“Yorgun Demokrat” ve “Şafak Türküsü” şarkılarını çok duyduğum ama en çok “Beni Tarihle Yargıla” şarkısıyla sevdiğim Ahmet Kaya ile bir gün gelecek tanışacağımızı, farklı fikirlerde olsak da arkadaşlıktan öte dost olacağımızı elbette düşünemezdim.
İlk başta 12 Eylül darbesi sürecinin meydana getirdiği boşlukta parlayan, döneme uygun acıları solcular adına dile getirdiği için popülerleştirilen biri diye düşünüyordum. Bizim arkadaşlardan, dostlardan da Ahmet Kaya tiryakisi olanlar vardı. Ahmet Kaya’nın şarkıları dillerinden düşmüyordu, sürekli kasetlerini teypten çalıyorlardı.
Bir gün,
“Titrek bir mum alevinin havaya bıraktığı bulanık bir is
Ve göz gözü görmez bir sis değildik biz
Beni bilimle anla iki gözüm, felsefeyle anla
Ve tarihle yargıla..”
sözleriyle şiirsel başlayan şarkı dikkatimi çekti. Başkaldırıyorum albümünde yer alan bu şarkının müziği ve sözleri bambaşkaydı.
Ahh… ben hasrete tutsağım, hasretler tutsak bana
Bıyığımdan gül sarkmaz, bıyık bırakmak yasak bana
Mahpus bana, sus bana, yağlık ilmek boynuma
Sevgili yerine, koynuma idamlar alır, idamlar alır yatarım
Bu sözler, sadece solcuların değil, o dönem 12 Eylül’ün ezdiği bütün kesimlerin duygularına tercüman sözlerdi.
“Biraz sonra asmaya götürecekler beni
Biraz sonra dalımdan koparıp öldürecekler beni
Hoşça kalın sevdiklerim
Dört mevsim, yedi kıta, mavi gök, bütün doğa hoşça kalın”
Sadece solcular değil, İslamcılar açıktan, ülkücülerin çoğu gizliden bu gibi sözlerde kendilerini buluyorlardı. Ben de bu şarkıyla Ahmet Kaya şarkılarına tutulmuştum.
O şarkının dillerde olduğu günlerde İstanbul’a taşınıp Yörünge dergisinde gazetecilik yapmaya başladığımda aklımda olan en büyük hedef Ahmet Kaya’ya ulaşmak, onunla röportaj yapmaktı. Telefon numarasını bulduğumda arasam mı, aramasam mı diye bir süre tereddüt ettikten sonra “Ucunda ölüm yok ya, en fazla reddeder” diyerek aradım. Beklemediğim kadar sıcak ve canayakın karşılayınca şaşırmıştım. Görüşme isteğimi kabul etti. Bizim camiadan bugüne kadar kimse aramamış, çok memnun oldu. Ancak bir albüm çalışması varmış, bugünlerde müsait değildi. Telefonla konuşa konuşa aradan beş ay geçti. Sonunda Arnavutköy’de Agora diye bir yerde yeni albümünün tanıtımını yapacakmış, oraya davet etti.
Bu Agora yoksa şarkılardaki meyhane mi?
Dergideki arkadaşlar, “Vay be!” filan diye sevinirken, ben bir yandan görüşme talebimi gerçekten kabul etmesine şaşırıyor, bir yandan da “Arnavutköy’e nasıl gidebilirim?” diye düşünüyordum. Yeni geldiğim için İstanbul’u pek bilmiyordum. Arnavutköy, benim bildiğim duyduğum Gaziosmanpaşa’nın ötelerinde bir gecekondu bölgesiydi, Fatih’e de hayli uzaktı. “Ahmet Kaya Arnavutköy gibi gecekondu bölgesinde mi kaset tanıtımı yapacak” diye şaşırıyordum. “Devrimci ya, fakirlerin arasında yapayım demiştir belki” diyordum. Böyle yaparsa şaşırmazdım. Ne de olsa Başkaldırıyorum, İyimser Bir Gül, Sevgi Duvarı, Başım Belada gibi albümler çıkarmış bir sanatçıydı. Beni Agora’ya davet etmişti, “bu isim bana nerden tanıdık geliyor?” diye hatırlamaya çalışıyorum bir yandan.
Dergiden bir arkadaşa, “Bu Arnavutköy’e nasıl gidilir, çok uzak değil mi?” dedim.
“Yooo!..” dedi, şaşırmış gibi bakarak. “Boğaz Köprüsü’ne yakın, sahil yolunda..”
O zaman hatırladım Boğaz’da Arnavutköy semti olduğunu. İyi ki sormuşum, yoksa gecekondu semtinde Agora’yı arardım artık. Agora adı beni huylandırıyordu, sonunda Agora’nın şarkılardaki Agora meyhanesi olabileceği aklıma geldi. “Yani ben şimdi meyhaneye mi gideceğim?” diye kaygılandım. Hayatımda hiç meyhaneye gitmemiştim. Ahmet Kaya’nın bana bula bula meyhanede randevu vermesine anlam veremedim. Belki beni açıktan reddetmek istemedi, “bir muhafazakâr gazeteciye meyhanede randevu vereyim de nasıl olsa gelmez” diye mi düşündü yoksa diyordum. Vazgeçmek bile aklımdan geçti. “Bana zorla içki içirecek hali yok ya?” dedim sonunda. İyi de meyhanede nasıl röportaj yapılır, buna aklım almıyordu.
Sözleştiğimiz gün belediye otobüsüne binip gittim. Agora’yı da buldum. Meyhane mi o gün pek anlamadım çünkü tenhaydı, masa başında içki içenlere de rastlamadım. Ahmet Kaya’nın Dokunma Yanarsın albümünün tanıtım programı olduğu için sadece basın mensupları vardı. Uzaktan gördüğümde birileri sürekli resim çekiyordu. Kameralar, mikrofonlar vardı. Hostes kızlardan biri beni Ahmet Kaya’nın yanına götürdü. Adım söylenince Ahmet Kaya ayağa kalktı, beni kucakladı, sarıldık. Sanki sadece beni bekliyormuş gibi, çok memnun olduğunu söyledi ve geçtiğimiz bir odada yanına oturttu.
“Fatih kardeşim içki içmez, ona meyve suyu getirin” dedi.
Odadaki ortam kalabalıktı, hareketliydi ama sadece ikimiz varmışız gibi muhabbet ediyorduk. Ben “bu ortamda röportajı nasıl yapacağız?” diye düşünüyordum. Sonunda “Nasıl yapalım?” diye sorduğumda, evlerinde görüşeceğimizi söyledi. Daha sonraki günlerde, Etiler’deki evinde görüşmek için sözleştik. Hediye ettiği yeni albümü Dokunma Yanarsın’ı alarak eve döndüm.
Beklenen gün geldiğinde, dergiden fotoğrafçı Ahmet Sağlık arkadaşımla Etiler’e yol alırken bu gerçek mi diye düşünüyordum. Eve geldiğimizde Ahmet Kaya güler yüzüyle karşıladı. Kucaklaştık, sarıldık. Eşi Gülten Hanımla, küçük kızıyla ve köpeğiyle tanıştırdı bizi.
Evinde müzik sistemi vardı, dikkat çekiyordu. Ama benim ilgimi çeken kitaplardı. Sehpanın üstü altı, masa, raflar kitap doluydu. Gülten Hanım da sıcakkanlıydı. Sohbet esnasında ne kadar kültürlü olduğunu hissediyor, iyi bir kitap okuru, hapislere girip çıkmış devrimci bir kadın izlenimi edindim. Ahmet Kaya’nın pek çok şiirini bestelediği Yusuf Hayaloğlu, meğer Gülten Hanımın kardeşiymiş. Ahmet Kaya ile konuşurken Gülten Hanım da konuşmalarımıza katılıyordu. Onlar da muhafazakâr camiadan gelen bir gazeteciyle merakla, ilgiyle görüşmüş oluyorlardı. Yadırgamaları, yargılamaları yoktu. Nasıl olduysa bir anda samimiyet oluşmuştu aramızda, daha önce tanışıklığımız varmış gibi.
Günlük olaylardan, Refah Partisi’nden, başörtü yasaklarından söz açıldığında, “Refahçılar benim kardeşim” diyordu Ahmet Kaya. Başörtü yasağına karşıydı, herkes nasıl özgürce kıyafetini giyecekse, örtünmek isteyen kızlar da örtünme özgürlüğüne sahip olmalıydı ve kızların örtünmesine engel olmak faşizmden başka bir şey değildi.
1984 Haziran’ında hapisten çıktıktan sonra müziğe ağırlık vermişti ama bugünkü Ahmet Kaya popülizmi olacağını bu boyutuyla tahmin etmemişti. “Sanatçı anlayış olarak bir görüşe sahip olabilir, fakat bir tek hizbe hizmet etmez, militanı olmaz” diyordu. İnsan hakları ve Kürt sorunu çok önemliydi Ahmet Kaya için:
“Geçmişte olan bir idam davası meselesine karşı çıktığım zaman, bu solcu için de geçerliydi, sağcı için de geçerliydi. Ben hiçbir isme, hiçbir anlayışa, hiçbir ideolojiye hizmet etmiyorum sanatımda. Sanatçının örgütlü olması mümkün değil. Sanatçı bağımsız ve tek başına olmalı. Bulunduğu topraklara, kendisini var eden insanlara saygılı olmalı.”
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Sol ve sosyalizm hakkında söyledikleri de çok ilginçti:
“Sosyalizmin süreci ertelenmiştir. Bunu söylediğimiz zaman bazı kesimler buna karşı çıkıyorlar. Tabii bu beni ilgilendirmiyor, rahatsız etmiyor yani. Bugün Türk solunda bir şey vardır biliyorsunuz, onlarda gelenek haline gelmiştir. Yani kendi içlerinden olursan bir grubun senden iyisi yok, onların dışında olursan senden kötüsü yok. Bizim solcuların çoğu aslında entel görünümlü faşisttir.”
“Ben Mehmet Akif’in şiirini de besteledim”
“Özellikle Attila İlhan, Hasan Hüseyin, Sabahattin Ali gibi şairlerin şiirlerini çok güzel yorumluyorsun, ama hep sol şairlerin şiirlerini besteliyorsun” diye bir soruya başladığımda, hemen itiraz etti.
“Ben devletin bir zamanlar dışladığı, gerici gördüğü Mehmet Akif’in şiirini de besteledim” dedi. Mehmet Akif’in Cenk Marşı’nı Uğurlar Ola adıyla bestelemiş ve ilk albümü “Ağlama Bebeğim”de yer vermiş. Ayrıca 12 Eylül dönemindeki cezaevi şairlerinin şiirlerini özellikle besteliyormuş. Benim çok sevdiğim, “Beni tarihle yargıla” şarkısı böyleymiş.
- Paris’te ırkçı saldırı: Aralarında Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi’nin de bulunduğu üç yer hedef alındı, üç kişi öldü | Macron: “Kürtler hedef alındı”
- İşte saldırganın yakalandığı anlar
- Paris’te saldırının ardından protestocularla polis arasında çatışma çıktı
“İslami kesimde çok iyi şairler var, onların da şiirlerinden besteler yapsanız ne güzel olur. Zaten İslamcılar sizi çok seviyorlar” diyerek sorumu sürdürdüm. Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, Turan Koç, Erdem Beyazıt, Arif Ay gibi isimlerden bahsettim. İsmet Özel’den ve Cahit Zarifoğlu’ndan birkaç şiir önerdim. Yanlış hatırlamıyorsam İsmet Özel’in Mataramda Tuzlu Su ile Cahit Zarifoğlu’ndan Yedi Güzel Adam şiirleriydi önerdiklerim. Yedi Güzel Adam uzun bir şiirdi ama bazı bölümleri olabilirdi. İsmet Özel’i zaten biliyordu. Turan Koç’un Kan Gibi Vakte Düşen şiirini de önerdim:
“Bak sana şunu samimi olarak söyleyeyim, insanı içeren ve insan haklarını esas alan, doğruyu esas alan, namuslu, dürüst, şahsiyetli ve kişilikli bütün şairlerin şiirlerini bestelerim. Ama ilk önce benim aradığım en büyük esas bir insanın ruhsal olarak sahtekâr olmaması. Yani hayatın karşısında dirençle duran, haksızlıklara, yolsuzluklara, yoksunluklara, bütün namussuzluklara, bunlara karşı çıkan ve ben adamım diyen herkesin şiirlerini şarkı yaparım. Bana getirsinler versinler, başım üstüne!”
Bana bunları söyledikten sonra, bahsettiğim şairlerin kitaplarını beklediğini söyledi.
İslami camianın kendisini hayranlıkla dinlediğini söylediğimde çok memnun olmuştu:
“Ben de onlardan biriyim. Ben de bir İslamcıyım. Onların dışında bir insan değilim ki. Ama annem gibi, rahmetli babam gibi namaz kılamıyorum. Ama bu topraklarda büyüdüm ve aldığım dini kültür İslâmiyettir. Herkes gibi ben de namaz kıldım, oruç tuttum. Bu arkadaşların beni dinlemeleri, beni sevmeleri çok mutlu ediyor, hoşuma gidiyor. Biz kardeşiz.”
Refah Partisi’ne büyük bir sempatisi vardı:
“Ya bu Refah Partisi çok farklı. Bayrampaşa seçiminde Ahmet Kaya çalıyorlardı. Bana dediler ki, ‘Refah Partisi kasetini çalıyor, bir şey demiyor musun?’ Ben ‘Hayır,’ dedim. ‘Diğerleri çalmaya cesaret edemiyorlar, onlar ediyor.’ Burada bakış açısı çok farklı. En azından ortak duyarlıklarımız var. Haksızlığa, yolsuzluğa karşı çıkan parti, böyle olan insanlarla beraberim ben.”
Röportaj bittiğinde yeni albümü Dokunma Yanarsın’da yer alan “İçimde ölen biri var” şarkısını canlı söyledi, sonra karşılıklı sigaraları yaktık, sohbete koyulduk. Gülten Hanım çay getirdi durmadan. O da her görüşten insana saygılıydı. Tekrar görüşmek üzere ayrıldık. Bana duvarda asılı olan çerçeveli Ahmet Kaya fotoğrafını imzalayıp hediye olarak verdiler. O çerçeveli resim ve o güne ait resimlerimizi hâlâ saklarım.
Binlerce yorgun demokrat var
Ahmet Kaya ile yaptığım röportaj, “Ülkemizde binlerce yorgun demokrat var” başlığıyla yayınlanmış ve çok büyük ses getirmişti. İslami kesim, Refah camiası ve bütün Ahmet Kaya hayranları bu röportaja ilgi gösterdi. Hatta, “Ahmet Kaya Refahçı olmuş İslamcı olmuş” diyenler bile oldu.
Dergi çıkınca telefonla haber verdim. Dergiyi alıp okuduktan sonra teşekkür etmek için aradı. Memnun kalmıştı. “Sohbet ediyoruz diye beni iyi konuşturmuşsun,” diye takıldı. “Gazeteci gibi sorsam, bazılarına cevap vermezdiniz belki” dedim. Bahsettiğim şairlerin kitaplarını ve okumak için önerebileceğim kitapları tekrar istedi. Beni mutlaka bekliyordu.
O günlerde Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan röportaja çıktığında Ahmet Kaya’nın telefon numarasını dergiden istemişti. O günden sonra görüşür oldular. “Refahçılar beni çok seviyor, beni arıyorlar” diyordu Ahmet Kaya. Erdoğan ile görüşüyorlarmış. “Recep Tayyip Erdoğan çok zeki, farklı bir adam, onu beğeniyorum” diyordu.
Bir görüşmemizde Ahmet Kaya’nın okumasını çok istediğim İsmet Özel’in Waldo Sen Neden Burada Değilsin ile Taşları Yemek Yasak, Rasim Özdenören’in Gül Yetiştiren Adam, Ali Bulaç’ın Çağdaş Kavramlar ve Düzenler, Ali Şeriati’nin Marsizm ve Diğer Batı Düşünceleri, Nuri Pakdil’in Biat I, Yaşar Kaplan’ın Sıfır Üç Depremleri kitaplarını verdim. Onların dışında Edebiyat, Mavera, Aylık Dergi, Türk Edebiyatı gibi evimde bulunan dergilerden de getirmiştim.
O zamandan itibaren dostluğumuz pekişti. Görüşmelerimizde gördüğüm kadarıyla kimi zaman çocuk gibiydi, zaten çocuk ruhluydu. Çocukluğundan bahsederdi. “16 yaşında hapse girdim, işportacılık yaptım, ben otuz yıl açlık çektim, bugünleri hayal bile edemezdim” diyordu. İlk sazı aldığı günleri, ilk türkü söyleyişi, hayalleri dile getirirken gözleri nemlenirdi.
Bir ara Bodrum’a gitti. Orada Sezai Karakoç, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, Turan Koç şiirleriyle, benim birkaç şiirim üzerine çalışacağını söyledi. Sezai Karakoç kabul eder miydi emin değildim, etmeme ihtimali yüksekti, görüşmem gerekirdi. İsmet Özel’i haberdar etmeli, rahmetli Cahit Zarifoğlu için eşiyle veya Rasim Özdenören abiyle görüşmeliydim. Fakat ben bu konuyu düşünürken o günlerde Ahmet Kaya’nın Bodrum tatiliyle ilgili bazı olumsuz magazin haberleri çıktı. Daha sonra bana bunların aslı olmadığı söylendi ama morali bozulmuştu.
28 Şubat sürecine karşıydı
Ardından Tedirgin albümünü yaptı, bu şarkıya yaptığı klipte polislere yakalanma korkusuyla kuytu köşelerde saklanıyor, kabuslar görüyor, sürekli kaçıyordu. Sezai Karakoç, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu şiirlerinden şarkılar yapmasını beklemiştim ama olmamıştı. O artık bahsetmeyince, ben de sormadım. Onu anlayabiliyordum, kendi ideolojisine, hazır kitlesine uygun şarkı yapmak daha mantıklı geliyor olabilirdi. Zaten Kürtçülükle, PKK’lı olmakla, lüks hayat yaşadığı halde yoksulluk edebiyatı yapmakla suçlanıp duruyordu. İslamcı tanınan şairlerin şiirlerini şarkı yaparsa, hem kendi kitlesinden, hem medyadan baş edilmez eleştiriler, linçler gelebilirdi.
Ama bu medyanın linçinden kurtulamayacaktı. 1994 yılında yayınladığı 2.800.000 adet bandrolle rekor kıran Şarkılarım Dağlara albümüyle zirveyi gördü, o günlerde Ertuğrul Akbay’ın çıkardığı Gırgır dergisi bile kaseti promosyon olarak verdi. Özellikle Ağladıkça ve Saza Neden Gelmedin şarkıları herkesin diline düştü ancak sıkıntılı bir süreç başladı Ahmet Kaya için. Özgür Çağrı şarkısında geçen “Abin bir gün dağdan döner, sarılırsın yavrucağım” gibi sözleri PKK propagandası sayılarak albümü toplatıldı, konser vermesi yasaklandı. Linçler, olumsuz haberler peş peşe geldi. Fakat bu dönemde ilginç bir şekilde Refah Partisi ile yakınlaştı.
Ahmet Kaya, belediye seçimlerinde Refah Partisi’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan’a destek vermişti. Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilince daha yakın dost oldular. Refah Partisi’nin bazı programlarına katıldı, Ali Sami Yen stadyumunda on binlerce kişiye konser verdi.
Beni Bul Anne albümü çıktığında, Savaş Ay sıkça Atv’de programlarına çıkardı. 1994 yılında prodüksiyonunu Gülten Kaya ve Yusuf Hayaloğlu’nun yaptığı, Kanal D’de yayınlanan Ahmet Abi’nin Vapuru programını sundu. Bu program sadece 13 hafta sürdü. Bu programa Nihat Akgün’ün katılması ve JetPA’nın sponsorluğunu yapması eleştiriler aldı. Kayınbiraderi Yusuf Hayaloğlu da Kanal 7’de program yapıyordu.
Ahmet Kaya 28 Şubat sürecine şiddetle karşı çıkanlardandı. O dönemde Erdoğan’ın siyasi yasakla cezaevine girmesi kesinleştiğinde Ahmet Kaya onun yanında oldu. Yedikule’de bir programda toplanan yaklaşık bir milyon kişiye “Şiir okuyanların cezaevine girmediği bir Türkiye’nin özlemini yaşıyorum” diyerek “Şafak Türküsü”nü Erdoğan için söyledi.
“Bu ülkede beni yaşatmayacaklar”
10 Şubat 1999’da Magazin Gazetecileri Derneği’nin Princess Otel Kongre Salonu’nda düzenlenen ödül töreninde yılın en iyi sanatçısı seçilen Ahmet Kaya, ödülünü alırken yaptığı konuşmada, Kürtçe şarkı yapacağını söyleyince ortalık karıştı. Diğer sanatçıların tepki olarak çatal bıçak fırlatmaları, küfürleri, ardından Ertuğrul Özkök yönetimindeki Hürriyet gazetesinin aleyhinde yaptığı peş peşe haberler, hakkında açılan davalar onu çok üzdü.
“Bu ülkenin başına çöreklenmiş namussuzlar, medya ahlâksızları, kendini sanatçı sanan zibidiler beni yaşatmayacaklar İsmail, ben artık gidiyorum” son duyduğum sözleri oldu.
16 Haziran 1999’da, “İncinen bir hayatın yarasıyla” Türkiye’den ayrıldı. “Korkulu geceleri sayar gibi” yaşadığı Paris’ten ölüm haberi 16 Kasım 2000’de geldi.
O gitti, hâlâ dinlenen şarkıları kaldı yadigar.