Kenan Çamurcu yazdı | Eski Müslümanın seyir defteri: Ampirik olmayan Tanrı ne işe yarar? – 1

Kenan Çamurcu’nun bu yazısı, depremden doğan tepkiler, Can Dündar’ın yazısı etrafındaki tartışmalar ve Tanrıya isyan hakkının teolojik boyutlarını ele alıyor.

17 Ağustos depreminin merkez üssü İzmit Körfezi’ydi ve bu nedenle şehrim İzmit, ağır bir yıkım yaşadı. Çok ağır. Bağçeşme mezarlığında ölüm tarihi 17 Ağustos 1999 yazan küçücük bebek kabirleri var, çok sayıda.

Ampirik olmayan Tanrı ne işe yarar? - 1 | Kenan Çamurcu yazdı
Ampirik olmayan Tanrı ne işe yarar? – 1 | Kenan Çamurcu yazdı

Hocalığı kendinden menkul freelance vaizler, tarikat ünlüleri, cemiyet cemaat liderleri, bâtıl kanaatlere önderlik yapan başlar ve muadili her türlü analog dönem dinsel çığırtkanlarının, depremde kıymetlilerini kaybetmiş ve yasını bile tutmaya fırsat bulamamış mağdur, mazlum, mahrum ahaliye zelzelenin Allah’ın cezası olduğunu haykırdığı günlerdi. Müslümanca yaşamaktan uzaklaşmışız, açık saçıklık her tarafı sarmış, günahlar almış başını gitmiş, e başka ne bekleyecekmişiz, Allah işte böyle belamızı verirmiş.

Tevellüdü müsait olanlar hatırlayacaktır. Küçükler de arşivlerden ulaşabilir. Sosyopat hissizler bunların hepsini söyledi. Fazlası var, eksiği yok.

Ampirik olmayan Tanrı ne işe yarar? - 1 | Kenan Çamurcu yazdı
Ampirik olmayan Tanrı ne işe yarar? – 1 | Kenan Çamurcu yazdı

Elbette ki makul ve mutedil dindarlar, depremin Allah’ın cezası olduğunu nereden bildiklerini sordu bu densiz hadsizlere. Kur’an’dan verdikleri örneklerin tarihsel bilgi olduğunu, bütün depremlerin ilahi ceza anlamına geldiğine dair kural çıkarılamayacağını metodoloji prensibi olarak izah etmeye çalışan ilahiyatçılar da çıktı. Ama örgütlü dinsellik karşısında zayıf kaldılar, onlarla baş edemeye güç yetiremediler, seslerini yeterince duyuramadılar. Devlet de nedense “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” muamelesini çalıştırmadı onlar için. Siyasi muhalifler olunca anında harekete geçen amansız takibat, tersyüz edilmiş İslam giysisiyle ortalığı karıştıran başıboş provokatörlere gereksiz ve yersiz anlayışlıydı.

Dine, dinsel olana ve dini çağrıştıran her şeye bugün afallatan oranlarda patlayan tepki, öfke ve reddiyenin mayalanması ta o günlere kadar gider ve insanların acılarına ileri seviyede saygısızlık eden organize dinselliğin her zamanki marifetidir.

17 Ağustos’taki kusursuz felaket, insanlarda acıya tahammül eşiği falan bırakmadı. Bütün hissiyatı dümdüz etti. Yerçekimsiz duygu evreninde oradan oraya kontrolsüzce savrulurken Can Dündar’ın Cumhuriyet’te yazdığı “Gazabın merhametini geçti” yazısı vicdandaki magmanın fışkırmasına vesile oldu. Depremi yaratan mutlak muktedire tam da bunu söylemek istiyorlar, ama cesaret edemiyorlardı. Dündar’ın yazısını defin merasiminde cenazelerinin başında okuyanlar oldu. Belli bir bahşiş karşılığı yanık sesle ayetler okuyarak öte dünyaya transferi cennet garantili hale getiren kârilerle teselli bulmak istemiyorlardı. İtiraz ve isyanları vardı ve tepkilerini öyle ifade ettiler.

Yazının güçlü etkisini gören organize dinsellik her zamanki cahilliğiyle linç fırsatını kaçırmadı elbette. Dündar’ın Allah’a asi olduğunu, insanları isyana teşvik ettiğini, böyle şeyler söylemenin dinden çıkartacağını falan haykırdı. Havada irtidat, cehennem, küfran-ı nimet, nankörlük, kâfirlik falan tehditleri uçuştu. Yükseltilen gerilimi düşürmeye çalışan Dündar, yazıda doğanın gazabının merhametini geçtiğini söylediğini defalarca anlattı. Aleyhindeki kampanyaya konu edilen niyetle yazmadığını sürekli düzeltmek zorunda kaldı. Örgütlü dinsellik “a öyle mi, pardon” demedi tabii ki. Dinî istibdada gün doğmuşken bu fırsatı teper mi?

Dündar, belki çekindiği için belki gerçekten Allah’ı değil doğayı kastettiği için öyle söyledi, bilmiyorum. Allah’ı kastetmişse korkup çekinmesine gerek yoktu aslında, teolojik bakımdan insanın ona sitem ve isyan etme hakkı var. İsyan ve itiraz, itaat gibi inancın bileşenlerinden. Mutlak kusursuz ve mükemmel olan Yaratıcı, yarattığı hayattaki kusurlu, eksik, kötü olana neden engel olmadığını bize açıklamadığına göre beşerî tepki isyan da olur, sitem de, şikâyet de. Yakup peygamber, oğlu Yusuf’u yitirmenin acısıyla “Kederimi ve üzüntümü Allah’a şikâyet ediyorum” (Yusuf 86) demedi mi? Ayette net biçimde “şikâyet” kelimesi geçtiği halde müesses Müslümanlık ayeti tahrif ederek “Allah’a arz ederim” diye tercüme ediyor. Yukarıdaki Tanrıdan aşağıdaki insana doğru bir hiyerarşi varsaydığı kulluk teorisine uydurmak zorunda çünkü. Taha 121’de Adem’in Allah’a asi olduğunu ve yoldan çıktığını (asâ ve ğavâ) gayet açık anlatan ayeti tahrif ettikleri gibi. Tefsirler, buradaki “asi olma”nın bilinen anlamda isyan olmadığına dayanaksız, temelsiz iddialarla dil döküyor.

Ampirik olmayan Tanrı ne işe yarar? - 1 | Kenan Çamurcu yazdı
Ampirik olmayan Tanrı ne işe yarar? – 1 | Kenan Çamurcu yazdı

Hayatlarının lugatında yokluk olmayanlar, hayatları yokluktan ibaret olanlara, yaşadıkları berbat hayatta sabrı telkin ederken işte bu yorumlara görev veriyor. İkazın varsayımına göre, yoksul ve yoksunlar eğer yaşadıkları hale ağızlarından küçük bir sitem, isyan, itiraz lafı kaçırırlarsa ahiretlerini de berbat ederler. Bu dünyası zaten berbat olanın bir cümleyle ahireti de berbat oluyor yani. Sonra gelsin mutlak âdil, merhametli, kullarını koruyup kollayan Tanrı edebiyatı.

Onların tasavvurundaki Tanrı, bin bir hile hurda ile elde ettikleri servet ve kudretle güçlü, varlıklı, müstağni olanların yâr ve yardımcısı, ama ne kadar çabalasa da en alt basamaktan yukarı çıkamayan zayıf, yoksul, muhtaç zavallıları görecek gözü yok, sevmiyor onları ve umursamıyor.

Anarşist natürizmin hakikat sevgisi, organize dinselliğin iktidar obsesyonu

Gazap-merhamet çelişkisi ve çatışmasına dair varoluş teolojisinde karşımıza çıkan sorulara bakmayı teklif edeyim. İşin içinden çıkamayan Müslüman uluların, sınırlı ve kısıtlı aklımızın almadığı konularla meşgul olmamak gerektiğini salık verdiği sorular bunlar.

Cahilce vaazların klişe ve ezberleriyle dinî hayatını idame ettiren popüler Müslümanlık Kur’an okumasını bilmez. Ayetlerde anlatılan öyküleri anlamlandırmayı, ifade ve önermeleri o günkü kültürel ve tarihsel durumlarla ilişkilendirmeyi, kendi zamanına dönük aklı başında ve bilgi değeri taşıyan sonuçlar çıkarmayı beceremez. Çünkü hemen her alanda olduğu gibi din konusunda da eğitimsiz, vasıfsız, liyakatsiz, yetersiz, donanımsız, niteliksizdir. Hal böyle olunca Kur’an’da anlatılanları sözde yorumlarken yapılmış gereksiz, yersiz, manasız detaylandırmaların peşinde oyalanır durur. Asıl olanı, esası, mahiyeti, öz ve cevheri göremez, anlatılsa anlayamaz, idrak edemez. Çünkü meraksız ve hevessiz.

Gayet beşerî bir çalışmayla matbaada makineler tarafından kâğıda basılmış –çöp olan hatalı baskıların da toplanıp atıldığı/yakıldığı– kitabı (mushaf) “Kur’an” diye kutsayarak yükseklere asmaktan ibarettir dini diyaneti. Hani Ömer’in halife olduktan sonra anlattığı otobiyografisinde, helvadan (veya hurmadan) put yaptığı, acıkınca yediği (Mahmud el-Akkad, Abkariyyetu Ömer, Mansura: 2015, s. 214) anısı var ya, onun tıpkısı. Ali, Ammar gibi putlarla hiç işi olmamış şahsiyetler bir yana, Müslüman olmadan önce heykellere kutsallık atfetmiş olanların bile yapmadığı akıldışı davranış. Kendi elleriyle imal ettikleri kitap baskısına ilahî kutsallık, abdestsiz dokunulmazlık, belalara karşı koruma tılsımı özellikleri atfetmeleri ancak derin ve koyu cehaletle açıklanabilir.

Hiç düşünmezler, Kur’an’ın kitaplaşmadığı dönemde, Kur’an’ın bedenlenmiş hali Peygamber, “konuşan Kur’an” lakaplı Ali ve diğer Kur’an bilgini sahabeler bugünkü kitap muamelesi mi görüyordu? Kur’an’ın kitaplaşmadığı zamanlarda olmayan ve Peygamber’den sonra çıkmış âdetler nasıl din kabul edilebilir, nasıl kutsal sayılabilir, Allah’tan ve Peygamberinden başka kim böyle bir yönergeye yetkili olabilir?

Kur’an özel isim değil bir kere. “Okuma” demek. Neyin okuması? Aslında Tevrat’ın. Bu bakımdan İsa gibi Muhammed de semitik dinin tarikatı bir tür. İsa Yahudi idi, Muhammed Arap; kuzen etnisiteler ve aynı kültür havzasının insanları.

İşte bu dindarlığın, Tanrıya sitem ve şikâyetin, hatta itiraz ve isyanın müminlikle ilgili olduğunu anlaması o nedenle imkânsız. Kur’an’daki en ilginç sahnelerden, Allah’ın meleklerle diyaloguna hiç olmayacak anlamlar yakıştırması da bu yüzden.

Ampirik olmayan Tanrı ne işe yarar? - 1 | Kenan Çamurcu yazdı
Ampirik olmayan Tanrı ne işe yarar? – 1 | Kenan Çamurcu yazdı

Biz doğrusunu anlatalım:

“Hani Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir artçı/ardıl (halife) var edeceğim’ demişti. ‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi var edeceksin? Biz seni övgüyle anıyor ve takdis ediyorken’ dediler. ‘Ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ dedi.” (Bakara 30).

Melekler, yeryüzünde daha önce de ortaya çıkmış ve hayatı bozup yozlaştırmış insan türünden artçı/ardıl (halife) yeni bir nesil var edilmesine karşı çıkmış demek ki. Bunu yaratılışın hikmetine uygun bulmamışlar. Daha önce tecrübe edilmiş ve başarısız olmuş bir niyeti bir kere daha deneyeceğini beyan eden Allah’a yaptıkları itiraz, ona eleştiri aslında.

Klasik teori, Allah’ın son cümleyle meleklerin ağzının payını verdiğini düşünüyor. Buradan, insanın kendini o meleklerin yerine koyup fazla soru sormamasına ilişkin bir icap çıkarıyor. Anlamasa da inanması ve teslim olması anlayışı buradan geliyor.

Oysa ayette anlatılan diyalog, popüler Müslümanlığın iddia ettiği gibi gerçek manada, literal anlamıyla yaşanmışsa melekler basbayağı Allah’a itiraz etmiş, eleştirmiş. Karşı çıktıkları şey de, milyarlarca yıllık dünyada insan dışındaki türler hayatı anlamına uygun yaşıyor ve Allah’ı kutsuyorken, onu övgü ve şükranla anıyorken işi gücü fitne fesat çıkarma olan insan türünü tekrar var etmenin hiç de yaratılış hikmetine uygun gözükmediği. Allah’ın, buna rağmen insan türüne bir şans daha vereceğini anlıyoruz. Meleklerden de onların bilmediğini bildiğine güvenmelerini istiyor.

Torah’taki ayrıntıya göre Tanrının amacı, yeryüzünde onun yerine yöneticilik yapacak bir varlık yaratmaktı. (Bereşit 1:26-28). Bu sahnenin yorumunda, bunun Tanrının meleklerle istişaresi olduğu belirtiliyor. Meleklerin bir kısmı insanın merhametli olacağını, diğer kısmı da acımasız olacağını iddia etmiş. Tanrı her ikisinden de yaratacağını söylemiş. (Midraş Bereşit Rabbah 8:6).

Agnostikler, Tanrıyı da bu meseleleri de anlamanın mümkün olmadığını, dolayısıyla metafizik mevzuları hayatın dışında kendi özel alanında tutmak gerektiğini söylüyor değil mi? Agnostiği din dışı gören Müslüman bundan farklı ne yapıyor? Yaratılışın sırrını, Tanrının mahiyetini, hiçbir şeyi anlayamadığını, o nedenle sadece teslim olmak gerektiğini öğreten İslami tedrisat, agnostiğin anlayışından farklı ne söylemiş oluyor? Bahsettiği teslimiyet de sırf ve salt metafizik. Bu dünyada yapıp ettikleriyle ilişki ve irtibatı olmayan formülasyon. Çünkü o teslimiyet, beytülmalı yağmalamayı, hak ve özgürlükleri engellemeyi, cezaevlerini siyasî mücrimlerle doldurmayı caydıramıyor. İki alanı çok başarılı biçimde ayırıyor Müslüman zihin.

Bunları konuşurken müesses Müslümanlıktan çıkarılma tehdidine zerre değer vermemeye cesaretli olmak gerek. Örgütlü ve organize dinselliğin Müslümanlığına ait olmakta heves edilecek bir şey yok zaten. Hakikat arayışının anlam ve değer taşımadığı bir din ve dinsellik o. İktidar obsesyonuyla malûl, illetli, marazlı ideolojik kimlik. Varlığın anlamı, mahiyeti, başı ve sonu hakkında düşünen vicdanlara bu yüzden anarşist natürizmi öneririm. Anarşist natürizmin de müesses, örgütlü, organize, kurumsal, bürokratik, hiyerarşik, otoriteli ve otoriter dini olmaz; otoritesiz, hiyerarşisiz, saf ve pâk inancı olur.

Ampirik olmayan Tanrı ne işe yarar? – 1 | Kenan Çamurcu yazdı

Kalp ikna olacak ki inanç gerçekleşsin

Yapılması gereken, İbrahim peygamber gibi sormak, sorgulamak ve hakikati aramaktır: “Hani İbrahim demişti ki, ‘Rabbim, ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster.’ ‘İnanmadın mı?’ dedi. ‘Tabii ki’ dedi, ‘Ama kalbimin ikna olması için’.” (Bakara 260).

İbrahim epistemik olarak inandı, ama kalbinin ontolojik kanıta ihtiyacı vardı. Kalbin ikna olması deneyimlemekle olur. Ampiriktir yani. Bu nedenle kelam metinlerinde Allah’ın varlığı, birliği ve sıfatlarına imanın şartı tahkiktir. İnceleme, akıl yürütme, muhakeme, mukayese, üzerinde düşünme, sonuç çıkarma ve karar verme. Öyle söylendiği için inanmak, yani taklitle iman ise makbul değil ve reddediliyor. (Zerkeşi, Bahru’l-Muhit, Kahire: 1992, 9/277).

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Bir dinde ne kadar çok ve detaylı şekil şart, ritüel, ayin, merasim, inanç, pratik varsa mensupları tahkikten o kadar kopuktur. Akıl yürütme ve kalbin ikna olmasıyla inancı benimsememiş demektir. Bir din ne kadar basit, sade ve kolaysa mensuplarına tahkik için o kadar çok alan açmıştır.

Taklidi imanın reddi ve tahkiki imanın koşul yapılması bir usül kaidesi ve temel dini bilgiler içinde klişe olarak ezberleyip geçmek olmaz. Test edilmesi gerek. Allah’ın varlığına, birliğine ve sıfatlarına tahkikle inanmış, inceleyip araştırmayla, delillere ikna olarak iman etmiş biri çalma çırpmaya dayalı ekonomi-politik rejimi kurabilir mi mesela? Siyasi muhaliflerini derdest edip susturmayı sistematik hale getirebilir mi? Doğayı ve canlı hayatı taammüden tahrip edebilir mi? “Sizin gibi ümmettirler” (En’am 38) denilmiş hayvanlara, kedilere, köpeklere husumet besleyebilir mi? İtibar suikastleri, kara ve kirli propagandalar için trol ordusu kurar mı ya da pusuculuğu meslek seçip trol ordusuna sözleşmeli nefer yazılır mı? Bunların yaptığı bütün o kötülükler, kullandıkları kirli dil, söyledikleri yalanlar, çaldıkları paralar inanan bir insanın yapabileceği şeyler mi? Bunlar hataen, yanlışlıkla, sürçme ile içine sürüklenilmiş günah sayılacak kötü fiiller değil. Taammüden, bilerek, kasdi, hesaplı kitaplı, planlı kötülükler. Taklidi imanın mecburi sonuçları. Tahkiki iman olsaydı bu fenalıklara cüret edemezlerdi.

Ampirik olmayan Tanrı ne işe yarar? – 1 | Kenan Çamurcu yazdı

Ampirik olmayan Tanrı kimsenin işine yaramaz

Tahkik ürünü iman, Allah’ı görüyormuşçasına inanmak demek. Tanrının duygusal tecrübe olduğu faraziyesinde doğruluk payı var elbette ama eksik. Tanrı aynı zamanda ampirik olmalı. Yani ampirik tanıklık olmaksızın Tanrının varlığından söz etmek mümkün olmaz. Yoksa Tanrı, doğaya ampirik şahitliği kendi varlığına neden delil göstersin, değil mi?

Musa peygamber, Allah’a “Bana kendini göster, sana bakayım” demişti. (A’raf 143). Ayette bu tecrübe yöntemine itiraz yok. Sadece gerçekleşmesinin mümkün olamayacağı açıklanıyor. (Şemot 33:20). Muhatapları, Musa peygambere, “Allah’ı çıplak gözle görmedikçe sana inanmayacağız” (Bakara 55) dediğinde bu beklentinin karşılanmasını çoğunlukla cezalandırma olarak görüyor tefsirler. Bu tefsirlere göre ceza olarak yıldırımla çarpılıyor ve ölüyorlar. Halbuki ayette bahsi geçen istek, Musa’nın Allah’ı görerek tecrübe etme arzusunun (A’raf 143) aynısı. Allah göründüğü takdirde neler olabileceği, Musa’ya dağ örneğiyle gösterildi. Allah dağa tecelli etti ve dağ paramparça oldu. Musa’nın muhatapları Allah’ı görmek istediğinde dağın başına gelen onların da başına geldi. Yıldırım ceza olsaydı neden diriltilsinler ve bu deneyimden ders çıkarmaları istensin? (Bakara 56). Zaten ders de çıkardılar ve dediler ki: “Bizimle sen konuş, biz seni dinleyelim; ama Tanrı bizimle konuşmasın, yoksa ölürüz.” (Şemot 20:19).

Konuyu dağıtmayalım tabii ki, ama Tanrının konuşması meselesinde vahiy teorisine dair ihmal edilemez önemde bir durum var. Rudolf Otto, Eski ve Yeni Ahit’te Tanrının insanlarla konuşan, sözlü iletişim kuran bir varlık olduğunu belirtiyor. (Kutsala Dair, İstanbul: 2014, s. 28). Gerçi Torah’nın Tanrısının konuşması ile Evangelyon’un (İncil) Tanrı-insanının konuşması pek aynı sayılmaz. Tanrının konuşması ve sözlü iletişim kurması modelinin Müslümanlığın vahiy teorisine aynen kopyalandığı açık. Müslümanların vahiy teorisinde de konuşan Allah. Bu nedenle Tekvir suresindeki (19. ayet) “O (vahiy) soylu bir elçinin sözüdür” ayetindeki elçiye, hiçbir dayanağı olmamasına rağmen “vahiy elçisi Cebrail” anlamı veriyorlar. Dolayısıyla ayetlerde “Allah’ın elçisi” diye anılan Muhammed’e bir elçi atayarak onu elçinin elçisi yapıyorlar. Halbuki metnin apaçık söylediği, Muhammed Allah’ın elçisidir, vahyin elçisi değil.

Bu konuyu Kur’an’ın etnolojisi ve antropolojisini inceleyecek yazıya bırakıp devam edeyim.

Allah’ı görmek istemekte sorun yok. Bu, reddedilmesi gereken bir talep değil. Reddedilmemiş de zaten. Ama buradaki teknik sorun, bedendeki göz ve optik kapasitenin bu yeterlikte olmaması. (En’am 103). Gözlerin Tanrıyı göremeyecek olmasının fizik nedeni var. Atom altı evreni çıplak göz nasıl görsün? Hatta protez destekle bile baksa görebileceği somut bir varlık yok.

Nedir bu Tanrıyı görme isteği? Çünkü Tanrının varlığını deneyimlemeden ona inanılmasını beklemek adil gözükmüyor. Onu gözle görmek gerekmez, ama somut fiillerini görmemiz lazım. Dua adı verilen seslenmelere ve çağrılara karşılık alırsak onu görmüş gibi oluruz mesela. Kendini böyle de göstermeyen Tanrı ona inanılmayı nasıl bekler?

Ampirik olmayan Tanrı ne işe yarar? - 1 | Kenan Çamurcu yazdı
Ampirik olmayan Tanrı ne işe yarar? – 1 | Kenan Çamurcu yazdı

Gazze için ulusal ve küresel dua zincirleri kuruluyor, büyük kampanyalar tertipleniyor ama sonuç aldığı görülmedi. Yaratıcı, ya Netanyahu’yu haklı bulduğu için karşıtların duasını, çağrısını, yakarışını kabul etmiyor ya da olan bitene karışmıyor. Yahut bunların yaptığı dualar aslında Allah’ı ikna etmek için değil, Filistin endüstrisinin işler halde durması ve bağışların devam etmesi amacıyla. Yani bütün o duaları bağış sektörünün hız kesmemesi için yapıyorlar ve konunun Allah’la alakası yok. Allah’ı harekete geçirmek üzere dua ediliyorsa kazanılmış bir başarı yok.

Zulümlere müdahale eden bir Tanrı varsa Müslümanların seçtiği yerde bunu göstermek zorunda değil. Somali’de, Nijerya’da, Sudan’da İslamcı teröristlerin Gazze’den çok daha büyük istatistiklerle cereyan eden yakıp yıkmalarına, sivil, kadın, yaşlı, çoluk çocuk katliamlarına da müdahale ederdi. Orada da duanın etkisi görülmüyor. Duanın sonuç vermemesini Allah’ın yardımını hak etmedikleriyle açıklayanlar vardır. İyi de yardımı kimin hak ettiğini kimin hak etmediğini Allah’tan bilgi almaksızın kim nasıl bilebilir?

Başka ve yeni bir gözle bakmayı deneyenler Kur’an’da dua olduğu düşünülen tüm ayetlerin temenni, beklenti ve motivasyon içerikli olduğunu şaşkınlıkla görecekler. Klasik teorinin tarif ettiği dua etkili yöntemse neden doğrulanamıyor? Açlıktan ölenler, Nazilerin ölüm kamplarında çaresizce can verenler, yokluk çekenler, ihtiyaç ve güçlük içinde çırpınanlar, zulümlerin binbir çeşidi altında inleyenler, bunlar ve daha nicesi dualar ediyor ama karşılığını alamıyor. Tesadüf eden bazı gelişmeleri duasının karşılık bulduğuna yoranlar nedensellik ilişkisini kendilerinin kurduğunu düşünmüyor.

Klasik teorinin açıklayamadığı çok sayıda belirsizlik var. Bu durumlarda başvurulan teselli, hikmetinden sual olunmaz Yaratıcı’nın işlerine akıl sır ermeyeceği. Çaresizlik sığınağında umutsuzca bekleşmenin samimi iman görüldüğü bir evren burası. “Tanrının yargılarına öyle akıl sır ermez ki, yolları öylesine anlaşılmaz ki.” (Romalılar 11:33). Bu idrak, Allah konusunda konuşup tartışmayı da, din üzerine münazara yapmayı da, şüphe ve kuşkuya kapılmayı da men ediyor. (Salih b. Abdulaziz, el-Vafi, Abu Zabi: 2006, s. 130). Bu düşünce suskunluğu ile entelektüel gelişim nasıl sağlanacak?

Müslümanlığın Allah tanımında ve Tanrı tasavvurunda sistem hatası var. Bu nedenle Yaratıcı üzerinde düşünmeyi yasaklıyor. “Yaratılmışlar üzerinde düşünün, Yaratıcı üzerinde değil” diye bir hadis de uydurulmuş. Rivayetin kaynağında bile “senedi zayıf” deniyor. (Sehavi, el-Mekasidu’l-Hasene, Beyrut: 1993, hadis 13484). Başka incelemelerde ise uydurma rivayetler arasında geçiyor. (Ali Hasan Ali el-Halebi, Mevsuatu’l-Ehadis, Riyad: 1999, 3/571).

Ampirik olmayan Tanrı ne işe yarar? – 1 | Kenan Çamurcu yazdı

Müslüman kimlik, bu çıkmazdan çıkışı, varoluşsal sorgulama ve arayıştan uzak durmakta, entelektüel süzülmeye yardım edecek gündemleri reddetmekte, ötekini imhaya odaklanmış akredite mücadele alanları icat etmekte görüyor. Sorgulamayı inkâr sayıyorlar. Çünkü dindarlıkları inançla ilgili değil, ideolojik kimlik. Allah varmış yokmuş, umurlarında değil aslında. Fiilen yokmuş gibi hareket ediyorlar.

Müslümanlığı ideolojik tutum yapan, karşıtını, onun dininden olmayan şeklinde tanımlaması. Böyle olunca doğa durumunu bozup yozlaştıran dünya görüşü asıl mücadele verilmesi gereken hedef olmuyor. Bilakis onunla uyumlulaşmış ve onu muhafazakârlaştırmış Müslümanlık canlı hayata entegrasyon, iştirak, paylaşım ve müşterekliği yücelten evren tasavvurunu hasım görüyor.

Sorgulama, inceleme, araştırma, üzerinde düşünme olmaksızın edinilen inanç, öğretilmiş ve ezberletilmiş inançtır ve Müslüman kelamcıların “taklidi iman” dedikleri kategoriye girer. Kitlesel, kolektif, alışkanlık kazanılmış rutinin parçası yani. Bu iman teoride makbul değil. Fakat Müslümanlığın praksisi, taklidi iman ve övgüyle karşılanıyor.

Müslümanlığın Tanrısına a-teist olmak annenin ak sütü gibi helal

Müslümanlığın teorisinde kastedilen ve tarif edilen anlamda bir Tanrı mevcut değil. O tanım itibariyle ateist olanlara tercihleri analarının ak sütü gibi helal. Yahut yerleşik Müslümanlığın Tanrı tarifine tepkiyle Yaratıcı ilkesini inkâr ederek ateistliği seçenlerinki en çok felsefi yanılgıdır ve Allah’ın bu gayreti cehennemle cezalandıracağını iddia eden Müslümanlık, olsa olsa kaprisli, alıngan, narsisist bir Tanrı tasavvuruyla Allah’ı tanıyordur.

Ahlaklının felsefi yanılgısının Yaratıcı tarafından mazur görüleceğinden emin olabiliriz. Buna mukabil ahlaksızın alnı secdeden kalkmasa da öteki hayatta iyilerle aynı yerde olmayacağından da. Kutsal metinlerde varlığın adalet, merhamet, muhabbet ekseninde yaratıldığına çok sayıda örnek görmemiz bu hükmü teyit için yeterli.

Ateist aktivizmin ilk, başlangıç, çıkış, kaynak hakkında açıklama yapamamasına rağmen kurduğu önerme zincirlemesindeki mantıksal ve bilimsel hata herkesin malumu. Ama buna rağmen dürüstlük ve iyilik bahsinde fire vermeyen ateistin inançsızlığındaki felsefi yanılgıda necaset, kirlilik yok. Buna mukabil yalancı, hırsız, uğursuz, yolsuz, sahtekâr, hak hukuk tanımaz, hakikati umursamaz bir sözde inançlının ahvali, etimolojinin tarif ettiği anlamda inkârın esfel-i sâfilinidir (Tin 5, Romalılar 1:24-25); en sefili, en rezili, en bayağısı yani.

Ampirik olmayan Tanrı ne işe yarar? – 1 | Kenan Çamurcu yazdı

Uruguay’da hayatı adalet mücadelesiyle geçmiş, cumhurbaşkanı olduğunda da halkını mutlu etmeye adanmış ve kişisel ekonomik çap bakımından hayata nasıl başladıysa öyle bitirmiş inançsız “Pepe” José Mujica ile onun tam zıddı Müslüman bir lideri karşılaştırdığımızda ne söylemek istediğimiz anlaşılacak.

Dolayısıyla “eski Müslüman” manifestolarının, inanmaktan vazgeçmiş ateist aktivizmle alakasından ziyade, bilakis Kur’an’ın gösterdiği katalog değerlendirmenin yolundan gittiği söylenebilir: “Kararlılıkla dine yönel, hanif olarak. Allah’ın yarattığı doğaya, insanları içinden çıkardığı. Allah’ın yaratması değiştirilemez. Sapasağlam din işte budur. Fakat insanların çoğu anlamıyor.” (Rum 30).

Muharref Müslümanlıktan çıkanlar ahlak dinindeler. Ahlak, yaratılışa uygunluk hali. Hayatı ve inancı, varsayılan ayarlarla resetleme. Kelimenin kökeni itibariyle (hulk-ahlak) insanın doğasındaki iyi ve aydınlık tarafı aktive etme.

Ebu Süfyan’ın liderliğini yaptığı yerleşik, müesses, popüler, İbrahim’in dinine bağlılık iddialı dindarlık ve dinselliğe, Muhammed’in temsil ettiği dindarlık ve dinselliğin itirazı, protestosu ve tepkisi bu. Mukayese edersek mevcut Müslümanlık hangisinin dinine benziyor? Servet, güç, tahakküm, kayırma, ayrıcalık esnafı, Ebu Süfyan’ınkine mi, yoksa mal mülkü, makam mevkiyi, imtiyazı reddetmiş, çevresindekiler arasında ayırt bile edilemeyen Muhammed’in dinine mi? Cevabı çok kolay değil mi?

Doyamadığı gerekçesiyle defalarca Mekke ve Medine’ye seyahat eden (hac dışındaki gezilere Arapça’da “umre” deniyor, turistik gezi yani) kişinin bir gezi masrafı, bir yoksulun bir yıllık maişet çabasına bedel. Ama ikisi de aynı dinden. O Müslüman, doyamıyor ve gidiyor da gidiyor; bu Müslüman ise geçinebilmek için onun bir seyahatte harcadığı meblağ için bir yıl çalışıyor. İkisi de aynı Tanrıya inanıyor ve o Tanrı ikisini de cennete koyacak öyle mi? Ha, bir de yoksul olan Müslüman bu duruma itiraz ve isyan ederse cehennemi boylayacak, varlıklı olan Müslümansa o gezilerin hatırına cennete gidecek. Böyle bir din ve Tanrı inancı bunlarınki.