Aslı Tunç yazdı: Sosyal medya kitap yazarlarını pazarlamacıya mı dönüştürüyor?

Sosyal medya hayatımıza girdikten sonra sayısız değişiklikler yaşadık, hâlâ da yaşıyoruz. Meslekler değişti, influencer’lık gibi işler çıktı mesela, yalanla gerçeği ayır edemez olduk sonra, “klavye şövalyeliği” tavrıyla anonimliğe sığınıp sanal ortamda birbirine saldırmaya başladı milyonlar. Bugün sosyal medya sayesinde ilişkilerin daha saydam, dünyanın ise daha demokratik ve barışçıl bir noktaya gelmediği ise çok açık. Sosyal medyanın toplumsal, siyasal ve kültürel etkileri üzerine sayfalar dolusu yazabilirim. Habercilik ve iletişim boyutunu ileriki yazılarımda ayrıntılı olarak ele almaya niyetim var ancak bu Pazar sizi tartışmalı bir konuda kafa yormaya davet etmek istiyorum. Sosyal medya ve yayıncılık dünyasının çetrefilli ilişkisine gidelim önce. Sonra ise yazarın sosyal medya yüzünden değişmeye zorlanan rolüne ve oyunun kurallarına uymadığı anda yazarın kendini dışarda buluvereceği yeni bir ortama.

Sosyal medya öncesinde yazar eserini büyük bir heyecanla yayınevlerine götürürdü (neyse ki henüz bu aşama değişmedi). Yayınevi kitabı basmaya karar verdikten sonra yazarın rolü ancak içerikle ilgili olurdu. Son sayfa düzeltileri, gerekiyorsa ithaflar, arka kapak yazısı falan derken yazar kitabının metinsel boyutuna hâkim olurdu. İşin görsel ve estetik kısmı yani kapak tasarımı ve fotoğraf seçimi gibi safhalar profesyonel eller tarafından hazırlanır; yazara son onay için sunulurdu. Yazar iyi bir yayıneviyle çalışıyorsa eserini tamamen işlerinde yetkin bu insanların ellerine bırakır ve heyecanla kitabın üç boyutlu olarak eline geçeceği günü beklerdi. Ve o heyecanlı gün gelip kitap çıktığında yazar, ilgili gazete ve dergilere röportaj verir, televizyonlarda boy gösterir, imza gününe katılır, fuarlara gider ve benzer yollarla kitabını okurları ile buluşturmaya çalışırdı. Sosyal medya ile birlikte yayınevlerinin yazarlardan beklentileri değişmeye, talepleri artmaya başladı. Yazardan kitabının görsel ve estetik kısmına daha fazla müdahale etmesi, katkıda bulunması istenir oldu. Yayınevlerinin profesyonel ekipleri küçüldü, yazarlar dijital araçlar yoluyla tüm süreçlere daha fazla dahil olmaya başladı. Bunda kötü bir taraf yok diyebilirsiniz belki. Her türlü mesleki sınırların flulaştığı böyle bir dönemde yazarlar da biraz grafiker, biraz da görsel tasarımcı oluverdiler. Ama en radikal değişim basım sürecinden sonraki evrede devreye girdi: tanıtım ve pazarlama evresinde.

Yayınevleri yazar olarak size sosyal medyadaki etki alanınızı, takipçi sayınızı, takipçi profilinizi, etkin olduğunuz sanal platformları sorar oldu. Hele de ilk kitabı basılacak olan taze bir yazarsanız bu soru bazen sizi iliklerinize kadar titretti. “Kitabımı kendim mi pazarlayacağım? Bu işi yayınevi neden benim için yapmıyor?” gibi sorular kafalarda dolaşmaya başladı. Yayınevleri derhal yazarların e-posta adreslerine “bir yazar sosyal medyayı nasıl kullanmalı?” ya da “sosyal medyada kitabınızı pazarlamanın 10 kuralı” gibi rehberler iletiverdi. Bazıları yazarlara sosyal medya kullanmalarını zorunlu kılan ek belgeler imzalattı. Yayın dünyası az takipçi sayılı hesabı olan ya da sosyal medyada görünür olmayan yazarlara burun kıvırmaya başladı. Bu durum özellikle yaşını başını almış, hatta edebiyat dünyasında yıllar boyu kendine belli bir yer edinmiş isimler tarafından alçaltıcı bulundu. Kendilerini sosyal medyada görünür kılmak onlar için küçültücüydü. Kendilerini, hayal dünyalarını ve entelektüel birikimlerini kitaplaştırıp dünyaya sunmuşlardı işte. Daha ne isteniyordu? Kitabını alan alır, hayat bu şekilde devam ederdi. Ötesi de onların işi olamazdı. Tik Tok videosu çekecek ya da Instagram’da kendilerini övecek halleri yoktu ya. Okurlarla bu türden bir ilişki kurmak yazarın kendi tercihi olmalı, yayınevleri tarafından yazarlara dayatılmamalıydı.

Bu eleştirel tavır, dijital dünyanın içine doğmuş, yaşamlarını ekranlarda herkesle paylaşmaktan çekinmeyen, sanal kimliklerini özenle biçimlendiren bir nesil için anlaşılması güç elbette. Okumadıkları ve asla okumayacakları kitapları mutlaka kahve eşliğinde Instagram’da paylaşan, altına alıntılar döşeyen, yapay zekâ destekli görsellerle sosyal medyada içerik üreten bir kuşak için bu direnç çağdışı görünebilir. İşin özü elbette dengede gizli. Sosyal medya, okurları birbirine kenetleyen, yazarı ulaşılabilir kılan, eserleri daha fazla kişiye ulaştıran bir araç sadece. Yazar yayınevleri tarafından kendi medya stratejilerini oluşturmaya zorlanmalı mı sorusunun yanıtı ise daha derin bir tartışmaya itiyor bizleri. Sosyal medya içeriği üretmek, bunu belli bir estetikle, tutarlılıkla ve süreklilikte yapabilmek tam zamanlı bir iş aslında. Bunu yazardan beklemek hatta bunu işin merkezine oturtmak ne kadar gerçekçi? İyi bir sosyal medya pazarlamasıyla kötü yazılmış bir kitabın çok satması mı yoksa iyi bir kitabın zamanla kendi okurunu bir şekilde bulması mı? Peki ya üçüncü bir seçeneğe ne dersiniz? Zaten iyi yazılmış bir kitabın, yazarın kendi tercihiyle okurlarına farklı sosyal medya platformlarından ulaşması ancak yazar istemiyorsa hiçbir sosyal medya pazarlamasına zorlanmaması.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.