Onur Alp Yılmaz yazdı: Bahçeli’nin TRÇ’si, Erdoğan’ın Trump’ı ve CHP

İsrail’in İran’a saldırısı ve 12 gün süren savaş, tüm Körfez ülkelerini savunma sistemlerini yeniden düşünmeye zaten itmişti. Bu ülkelerin her şeye rağmen güvenlik güvencesi olarak gördükleri ABD’yle kurulan ittifak da İsrail’in ABD’nin bölgedeki en büyük müttefiki olan Katar’a düzenlediği saldırıyla beraber daha önce görülmedik biçimde sorgulanmaya başlandı.

Öyle ki bu gelişme, Pakistan ve Suudi Arabistan arasında bir paktın imzalanmasına yol açtı. Böylece Pakistan, nükleer kapasitesinin caydırıcılığıyla Suudi Arabistan’ı da şemsiyesi altına almış oldu.[1]

Nükleer silaha sahip olan tek Müslüman ülke olarak Pakistan’ın Suudilerle kurduğu bu pakt, Suudi Arabistan’ın zaten sahip olmak istediği nükleer kapasiteye erişmesi demek. Diğer yandan da Pakistan’ın Çin’le kurduğu -ortak silah üretimine kadar varan- güçlü müttefiklik ilişkisi de Riyad’la Pekin arasında dolaylı bir köprü kurdu.

Onur Alp Yılmaz yanıtladı: Erdoğan ile Bahçeli süreçte farklı yerlerde mi duruyor?
Onur Alp Yılmaz yazdı: Bahçeli’nin TRÇ’si, Erdoğan’ın Trump’ı ve CHP

Peki, bu noktaya neden dikkat çekiyorum?

Bilindiği üzere Pakistan ve Hindistan ilişkisi, kökeni uzun bir geçmişe dayanan Keşmir gibi çatışmalı alanlara sahip. Çin ise Hindistan’la, özellikle teknoloji atılımları konusunda bölgesel bir rekabette. Bu, Çin ve Pakistan arasındaki müttefiklik ilişkisini iki ülkenin de Hindistan’ı dengeleme arayışı üzerinden tutkallıyor.

Ayrıca Çin’in Pakistan’la kurduğu bu ilişkinin bir diğer amacı da Pakistan ve Afganistan üzerinden Hint Okyanusu’na doğrudan ulaşabileceği bir yol açmak. Nitekim bu amaç için her iki ülkeye de büyük yatırımlar yapıyor.

Tüm bunlar düşünüldüğünde şu ifade edilebilir: ABD ve İsrail, bu anlaşmayı bahane ederek Suudi Arabistan ve Pakistan’a karşı da saldırgan bir tutum takınabilir. Bunun anlamı ise Ortadoğu’daki gerilimin Güney Asya’ya da yayılmasıdır.

Peki, bunun Türkiye açısından anlamı nedir?

Küresel liderlik mücadelesinin uzun vadeye yayılacağı bu süreçte ve liderliğin blok değiştirme olasılığının, yani 500 yıl sonra küresel liderliğin Batı’dan Doğu’ya mı geçeceği tartışmasının yapıldığı bugünlerde Türkiye’nin kendisine biçtiği rol iki blok arasında açıktan bir seçim yapmaktan ziyade bloklararasındaki rekabeti yönetmektir. Türkiye, bu rolüne dayanarak alternatif bir liderlik inşa etmek istiyor. Bu çizgi, doğrudan bir blok tercihi yapmak yerine iki blok arasındaki rekabeti kendi çıkarları lehine yönetme ve buradan bir “küresel ara güç” rolü devşirme iddiasına dayanıyor.

Bahçeli’nin TRÇ çıkışı da işte bu arayışın siyasal retoriğe tercüme edilmiş biçimidir. Bu çıkış, bir yanıyla Batı’ya “bizim başka seçeneklerimiz var” mesajı verirken, diğer yanıyla ise Körfez ülkelerinin savunma sanayiinde ABD dışı alternatif arayışlarıyla birleştiğinde, Türkiye’nin İHA/SİHA teknolojileri ve esnek üretim modeli de Körfez için cazip bir kanal haline getiriliyor.

Devlet Bahçeli
Onur Alp Yılmaz yazdı: Bahçeli’nin TRÇ’si, Erdoğan’ın Trump’ı ve CHP

Böylece Pakistan’ın nükleer şemsiyesi, Çin’in stratejik yatırımları ve Türkiye’nin operasyonel kabiliyetleri birleştiğinde, ABD ekosistemi dışında hibrit bir güvenlik ağı ihtimali doğuyor.

Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da Bahçeli’nin bu açıklamayı yaptığı gün Mısır’da bir TV kanalında yaptığı açıklamalarda İsrail’in bölgede yayılmacılığı artık bir politika haline getirmesine karşı bölge ülkeleri olarak bir tedbir alınması gerektiğini ifade ettikten sonra şöyle devam ediyor:

“Özellikle savunma sanayii alanında işbirliği yapmalıyız. Mısır ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Türkiye’nin ortak güvenlik konusunu da en az ekonomi, ticaret ve teknoloji konuları kadar masaya yatırmamız gerekiyor.”

Peki, bu noktada CHP ne yapıyor?

Öncelikle fahiş zamanlama hataları…

Uzunca bir süredir, kendisine Tom Barrack’ın yaptığı açıklamalara, İsrail’in soykırımına dayanarak bir anti-emperyalist[2] perspektif kurgulayabilecekken, başta dış politikadan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Namık Tan’ın ABD’ye adeta İran’a müdahale etme çağrısı yapması olmak üzere NATO’culuktan sıyrılamayan bir anlayışla sınırlı kaldı.

Erdoğan AK Parti
Onur Alp Yılmaz yazdı: Bahçeli’nin TRÇ’si, Erdoğan’ın Trump’ı ve CHP

Bugünlerde ise Trump karşıtlığına dayanan ve Amerikan müesses nizamını bir denge unsuru gibi gören yaklaşıma geçilmiş gibi görünüyor. Bu ise meseleyi Trump karşıtlığına sıkıştıran, yapısal düzeyi kavramaktan uzak bir noktaya işaret ediyor.

Muhalefetin bu zamanlama ve yorumlama hataları ise iktidara geniş bir manevra alanı açıyor.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Öyle ki aynı günlerde Bahçeli TRÇ çıkışıyla içeride milliyetçi-anti-emperyalist bir retorik kurarken; Erdoğan ise Trump’dan randevu koparmanın sevinç çığlıklarını atabiliyor.

Yani iktidar, bir yandan seçmen tabanını konsolide edecek “emperyalizm karşıtlığı” söylemini milliyetçi kanaldan devşiriyor, öte yandan ise Batı’ya güven verecek pragmatik ilişkileri sürdürüyor.

Bu çift yönlü hamle, iktidarı içeride de dışarıda da adeta rakipsiz kılıyor: İçeride anti-emperyalizmle seçmenin, dışarıda ise Amerikan emperyalizminin desteğini almak.

Başka bir ifadeyle, CHP bugün yaşananları bütüncül bir perspektifle topluma anlatacak bir hikâye öremiyor.

Oysa ki bunun için son derece uygun bir zemin var. Çünkü İslamcı otoriterliğin ümmetçi söylemi, emperyalizmle kurulan bağımlılık ilişkileri ve saray rejiminin milli egemenliği budayan yapısı aslında aynı anda, birbirine paralel süreçler olarak işliyor.

Ancak CHP, bu üçlü mekanizmanın birbirini nasıl tamamladığını gösterecek bir dil kurmamakta ısrarcı.

Dolayısıyla ortada derin bir çelişki var. Bir yanda CHP doğrudan hedef alınmış, kurumsal olarak baskı altında, cumhurbaşkanı adayı tutuklanmış ve siyasal alanı giderek daraltılmış…

Diğer yanda ise tüm bu iç baskı dinamiklerinden ve iktidarın Ortadoğu’da ABD’yle kurduğu ilişkilerden bağımsız, adeta kendi başına işleyen ve CHP tarafından da desteklenen bir “terörsüz Türkiye süreci” süreci…

Onur Alp Yılmaz yazdı: Bahçeli’nin TRÇ’si, Erdoğan’ın Trump’ı ve CHP
Onur Alp Yılmaz yazdı: Bahçeli’nin TRÇ’si, Erdoğan’ın Trump’ı ve CHP

İktidarın bu hikâyesi sökülüp, CHP tarafından yeniden takılmadıkça, Cumhuriyet’in üç temel direğinin aynı anda hedef alındığını topluma anlatacak hikâye kurulmadıkça, iktidarın elindeki bu “çifte konfor” da sürecek.

Hele de sonunun ne zaman geleceği belli olmayan, çatışmaların günden güne farklı bölgelere yayıldığı bu küresel denklemin içinde…

Nitekim Gramsci’nin bize öğrettiği temel gerçek şudur ki hegemonya, yalnızca devletin zor aygıtlarıyla değil, toplumsal rızanın örgütlenmesiyle de kurulur. Yani hegemonya kendi kendine çözülmez, ancak karşı-hegemonya ile yıkılabilir.

Bugünkü iktidarın hegemonik gücü, muhalefetin hikâyesizliğinden beslendiğine göre Türkiye’de yeni bir siyasal ufku kuracak olan şey de günübirlik Trump karşıtlığı değil, her iki bloka karşı da bağımsızlık vaadini önceleyen ve toplumsal meşruiyetini de anti-emperyalist söyleme dayanan bir karşı-hegemonyayla yeniden kuran bir yaklaşım olacaktır.


[1] Uluslararası raporlara göre Pakistan’ın 170 nükleer başlığı var. Şahin-3 balistik füzesi var. Hem konvansiyonel hem de nükleer başlık taşıyabiliyor. Menzili 2750 km, yani İsrail’e ulaşıyor.

[2] Burada özellikle “anti-emperyalizm” vurgusunu yapmak gerekir. Çünkü bu kavram, sadece tek taraflı bir Batı karşıtlığı ya da günübirlik bir Trump karşıtlığı değil… Hem Batı hem Doğu emperyalizmine karşı, ulusal çıkarları ve bağımsızlığı önceleyen bir üçüncü yol anlamına gelir. Bu, Cumhuriyet’in de CHP’nin de tarihsel rotasıyla uyumlu bir çizgidir. Nitekim Ecevit, Soğuk Savaş yıllarında mealen “hem Rus hem Batı emperyalizmine karşıyız” diyerek Türkiye’nin bağımsızlığını, iki blok arasında özerk bir hat kurarak savunmaya çalışmıştı. Bugün de benzer bir noktadayız: Bloklararası rekabetin sertleştiği, küresel sistemin yeniden şekillendiği bu dönemde CHP, anti-emperyalist bir söylemle hem içeride topluma güven verebilir hem de dışarıda Türkiye’nin “ara güç” olma iddiasını demokratik bir zeminle, anti-emperyalizme dayanan ahlaki bir üstünlükle birleştirebilir. Nitekim iktidar, iktidarda kalabilmek için emperyalizmin her türlüsüyle ülke çıkarları yerine kendi çıkarlarını önceleyen anlaşmalar yapmaktan çekinmeyecektir.