından medyasına kadar ve tabii ki siyasetin dizaynını da içeren böyle bir toplu şey oluşuyor. Bu toplu dönüşüm ve yeniden reorganizasyon içerisinde sadece meşru alanlar yok, gayrimeşru alanlar da var. Bu 12 Eylül hatırlatmasını şunun için yaptım: On iki Eylül tarihini biraz okuyanlar, 12 Eylül’ün öncesi ve sonrası hakkında yapılmış çalışmaları, yapılmış haberleri, yazıları, daha sonraki yıllarda Susurluk skandalından tut da Gladio meselelerine kadar pek çok şeyi birazcık okumuş, bilen insanlar, bürokrasisiyle, diğer kurumsal özellikleriyle bir meşru alan kadar, onun arkasındaki, yanındaki, önündeki başka bir alanın, kimi zaman suç dünyasının, kimi zaman entegre, ‘’derin devlet’’ denilen şeyin, başka mekanizmaların da yeniden organizasyonunun söz konusu olduğu devreler geçirildiğini bilecektir.
On iki Eylül’ü şundan dolayı hatırlatıyorum: Kırk beş yıldır, neredeyse Anayasasından bilmem nesine kadar bütün ülkeyi, aslında bugün AKP iktidarının da kullandığı zemini yaratan, iktisadi, siyasal vasatı yaratan o çatıyı, o mimariyi inşa eden yapı kurulurken, bütün suç âlemi, gayrimeşru ilişkiler ve bunun arkasındaki bütün iktisadi çarklar, aktörleriyle, işleyişiyle çok güçlü biçimde yenilenmişti; tamamen değişmişti. Hatırlarsan, o dönemde ‘’Babalar Operasyonu’’ gibi isimlerle anılan şeyler vardı. Türkiye şu anda, Bahadır’ın (Özgür) ve bazı meslektaşlarımızın daha hâkim olarak yazıp çizmeye çalıştığı gibi ve başka siyasi olaylarla da anladığımız kadarıyla, böyle bir topyekûn, bir yeni tasarımı var etme konusundaki hem birtakım hamlelerin hem de birtakım mücadele ve çatışmaların yaşandığı bir zeminden geçiyor. Dolayısıyla bu tür şeylerde, birilerinin devreden çıkartıldığı, birilerinin kullanışlı olduğu aşamanın değişip, onların tasfiye edildiği, onların yerine yenilerinin ikame edildiği, çarkların ve bağlantıların değiştirildiği birtakım hadiseler cereyan ediyor. Bunlar yaşanırken, kaçınılmaz olarak, bunlarla ilişkili çevrelerin mücadelelerinin de bir kısmı su yüzüne çıkarak, bir kısmı da hiç bilemediğimiz, anlayamadığımız geri planda cereyan ederek devam ediyor.
Dediğin gibi, bunun, böyle basit bir olay gibi görünmediği fikrine ben de katılıyorum. Ama o birbirinden farklı yorum yapanların da sanıyorum işaret etmeye çalıştıkları şeyden, bunun, tamamlanmış ve herkes tarafından kabul görmüş bir tasarım olmadığını, içinde hâlâ mücadelelerin, birinin birine karşı operasyon çektiği, öbürünün öbürüne karşı direnç gösterdiği bir mücadele zemininde yürüdüğünü anlıyoruz. Bu, siyaset dünyasında da öyle ve aslında bunların, Türkiye’nin bundan sonrasının nasıl şekilleneceği konusundaki asıl büyük kavganın zemini olduğunu düşünüyorum. Hem uluslararası alanda hem de tabii ki o uluslararası alanın içerisindeki ‘’Yeni Türkiye’’ tasarımında, herkesin hesabıyla ilgili bir şey bu. Belki buna benzer başka olaylar da göreceğiz. Bunlar, bazen bu genel kavganın birtakım yan etkileri, bazen ana çatışmanın tam da fay hattı üzerindeki kırılmalar. Tabii hepsinin bilgisine hâkim olmadığımız için, bazen çok sağlıklı sonuçlar üretemiyoruz. Ama senin de söylediğin gibi, ben meselenin, basit bir kriminal hadisenin güvenlik güçleri tarafından ya da yargı tarafından fark edilip müdahale edilmesi gibi olmadığı kanaatini taşıyorum. Ama konunun benimle ilgisi yok.
Ruşen Çakır: Bayağı uzun bir yayın oldu, yavaş yavaş toparlayalım Kemal. Sen 12 Eylül’e kısaca değindin. Kırk beş yıl olmuş. Doğrudan mağdur olduğumuz bir süreç. Üzerinden 45 yıl geçmiş, insan hâlâ unutamıyor tabii. Çok acayip bir olaydı ve hâlâ izleri olan bir şey diyelim. Şimdi kısaca, Bahçeli’nin bugün Sabah gazetesinde çıkan röportajda söylediklerine bir değinelim. Sabah gazetesi, Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanı Erdoğan 2028’de de devam etmeli” lafını manşete çıkartmış. Ama bence manşet, ‘’Ahmet Türk ve Ahmet Özer belediyedeki görevlerine iade edilmeli’’ sözü. Bana öyle geldi. Tabii alt manşet de, demin söylediğim, “Bana kalsa sosyal medyayı yarım saatte kapatırım” sözü. Nasıl yapacağını bilmiyorum tabii ama kendisi de partisi de sosyal medyayı bayağı kullanıyorlar. O işin ayrı kısmı. Ama orada söylediği, yaşanan 2 Eylül ve yaşanacak olan 15 Eylül hengâmesinde süreç taca çıktı. Kimse konuşmuyor. Mesela dün ve bugün komisyon toplantıları vardı. Haber değeri bile yok, kimse merak etmiyor. MHP’nin gündeme getirdiği, Öcalan’a heyet gitmesi olayı var. Orada iş biraz zorlu olacak tabii ki, ama Bahçeli yine bu olaya bayağı bir yer vermiş ve açık açık söylemesi çok önemli. Şundan önemli: Bunu zaten istediğini biliyoruz, ama 11 Temmuz’da PKK’nın silah bırakmasından bu yana, komisyon kurulması dışında somut olarak hiçbir şey olmadı. O komisyonu da Erdoğan bayağı geciktirdi. Bu kayyum meselelerinin çözümü en basit olay. Çünkü belediye başkanları İçişleri Bakanlığı kararıyla görevden alındı. Kararı iptal ediyorsun, belediye başkanlarını da görevlerine iade ediyorsun.
Kemal Can: Yani yasal bir düzenlemeye ihtiyacın yok.
Ruşen Çakır: Yok. Demirtaş’ın tahliyesi ve benzer kişilerin tahliyesi için de yok. Çünkü şu anda tutulmaları zaten yasaya aykırı. Yani ayrı bir yasaya gerek yok. Ama hiçbir adım atılmadı. Bahçeli’nin o röportajda söylediği şey, karşılıklı birtakım adımların atılabilmesi için, artık devletin de bir şey yapmasının lazım olduğu. Ama anladığım kadarıyla, Erdoğan kayyum konusunda ayak diriyor. Hatırlarsan, Erdoğan kaç zaman önce kayyumların artık istisnai olacağını söylemişti. Ama o zamandan bu zamana hiçbir şey olmadı.
Kemal Can: Evet. Sen daha somut bir şey olduğu için, “Ben olsam Ahmet Türk’le Ahmet Özer’i başlığa çıkartırdım” diyorsun. Doğru. Çok somut bir şey o çünkü, adresli ve yapılacak şeyi açıkça tarif ediyor. Ama onun arkasına yerleştirdiği asıl laf, “Bu barış dediğiniz şey iki kanatlı bir kuş. Bir kanat çalıştı, diğeri konusunda bir şey yapılmadı” diyor. Oradaki adres gayet açık. O ikinci kanadı çalıştıracak olan ya da çalışmasını şu anda engelleyen her kimse, o çok net görünüyor orada. Dolayısıyla, onun somutlanması anlamında Ahmet Türk ve Ahmet Özer’i söylüyor Bahçeli. Orada mesele başından itibaren gayet açık zaten. Bu mesele hep “Bahçeli ile Erdoğan farklı şeyler mi istiyorlar? Bak, gene adam 2028’de Cumhurbaşkanı olsun diyor. İşte, aynı şeyi istiyorlar. Bunların arasında ne problem olabilir ki?” ikilemiyle tartışılıyor. Ama aynı şeyi istiyor olmaları, bu yeni tasarımın nasıl kurgulanacağı ve buradaki önceliklerin ne olacağı konusundaki farklılığı ortadan kaldırmıyor. Erdoğan burada çok açık biçimde, bu ‘’süreç’’ denilen meselenin kendisine nasıl fayda getireceği konusunu kafasında halledemedi. Yani bunu yerine yerleştiremedi. Ya, bunu kendisi için bir fayda hâline getirecek şeyin formülünü üretemedi ya ona böyle bir formül sunulmadı. Bahçeli’nin geçen yıl yaptığı meşhur konuşmada söylediği, herkesin de, “Ağzındaki baklayı çıkardı” dediği, “Bunları yaparsak zaten o otomatik olarak cumhurbaşkanı seçilir. Burada düşünecek fazla bir şey yok” lafından öte, bunun, Erdoğan’ın politik faydası açısından tam olarak nasıl işleyeceği ona sunulmadı ya da o kendi kafasında bunu çözemedi. Dolayısıyla, Erdoğan kendisi için bu öncelik halledilmeden, hiçbir adıma yol vermiyor. Burada da bir kilitlenme var. Bu da önemli bir problem, küçük bir problem değil. Bahçeli, “Bir çatlak patlak meselesi yok aramızda. Bizim Erdoğan’ın başkanlığıyla ilgili de bir problemimiz yok’’ diye çok net söylüyor, ‘’ama bu konuda bir problemimiz var” demeye devam ediyor.
Dolayısıyla, ilk başta konuştuğumuz mevzuya tekrar değinirsek, bu önümüzdeki günlerde 15 Eylül davası eğer çoğunluğun düşündüğü gibi mutlak butlan ve tıpkı İstanbul İl Başkanlığı’nda olduğu gibi, hemen bir kayyumun atanması ya da başka bir biçimde, herkesin artık yeniden pozisyon almasını zorunlu kılacak bir keskinlikte gelişirse, açıkçası, Bahçeli’nin şikâyet ettiği kanadın çalışmaya başlaması imkânsız. Dolayısıyla, bu da 15 Eylül açısından bir fikir verebilir diye düşünüyorum. Oraya da böylece bağlamış olayım.
Ruşen Çakır: Evet, Kemal, geçen haftaki yokluğumuzu unutturacak denli uzun bir yayın yaptık.
Kemal Can: Evet, uzun oldu.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. Medyascope‘a sahip çıkmalarını rica edelim. Yayın boyunca destek olan izleyicilerimize de ayrıca teşekkürler. Haftaya buluşmak üzere. İyi günler.
Kemal Can: İyi günler.