Tarık Çelenk yazdı: Londra ve çevre izlenimleri

Torunların hatırına birkaç aylık aralıklarla Londra’ya gitmek gerekiyor. Vize almak aslında zor değil; fakat işlemler hem pahalı hem de zahmetli. Kızım sayesinde belki de son beş yılda meraklı bir İngiliz kadar bu ülkeyi gezdiğimi söyleyebilirim. Ancak vize dâhil kızımın evine ulaşma mücadelesi, bende adeta malum televizyon kanalındaki “Survivor” yarışmacısı hissini uyandırıyor. Özellikle belirli bir yaştan sonra ucuz biletli uçak yolculukları ve aktarmalar giderek yorucu bir rutine dönüşüyor. Bu deneyimler, ülkemizde statü ve paraya sahip olanların ne kadar ayrıcalıklı bir konumda bulunduğunu da her defasında hatırlatıyor.

Yazılarımda sıkça Londra’da, havalimanından itibaren farklı etnik grupların çokluğuna ve bunun ülkenin emperyal geçmişini bugüne nasıl yansıttığına değinirim. Bu kez benzer görüntüler bana “İngiltere İslamlaşıyor mu, ama nasıl?” tartışmalarını anımsattı. Radikal akımların bu ülkede karşılık bulup bulamayacağını, Anglo-Sakson toleransının buradaki Müslüman cemaatler üzerinde doktriner ya da davranışsal bir etkiye sahip olup olamayacağını düşündüm.

Tarık Çelenk yazdı: Londra ve çevre izlenimleri
Tarık Çelenk yazdı: Londra ve çevre izlenimleri

Kalacağım günler sınırlı olduğu için kızımın önerisiyle daha önce görmediğim iki önemli mekâna gittik: Kew Garden ve Londra Kalesi. Kew Garden uçsuz bucaksız bir botanik parkı. Dikkat çekici olan husus, buranın bin yılı aşan tarihinde prensesler ve elitlerin düzenli katkılarıyla şekillenmiş olmasıdır. Bu kültürde bahçe oluşturmak yalnızca bir estetik ve sanat anlayışı değil, aynı zamanda bir otorite göstergesidir. Dünyanın farklı bölgelerinden bitki örnekleri getirmek, zamanında elitler arasında adeta bir rekabet alanına dönüşmüştür. Bizde ise şehzade ve beylerin bahçe ve estetik düşkünlüğünden söz etmek zordur; çünkü bizim elitler hiçbir zaman merkezi otoriteden bağımsız olamamışlardır.

Londra Kalesi ise yalnızca bir kale değil, dokuz yüzyıllık küçük bir şehir görünümündedir. Belki de burası, II. Dünya Savaşı dâhil İngiliz tarihinin yaklaşık 850 yıllık hikâyesini taşır. Tudor hanedanından Anne Boleyn ve VII. Henry’ye kadar tüm trajediler burada yansır. Tudorlar dönemindeki taht kavgaları, Osmanlı’daki benzer trajedilerden az değildir; hatta kimi yönleriyle daha da fazladır. Prensler, prensesler, çocuklar ve danışmanlar “taht oyunları” ya da bizim deyimimizle “devlet bekası” uğruna sıkça katledilmiştir.

Dikkatimi çeken hususlardan biri de Tudor döneminde kralların danışmanları, din adamları ve siyasetçileri arasında Thomas More gibi çağını etkilemiş düşünürlerin bulunmasıdır. Bu kişilerin yaşamları genellikle işkenceyle son bulsa da, Cromwell deneyimi dâhil İngiliz tarihi, toplumsal düzeyde yaşananlardan ders çıkaran dinamik bir sistemin sürekliliğini yansıtır. Her deneyim, güçler ayrılığı ve denetlenebilirlik ilkesine doğru atılmış bir adım olmuştur. Bizde ise belirleyici özellik, yaşananlardan ders çıkaramamak ve aynı hataları tekrar etmektir.

Uzun süredir görmek istediğim Westminster Abbey’i ziyaret etme fırsatı da buldum. Burası, Büyük Britanya’nın kurucu mitinin bugüne kesintisiz uzanan bir anıtı gibidir. Darwin, Dickens, Eliot, VII. Henry ve Mary gibi bilim, edebiyat ve kraliyet figürlerinin mezarları burada yer alır. Bu mekân, İngiliz kimliğinin inşasında kesintilerden ve çarpıtmalardan uzak, sürekli bir tarih anlayışını temsil eder.

Cuma günü Battle kasabasına gittik. Kasaba ve Battle Manastırı, 14 Ekim 1066’da yapılan Hastings Savaşı’na şahitlik etmiştir. Bu savaş, Normanlar ile İngilizler arasında ülkenin kaderini belirlemiş, galip Norman kralı, mağlup İngiliz kralının öldüğü yere küçük bir anıt yaptırmıştır. Savaş sonrası ülkede yüz yılı aşkın bir süre Fransızca egemen dil olarak kullanılmıştır.

Tarık Çelenk yazdı: Londra ve çevre izlenimleri
Tarık Çelenk yazdı: Londra ve çevre izlenimleri

Bölgede giderayak T. E. Lawrence (1888-1935) evi ve mezarının bulunduğu Dorset bölgesine uğradık. Lawrence, İskoç bir asilzadenin beş gayrimeşru çocuğundan biridir. Annesi sonradan Çin’e misyoner rahibe olarak gitmiştir. Oxford’daki nitelikli eğitimiyle öne çıkan Lawrence, tanınmış bir arkeolog, tarih ve diller uzmanı bir akademisyendir. İlginç olan, onun orduya yazılarak Kahire ve Arabistan çöllerine gitmesidir. Bizde sanıldığının aksine Lawrence veya Bell gibi Ortadoğu’yu şekillendirenlerin İngiliz derin devletiyle organik bağları yoktur; tam tersine çoğu zaman bürokrasiyle anlaşmazlık yaşamışlardır. Ancak bir noktadan sonra devlet onlarla ilişkiye geçmiştir.

Temel soru şudur: Bell ve Lawrence gibi insanlar neden malikânelerini bırakıp hayatlarını Arap çöllerinde mücadeleyle geçirmeyi seçerler? Ortak noktaları arkeoloji, dil ve tarih alanlarında otorite olmalarıdır. Ayrıca Lawrence’in 14 yaşından itibaren “Haçlı” olmaya özenmesi, güçlü bir Haçlı romantizminin motivasyon kaynağı olabileceğini düşündürür. Lawrence Araplarla sağlam empati kurmuş, son yaşadığı evi bile bir Arap çadırına dönüştürmüştür. Sykes-Picot sürecinde Araplara ihanet gerekçesiyle İngiliz hükümetiyle ters düşmüş, Kahire Barış Konferansı sonrası depresifleşmiş, iki defa ismini değiştirmiştir. Keşke bizim paşalar da Lawrence gibi Arapların güvenini kazanabilseydi.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Bu örneklerde görüldüğü gibi, burada tarihi değiştiren kişilerin ciddi felsefi ve akademik donanımları vardır. Onlar bir fikri önce inşa edip sonra projeye dönüştürürler. Bizde ise tarihi şekillendirenler genellikle pratik kaygılar veya aceleyle hareket eder; fikir yol ve eylem esnasında akla gelir.

Yıllar içinde gördüklerim, tartışmasız biçimde bin yıllık kararlı ve süreklilik arz eden bir muhafazakârlığın İngiliz toplumsal yapısında hep var olduğunu gösteriyor. Lawrence veya Bennett gibi Ortadoğu-İslam dünyasının tarihini etkilemiş kişiler, hayatlarının sonunda kendi muhafazakâr kasabalarına dönüp mütevazı yaşamlarına çekilmiş ve kasaba kiliselerinin mezarlığında sonsuz yolculuklarına uğurlanmışlardır. Bu durum, İngiliz kasabalarının tarihi kilise mezarlıkları ve çevre düzeni ile bizim köy camilerinde yeşile ve çevreye gösterilen özen arasındaki farkı da hatırlattı.

Tarık Çelenk yazdı: Londra ve çevre izlenimleri
Tarık Çelenk yazdı: Londra ve çevre izlenimleri

İngiliz toplumunun muhafazakârlığını Türkiye’deki benzer eğilimlerle doğrudan karşılaştırmak kolay değildir. İngiltere’de dinî semboller ve inanç pratikleri, kimi açılardan gotik ve tartışmaya açık olsa da toplumsal hayata yansımaları köklü ve süreklidir. Bunun temelinde, İngiliz tarihinin yaklaşık bin yıllık süreçte büyük kesintilere uğramamış olması, kentleşmenin erken tamamlanması, büyük ölçekli iç göçlerin yaşanmaması ve imparatorluk deneyiminden kaynaklanan vizyon etkili olmuştur.

Türkiye’de ise durum farklıdır. Göç olgusu ve kasaba kültürünün sürekliliği, bireylerin güvenliği çoğunlukla grup aidiyetinde ve lider figürlerinde aramalarına yol açmıştır. Din, toplumsal yaşamda sürekli olarak kimlik ile iç içe işlev görür. Gelenek sürekliliği, farklı tarih anlatılarının dayatılması ya da toplumsal mekânların yıkılıp dönüştürülmesi nedeniyle sıkça kesintiye uğrar. Ayrıca büyük grupların-politik kabilelerin dışına çıkılamaması, siyasi otoritenin tartışmaya kapalı olması ve din ile ahlakın bağımsız yorumlanmasına yönelik engeller, toplumsal düşüncenin gelişimini sınırlayan başlıca unsurlardır.

Bu seyahatimde en azından şunu anladım: İngiliz aklı ile “derin devleti” aynı şey değildir. İngiliz aklı, kesintisiz yüzyıllara dayanan bir sivil gelenekten besleniyor. Belki de İngiliz aklı, derin devletini toparlayan unsurdur; ne dersiniz?