Selim Kuneralp yazdı: Ukrayna savaşı ve biz

3,5 yıldır devam eden ve Rusya’nın saldırısıyla başlayan Ukrayna savaşının şimdiye kadar Rus tarafında 1 milyon, Ukrayna tarafında da 400 bin kadar insan kaybına ve yüz milyarca dolar tutarında maddi hasara yol açmış olmasına ve ülkemizin çıkarları üzerindeki etkilerinin çok büyük olmasına rağmen bizde fazla bir ilgi uyandırdığı söylenemez. Gazze’deki Müslümanların Museviler tarafından katledilmesinden farklı olarak, Ukrayna’da savaşan tarafların ikisinin de Hıristiyan olmaları, gittikçe İslamlaşmış toplumumuzun bu savaşa ilgisinin daha az olmasının bir izahı olabilir. Diğer yandan, kamu oyumuzun düşmanlık derecesine varan Batı karşıtlığı Ukrayna’nın kuvvetli Batı desteğine sahip olması nedeniyle geniş çevrelerde ona karşı duyulan ilgisizliğin bir sebebi daha olabilir. Rusya’nın imkân bulduğu ülkelerde yaptığı şekilde ülkemizde de her türlü propaganda imkanlarını kullanmak olması da kamu oyumuzu etkileyen faktörlerden birisidir şüphesiz. Kurtuluş Savaşımızdan haklı olarak büyük gurur duyan halkımızın doğal olarak komşusunun saldırısına uğrayan Ukrayna’ya sempatiyle bakması gerekirken bunu görmemek beni şahsen üzmektedir.

Arabuluculuk girişimleri ve Batı’nın tutumu

Savaşın ne şekilde biteceği tabii ki belli değil. Her iki taraf için yaşamsal çıkarların bulunması uzlaşıyla son bulmasını zorlaştırmaktadır. Putin’in Çarlık dönemi Rusya İmparatorluğu ile Stalin dönemi SSCB topraklarının mümkün olduğu kadar büyük bir bölümünü geri almak istediğini gizlememektedir. Hatta Ukrayna olmaksızın Rusya’nın Deli Petro döneminden bu yana düşlediği Avrupa ülkesi olma iddiasını sürdüremeyeceği ve Asya’ya, dolayısıyla Çin’in kucağına itileceği sıkça yapılan bir değerlendirmedir. Ukrayna içinse yüzünü Batıya çevirmiş, Batı kurumlarıyla bütünleşmiş bir ülke olarak idamesi savaştan egemen bir ülke olarak çıkmasını gerektirmektedir. Bu nedenledir ki verilen korkunç zayiata rağmen Ukrayna halkının Putin’e teslim olmak gibi bir niyeti gözlenmemektedir.

Şimdiye kadar yapılan bütün arabuluculuk teşebbüsleri ve ateşkes arayışları duvara çarpmıştır. Savaşı 24 saatte bitireceği iddiasıyla Beyaz Saray’a geri dönen Başkan Trump’ın bu iddiası da birçok başka alanda olduğu gibi fos çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Putin nezdindeki girişimleri Trump’ınkiler gibi sonuçsuz kaldı. Putin mevcut şartlar altında savaşın kendi lehine geliştiğini düşünmekte, bu nedenle ordusunun çok sınırlı kazançlar uğruna günde bin 500 kadar kayıp vermesi onu caydırmamaktadır. Bu kayıpların önemli bölümünün etnik Ruslardan değil, Orta Asya’dan getirttiği azınlık mensuplarından oluşmakta olması Rus halkının olası tepkilerinin önüne geçmektedir. Onların bir çeşit soykırıma uğraması Rusya’daki etnik Ruslar aleyhine bozulmakta olan nüfus dengesinin bir ölçüde törpülenmesi belki Putin için bir ilave fayda olabilir. Trump geldikten sonra Ukrayna’nın ABD’den elde ettiği askeri malzeme desteğinin azalacağı, Avrupa’nın bir hayli maddi fedakârlık gerektiren bu yardımları vermeye devam etmekten sıkılacağı ve Ukrayna’yı kendi öne sürdüğü ve ülkenin bağımsızlığına son verecek şartları kabul etmeye zorlayacağı hesabını yapmaktaydı. Ancak bir taraftan ona sebebi pek anlaşılmayan bir hayranlık duyan Trump’ın ayak sürmelerinden artık rahatsızlık duymaya ve hem Rusya’ya, hem de ondan petrol ve doğalgaz almak suretiyle ekonomisine destek olan ülkelere karşı yeni yaptırımlar öngörmeye başlaması, diğer taraftan da Avrupalıların savaşın Rusya tarafından kazanılmasının kıta için büyük bir tehlike arz etmesinin bilincinin güçlenmeye devam etmesi Putin’in hesabını bozmaktadır. Trump’ın Zelenskiy ile geçen haftaki görüşmesinden sonra yaptığı ve Ukrayna’yı destekler, Rusya’yı da tehdit eder nitelikli açıklaması çok fazla heyecan uyandırmadı zira somut eylemlerle tamamlanmayan sözlerinin pek bir neticesi olmadığı tecrübe ile görüldü. Yine de NATO üyesi Polonya, Romanya, Estonya ve Kuzey Avrupa ülkelerine Rusya’nın sınırlı da olsa havadan saldırıları veya hava sahası ihlalleri Avrupa’lıların direncini arttırmaktadır. Trump’ın son açıklamasında bu tür ihlallerde bulunan Rus uçaklarının düşürülmesine taraftar olduğunu ifade etmesi pek ciddiye alınmadı. Ancak Putin’in amacı Batı ittifakını bölmek ise buna şimdilik ulaştığını söylemek mümkün değil. Yeni seçilen Polonya Cumhurbaşkanı Nawrocki örneğinde gördüğümüz gibi muhalefetteyken Rus yanlısı söylemlerde bulunan aşırı sağcı siyasetçiler, iktidara gelince söylemlerini değiştirmektedirler. Nawrocki’nin ülkesinin İHA saldırılarının hedefi olması Rusya açısından çok akıllıca bir davranış sayılamaz.

Dolayısıyla savaşın kısa zamanda bitmesinin beklendiği söylenemez. Tabii savaşların ne şekilde biteceği çok ender istisnalar dışında önceden kestirilemez. Rusya’da Putin’in veya bir rejim değişikliği sonucunda olası bir halefinin hedeflerinden vazgeçmesi, Zelenskyy’nin de iktidarına son verilerek yerine Rusya’nın şartlarını kabul edecek birisinin gelmesi imkânsız değil. Ancak içinde bulunduğumuz ortamda böyle bir beklentiyi destekleyecek herhangi bir işaret olduğunu söylemek mümkün değil.

Savaşın amacının Putin açısından eski toprakları yeniden ele geçirmek olduğunu yukarıda belirtmiştim. Her şeyin dışında saldırgan ve yayılmacı bir Rusya tüm bölge ülkeleri için olduğu gibi ülkemiz için de bir tehdit teşkil edecektir. Ülkemizi yönetenlerin bunu idrak etmemeleri mümkün değil.

Türkiye’nin stratejik konumu ve çıkarları

Savaşın başından beri iktidar iki tarafı idare etmeye çalışmıştır. Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımları uygulamamış, buna karşılık Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin ülkemize verdiği hak çerçevesinde savaş durumu öne sürülerek Boğazlar Rus savaş gemilerine kapatılmıştır. Bu Rus savaş harekâtına indirilebilecek ağır darbelerin başında gelmektedir. Ukrayna’nın elindeki füzeleri akıllıca kullanarak Karadeniz’deki Rus donanmasının önemli bir bölümünü batırması sonucunda kalan gemiler füzelerin menzilinin dışında kalan limanlara sığınmak zorunda kalmış ve Rusya Karadeniz’deki deniz hakimiyetini kaybetmiştir. Bu suretle Ukrayna’nın deniz ticaretini engelleme imkanını kaybetmiş ve ülkenin mukavemetini sürdürmesini bir nebze kolaylaştırmıştır.

Boğazların savaş gemilerine kapalı olması batırılan gemilerin Baltık denizinden getirilecek gemilerle ikame ettirilmesini engellemektedir. Putin’in bu acı tecrübeyi unutması ve imkân bulursa gözünü Boğazlara dikmesi kuvvetle muhtemeldir. Geçmişte Çarlar, en son da Stalin böyle emelleri gerçekleştirmeye çalıştıklarında karşılarında Batı’yı bulmuşlardı. 19’uncu yüzyıl ikinci yarısında Boğazlar Rus savaş gemilerine kapatılmış, İngiliz, Fransız ve Avusturya-Macaristan donanmaları İstanbul’da birer savaş gemisi muhafaza ederek Rusya’ya bir çeşit gözdağı vermişti. Rus diplomasisinin bu dönem boyunca başlıca hedeflerinden biri Boğazları savaş gemilerine açmak olmuş ancak başaramamıştı. Stalin savaş sırasında iki Alman savaş gemisinin Karadeniz’e çıkmasına göz yumulduğu iddiasıyla 1945 yılında Boğazlarda üs talebinde bulunduğunda karşısında ABD ile Birleşik Krallığı bulmuş ve ısrar etmemişti. Stalin’in bu hamlesidir ki ülkemizi Batı ittifakına ve NATO’ya itmiştir. Ukrayna savaşından güçlenmiş bir şekilde çıkmış bir Putin’in bu uzun vadeli hedefe dönmesi, ilk aşamada da Montreux Sözleşmesinin 29uncu maddesinin imkân verdiği şekilde 2026’nın ilk baharında Sözleşmenin tadilini istemesi hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.

Savaş başladıktan sonra ülkemizin tarafsız kalmakla beraber Rusya’yı kollaması da muhakkak ki Avrupa’da dikkatlerden kaçmamıştır. Yaptırımlar neticesinde Rus piyasasından çekilmek durumda kalan Batılı şirketlerin yerini kapma hevesi ne yazık ki biraz fazla aleni bir şekilde dile getirildi. Aslında savaştan ekonomik ilişkiler açısından yararlanmaya çalışmak anormal bir davranış değildi. Ancak bunu sessizce ve dikkatleri üzerimize çekmeden yapmak şüphesiz daha akılcı olurdu. Nitekim ikincil yaptırımlar tehdidi üzerine bankalarımız Rusya ile ilişkilerini büyük ölçüde sınırlandırmak durumunda kalmışlar, bunun neticesinde de ticaret önemli bir şekilde azalmıştır. Hidrokarbon alımları da yavaş yavaş azalmaya başlamış, ancak bugün bile ülkemiz petrol ve doğalgaz ihtiyaçlarının önemli bir bölümünü Rusya’dan karşılamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump ile Oval Ofis görüşmesinden önce ülkemizin Rusya’dan doğalgaz alımını önemli bir şekilde azalmasına yol açacak yeni anlaşmalar imzalamış olması önemli bir gelişmedir. Rusya’dan petrol alımında da ciddi bir azalma meydan gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Rusya eğimli siyasetin önemli bir göstergesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın savaş başladığından bu yana Ukrayna’yı sadece bir defa ziyaret etmesi, o ziyarette de karşıtı Zelenskiy ile görüşmesini başkent Kyiv’de değil, Polonya hududuna sadece 60 kilometre mesafedeki Lvov şehrinde yapmış olmasıdır. Oysa Batılı liderlerin hepsi Kyiv’i birkaç defa ziyaret etmiş, bu suretle Zelensiyy’ye manevi destek vermişlerdir. Bu desteğin ülkemizden gelmemesi şüphesiz dikkatten kaçmamıştır. Ancak son günlerde Putin’in hedefi haline gelen Baltık ülkelerine destek için THK’ın bir Awacs uçağının Litvanya’ya gönderilmesi belki bir viraj hazırlığının işareti olabilir.

Savaşın ne zaman ve ne şekilde biteceği belli olmadığı için sonrasının hazırlıklarının da şekillenmesi için vakit henüz erken. Zaten çoğu Batı ülkesi Ukrayna’da barış gücü kisvesi altında olsa dahi, orada asker bulundurma heveslisi değil. Putin de olası bir çözüm çerçevesinde NATO üyesi ülke askerlerinin Ukrayna’da konuşlanmasına izin vermeyeceğini söylemektedir. Tabii savaş sonrası koşulları ne ölçüde dikte edebileceği olası bir barışın koşullarına bağlı olacaktır. Yenilgisi halinde çok fazla bir söz sahibi olmayacağını hatırlatmaya gerek yok. Dolayısıyla askerlerimizin bir şekilde Ukrayna topraklarında bulundurulması şimdiki halde gündemde olmayan bir konu.

Buna karşılık zaman zaman basına da yansıdığı şekilde ülkemize Karadeniz’de bir rol verilmesi üzerinde durulduğu anlaşılmaktadır. Bunun da nasıl bir şekil alacağı henüz belli değil. Mevcut koşullarda da belli olması mümkün değil. Ancak Montreux’nün kurduğu rejim gereğince Karadeniz’in askeri çatışma alanı olmasının engellendiği düşünülünce, ülkemizin böyle bir rol üstlenmesi bu rejimin değişmesi olasılığını gündeme getirecektir.

Dolayısıyla ülkemizin çıkarları Putin’in savaşı kazanmamasını ve yayılmacı emellerinden vazgeçmesini veya vazgeçirilmesini gerektirmektedir. Umarım bizi yönetenler bunun farkındadırlar ve önümüzdeki dönemde adımlarını buna göre atacaklardır.