Transatlantik: Erdoğan-Trump görüşmesini beklerken | Suriye, Gazze, F-16, F-35 ve Boeing 

Transatlantik’in yeni bölümünde Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Donald Trump görüşmesini, bu görüşmenin olası sonuçlarını ve Ahmed eş Şara’nın Concordia Zirvesi’ne katılımını yorumladı. 

Erdoğan-Trump görüşmesini beklerken

ABD Başkanı Donald Trump, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesi sonrası sosyal medya hesabından açıklama yaptı. Trump, Erdoğan’ı 25 Eylül’de Beyaz Saray’da ağırlayacağını belirtti.

transatlantik

ABD Başkanı Trump, sosyal medya platformu Truth Social üzerinden yaptığı açıklamada Türkiye ile birçok ticaret ve askeri anlaşma üzerinde çalıştıklarını vurguladı. Trump, “Boeing uçaklarının büyük ölçekli satın alımı, önemli bir F-16 anlaşması ve olumlu sonuçlanmasını beklediğimiz F-35 görüşmelerinin devamı” konularının ele alınacağını söyledi.

“Erdoğan, Trump’la canlı yayın karşılığında 300 Boeing alma sözü verdi” 

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) “Millet İradesine Sahip Çıkıyor” mitinginin 55’incisini İstanbul-Bahçelievler’de düzenledi. 

Özgür Özel, Erdoğan’ın, Trump’ın oğlu ile lobi şirketleri üzerinden iş tuttuğunu, Filistin’i Trump’a terk ettiğini ileri sürdü. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu iddialarla ilgili “Sağır duymaz uydurur, bu adam da durmadan böyle uydurup duruyor” dedi.

Conzordia Zirvesi’nde neler oldu? 

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu kapsamında düzenlenen Concordia Zirvesi’ne katıldı. Ahmed eş-Şara, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kapsamında düzenlenen Concordia Zirvesi’nde ABD’nin eski CIA Başkanı ve Irak’taki ABD Kuvvetleri Komutanı General David Petraeus ile görüştü

Irak Savaşı sırasında karşı saflarda yer alan iki isim, yıllar sonra aynı masada buluştu. Eski düşmanlar arasında dikkat çeken diyaloglar yaşandı.

“Geceleri uyuyabiliyor musunuz?” 

Şara, “Bir zamanlar savaş alanındaydık ve şimdi diyalog alanına geçmemiz iyi oldu. Savaştan geçmiş biri barışın önemini en iyi bilen kişidir” dedi. 

Petraeus ise Şara’yı “etkileyici” ve “büyüleyici” olarak nitelendirdi ve “Bir dönem ABD tarafından gözaltına alınıp 5 yıl tutuklu kaldınız. Şimdi Suriye’nin lideri olarak buradasınız. Tüm bu baskı altında nasıl dayanıyorsunuz? Düşünmek için zaman bulabiliyor musunuz? Geceleri yeterince uyuyabiliyor musunuz? Tekrar söylüyorum, ben de aynı durumu yaşadım. Ve bu gerçekten çok, çok zor. Sizin birçok hayranınız var, ben de onlardan biriyim, hepimizin endişeleri var” diye sordu. 


Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Bu hafta yayınımızı çarşamba yerine salı gününe aldık. Washington’dan Gönül Tol ve Ömer Taşpınar’la birlikteyiz. Arkadaşlar merhaba.  

Gönül Tol-Ömer Taşpınar: Merhaba.  

Ruşen Çakır: Gönül sen geçen hafta yoktun, seninle başlayalım. Şu anda Cumhurbaşkanı Erdoğan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki konuşmasını bitirmek üzere ya da bitirdi. Gazze ağırlıklı bir konuşma yaptı, Suriye’den de bahsetti. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun ya da New York’taki o toplantının ana konusunun Gazze olduğu anlaşılıyor ama sanki Trump’ın bu konuda baskılara pek boyun eğeceğini de en azından ben düşünmüyorum. Esas önemli olan, Erdoğan’ın nihayet perşembe günü Beyaz Saray’da Trump’la görüşmesi. Onun bir evveliyatı var biliyorsunuz; Özgür Özel, Erdoğan’ın oğul Trump’la görüştüğünü, ardından Beyaz Saray’a Boeing sözü verildiğini söyledi. Arada Trump da sosyal medya platformu Truth Social’da yaptığı paylaşımda, çok sayıda Boeing’in satışının görüşüleceğini, aynı zamanda F-16 ve F-35 konularının de ele alınacağını söyledi. Sadece bunlar değil herhalde, Erdoğan, Gazze konusunu ve Suriye’yi de konuşmak isteyecektir. Evet, Erdoğan sonunda Beyaz Saray’a gidiyor, bunu istiyordu biliyorduk, hep konuştuk. Sonunda aldı ama olayın üzerine şimdiden bir 300 Boeing gölgesi düştü. Gönül, ne diyorsun?

Gönül Tol: Suriye ve Gazze meselesini Beyaz Saray’daki görüşmede konuşacaklarını zannetmiyorum. Gazze meselesi bugün yapılacak görüşmede ele alınabilir. Bugün Trump, Gazze konusunu konuşmak için, içinde Türkiye’nin de dahil olduğu, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Mısır, Endonezya, Pakistan gibi Müslüman ülkelerin olduğu bir grubu toplayacak. Muhtemelen Gazze’yle ilgili bütün detaylar orada konuşulacak, Erdoğan nerede durduğunu orada söyleyecek. Perşembe günü olacak ikili Beyaz Saray ziyaretinde ise daha çok, askeri meseleler ve ticaret konusunun ele alınacağını düşünüyorum. Askeri konularda F-35 ve F-16 meselesi var. Biz daha evvel konuşmuştuk, F-16 konusunda Türkiye’nin bazı çekinceleri olduğu, F-16’ları almak istemediği ve bunu Amerikan tarafına ilettiği, fakat özellikle Kongre’deki önemli kongre üyelerinin buna karşı çıktığını söylediğinden bahsetmiştik. Ama Trump zaten Twitter postunda F-16 paketi olduğunu söyledi. Görünen o ki Trump bu konuda diretti, F-16’ların alımı söz konusu. Evet, bir Boeing meselesi var. F-16 ve F-35’lerin hepsini bir araya getirdiğimizde 10 milyar dolarlık bir harcamadan bahsediliyor. Erdoğan F-35’ler konusunda çok ümitli. Daha evvel de “Trump’la bu konuyu çözeceğimizi düşünüyorum” demişti. Bu konuyu Transatlantik’te çok konuştuk, F-35 konusunun çözülmesi için çok ciddi yasal adımlar atılması gerekiyor. Çünkü F-35’lerin alınmasını ve Türkiye’ye teslim edilmesini engelleyen iki yasa var. Bir tanesi 2019’da Trump’ın yasalaştırdığı, Kongre’den geçirdiği CAATSA yaptırımları. Bir diğeri de NDAA denen Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası. Kongre’den 2020 yılında geçmişti, onun metninin değiştirilmesi gerekiyor. Çünkü metinde, F-35’lerin Türkiye’ye teslim edilebilmesi için Türkiye’nin S-400’lere sahip olmaması gerektiği yazılı. Bu konu, Trump’ın Kongre’yi bypass ederek yapabileceği bir şey değil. O nedenle Kongre’nin bu konuda Trump’la işbirliği içinde olması gerekiyor. Yani F-35 meselesi kolay değil.  

F-16’lar konusunda da Erdoğan sadece bu uçakları satın almak değil, aynı zamanda Boeing de dahil, bunların bazı parçalarının Türkiye’de üretilmesini istiyor. Beyaz Saray görüşmesinde muhtemelen bu konuyu gündeme getirecek. Bir diğer konu da ticaret. Türk-Amerikan ilişkilerinde iki ülke arasındaki ticaretin arttırılması çok uzun zamandır bir gündem maddesi, bunun konuşulacağını düşünüyorum. SDG, Suriye, Gazze meseleleri muhtemelen konuşulmayacak.

Ruşen Çakır: Ömer, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Amerika’da Fox TV‘ye çıktı biliyorsun. O röportajda, Trump’ın Gazze ve Ukrayna’daki savaşları bitirme konusunda dediklerini yapamadığını söyledi. Bu konuyu, yine Fox TV‘de Marco Rubio’ya soruyorlar. Marco Rubio “Hep böyle bir şeyler söylerler, ama sonunda hepsi Beyaz Saray’la görüşmeye gelmek, 5 dakika da olsa Başkan’ın elini sıkmak için bize başvururlar. Gazze’deki rehinelerin serbest bırakılması ve savaşın sonlandırılması için dünyada tek lider Trump’tır” diye devam etmiş. Orada, tam alaycı bir üslup demeyeyim ama “Bunlar bizim için önemli değil” diyor. Erdoğan’ın birebir görüşmesinde Trump’ı “Gazze’de yanlış yapıyorsunuz, Ukrayna’yı niye halledemediniz?” diye eleştirmesi mümkün mü? Gönül mümkün olmayacağını düşünüyor. Ben de öyle düşünüyorum ama Erdoğan’ın da mesela iç politikaya yönelik olarak bir şeyler söyleyebilmesi lazım, öyle değil mi?

Gönül Tol: Pardon Ruşen, Ömer dersteydi, Marco Rubio’nun dediğini duymamış olabilir. Rubio’nun söylediği aslında aşağılayıcı bir konuşmaydı. 

Ruşen Çakır: Evet. İlk başta, izleyince “O kadar da kötü değil” dedim. Ama sonra bir arkadaş, Erdoğan’ın Fox TV‘de Gazze ve Ukrayna konusunda Trump’ı eleştirdiğini söyleyince o zaman bende jeton düştü. “Böyle diyorsunuz ama sonra da Beyaz Saray’a gelmek, bizim elimizi sıkmak için uğraşıyorsunuz” diyor.

Gönül Tol: Evet, orada şunu da göz önüne almak lazım: Marco Rubio Kongre’ye de konuşuyor, çünkü Kongre’de Marco Rubio’nun söylediği şeyler çok dillendiriliyor. Erdoğan’a karşı bir direnç söz konusu. Erdoğan’ı her iki partiden de eleştiren geniş bir kesim var Kongre’de. Marco Rubio da bir anlamda onu dillendirmiş. Fakat üslubunu çok aşağılayıcı buldum. Gazze ve Ukrayna konusunda Erdoğan’ın söyledikleri sorulunca, birebir kelimeleri hatırlamamakla birlikte şunu söyledi: “Onlar ne derse desinler. Böyle diyorlar, ondan sonra gelip Beyaz Saray’da görüşme istiyor, Trump’ın her sorunlarını çözmesini istiyorlar. Sonra sıraya giriyorlar, ‘5 dakika gelip Başkan’ın elini sıkalım’ diye bize yalvarıyorlar. Üstelik gelip bize ‘Gazze meselesine müdahil olun’ deyip, sonra bizim sunduğumuz planın parçası olmak için bize yalvarıyorlar’’ diyor. Bana üslubu çok aşağılayıcı geldi.

Ruşen Çakır: Evet, o işe, süreçlere dâhil olmak meselesi değil mi? Evet, Ömer sen ne diyorsun?  Bir de bu Boeing meselesi var. Sen bu işlere bizden daha hâkim olabilirsin. Bilmiyorum, doğrudan savaşla alâkalı olmasa da 300 adet Boeing epey bir şey.

Ömer Taşpınar: Boeing meselesinden başlayayım Ruşen. Geçen gün Kadri Gürsel ile yayında https://medyascope.tv/2025/09/22/devlet-bahcelinin-turkiye-rusya-cin-onerisi-video/ bunun nasıl sızdığını konuşuyordunuz. Tahmin yürütüyorum. Donald Junior’la konuşuyorlar.  Erdoğan Donald Junior’a “Şu işi bir ayarlayın Ben New York’a gidiyorum. Birleşmiş Milletlere gelmişken yapalım şunu. Ekim’e, Kasım’a sarkıtmayın” diyor. Benim Amerikalı kaynaklardan duyduğum kadarıyla, Türkiye üç kere randevu istedi, üçünde de tarih verilmedi. Dolayısıyla, Erdoğan gibi, dış politikadaki başarısı içerideki başarısızlığını örten bir lider için, Amerika’da, Beyaz Saray’da ağırlanmak, senin de Kadri Gürsel’e söylediğin gibi çok önemli bir şey. ‘’Bir cihan lideri gelecek, Trump’la birebir konuşacak.’’ ‘’Türkiye çok önemli bir güç’’ fotoğrafını vermek çok önemli. Trump’ın anladığı dil ne? Trump niye Katar’a gitti? Trump niye Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Suudi Arabistan’a gitti? Trump’ın anladığı dil para. Bu işte Amerika’nın bir kazancı var mı, kendi kazancı var mı? Bence gayet pragmatik bir şekilde Donald Junior’a “Gelelim de, biz zaten dünya kadar şey almak istiyoruz, 300 tane de uçak alacağız muhtemelen, onu da söyle, ayarlayalım” demiştir. Donald Junior, herhalde Türkiye’de bir tek Erdoğan’la görüşmüyor. Bunların aile ilişkileri var, Mehmet Ali Yalçındağ ile hâlâ ilişkileri var. Donald Junior, “Erdoğan bana böyle dedi” diye ağzından kaçırmıştır.  Bu, tabii ki CHP çevrelerinde bir şekilde duyulur. Bence gayet mantıklı bunun böyle olmuş olması. Trump açısından da çok ciddi bir rol oynamıştır.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ben şuna da şaşırmam: Emin değilim tabii bundan, ama Trump daha önce Beyaz Saray’da Muhammed Bin Salman’la yaptığı bir görüşmede, bir kartonun üstüne “Bizden 900 milyar dolarlık uçak alacaklar” diye bütün satacağı uçakları koymuş, Muhammed bin Salman’ın gözüne sokmuştu bunu. “Seninle görüşüyorum çünkü Amerika’ya bu kadar şey katıyorsun” gibisinden. Dolayısıyla, Beyaz Saray’da Trump’ın ‘’Türkiye bizden şu kadar da Boeing alacak’’ demesini hiç yadırgamam. Bu da Erdoğan’ı kontrpiyede bırakır. Çünkü basın orada olacak, Erdoğan’a da, Trump’a da sorular soracak. Trump ‘’bizden şu kadar Boeing uçağı alacaklar, şimdi F-16’ları konuşuyoruz, F-35’leri konuşacağız” dediğinde, bir bakıma, Erdoğan’ın bu ziyareti nasıl kabul ettirdiği, bunun arkasındaki ticari konuşmalar ortaya çıkar, o işin bir boyutu.  

‘’Erdoğan görüşmesinde Trump’a Gazze’den ve Ukrayna’dan bahsedecek mi?’’ sorusuna gelirsek: Tam da bahsedemeyeceği için Fox TV‘de bunu konuşuyor olabilir. Çünkü bu, “Ben bunları Amerika’da Başkan’ın en çok seyrettiği, en etkili televizyon kuruluşunda, en yüksek perdeden söyledim, duymadınız mı?” demeyi sağlıyor. Bunu Oval Ofis’te Trump’ın gözüne bakarak “Senin Gazze politikan berbat, Ukrayna politikan ondan da berbat” diye niye desin? Orada konuşulacak mesele al-ver ilişkisi, Oradaki mesele F-16’lar ve F-35’ler. Bizim burada duyduğumuz çok ilginç bir şey var, Gönül üzerinde biraz durdu ama F-16’ları Türkiye artık almak istemiyor. Çünkü F-16’lar çok pahalıya çıktı. F-16’ların içine, neredeyse F-35’lere yakın Avionics sistemleri koydular, Türkiye’ye en pahalı, en yeni F-16’ları satacaklar. Türkiye bir peşinat ödemiş, sonra da “Bunlar çok pahalı biz bundan almaktan vazgeçiyoruz” demiş. Lockheed Martin gibi firmalar ve Carolina’daki senatör Lindsey Graham ‘’Siz F-16’ları istemiyor muydunuz? F-16’ları almaktan nasıl vazgeçersiniz?  Sizin Kızıl Elma projeniz, KAAN projeniz var diye, F-16’lar çok pahalıya çıktı, bunun hem parasını verdiniz hem de bize ‘kullanmayın’ diyorsunuz.  Bu ciddi bir sorun haline gelmiş. “F-16’lar olmadan F-35’leri falan konuşmayız, şu F-16’ları bir alın, ondan sonra F-35’in şartlarını biraz konuşalım “diyen bir Amerika var. Bu, Türkiye’yi F-16’ları alma aşamasında da getirebilir. Ama Türkiye de şu açıdan elinde bir koz taşıyor; Erdoğan “F-16’ları alırız, ama aynı zamanda F-35’leri verirseniz. Tamam, F-16’ları alalım, parası neyse onu da veriyoruz ama asıl bizim istediğimiz F-35’ler, onları da almak istiyoruz. Onu nasıl yapacağız?” diyebilir. Trump her zamanki gibi bir formül bulur, Savunma Bakanı Marco Rubio’ya döner, “Bir formül bulun, şu işi bir halledelim, biz o F-35’lerden dünya kadar para kazanacağız. Niye Türkiye’ye bunu vermiyoruz?” der. “Efendim, S-400’ler var” diyecekler. O zaman top dönecek, dolaşacak, yine S-400’lerin ne olacağı meselesine gelecek. Zaten o bilinen bir mesele, işin içinden çıkılamıyor. 

Benim farklı düşündüğüm bir tek konu var: Bence Gazze, Ukrayna konuşulmayacak ama Suriye konuşulacak. Suriye konusunda benim anladığım, biraz da duyduğum kadarıyla, Marco Rubio ve Tom Barrack, Trump’a “Ademi merkeziyetçiliği biraz kabul edin, üniter devlet, Kürtlerin hiçbir orada federatif hakkı olmayacak. Birazcık gerçeği görün. Tamam, Suriye’de Kürtler, bir şekilde entegre edelim ama onların da bazı hakları olmalı. Kürtlerin hiç hakkı olmayacak, federatif bir sistem olmasın ama ademi merkeziyetçilik olsun” diye söyletmiş olabilirler. Erdoğan da bunu dinler. Ama al-ver ilişkisi içinde o da “O zaman siz çıkın, ondan sonra konuşalım bunları. Siz hâlâ niye oradasınız? Siz niye Kürtlere hala destek veriyorsunuz? Bu adamların orada artık bir fonksiyonu kalmadı, IŞİD, terörizm ve savaş bitti. IŞİD diyorsanız zaten biz varız, biz yapalım onları. O hapishanenin, kampın tutulması için biz asker yollayalım. Suriye’yi gelin bizle konuşun. Bizim Suriye’de ademi merkeziyetçilik konusunda daha toleranslı olmamızı istiyorsanız, Kürtlerin arkasında askeri olarak durmaktan vazgeçin. Çünkü siz orada oldukça, bunlar, arkalarında süper güç var diye bizimle çok ukalaca konuşuyorlar. Siz Suriye’den çekilin, biz de o zaman belki ademi merkeziyetçiliği kabul ederiz” gibi bir konuşma olabilir diye tahmin ediyorum. O konu masaya gelebilir, çünkü Suriye, Kürt konusu Suriye’nin geleceği, ilişkilerde şu anda en ciddi ve sonuç elde edilebilir kıvama gelmiş bir mesele. Tom Barrack’ın içinde olduğu bir denklemden bahsediyoruz. Tom Barrack’ın bu görüşmede bir etkisinin olmaması ve Marco Rubio’ya durumun anlatılmış olmaması, imkânsız gibi geliyor bana. F-16, F-35, Boeing gibi bütün ticari konular konuşulacak. Gönül’ün dediği gibi, Türkiye teknoloji isteyecek. F-16’lar konusunda “Biz de üretimin parçası olalım, gelin beraber şunları yapalım” diye konuşulacak, ama en azından bence bir madde olarak da Suriye’yi konuşacaklar.  

Ruşen Çakır: Gönül, Ömer şimdi Suriye demişken, ademi merkeziyetçilikten de bahsetmişken, geçenlerde New York’ta çok ilginç bir şey oldu. Hani yayın demeyeceğim, bir tür faaliyet oldu. Eski CIA Başkanı David Petraeus, Ahmed eş-Şara’yı konuk etti ve ona sorular sordu. O röportajda Ahmet eş-Şara “Ademi merkeziyetçilik ülkenin bölünmesi anlamına gelir” dedi. Orada ilginç bir diyalog da yaşandı. Petraeus eş-Şara’ya “Uykunuza dikkat ediyor musunuz?  Aman dikkat edin. Sizin çok hayranınız var, bunlardan birisi de benim” diyor. Kısa bir zaman öncesine kadar, üzerine ABD tarafından ödül konulmuş, örgütü terörist ilan edilmiş birisi. Böyle şeyler oluyor ama bu kadar göstere göstere olması çok çarpıcı değil mi? Ben yarın sabah bununla ilgili bir video yapmayı düşünüyorum. Baktım da Patraeus’un CIA Başkan olduğu dönemde, eş-Şara Irak’taki Amerikan esir kampında tutuklu. Sonra 2011’de çıkıyor, 2012’de Suriye’ye geçip Nusra Cephesi’ni kuruyor. 2012’de de CIA’nın direktörü yine Petraeus. O kurdurdu demiyorum ama o tarihteki CIA’nın ana gündemi cihatçı terörizmle mücadele değil miydi? Şimdi bu nasıl oluyor?  

Gönül Tol: Dünyada anti-Amerikancılığın bir sebebi var. Düşünün, siz bütün müttefiklerinizi mobilize ediyorsunuz. El-Kaide’ye karşı bir şey. Hayatını El Kaide ile mücadelede kaybetmiş bir Amerikan askerinin ailesi olduğunuzu düşünün. David Petraeus, eş-Şara’ya komplimanlar diziyor. Evet, çok çarpıcı bir tablo, ama bu arada Birleşmiş Milletlerde Filistin Devlet Başkanı Abbas’ın gelip konuşmasına izin vermiyorlar. Bunu daha önce konuştuk Ruşen, benim düşüncelerim net orada. Tamam, Suriye üzerinde yaptırımlar kaldırılsın ve ülkenin yeniden inşası başlasın, ama Amerika tarafından sımsıkı eş-Şara’ya sarılmak, bir anda bütün yaptırımları kaldırarak elinizde davranışlarını şekillendirmek için kullanacağınız koz olmaması bana kötü bir strateji gibi geliyor. Çünkü nihayetinde El Kaide geçmişi olan bir adamdan bahsediyoruz. Suriye gibi etnik ve sekteryen dini kimliği açısından çok çeşitli olan bir ülkeden bahsediyoruz. Tamam, eş-Şara’nın El Kaide geçmişini unutalım. Esad devrildikten bu yana yaptıklarına, söylediklerine baktığınızda bana hiç ümit vermiyor. Şam’da Alevi bölgeleri kendilerini güvende hissetmiyorlar, hâlâ kaçan Aleviler var. Eş-Şara’nın bütün söylediklerine yaptıklarına baktığınızda, mesela yaptığı Anayasa o kadar gücü elinde merkezileştiren bir Anayasa ki… Her yaptığı şey, ülkeyi otoriter bir yöne doğru götürmeye çalıştığını söylüyor bana. Amerika açısından söylüyorum, böyle bir lider varken, bu lidere koşulsuz sımsıkı sarılmak bana yanlış bir strateji gibi geliyor. Çünkü şu anda elinizde koz var. O yaptırımlar bir kozdu, bunlar aşamalı kaldırılabilirdi. Seçim yapacaksın, mümkün olduğu kadar azınlıkları da içeren, azınlıkların da katkı verdiği, onlara haklarının teslim edildiği bir Anayasa olacak. Ama bunların hiçbiri yapılmadı ve şimdi eş-Şara 60 yıl sonra Birleşmiş Milletlerde konuştu. Suriye Devlet Başkanı, en son Hafız Esad darbesinden hemen önce, 1967’de Birleşmiş Milletlerde konuşmuştu. Neredeyse 60 yıldır ilk kez bir Suriye Devlet Başkanı geliyor ve Birleşmiş Milletlerde konuşuyor. Bu, Suriye-Amerika ilişkileri açısından da çok dramatik bir an. Ama daha da önemlisi bu, Şara’yı ve Suriye’yi o global izolasyondan kurtaran da bir durum. Bu bana çok akıllıca bir strateji gibi gelmiyor.

Ruşen Çakır: Ömer sen bu konuda bir şeyler söylemek ister misin? Birçok şeyi alt üst eden bir olay. Daha önce Afganistan’da Sovyetlere karşı cihatçıları beslediklerini ve önünü açtıklarını görmüştük. Sonra, hepsi değilse de bir kısmı ABD’ye çok ciddi darbeler indirdi. Böyle bir şey belki olmayacak ama bir de şöyle bir husus var. Suriye’de azınlıklar var. Sadece Kürtler değil, Gönül’ün de bahsettiği gibi Dürziler, Aleviler hâlâ sıkıntı yaşıyorlar.  Kürtler de var. Batı’nın böyle bir yerde eş-Şara gibi bir figüre bu kadar yatırım yapması çok anlamsız değil mi? Bana abartılı geliyor. Ya da kandırmaca mı? Böyle diyorlar ama aslında adamın da her an ipini çekebilirler gibi bir şey de olabilir mi?  

Ömer Taşpınar: Ben biraz farklı düşünüyorum, çok kısaca anlatmaya çalışayım.  Geçmişinde terörizm olup da devlet adamı konumuna gelerek meşruiyet kazanan çok insan var.  Arafat bir aralar terörist olarak kabul ediliyordu, sonra Beyaz Saray’da Camp David’i imzaladı. Fazla ileri gitmeyelim. ‘’Bebek katili, terörist başı’’ dediğimiz Abdullah Öcalan bugün ne? 

Ruşen Çakır: Kurucu önder.  

Ömer Taşpınar: Bugün bazıları canlı yayından selam söyleyebiliyor.  

Ruşen Çakır: Bana laf veriyorsun.  

Ömer Taşpınar: Öyle bir yere geldik ki artık, geçmişinde terörizm olup bugün reel politik nedenlerle, alternatifsizlikler nedeniyle devlet adamı ve sorumlu lider olarak kabul edilen insanlar yok mu? Bunu Amerika’yı savunmak için söylemiyorum, Türkiye de yapıyor bunu. Şartlar değişiyor.  Süleyman Demirel “Dün dündür, bugün bugündür” demişti. Siyasette 24 saat bile uzun bir zamandır. Yeni durumları, o günün şartları içinde değerlendirmek gerek.  Amerika Ahmed eş-Şara’yla normal şartlarda böyle bir ilişki kurmazdı. Ama ne oldu? Bu adam savaşı kazandı, geldi oturdu, Suriye’yi yönetiyor. Mısır’ın başındaki Sisi. Normalde eli kanlı bir diktatör olarak da bakabilirsiniz Sisi’ye, ama kırmızı halı sürülüyor önüne.  Muhammed Bin Salman, ‘’Kaşıkçı’yı öldürün’’ emri verdi. Lübnan Başbakanını dövdürttü neredeyse. Ama Muhammed Bin Salman kırmızı halı ile karşılanıyor.  Bunun adı reel politik. Ahmet eş-Şara’nın alternatifi kim? Bir alternatif gerekiyor Suriye’ye. Amerika o alternatifi bir bulabilse, ‘’bu adamın bir alternatifi var’’ ve Suriye’de, şu iktidar gelse, Suriye’yi çok daha iyi yere getirebilir’’ diyebileceği bir alternatif olsa belki vazgeçer. 

Bir de şu mesele var: Amerika ve Avrupa yaptırımları kaldırdı. Peki, ne oldu? Suriye’ye oluk oluk para mı giriyor, oluk oluk yaptırım mı geliyor?  Hayır, bu adam Suriye’yi yönetemiyor. Suriye bir iç savaşın kıyısında. Ülkede kan dökülüyor. Herkes şikayetçi, para geldiği de yok. Demek ki bu adam yönetemezse gider. Ya darbeyle gider ya bir alternatifi olur, iç savaş olur.  Ama şu anda alternatifsizlik nedeniyle bu adam kabul ediliyor.  Amerika daha tedbirli davranabilirdi diyebiliriz ama dediğim gibi, dünya tarihi Amerikan’ın ve reel politik ülkelerin geçmişteki teröristleri muhatap olarak kabul ettikleri anlara çok şahit oldu, bu da onlardan bir tanesi. Şartlar değişti, cihadist El Kaideci adam, devlet adamı diye göreve geldi. Tam yönetemiyor. Belki hâlâ bazı cihadist ajandaları var. Azınlıklara, Hristiyanlara, Alevilere, Dürzülere toleranslı olmayabilir. Ama gene soruyorum, Amerika olsanız, alternatifiniz, ‘’biz bu adamla konuşmayacağız, yerine başkası gelsin’’ olsa, nasıl gelecek, kim gelecek?  Adımız, ‘’Amerika savunucusu’’na çıktı. Bana yine ne Amerika’yı müdafaa ile bitirtiyorsun Ruşen.

Ruşen Çakır: Ben Pakistan’a gittiğimde, Usame Bin Laden’le röportaj yapmış Filistin asıllı bir gazeteciyle konuşmuştum. Usame Bin Ladin’i ve El Kaide’yi çok iyi bilen birisiydi. Bana “Batı Usame Bin Ladin’le konuşmak zorunda” demişti.  Bana çok afaki gelmişti. 2005 yılıydı bu anlattığım. Şimdi tabii çok şey değişti. Neyse toparlayalım. Trump ve Erdoğan perşembe günü Beyaz Saray’da buluşuyorlar. Trump Beyaz Saray’da, Oval Ofis’te konuklarıyla canlı yayın yapıyor, değil mi? Büyük bir merakla onu bekleyeceğiz. Gönül, bundan sonra Türk-Amerikan ilişkileri ve Erdoğan-Trump ilişkileri bağlamında ne bekliyorsun? Olumlu anlamda Erdoğan’ı tatmin ve mutlu edecek bir görüşme olma potansiyeli sanki yüksek.

Gönül Tol: Tabii ki, o fotoğrafın mesajı çok önemli. Daha bugün 13 kişi gözaltına alındı. Siz, ülkenin en çok oy almış partisinin üzerinde mahkemelerin sopasını kullanarak, ülkeyi bu kadar otoriter bir yana doğru iterken, Amerikan başkanıyla el sıkışıyorsunuz. Bu, içeriye ‘’yalnızsınız’’ mesajı veriyor. O bile başlı başına çok büyük bir kazanım Erdoğan için. Birincisi bu.  

İkincisi, şu anda adını hatırlamıyorum ama kamuoyu yoklaması yapan bir şirketin, yakın bir zamanda gördüğüm araştırmasına göre, toplumun büyük bir çoğunluğu Erdoğan’ı dış politikada başarılı buluyor. İşte bunlar yüzünden buluyor. ‘’Orada meseleler halledildi mi, S-400 meselesi halledildi mi?’’ ya da ‘’biz ne kadar para verdik ne kadar para kaybettik?’’ bunlar konuşulmuyor. Erdoğan ve Trump kameralar önünde gülümsüyor ve Erdoğan ‘’cihan lideri’’ olarak görülüyor. Bu da Erdoğan açısından bir kazanım. Ama dediğim gibi ben daha dar bir ajandası olacağını düşünüyorum. O konularda ilerleme kaydedilir mi?  Evet, ‘’ticareti arttıralım, tamam arttıralım’’ diye yıllardır söyleniyor. F-16’yı da alır. Niye almasın? F-35’teki sorunları söyledim. Bunlar konusunda bir net ilerleme kaydedilir mi? F-35 meselesi bana çok kolay gelmiyor. Ama bunların hiçbiri önemli değil bence. İçeride her ağzını açanını tutukladığınız bir dönemde, o kareyi vermek, Erdoğan açısından başlı başına çok büyük bir kazanım.

Gazze’den hiç bahsetmedik, Gazze ile ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Ömer’in dediğine tamamen katılıyorum. Erdoğan, tam olarak da Trump’la konuşmada o Gazze meselesini söyleyemeyeceği için Fox TV‘de bunu söylüyor. Kamuoyunda “Ben meseleyi gündeme getirdim, Amerika’da hoşnutsuzluğumu dile getirdim” diyecek. Oysa olan ne? Mesela bugün Trump Müslüman ülkelerini toplayacak, Türkiye de var içinde. Orada Trump’ın planı ne ve Türkiye ne diyecek o toplantıda? Bundan yakın bir zaman önce Gazze’yle ilgili şöyle bir plan sızdı: Trump, Gazze’yi akıllı şehir haline getirmek istiyor. İki Yahudi iş insanı böyle bir plan ortaya koyuyor. O plana göre, Gazze’deki her Filistinliye 5 bin dolar vereceklermiş ve Gazze’den çıkmalarını sağlayacaklarmış. Buna ‘’gönüllü ayrılış’’ diyorlar. Gazze’yi dijital ve lojistik bir merkez haline getirmek istiyorlar. Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ticaret Koridoru denilen IMEC projesi, 2023 yılında Biden yönetimi sırasında başlamıştı. Bu projeye göre niyet, Hindistan’ı, Ortadoğu üzerinden Avrupa’ya bağlayan koridora bağlamaktı. Türkiye bu koridorun dışındaydı. Koridor, Hindistan’dan geliyor, Körfez’den geçiyordu. Ürdün ve İsrail limanı, oradan Akdeniz, Yunanistan, Avrupa’ya geçen bir koridordu. Türkiye dışlanmıştı. Şimdi Gazze’yi o koridorun bir parçası yapmak istiyorlar. Fakat bütün bu planı düşünenler “Amerika için çok kârlı bu. Gazze’de ne kadar az insan olursa, biz vizyonumuzu o kadar hayata geçiririz, fabrikalar kurarız. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerindeki o çok değerli madenleri alıp bu fabrikalarda kullanırız ve Gazze muhteşem bir yere dönüşür” diyorlar. Marco Rubio o televizyon konuşmasında “Ülkeler bu plana bizi de dâhil edin diye yalvarıyorlar” dedi ya, Türkiye bugünkü Gazze toplantısına katılacak. Türkiye de mi o ülkeler arasında?  Türkiye de mi ‘’biz de katılalım bu plana?’’ diye yalvarıyor?  Eğer öyleyse, bu, Filistin meselesinde çok utanç verici bir şey. Çünkü o planın hiçbir yerinde şu anda İsrail’in savaşını bitirme planı yok. O planın hiçbir yerinde Filistin Devleti’ni tanıma planı yok. O plan, Amerika ve Körfez ülkeleri para kazansın ve Gazzeliler de 5 bin doları alıp Gazze’den gitsinler planı. O yüzden ben bu toplantıdan ne çıkacağını merakla bekliyorum. Tabii konuşulanları açıklayacaklar mı bilmiyoruz. Türkiye bu planın neresinde duruyor, onu herhalde bugün öğreneceğiz.  

Ruşen Çakır: Ömer, aynı soruyu sana sorayım ve yayını toparlayalım. Bir milat olacak mı bu, yoksa normal, olağanüstü sonuçlara yol açmayacak bir görüşme mi bekliyorsun?  

Ömer Taşpınar: Bence ikincisi. Yani olağanüstü sonuçlara yol açmayacak bir toplantı olarak bekliyorum. Ama şu şerhi koyayım: Dün Kadri Gürsel’le de konuştunuz, dinledim. Kadri güzel anlattı. Beyaz Saray’da yeni bir düzen var.  Trump gazetecileri alıyor. Senin döneminde öyle bir şey yoktu. Oval Ofis’te gazeteciler uzun süre kalabiliyor ve soru soruyorlar. Zelensky ile öyle oldu. Kırk beşinci dakikada gelen bir soru nedeniyle bütün görüşme patladı. Kırk beşinci dakikaya kadar iyi gidiyordu, 45. dakikada Trump’a bir soru sordular ve Trump orada bir şeyler söyledi, Zelensky devreye girdi. Şöyle bir senaryo düşünelim: Oval Ofis’e giriyorlar. Orada 20-30 gazeteci var. İçlerinde Türkiye’yi sevmeyen bir gazeteci Erdoğan’a dönüyor ve şöyle bir soru soruyor; “Sayın Türkiye Başkanı, Hamas’ı bir terör örgütü olarak kabul ediyor musunuz?  İsrail’i bir terör devleti olarak görüyor musunuz?  Sizce İsrail’in Gazze’de yaptığı bir soykırım mı? Bunları Trump’a söyleyecek misiniz?” Orada Erdoğan ne der, nasıl cevap verir?  O tür bir durumda olay değişebilir. Dün Kadri Gürsel yayında “Erdoğan fevri bir adam, Davos’ta one minute çıkışı yaptı” dedi. Bence hiç öyle olmaz. Bence Erdoğan buna hazırlıklı ve çok güzel o soruları bertaraf eder, “Ben söyleyeceklerimi bu konuda söyledim, hatta dün Amerikan televizyonunda da söyledim. Bizim işimiz burada Sayın Başkan’la iki ülkenin sorunlarını konuşmak” der geçer, o tuzağa düşmez. Ama tuzağa düşürmek için Erdoğan’a, ‘’Gazze’de yapılanlar soykırım mı? Hamas terörist örgüt mü? İsrail terörist devlet mi? Bunları Trump’a söyleyecek misiniz?’’ soruları sorulacaktır. Bence onları bertaraf ederse, o tuzağa düşmezse, hiç akıllarda kalmayacak bir görüşme olarak tarihe geçer bu. 

Ruşen Çakır: Ama canlı yayını yine merakla izleyeceğiz, bakalım ne olacak. Evet arkadaşlar, çok sağ olun. ‘Transatlantik’e noktayı koyuyoruz. Haftaya görüşmek üzere, iyi günler.