Rawest Müdürü Roj Girasun’un komisyondaki konuşma metni: “Demirtaş, Öcalan’ın çağrısına verdiği destekle endişeli Kürtlerin sürece bakışının değişiminde etkili oldu”

Meclis’te çözüm sürecine dair kurulan komisyonda konuşan Rawest Araştırma Müdürü Roj Girasun, kayyum atamalarının geri alınmasının ve Selahattin Demirtaş’ın serbest kalmasının, sürece katkı sunacağını söyledi. İşte Roj Girasun’un komisyondaki konuşmasının tam metni.

Roj Girasun'un komisyondaki konuşma metni
Roj Girasun’un komisyondaki konuşma metni

Rawest Araştırma Müdürü Roj Girasun, yeni çözüm sürecine dair TBMM’de kurulan komisyonda konuştu.

Girasun, Rawest Araştırma’nın faaliyetlerini anlattı, “Biz Rawest olarak Kürtlerin sadece siyasi eğilimlerini ölçmüyoruz sosyal, kültürel, ekonomik, dini eğilimlerini de araştırmalarımızla ölçüyoruz. Yıllardır bütün bu araştırmalarda sorunun çözümüne olan ihtiyacı ölçümledik”. Bugün bunun hayata geçmesinden duyduğum memnuniyeti bildirerek başlamak istiyorum” dedi.

Girasun, “Araştırmalarımızda gördüğümüz en net sonuç şuydu: Kürtlerin sosyolojik değişimi kaçınılmaz olarak bir çözümü dayatıyor” dedi ve yeni çözüm sürecine sadece devlet ve örgüt arasındaki müzakereler olarak bakmamak gerektiğini vurguladı.

Girasun şöyle devam etti:

“Ortada bir sosyal değişim ve bunun dayattığı bir çözüm var. Siyaset bu sosyal değişime uyum sağlamalı, önünü açmalı, kendini ve devleti dönüştürmeli.  Bu sosyolojik fırsat bir siyasal kazanca tahvil edilmelidir. Unutmamak gerekir ki çözüm sadece geçmişin acı tecrübelerine değil, birlikte bir gelecek kurma beklentisine de dayanıyor.”

Roj Girasun komisyondaki konuşmasında, Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Öcalan’ın çağrısına amasız destek vermesinin, özellikle endişeli Kürtler ve muhaliflerin sürece bakışında etkili olduğunu vurguladı:

“Yaptığımız ölçümler ve kamuoyu araştırmalarına göre bu süreci Kürtler ve Türkler nezdinde toplumsallaştırabilecek en etkili aktör Demirtaş’ken onun hala içerde tutulması bir handikaptır. Demirtaş, sürecin en başından itibaren Öcalan’ın çağrısına verdiği amasız destekle özellikle endişeli Kürtlerin ve muhalif kesimlerin sürece bakışının değişiminde etkili olmuştur. Ayrıca bu iki aktörün sürekli ayrıştırılarak konuşulması gerçekçi değildir.  birbirini tamamlayan özellikleri sürecin toplumsallaşmasına katkı yapacaktır.”

İşte Roj Girasun’un komisyondaki konuşmasının tam metni.

Rawest, 2018 yılında Diyarbakır’da kurulan bir araştırma merkezi.

Biz Rawest olarak Kürtlerin sadece siyasi eğilimlerini ölçmüyoruz sosyal, kültürel, ekonomik, dini eğilimlerini de araştırmalarımızla ölçüyoruz.

Yıllardır bütün bu araştırmalarda sorunun çözümüne olan ihtiyacı ölçümledik. Bugün bunun hayata geçmesinden duyduğum memnuniyeti bildirerek başlamak istiyorum.

Araştırmalarımızda gördüğümüz en net sonuç şuydu: 

Kürtlerin sosyolojik değişimi kaçınılmaz olarak bir çözümü dayatıyor.

Yani bugün içinde olduğumuz sürece sadece devlet ve örgüt arasındaki müzakereler olarak bakmamak gerekir.

Geldiğimiz bu tarihi aşama, Kürtlerin sosyolojik değişiminin, bölgesel gelişmelerle birlikte doğal sonucudur.

Esas olarak çözümü bu sosyal değişim dayatıyor. 

Bu da benim 33 yaşımda iki büyük ve birkaç tane de girişim düzeyince çözüm süreci görmemin başlıca nedeni.

Sürecin en güçlü kasının üzerine oturduğu bu sosyolojik değişim olduğunu unutmamak gerekir. 

Peki nedir bu sosyolojik değişim?

1- Öncelikle Kürtlerde ciddi bir sosyo-demografik dönüşüm gözlemleniyor. Kürt nüfusun yaklaşık 3’te 1’i artık Türkiye’nin batısında yaşıyor. Ve yine kahir ekseriyetinin geriye dönüş niyeti de bulunmuyor.

2- Türkiye’nin genel trendiyle uyumlu şekilde Kürtlerde kırsalda yaşam azalmış, kentleşme hızlanmıştır.

3- Gençlerdeki eğitim düzeyi Türkiye’nin ortalamasına yakınlaştı.

4- Kürt sosyolojisi artık yerleşik, şehirli, daha eğitimli ve Türkiye ile daha entegre.

5- Ama bununla beraber bölgesel düzeyde sosyo-ekonomik gelişmişlik endeksinde bölge illeri en büyük eşitsizliği yaşıyor.

6- Araştırmalarımızla bulduğumuz en güçlü ve ilginç veri ise şu: Kürtler hem Türkiyelileşiyor hem de Kürtlük bilinci artıyor. Bu ilk başta paradoks gibi görünse de aslında bu bir sentez. 

Yani Kürtler daha fazla kendilerini Türkiye’nin bir parçası olarak görüyorlar ama Kürt kimliği kültürü ve dili üzerinden Kürtlüğe de sahip çıkıyorlar.

Kürtler Türkiye’de Kürt kimliklerini koruyarak varolmayı talep ediyor. Türk ve Türkiyelilik tartışması bile bir ayrışma talebinin sonucu değildir. Aksine Kürtler Türkiye’nin kimliğinin bir parçası olmaya itiraz etmiyorlar. Bu Türkiye için negatif değil, pozitif bir çabadır. 

7- Bütün bu sosyal değişim ve dönüşüm süreci; Kürtlerin silahlı mücadeleye bakışını da değiştirdi.

Bizim süreçten önce yaptığımız araştırmalardaKürtlerin yüzde 65’i silahla hak aranmasına kategorik olarak karşı olduğu görülüyor.

Geriye kalan yüzde 35’i oluşturan yüzde 20’lik kesim ise kaygılı ve tereddütlü. Sadece kalan yüzde 15’lik kesim silahla hak aramaya onay veriyor

Bu oran 1990’lardan bugüne kadar yaşanan büyük bir değişimi gösteriyor.

Bu değişimle paralel olarak Kürt toplumu siyasete daha fazla güvenmeye ve siyasi yollarla hak aramaya destek vermeye başladı. Bu da Kürt meselesi eksenli kurulan siyasi partilerinin güçlenmesine ve artık baraj sorununu aşmasına vesile oldu.

Bu noktada bizim araştırmalarımız gençlerin daha radikal olduğu, çözüm için son neslin bu nesil olduğu gibi saptamaları da desteklenmiyor. Gençler de radikal çözümlere ve silahlı hak arama yöntemlerine uzak.

Uzun zamandır tam da bu sebeplerle silah, Kürtlerin hayatında arkaik ve anakronik bir meseleye yani tarihin gerisine düşen bir konuya dönüştü.

Ama aynı zamanda bu sosyal değişime cevap üretemeyen devletin mevcut anayasal ve yasal çerçevesi de arkaik olmaktan çıkarılamadı.

Yani bütün bu rakamlar özetle şöyle diyor:

Ortada bir sosyal değişim ve bunun dayattığı bir çözüm var. 

Siyaset bu sosyal değişime uyum sağlamalı, önünü açmalı, kendini ve devleti dönüştürmeli. 

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Bu sosyolojik fırsat bir siyasal kazanca tahvil edilmelidir. 

Unutmamak gerekir ki çözüm sadece geçmişin acı tecrübelerine değil, birlikte bir gelecek kurma beklentisine de dayanıyor.

Sürece destek ne durumda?

Peki bu sürece destekle ilgili bizim araştırmalarımız ne söylüyor?  

Araştırmalarımızda çıkan sonucu şu cümleyle özetleyebiliriz: Keşke olsa ama…

Hem bizim hem de başka kurumların yaptığı araştırmalarda toplumun sürece verdiği desteğin yüzde 70’lere yaklaştığını görüyoruz. Bununla beraber, sürecin başarılı şekilde yürütüldüğünü düşünenlerin ve sürecin başarıyla sonuçlanacağına inananların oranı yüzde 40 – 45 bandında seyrediyor. Bu da sürece olan destek ile duyulan güven arasındaki makası gösteriyor.

Kürtler başta olmak üzere toplumun geneli sürece sessiz fakat güçlü bir onay veriyor. Ama herkeste çok taraflı bir güvensizlik var.

Kürt kamuoyunun önemli bir kısmı hükümetin adım atacağına, Türklerin çoğunluğu güvenmiyor, inanmıyor; PKK’nin gerçekten silah bırakacağına güvenmiyor.

Öte yandan muhalif Türk kamuoyu ise bu sürecin bir seçim yatırımı olduğunu düşünüyor ve bir demokratikleşme sağlayacağına inanmıyor. 

Ama ilginç biçimde bu güvensizlik yaygın bir süreç karşıtlığına da dönüşmüyor.

Aslında bu sessiz onay sürece açılmış bir kredi olarak okunabilir. 

Bu güvensizlikler atılacak somut adımlarla giderildikçe bu sessiz onay  güçlü bir desteğe dönüşebilir. Veyahut adımlar gecikir söylemler tehdit diline evrilirse toplumun verdiği kredi hızlıca tükenmeye başlayabilir güvensizlik derinleşebilir.

Peki güveni artıracak adımlar neler olabilir?

1-Araştırmalarımız bize Kürtler açısından devletin atması gereken ilk adımlar olarak

-Demirtaş’ın serbest kalması

-Kayyumların geri alınması 

Bu iki adımın pratik ve kolay olması, doğrudan devletin inisiyatifinde olması bu beklentileri artırıyor.

Araştırmalarımıza göre Kürtlerin 3’te ikisinin süreçten beklediği ilk adım Demirtaş’ın serbest bırakılmasıdır.

Demirtaş ve arkadaşlarının bu süreçte dışarıda olmasının sadece sembolik bir anlamı olmayacak, sürece dışarıda sunacakları nitelikli katkı açısından da bu adım önemli olacak. 

Yaptığımız ölçümler ve kamuoyu araştırmalarına göre bu süreci Kürtler ve Türkler nezdinde toplumsallaştırabilecek en etkili aktör Demirtaş’ken onun hala içerde tutulması bir handikaptır. Demirtaş, sürecin en başından itibaren Öcalan’ın çağrısına verdiği amasız destekle özellikle endişeli Kürtlerin ve muhalif kesimlerin sürece bakışının değişiminde etkili olmuştur. Ayrıca bu iki aktörün sürekli ayrıştırılarak konuşulması gerçekçi değildir.  birbirini tamamlayan özellikleri sürecin toplumsallaşmasına katkı yapacaktır.

2- Sürecin başında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’nin tekrarladığı “iç cepheyi güçlendirmek” söylemi içinden geçtiğimiz bölgesel altüst oluş düşünüldüğünde zannediliğinden daha fazla insana ulaşmış pozitif bir vaat ve gerekçedir.  

Ancak süreç başlar başlamaz CHP’ye yönelik başlatılan kent uzlaşısı operasyonları, hem iktidarda hem de muhalefette sürece ve hukuki vaatlere duyulan güveni zedelemekte, aynı zamanda “iç cepheyi güçlendirmek” söyleminin inandırıcılığını azaltmaktadır. Bu operasyonlar kapsamında tutuklanan, yıllardır yaptığı araştırmalarla demokrasi, barış ve sivilleşmeye büyük katkılar sunmuş saygın araştırmacı meslektaşımız Mehmet Ali Çalışkan bugün keşke hapishanede olmasa sürece çok katkı sunacak değerli çalışmalar yapabilir ve hatta bugün Meclis Komisyonuna bunları sunuyor olabilirdi.

3-  Siyasete ve kanaat dünyasına klişe ve retorik gelebilir ama hala bütün topluma hitap eden en ortaklaştırıcı kavram kardeşliktir.

Çatışma çözümleri konusunda birçok uluslararası deneyim olmasına rağmen, herkesin üzerinde hemfikir olduğu gibi şu anda yürüyen süreç Türkiye’ye özgü ve özel bir süreçtir. 

Bu süreci emsallerinden ayıran en büyük özellik çözümün normatif hukuk kurallarıyla beraber ve belki de ondan daha önemli diyebilebileceğimiz bir başka hukuka yaslanıyor olmasıdır. O da kardeşlik hukukudur.

Bu bir retorik değildir. 

Kürtler ve Türkler arasında bu 50 yılda birlikte yaşama pratiği azalmadı daha da arttı. Çatışmalı süreç Türklerle Kürtleri birbirinden fiziksel olarak ayırmadı. Aksine Kürtler Batı’ya Türklerin yoğun olarak yaşadığı kentlere göç ettiler. 

Bu dünyadaki benzer süreçlerde olmayan bir avantajdır.

Duvarlarla bölünmüş Belfast’ı görenler ne dediğimi anlayacaktır. 

Esasında uluslararası hukuktan, hatta anayasadan ve yasalardan çok daha kıymetli çok daha yapıcı, kalıcı ve bağlayıcı olması gereken “kardeşlik hukuku” siyaseten ve hukuken yıprandığı, örselendiği yok sayıldığı için bu sorunlar yaşandı. 

Şimdi yapılması gereken en önemli şey “kardeşlik hukukuna” dönüş olmalıdır. Kardeşler nasıl eşitse, nasıl birbirine bağlıysa, nasıl birbirine güvenip birbirini kollayıp korursa aynı duygu ve düşüncenin Türk ile Kürt arasında da güçlü şekilde tesis edilmesi gerekir.

Elbette “kardeşlik hukuku” derken soyut bir duygu durumdan ibaret bir olguya işaret etmiyoruz. Bu hukukun normatif hukuk düzenlemeleriyle ete kemiğe büründürülüp güvence altına alınmasını da kapsayan bütünlüklü bir yaklaşımdan söz ediyoruz.

4- Kürt meselesi artık Türkiye’yi bölme riski ile değil, Türkiye’yi büyütme fırsatıyla konuşulmalıdır. Bölgedeki Kürtlerin gözü kültürel ve sosyal olarak Türkiye’ye dönüktür. 

Eğer Türkiye isterse komşu Kürtlerin yüzü siyasal olarak da Türkiye’ye dönük olabilir. Bir imparatorluk bakiyesi ülkeye önünde böyle büyük fırsatlar varken bölünme travması yakışmamaktadır. 

Sürecin en önemli zorluklarından biri de Suriye meselesini de bu perspektifle değerlendirmek gerekir. Az önce altını çizdiğim  “kardeşlik hukuku” kavramı Suriye Kürtlerini de kapsar, kapsamalıdır. Türkiye’nin haklı güvenlik kaygıları ile Kürtlerin kazanımlarının bir optimal noktası vardır. Bunun alternatifi de yoktur. Eğer kardeşlik duygusu toplumsallaşır ve 86 milyonun ortak duygusu haline gelirse tıpkı Şara’nın Ankara’ya gelebilmesi gibi Mazlum Abdi’nin Ankara’ya gelebilmesinin zemini yaratılmalı ve Suriye’deki çözümün yolu bir Kardeş başkentten Ankara’dan geçmelidir.

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin Kürt meselesinde çözümü, milliyetçilikle birleştiren vizyonu cesur olduğu kadar içe kapanmacı değil, kapsayıcı bir milliyetçilik vizyonu olarak da dikkat çekici olduğunu belirtmeliyim. Bu da çözümü kolaylaştıran ve kalıcı hale gelmesine katkı sunan çok önemli bir olgudur.  

Davet ettiğiniz için tekrar teşekkür ederim. 

Rawest Meclis zabıtlarına girmiş bir başka Kürtçe kelime olmuş olabilir. O yüzden anlamının “Durmak ” olduğunu belirtmek isterim. Tam da şu anda burada bugün yaptığımız gibi. Ancak buradaki durmak eylemsizliğe değil “durup düşünmeye” işaret eden bir durma halidir. Herkesin dileği bu değerli durup düşünme çabasından dönüp bakılacak bir Türkiye çözüm modeli çıkmasıdır.